Colinmccay
Yönetici
- 27 Haz 2009
- 6,997
- 11,631

Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 01 - Kırılgan Çocuk İrisi bayposta
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 01 - Kırılgan Çocuk İrisi profesör
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 02 - Ah Mimoza! profesör
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 03 - Biricik, Tombulum Benim! KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 04 - Beceriksiz Aşık KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 05 - Değişim Rüzgârı KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 06 - Bozacılar Ve Şıracılar KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 07 - 'Mış Gibi' KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 08 - Bacı KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 09 - 'Bir Ara Uçuyorum Sandım' KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 10 - Memet İle Memo KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 11 - Olur Mu Böyle Olur Mu? profesör
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 12 - Papatya KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 13 - Bir Geminin Son Seferi KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 14 - Sevmek Bir Çok Şeyi Göze Almaktır KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 15 - Galiba Sana Aşık Oldum KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 16 - Hayatım Çizgi Roman KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 17 - Tatilcinin El Kitabı KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 18 - Gemi Mezarlığı KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 19 - Batık Kent KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 20 - Ver Ar Yu Going Corc? KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 21 - Kuyruklu Belâ KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 22 - Gazetecinin Bir Günü KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 23 - Pala İzzet Cinayeti KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 24 - Üzgünüm Leylâ KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 25 - Cambıldak Koyu Uygarlıkla Nasıl Tanıştı? KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 26 - Bir Magazincinin Portresi KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 27 - Sevdiğiniz Sanatçıların Donlarını Veriyoruz KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 28 - İffet Nasıl Afet Oldu? KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 29 - Beni Böyle Sev Seveceksen bayposta
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 30 - Ya Benimsin Ya Toprağın! KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 31 - Görev Her Şeyden Kutsaldır KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Parantez Yayınları Sayı 32 - Güzellik Yarışması KARAOĞLAN
Hızlı Gazeteci Cep Kitapları Bacı pegasus
Hızlı Gazeteci Cep Kitapları Bacı gandor08
Hızlı Gazeteci Remzi Kitabevi Déja Vu tayyare
Hızlı Gazeteci Remzi Kitabevi Keloğlan tayyare
Ben artık çizgi romancı değilim
Necdet Şen - 19 Ekim 2001
Birlikte çıkmıştık yola. Üç aşağı beş yukarı hepimiz aynı yaşlardaydık. Kenarında "schoeller" yazan kalın resim kartonlarının üzerine eğilir, formikası kalkmış kahverengi masalarda "karikatür" olduğu varsayılan bir şeyler çiziktirirdik.
Hayat (her neyse o) bize aynı kulvarda yan yana koşma fırsatını tanımıştı.
Sirkeci'deki işkembecilere, Sultanahmet'teki köftecilere beraber gider, otobüse, vapura beraber biner, çiziktirdiğimiz taslakları "ulu abi" den önce birbirimize gösterirdik.
Ufak tefek farklılıklar yok muydu aramızda? Vardı. Ben şimdi olduğu gibi o zaman da solcuydum; onlar bu konularla ilgili değildi. Ben şimdi olduğu gibi o zaman da bir finduğun içini yar senden ayrı yemezdim; bazıları gizlice yerdi. Ben şimdi olduğu gibi o zaman da kılı kırk yarar, çok çizip "sürümden kazanmak" yerine, içime sinecek bir şeyler yazıp çizebilmek için ter dökerdim; onların çoğu kesesini doldurmayı düşünürdü. Ben vicdanıma sığdıramadığım şeylere "hayır" derdim, çoğu bu kelimenin anlamını bile bilmezdi.
Daha yolun başındaydım, paraya ve önümün açılmasına herkes kadar benim de ihtiyacım vardı, ama yine de altın bir tepsi içinde sunulan bu fırsatı reddedebilecek tok gözlülük hasletini her nasılsa yanımda getirmiştim.
Reddettiğim fırsatlara diğer çocuklar balıklama atladılar. Gün oldu birbirlerini gammazladılar, gün oldu birbirlerinin kafasında odun kırdılar, gün oldu, birbirlerinin paralarının üstüne yattılar, her adımda birbirleriyle takışıp bin parçaya bölündüler, her bölünüşte dergilerinin tirajı daha da azaldı, ama onlardaki köşe dönme arzusu hiç azalmadı.
Muhalefet bile onların gözünde satış rakamlarına yansıyacağı ölçüde kıymeti harbiye taşıdı.
Ama mahfiyetkâr okur, aradaki bu ince farkı hiç görmedi, hepimiz aynı terazide tartıldık.
* * *
Yıllar geçti, bazılarımız daha da yoksullaşırken, bazılarımız ikbal basamaklarını üçer beşer tırmanıp han hamam apartman sahibi oldular.
Yetenek miydi bu kopuşun ana bileşeni? Hayır. Çalışkanlık mıydı? Asla. Şans mı? O da değil.
Ne peki?
Hepimiz "sanatçı" ya da "karikatürist" ya da "mizahçı" gibi kategorik başlıklar altında aynı tarz insanlar olarak görülsek de, bazılarımız (çok azımız) için bir varoluş ve hakikati arayış sorunu olan yazma-çizme işi, bazılarımız (yani pek çoğumuz) için müreffeh bir yaşama giden ehven bir zıplama tahtasıydı.
Sapla samanı ayırmasını bilemeyen kandırılabilir ekseriyet için şimdi bile hiç bir değer taşımayan derinlik ve erdem arayışı, kimin zengin kimin yoksul olacağını daha o günden şaşmaz bir kesinlikle belirliyordu.
Adileşmeyi, çalım atmayı, dirseklemeyi, fitneyi, tezgâhtarlığı içine sindirebilene de "sanatçı" dedi bu okuryazar zümre, sindiremeyene de.
* * *
Biliyorum, ben de birçok küskün dostum gibi beş parasız öleceğim.
Bu kaçınılmaz; çünkü para, onu sevenle flört eder.
Bir zamanlar "abi ben sizin şöyle hayranınızım, böyle büyüksünüz, yazıp çizdiğiniz her şeyi kesip saklıyorum" diyen dünün cici çocukları, "cici" olmanın ödülünü fazlasıyla almış, hanları hamamları lüks tekneleri içinde rahat ve müreffeh, günlerini gün ederken, sonunda benim de cavlağı çektiğimi öğrenecek ve "çaplı bir arkadaştı, ama biraz aksi bir adamdı" diye yorum yapacaklardır ardımdan.
Hatta aralarından birkaçı belki vefa duygusuyla "sanatımı" öven, "aykırılığımı" garnitür niyetine satır aralarına yerleştiren "badem göz" yazıları döşeneceklerdir.
Ama inanıyorum ki, hemen hemen hiç biri, bu kadar hayranlık duydukları sanatçılar bir köşede unutulmuş ve kıpırtısız dururken, kendilerinin o sınırlı yetenekleriyle nasıl olup da böyle "yükseldiklerinin" esbabı mucibesini kurcalamaya yanaşmayacak.
Kendilerinin neden o kadar koyun ruhlu ve itaatkâr olduklarını sorgulamak yerine, benim "huysuzluğum" üzerine efsaneler üretecektir muhtemelen eski dostlarım.
Ne onlar ne de anlam'a ancak süpermarket raflarında rastlarsa "anlam" diyen necip okurlar, mizah ve karikatürün nasıl olup da medya patronlarının hizmetinde, suya sabuna dokunmayan, eyyamın "kötü" dediğine sövüp sayıp, yanı başında dönen dolaplar karşısında kör/sağır/dilsiz rolü oynayan tavrına ilişkin hakikati görme çabası içinde olacak.
* * *
Sanmayın ki sanat tarihi "en iyilerin" tarihidir; hayır, yarının sanat tarihçileri bugünün gazete ve dergi arşivlerini karıştırıp, en medyatik olanlara "en iyi" damgasını yapıştıracak.
Süslü bir albüm, lüks ciltli kitap bastırmak için kimlerin karşısında ne tür taklalar atmak ve hangi barlara takılıp, hangi piyasalarda kimlerle ahbaplık kurmak gerektiği acı gerçeğini es geçip, en fiyakalı kâğıtlara basılmış "ulûfe" albümlere bakarak, bugünün sanat tarihini yazacak yarının cici çocukları.
"Tarih kandırılamaz" sözü palavradır; gerçek o ki, tarih, dünün yalanlarının bugün ve bugünün yalanlarının yarın tasdik edilmesinden başka bir şey değildir.
Hep merak edip dururum, acaba şimdiye kadar kaç pırıltılı insan, basiretsiz editörler, çapsız ve kıskanç meslektaşlar, dogmatik tarihçiler, ezberci münevverler ve sapla samanı ayıramayan kuru kalabalık yüzünden daha yolun başında pırıltısını içine gömdü?
Yine merak eder dururum, nasıl olur da bir insan haksızlığa baş kaldırmak şöyle dursun, menfaatlerim zedelenmesin diye ya da zarar görmemek için ya da başka nedenlerle yalana, dalavereye, adaletsizliğe tepkisiz kalır?
Hakikatin taşıyıcısı olmakla yükümlüyken, art niyetli haber yazan gazetecinin; menfaat odaklarına kapılandığı için gerçeği çarpıtan yorumcunun; toplumun sağduyusunun sivri dilli temsilcisi olma ödevinden yan çizip, sadece plaza patronlarının talimatıyla ya da angaje olduğu şu ya da bu cemaatin klişeleriyle "durumu idare eden" karikatüristin; kendisini seçen kitlenin oylarına ihanet eden siyasetçinin; görevini savsaklayan kamu görevlisinin; toplum vicdanını kâr/zarar hesaplarına tahvil eden aydının yakasına yapışmayan her birey, şikâyetçi gibi göründüğü yanlış işlerin suç ortağıdır.
Eğer işsiz kalmak, dışlanmak pahasına medya lordlarını hicveden çizgi romancıyla, suya sabuna dokunmayan, menfaatine uygun davranan "köşe" karikatüristi aynı kefeye koyanlardansanız, sizden bir ricam var:
Lütfen bana yaptığınız tüm iltifatları geri alın.
İdare-î maslahatçılarla aynı "seçkin" kategoride anılmaktansa, aslında hiç hak etmediğim ve kollektif bönlüğün açık bir tezahürü gibi yakama yapışmış olan "huysuz" sıfatını yeğlerim.
* * *
Sorular sorulara gebe.
Zorbaları ve şarlatanları ayakta tutan nedir?
Korku. Teslimiyet. Suç ortaklığı.
Tabii bir de kendine ve herkese karşı takınılan iki yüzlü bir tutum.
Benim "huysuzluğum" belki de sizin kendinizle yüzleşme isteksizliğinizin öteki adıdır.
Yalana ve sahteliğe karşı açıkça tavır almadığınız ve "ben asla yalan söylemeyeceğim ve ne kadar ufak olursa olsun, ne kendime ne de başkalarına karşı asla hile yapmayacağım" diyemediğiniz sürece, sizden daha usta yalancılar ve hilekârlar tarafından keklenmekten kurtulamayacaksınız.
O gazetelere her gün para ödeyip içinde dişe dokunur bir şeyler bulmaya çalışan sizsiniz. O hesap ve promosyon kokan yazıları papağan gibi tekrarlayan, o çöp adam bile çizmekten aciz kifayetsiz muhterisleri karikatürist yerine koyup, embesil karalamalarını oradan oraya forwardlayan, panonuza yapıştıran da siz…
Güldüğünüz espriler, tasdik ettiğiniz samimiyetsiz "sanatsal" duruşlar, sizin çapınızı ele veriyor.
Ne olur, şaşıp yanılıp o furyada beni de beğenmeyin.
Valla istemem; hatta hicap duyarım. Beni o listeden silin.
Hayat olanca coşkusuyla renk ve ahenk içinde içimden akıp giderken bunu sizinle paylaşamıyorsam, bu kayıp benden ziyade sizin kaybınız.
Yıllardır çizgi roman falan yapmıyorum. Parasal zararım nedir hiç hesaplamadım ama kazancımı biliyorum:
İç huzuru.
Çizgi roman yapmadığım son beş yıl boyunca göğüs kafesimdeki o ağrı da yakamı bıraktı. Artık zorlanmadan soluk alabiliyorum.
İnanın, bütün o göz nuru, uykusuzluk, kalp ağrıları, o odalara kapanıp masalara abanmalar, yalnızlıklar, yorgunluklar, ertelenmiş boş vakitler ve okunamayan kitaplar, o adanmış hayat, sizinle bir şeyler paylaşabilmek içindi.
Madem ki genetik tesadüfler bu evrendeki sonsuz ışığın bir katresini de benim avucuma yükümlülük olarak tutuşturmuştu, emaneti çoğaltarak asıl sahibine, yani hayata ve size geri yansıtmalıydım.
Ama gördüm ki, herkese ait olanı hiç bir karşılık beklemeden ve artırarak yine herkese iade etmek için bile tüketim toplumunun kurallarına göre davranmak, yarışmak, dirseklemek, "konu neydi?" diye soran sekreterlere meram anlatmayı içine sindirebilmek, bir roman yazamayacak editöre roman, bir film çekemeyecek yatırımcıya senaryo, bir şarkı yazamayacak, çalıp söyleyemeyecek yapımcıya şarkı beğendirmek, "sanatçı"dan sayılabilmek için ilk adım olarak pazarlamacılık sınavından geçmek gerekiyormuş.
Eh, o zaman benden günah gitti çocuklar; hayatın anlamını, her şeyin üzerine barkod yapıştırıldığı ve satıldığı yerlerde arayanlarla yolum kesişmeyecekmiş gibi görünüyor.
Parayla pulla hiç işim olmadı; yediğim iki lokma, giydiğim çul-çaput.
Bir yıl önce (1 Eylül 2000'de) dayanamayıp son kuruşlarımla bir bilgisayar aldım ve bu web sitesini yapmaya başladım. Dedim ya, hayata olan borcumu ödemeye çabalıyorum. Bilenler biliyor, içten bir tebessüm dışında beklentimin olmadığını.
Buna rağmen yine de birileri çıkıp "onun sitesini tıklamayın, menfaati zedelensin" gibi yorumlar yapacak. Başka birileri bu inziva ve yalnızlığın bile bir "pazarlama taktiği" olduğunu söyleyecek. Başka birileri "megaloman", "narsist", "egosantirik" gibi sıfatlar yakıştıracak.
Ne kadar nefes tüketirsem tüketeyim, biliyorum ki, sesim sevgisizlik ve hoyratlık dağını aşamayacak.
"Benden bu kadar" diyerek plaza medyasını terk ettiğim şu son beş yılda bir tek anlayışlı yorum, bir tek içten rica bile beni o kalp ağrılarına geri döndürebilirdi. Neyse ki olmadı.
Teşekkürler Hızlı Gazeteci okurları, sağlığımı ve saadetimi sizin bu kıpırtısızlığınıza borçluyum.
Kaynak:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Moderatör tarafında düzenlendi: