cagataykhan
Süper Üye
- 13 Mar 2010
- 569
- 1,275
Sevgili Çizgi Diyarı Dostları,
Aşağıda okuyacağınız yazı evvela Hikmet Yamansavaşçılar Ağabey'e mesaj olarak yazılmış, sonra Hikmet Ağabeyime hürmeten facebook sayfamda yayınlanmış, orada Savok kardeşimin teşvikiyle buraya konmuştur.
Hepinize selam eder saygılar sunarım.
OĞUZ KAĞAN’I BULDUM
1978 yılıydı, dönemin siyasi rüzgarı, öğretmen olan babamı Feke’nin kuş uçsa da kervan geçmez bir dağ köyüne atmıştı. Babama kesilen cezayı ailece çektiğimiz, iki tam yıl kaldığımız bu sürgün köyünde elektriksiz, zaten televizyonsuz, senede altı yedi ay ulaşımsız, dört dağ arasına sıkıştırılmış günlerimizi iki kardeş hayal dünyamızın elverdiğince yaşamaya çalışıyorduk.
Bir gün okulun mütevazi kütüphanesinde Yavrutürk isimli dergiler bulduk. Bolca bilgi ve çizgi roman içerikli dergiler o günden sonra yegane eğlencemiz, meşgalemiz olmuştu.
Özellikle Oğuz Kağan isimli çizgi romana bayılıyorduk. Biri 5, diğeri 4 yaşında iki çocuk kah ağaçtan kılıçlarımızla hayali düşmanlarla savaşıyor, kah saatlerce ekmek tahtasının üzerinde çizimleri taklit ederek resimler yapıyorduk. Babamın da teşvik ve yönlendirmeleriyle bu Oğuz Kağan çizgi romanı, çizime olan tutkumun filizlenmesine yol açacaktı.
Hala birkaç sayısını sakladığım bu dergilerin bir kusuru vardı yalnız, çizerin adı yazmıyordu hiçbir nüshada. Bu yaşıma kadar ne o maceranın tamamını okuyabilmiş, ne de çizerini öğrenebilmiştim. Benim gibi çizgi roman tutkunlarının olduğu Çizgi Diyarı adlı bir sitede birkaç sayı daha buldum sonra; ama yine de aynı çizgilerle bir daha hiçbir yerde karşılaşmadım. Hatta Çizgi Diyarında da sordum, bilen, tanıyan var mı diye, olmadı, bulamadım.
Dün akşam rutin bir şekilde yine siteye girdim, Karabala isimli bir çizgi romanın müjdesini veriyorlardı. Çizerin de 35 yıl sonra ilk kez çizmeye başladığı ilan ediliyordu. Sayfayı aşağılara kaydırınca bakım ki yeni çizgi romandan örnek sayfalar da koymuşlar. Gözlerime inanamadım, ne kadar modernize tekniklerle cilalanmış olsa da altta yatan çizimleri, fırça darbelerini tanımıştım, bu O’ydu, Oğuz Kağan’ın çizeri, adını yazmışlardı üstelik: Hikmet YAMANSAVAŞÇILAR. Baktım o da sitede üye, heyecanla hemen mesaj attım, yukarıdaki yazdıklarımı ona da anlattım. Biraz sonra cevap geldi, sanki cevap 37 yıl önceki o dört dağ arası çiğdem kokulu köyden geliyordu. Yıllardır merak ettiğim üstadım bana cevap yazmıştı, İstanbul’da yaşıyordu, benim okuduğum çizgi romanı lise son sınıftayken çizmiş, o yıllarda bir öğrencinin, öğretmenin vs. bir yerlerde yazıp çizmesi sakıncalı olduğundan sanırım ismini koymamışlardı. Kara Murat ve Tolga’nın çizerine asistanlık yapmış, bir şekilde çizimden vaz geçmiş sonra, yıllarca küsmüş camiaya. En sonunda nisan ayında “Çizgi Diyarı”nın çizerler toplantısında kendisinden yeniden çizmesi için söz alınmış ve 35 yıl sonra yeniden bismillah demiş Hikmet Ağabeyimiz. Bunları anlattığı mailin sonunda birbirimize telefonlarımızı verdik. Geç olduğu için sabah müsait bir zamanda aramak üzere mutlu mesut uyudum.
Sabah tam kahvaltıyı bitirmiştim ki telefon çaldı. Arayan O’ydu. Yıllardır isimsiz üstadım olan kahramanım bu kez gönlümdeki yerini alçakgönüllülüğüyle perçinlemişti. Yıllar öncesinden bir ağabeyim, bir dostum gibi sohbet ettik 20 dakika kadar. Mahcubiyetle çizimlerimi yolladım görmesi için, o da bana özel henüz yayınlanmamış eserinden sayfalar gönderdi. İnşallah İstanbul’a ilk gidişimde görüşmek üzere sözleştik.
Bir kez daha anladım ki Allah, samimiyetle istenenin karşılığını bir şekilde veriyormuş.
Hoş geldin, Safalar verdin Hikmet Ağabey, sağ ol, var ol, sen çizmeye devam et, biz ardında olalım.
Çağatay Hakan GÜRKAN/Adana
Aşağıda okuyacağınız yazı evvela Hikmet Yamansavaşçılar Ağabey'e mesaj olarak yazılmış, sonra Hikmet Ağabeyime hürmeten facebook sayfamda yayınlanmış, orada Savok kardeşimin teşvikiyle buraya konmuştur.
Hepinize selam eder saygılar sunarım.
OĞUZ KAĞAN’I BULDUM
1978 yılıydı, dönemin siyasi rüzgarı, öğretmen olan babamı Feke’nin kuş uçsa da kervan geçmez bir dağ köyüne atmıştı. Babama kesilen cezayı ailece çektiğimiz, iki tam yıl kaldığımız bu sürgün köyünde elektriksiz, zaten televizyonsuz, senede altı yedi ay ulaşımsız, dört dağ arasına sıkıştırılmış günlerimizi iki kardeş hayal dünyamızın elverdiğince yaşamaya çalışıyorduk.
Bir gün okulun mütevazi kütüphanesinde Yavrutürk isimli dergiler bulduk. Bolca bilgi ve çizgi roman içerikli dergiler o günden sonra yegane eğlencemiz, meşgalemiz olmuştu.
Özellikle Oğuz Kağan isimli çizgi romana bayılıyorduk. Biri 5, diğeri 4 yaşında iki çocuk kah ağaçtan kılıçlarımızla hayali düşmanlarla savaşıyor, kah saatlerce ekmek tahtasının üzerinde çizimleri taklit ederek resimler yapıyorduk. Babamın da teşvik ve yönlendirmeleriyle bu Oğuz Kağan çizgi romanı, çizime olan tutkumun filizlenmesine yol açacaktı.
Hala birkaç sayısını sakladığım bu dergilerin bir kusuru vardı yalnız, çizerin adı yazmıyordu hiçbir nüshada. Bu yaşıma kadar ne o maceranın tamamını okuyabilmiş, ne de çizerini öğrenebilmiştim. Benim gibi çizgi roman tutkunlarının olduğu Çizgi Diyarı adlı bir sitede birkaç sayı daha buldum sonra; ama yine de aynı çizgilerle bir daha hiçbir yerde karşılaşmadım. Hatta Çizgi Diyarında da sordum, bilen, tanıyan var mı diye, olmadı, bulamadım.
Dün akşam rutin bir şekilde yine siteye girdim, Karabala isimli bir çizgi romanın müjdesini veriyorlardı. Çizerin de 35 yıl sonra ilk kez çizmeye başladığı ilan ediliyordu. Sayfayı aşağılara kaydırınca bakım ki yeni çizgi romandan örnek sayfalar da koymuşlar. Gözlerime inanamadım, ne kadar modernize tekniklerle cilalanmış olsa da altta yatan çizimleri, fırça darbelerini tanımıştım, bu O’ydu, Oğuz Kağan’ın çizeri, adını yazmışlardı üstelik: Hikmet YAMANSAVAŞÇILAR. Baktım o da sitede üye, heyecanla hemen mesaj attım, yukarıdaki yazdıklarımı ona da anlattım. Biraz sonra cevap geldi, sanki cevap 37 yıl önceki o dört dağ arası çiğdem kokulu köyden geliyordu. Yıllardır merak ettiğim üstadım bana cevap yazmıştı, İstanbul’da yaşıyordu, benim okuduğum çizgi romanı lise son sınıftayken çizmiş, o yıllarda bir öğrencinin, öğretmenin vs. bir yerlerde yazıp çizmesi sakıncalı olduğundan sanırım ismini koymamışlardı. Kara Murat ve Tolga’nın çizerine asistanlık yapmış, bir şekilde çizimden vaz geçmiş sonra, yıllarca küsmüş camiaya. En sonunda nisan ayında “Çizgi Diyarı”nın çizerler toplantısında kendisinden yeniden çizmesi için söz alınmış ve 35 yıl sonra yeniden bismillah demiş Hikmet Ağabeyimiz. Bunları anlattığı mailin sonunda birbirimize telefonlarımızı verdik. Geç olduğu için sabah müsait bir zamanda aramak üzere mutlu mesut uyudum.
Sabah tam kahvaltıyı bitirmiştim ki telefon çaldı. Arayan O’ydu. Yıllardır isimsiz üstadım olan kahramanım bu kez gönlümdeki yerini alçakgönüllülüğüyle perçinlemişti. Yıllar öncesinden bir ağabeyim, bir dostum gibi sohbet ettik 20 dakika kadar. Mahcubiyetle çizimlerimi yolladım görmesi için, o da bana özel henüz yayınlanmamış eserinden sayfalar gönderdi. İnşallah İstanbul’a ilk gidişimde görüşmek üzere sözleştik.
Bir kez daha anladım ki Allah, samimiyetle istenenin karşılığını bir şekilde veriyormuş.
Hoş geldin, Safalar verdin Hikmet Ağabey, sağ ol, var ol, sen çizmeye devam et, biz ardında olalım.
Çağatay Hakan GÜRKAN/Adana