Kimi yorumların arka planında yer alan, kimilerinin de açıkça sorduğu, ancak berrak olarak yanıtı verilmemiş bir soru: Neden çizgiroman okuyoruz?
Niçin adliye koridorlarının tozunu yutan bir avukat, ameliyathanelerde ömür törpülemiş bir cerrah, ömrünü eğitime adamış bir öğretmen, bir muhasebeci, siyaset ve sosyal yaşamın bin veçhesini doğrudan deneyimlemiş bir gazeteci, akla hayale gelebilecek her türlü meslek ve uzmanlıktan kişiler, belinde tabanca, eyer kaşında bir kement, beyaz bir at üstündeki eksantrik, bir çoğu saplantılı karakterlerin dünyasına girmek için bunca didinir?
Bu soruya genel bir cevap verilebilir. Sevdiğimiz için...
Bu bir seviyede doğru bir cevap olmasına rağmen, neden bu aykırı tipleri sevdiğimiz sorusunu pek yanıtlamaz. Gündelik hayatta insanın ölümle burun buruna kaldığı yüz maceranın yüzünde de sağ kurtulmasını kıskançlıkla karşılarız, geçim sıkıntısını halletmeyi bırakıp başkasının yardımına koşmayı iş edinmiş kişileri küçümsemeyle... Hal böyleyken niye çizgi roman kahramanı bunları yaptığında aynı duyguları yaşamak yerine kahramanlık gururuna benzer bir hisse kapılırız?
İnsanın kimliğinin çeşitli yönleri vardır. Konuyla ilgisiz olanları bir yana bırakırsak, bir yanımız gerçekçidir ve bir gerçeklik aleminde varoluş savaşı verir. Diğer tarafımız ise hayal kurar ve hayallerin gerçek olabildiği bir idealar evreninde bir tür sefere çıkar. En politik görüşmelerde bulunurken dahi bilincin tam kenarında bir yerde, çizgi roman kahramanı atının eyer kaşına yaslanmış, hayvanı dörtnala kalkmak üzere mahmuzlamak için hazır bekler.
Hepimiz evren yanında küçücük olduğumuzu biliriz. Karşısında ufak kaldığımız problemler için bir yardımcı, kendimizden güçlü birinin desteğini ararız. Normal koşullar altında böyle birinin gelmeyeceğini bildiğimizden, elden geldiğince kendi çözümlerimizi geliştirir, sorumluluk alarak sonuçlarıyla yüzleşiriz. Ama yanlış yapmaktan korkmaktan da hiç vazgeçmeyiz.
Çizgiroman okumanın böylesine cazip olmasının nedenlerinden birisi, yaptığının yanlış olduğunu düşünmeyecek kadar özgüven sahibi olunabilen kimselere gıpta etmemiz, böyle bir dünyanın mümkün olabileceğine inanmak istememizdir. Çizgi roman okurken, yalnız kalmak istememizin kökünde, bu eylemin gerçek dünyadan ziyade idealar evreninde yaşama arzusu olduğu tespitinin belli bir geçerliliği vardır mutlaka.
Bu içimizdeki korku diyebileceğimiz şey, çizgi roman okurunda farklı şekillerde tezahür edebilir. Aslında trafik polisi ehliyet sorarken, öğretmen adını sormak için durdurduğunda, astsubayı kendine doğru gelirken, patron kapıdan girdiğinde bile acaba yanlış bir şey bulur mu diye korkabilen bireyler olduğunuzu kabullenmek de, bu düşünceyle yaşamı sürdürmek de mümkün değildir. Okuduğumuz çizgi romanın kahramanıyla özdeşleşir, bizim gerçek yaşamda çekindiğimiz şeylerin, idealar evreninde kurgulanmış kat be kat korkutucu olanları karşısında mağrurca direndiğimizi düşleriz.
Olayın bir de şizoid bir boyutu var. Bunu iki örnekle açıklamaya çalışalım:
Sıradandan bile sıradan biri, günlük yaşamın küçük korkularını yaşarken, kalabalık bir sokakta gelip geçen tüm insanlara bakar, bir telefon kulübesine Klark Kent olarak girip, Süperman olarak çıkma fantezisi... Klark, baştan Louis Lane'ye platonik bir aşk duyar. Lane Süpermen'e aşıktır ama gizli kimliği koruma güdüsü nedeniyle ikinci kimliğinin arka planında kalır. Küçültücü bir pozisyonu kabullenir.
King Kong, adasında yaşayan kendi türünden tek devdir. Parmağı büyüklüğünde bir kızı korumak için T-Rex'lerle savaşır. Her fırsatta ona gücünü göstermek isteyen bir yeniyetme gibi davranır. Sadece saf güç değil, sevdiklerini korumak için ölümü göze alabilen, gözükara bir delikanlıdır o.
King Kong ile Süpermen arasında bir akrabalık olduğu fikri, bu bakış açısından yeterince doğru gözüküyor. Bir yerlerde okumuştum. Sadece beş altı hikaye konusu olduğunu, diğer tüm hikayelerin bunun varyantı olduğu anlatılıyordu. Burada kahraman şövalye günü kurtarır temasının bin türlü versiyonunu görebilirsiniz. Walter Benjamin'in düşlerin tarihi yazılmadıkça tarihin gerçek anlamda anlaşılmış olamayacağını söylemesinin ne kadar anlamlı olduğunu hissettiren bir durumdur bu.
Çizgiroman okumak bir miktar geçmiş dönem eylemi gibi görülse de, bu görüşe fazla kapılmamak gerek. Modern dünyada çizgiroman okumak büyük olasılıkla başka bir dönemde popüler kültür ürünlerinin cazibesine kapılmaktan daha kolaydır. Zira modern dünyada bu ihtiyacı kışkırtan daha çok sınırlama vardır.
Modern dünyada yaşamak için dolap çevirir, dedikodu yapar, kumpaslar ayarlarız; neredeyse hepimiz doğru olanı yapacağımıza, o an için münasip olanı yaparız. Yine de olmadığımız bir şey olabildiğimizi hissetmek isteriz. Olmadığımız ama hayranlık duymaktan utanç duymayacağımız biri gibi olabilmek isteriz. Kendimiz yanlış olanı yapsak bile, tüm engellere rağmen doğru olanı yapmayı arzularız.
Bu yüzden, hep doğru olanı yapan, yargılarında şaşmayan, eylemlerinde korkmayan kahramanların duygularıyla özdeşleşme ihtiyacı duyarız. Bilincimiz bunun gerçekliğini reddettiği için de çizgi romanı--kendimiz kadar eksantrik tipler istisnadır--yalnız başımıza okumak isteriz.
Okuruz, çünkü olmaya mecbur bırakıldığımız değil, olmak istediğimiz kişi olmak isteriz. Olmak istediğimiz kişi ise modern dünyada mümkün değildir.
İmkansızı mümkün kılmak için okuruz...
Niçin adliye koridorlarının tozunu yutan bir avukat, ameliyathanelerde ömür törpülemiş bir cerrah, ömrünü eğitime adamış bir öğretmen, bir muhasebeci, siyaset ve sosyal yaşamın bin veçhesini doğrudan deneyimlemiş bir gazeteci, akla hayale gelebilecek her türlü meslek ve uzmanlıktan kişiler, belinde tabanca, eyer kaşında bir kement, beyaz bir at üstündeki eksantrik, bir çoğu saplantılı karakterlerin dünyasına girmek için bunca didinir?
Bu soruya genel bir cevap verilebilir. Sevdiğimiz için...
Bu bir seviyede doğru bir cevap olmasına rağmen, neden bu aykırı tipleri sevdiğimiz sorusunu pek yanıtlamaz. Gündelik hayatta insanın ölümle burun buruna kaldığı yüz maceranın yüzünde de sağ kurtulmasını kıskançlıkla karşılarız, geçim sıkıntısını halletmeyi bırakıp başkasının yardımına koşmayı iş edinmiş kişileri küçümsemeyle... Hal böyleyken niye çizgi roman kahramanı bunları yaptığında aynı duyguları yaşamak yerine kahramanlık gururuna benzer bir hisse kapılırız?
İnsanın kimliğinin çeşitli yönleri vardır. Konuyla ilgisiz olanları bir yana bırakırsak, bir yanımız gerçekçidir ve bir gerçeklik aleminde varoluş savaşı verir. Diğer tarafımız ise hayal kurar ve hayallerin gerçek olabildiği bir idealar evreninde bir tür sefere çıkar. En politik görüşmelerde bulunurken dahi bilincin tam kenarında bir yerde, çizgi roman kahramanı atının eyer kaşına yaslanmış, hayvanı dörtnala kalkmak üzere mahmuzlamak için hazır bekler.
Hepimiz evren yanında küçücük olduğumuzu biliriz. Karşısında ufak kaldığımız problemler için bir yardımcı, kendimizden güçlü birinin desteğini ararız. Normal koşullar altında böyle birinin gelmeyeceğini bildiğimizden, elden geldiğince kendi çözümlerimizi geliştirir, sorumluluk alarak sonuçlarıyla yüzleşiriz. Ama yanlış yapmaktan korkmaktan da hiç vazgeçmeyiz.
Çizgiroman okumanın böylesine cazip olmasının nedenlerinden birisi, yaptığının yanlış olduğunu düşünmeyecek kadar özgüven sahibi olunabilen kimselere gıpta etmemiz, böyle bir dünyanın mümkün olabileceğine inanmak istememizdir. Çizgi roman okurken, yalnız kalmak istememizin kökünde, bu eylemin gerçek dünyadan ziyade idealar evreninde yaşama arzusu olduğu tespitinin belli bir geçerliliği vardır mutlaka.
Bu içimizdeki korku diyebileceğimiz şey, çizgi roman okurunda farklı şekillerde tezahür edebilir. Aslında trafik polisi ehliyet sorarken, öğretmen adını sormak için durdurduğunda, astsubayı kendine doğru gelirken, patron kapıdan girdiğinde bile acaba yanlış bir şey bulur mu diye korkabilen bireyler olduğunuzu kabullenmek de, bu düşünceyle yaşamı sürdürmek de mümkün değildir. Okuduğumuz çizgi romanın kahramanıyla özdeşleşir, bizim gerçek yaşamda çekindiğimiz şeylerin, idealar evreninde kurgulanmış kat be kat korkutucu olanları karşısında mağrurca direndiğimizi düşleriz.
Olayın bir de şizoid bir boyutu var. Bunu iki örnekle açıklamaya çalışalım:
Sıradandan bile sıradan biri, günlük yaşamın küçük korkularını yaşarken, kalabalık bir sokakta gelip geçen tüm insanlara bakar, bir telefon kulübesine Klark Kent olarak girip, Süperman olarak çıkma fantezisi... Klark, baştan Louis Lane'ye platonik bir aşk duyar. Lane Süpermen'e aşıktır ama gizli kimliği koruma güdüsü nedeniyle ikinci kimliğinin arka planında kalır. Küçültücü bir pozisyonu kabullenir.
King Kong, adasında yaşayan kendi türünden tek devdir. Parmağı büyüklüğünde bir kızı korumak için T-Rex'lerle savaşır. Her fırsatta ona gücünü göstermek isteyen bir yeniyetme gibi davranır. Sadece saf güç değil, sevdiklerini korumak için ölümü göze alabilen, gözükara bir delikanlıdır o.
King Kong ile Süpermen arasında bir akrabalık olduğu fikri, bu bakış açısından yeterince doğru gözüküyor. Bir yerlerde okumuştum. Sadece beş altı hikaye konusu olduğunu, diğer tüm hikayelerin bunun varyantı olduğu anlatılıyordu. Burada kahraman şövalye günü kurtarır temasının bin türlü versiyonunu görebilirsiniz. Walter Benjamin'in düşlerin tarihi yazılmadıkça tarihin gerçek anlamda anlaşılmış olamayacağını söylemesinin ne kadar anlamlı olduğunu hissettiren bir durumdur bu.
Çizgiroman okumak bir miktar geçmiş dönem eylemi gibi görülse de, bu görüşe fazla kapılmamak gerek. Modern dünyada çizgiroman okumak büyük olasılıkla başka bir dönemde popüler kültür ürünlerinin cazibesine kapılmaktan daha kolaydır. Zira modern dünyada bu ihtiyacı kışkırtan daha çok sınırlama vardır.
Modern dünyada yaşamak için dolap çevirir, dedikodu yapar, kumpaslar ayarlarız; neredeyse hepimiz doğru olanı yapacağımıza, o an için münasip olanı yaparız. Yine de olmadığımız bir şey olabildiğimizi hissetmek isteriz. Olmadığımız ama hayranlık duymaktan utanç duymayacağımız biri gibi olabilmek isteriz. Kendimiz yanlış olanı yapsak bile, tüm engellere rağmen doğru olanı yapmayı arzularız.
Bu yüzden, hep doğru olanı yapan, yargılarında şaşmayan, eylemlerinde korkmayan kahramanların duygularıyla özdeşleşme ihtiyacı duyarız. Bilincimiz bunun gerçekliğini reddettiği için de çizgi romanı--kendimiz kadar eksantrik tipler istisnadır--yalnız başımıza okumak isteriz.
Okuruz, çünkü olmaya mecbur bırakıldığımız değil, olmak istediğimiz kişi olmak isteriz. Olmak istediğimiz kişi ise modern dünyada mümkün değildir.
İmkansızı mümkün kılmak için okuruz...
Son düzenleme: