Saint Walker
Çeviri & Balonlama
- 30 Eki 2018
- 219
- 4,499

Mavi Kitap’ın üçüncü sayısı, sıradan olanın içinde büyüyen olağanüstüyü anlatmıyor.
O zaten orada. Sadece bakmamızı istiyor. Daha dikkatli, daha açık, daha dürüst.
Betty ve Barney Hill’in yaşadıkları iddia edilen olaylar üzerinden şekillenen bu sayı,
artık anlatılan bir hikâyeden çok bir yankıya dönüşüyor. Bir şeyin yankısı… Ne olduğunu tam bilmediğimiz
ama bir kez duyunca da unutamadığımız bir şeyin.
James Tynion IV, bu sayıda sesini daha da alçaltıyor. Çünkü bazen gerçek, bağırarak değil,
fısıldayarak kendini duyurur. Ve bu fısıltılar, çizimlerin arasına sıkışmış durumda. Michael Avon Oeming’in
buz gibi mavi tonlarla bezeli çizimleri, yalnızca sahneleri değil, karakterlerin ruh halini de donuklaştırıyor.
Sanki zaman durmuş, anılar karanlık bir suyun dibinden yükseliyor gibi.
Bu sayı, bir açıklama sunmuyor. Sunmak istemiyor. Sorularla yüzleştiriyor ama cevaplarla avutmayı reddediyor.
“Gördüklerine inanmalı mısın?” sorusunu defalarca soruyor, ama cevabı sana bırakıyor.
Çünkü belki de bu hikâyede asıl mesele ne olduğunu anlamak değil; bir şeyin gerçekten olup
olmadığını sorgularken içine düştüğümüz boşluğu hissetmek.
Mavi Kitap #03, çizgi roman formunun çok ötesinde. Bu, tanıkların sustuğu,
hatıraların kendini dayattığı, gerçeğin şekilsizleştiği bir sınır bölgesi. UFO görmüş olabilirler.
Belki de sadece çok korkmuşlardı. Belki de... her ikisi de.
Eğer çizgiler arasında yürümeyi seviyorsan, eğer hikâyeleri değil de hikâyelerin etrafında
dönen sessizlikleri dinleyebiliyorsan, bu sayı seni uzun süre bırakmayacak. Çünkü bazı soruların cevabı yoktur.
Ama o soruları sormak bile, cesaret ister.
Tarrare – Açlığın Ötesinde Bir Lanet
Her çağ, kendi canavarlarını yaratır. Bazıları ormanda saklanır, bazıları gökyüzünde...
Bazılarıysa bir insan bedeninin içinde, usulca yaşar. Ve kimse onu durduramaz.
Mavi Kitap’ın sayfaları arasında yer alan ama asla gölgede kalmayan kısa bir öykü: Tarrare.
Tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş, gerçekliği sorgulanan ama unutulamayan bir adamın hikâyesi.
18. yüzyıl Fransa’sında geçen bu öykü, bir insanın vücudunun kaldırabileceğinden fazlasını arzulamasıyla başlıyor. Açlık...
ama bildiğimiz türden değil. Bu, mideyle sınırlı olmayan, zihni ve ruhu kemiren türden bir açlık.
Tarrare, yedikçe doymayan biri. Hayır, yalnızca fazla yemek yiyen biri değil.
Gerçek anlamda doyamayan biri. Kedi, yılan, mantar, taş, çöp... Hatta daha fazlası. İnsanın sınırlarını zorlayan,
ahlakın sınırlarını aşan bir hikâye bu. Ve tüm bu anlatı, sadece fiziksel bir rahatsızlıktan ibaret değil. Bir metafor gibi duruyor:
İnsanın kontrolsüz arzularının, toplum tarafından dışlanmasının ve çaresizliğin iç içe geçtiği bir ağıt.
James Tynion IV, Tarrare’nin hikâyesini bir korku öyküsü gibi anlatmıyor. Daha çok bir lanetin güncesi gibi yazıyor.
Korkunç olan sahneler değil; bunların bir zamanlar yaşanmış olma ihtimali. Michael Avon Oeming’in sade ama vurucu çizgileri,
bu öyküyü karikatürden ayırıp tüyler ürpertici bir folklora dönüştürüyor. Renksizliğiyle daha da derine işliyor.
Bu öyküde bir uzaylı yok. Teknoloji yok. Parlak ışıklar, yıldız haritaları, hipnozlar da yok.
Ama tüm bunlardan daha ürkütücü bir şey var: İnsanın kendisiyle baş edememesi.
Tarrare’nin öyküsü, Mavi Kitap’ın ana çizgisine paralel bir bilinmezliğe işaret ediyor.
Gerçekten böyle biri yaşadı mı? Bu anlatılanlar ne kadar doğru? Yoksa sadece kolektif hafızanın yarattığı bir efsane mi?
Belki de önemli olan bu sorular değil. Belki de önemli olan, bu hikâyenin bizde uyandırdığı tuhaf his:
Hem merak hem tiksinti. Hem acıma hem korku.
Tarrare, unutulmuş bir adamın, hatırlanmak istemeyen bir hikâyesi.
Ve bazen en korkunç canavar, içimizdeki boşluktur.
O zaten orada. Sadece bakmamızı istiyor. Daha dikkatli, daha açık, daha dürüst.
Betty ve Barney Hill’in yaşadıkları iddia edilen olaylar üzerinden şekillenen bu sayı,
artık anlatılan bir hikâyeden çok bir yankıya dönüşüyor. Bir şeyin yankısı… Ne olduğunu tam bilmediğimiz
ama bir kez duyunca da unutamadığımız bir şeyin.
James Tynion IV, bu sayıda sesini daha da alçaltıyor. Çünkü bazen gerçek, bağırarak değil,
fısıldayarak kendini duyurur. Ve bu fısıltılar, çizimlerin arasına sıkışmış durumda. Michael Avon Oeming’in
buz gibi mavi tonlarla bezeli çizimleri, yalnızca sahneleri değil, karakterlerin ruh halini de donuklaştırıyor.
Sanki zaman durmuş, anılar karanlık bir suyun dibinden yükseliyor gibi.
Bu sayı, bir açıklama sunmuyor. Sunmak istemiyor. Sorularla yüzleştiriyor ama cevaplarla avutmayı reddediyor.
“Gördüklerine inanmalı mısın?” sorusunu defalarca soruyor, ama cevabı sana bırakıyor.
Çünkü belki de bu hikâyede asıl mesele ne olduğunu anlamak değil; bir şeyin gerçekten olup
olmadığını sorgularken içine düştüğümüz boşluğu hissetmek.
Mavi Kitap #03, çizgi roman formunun çok ötesinde. Bu, tanıkların sustuğu,
hatıraların kendini dayattığı, gerçeğin şekilsizleştiği bir sınır bölgesi. UFO görmüş olabilirler.
Belki de sadece çok korkmuşlardı. Belki de... her ikisi de.
Eğer çizgiler arasında yürümeyi seviyorsan, eğer hikâyeleri değil de hikâyelerin etrafında
dönen sessizlikleri dinleyebiliyorsan, bu sayı seni uzun süre bırakmayacak. Çünkü bazı soruların cevabı yoktur.
Ama o soruları sormak bile, cesaret ister.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Tarrare – Açlığın Ötesinde Bir Lanet
Her çağ, kendi canavarlarını yaratır. Bazıları ormanda saklanır, bazıları gökyüzünde...
Bazılarıysa bir insan bedeninin içinde, usulca yaşar. Ve kimse onu durduramaz.
Mavi Kitap’ın sayfaları arasında yer alan ama asla gölgede kalmayan kısa bir öykü: Tarrare.
Tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş, gerçekliği sorgulanan ama unutulamayan bir adamın hikâyesi.
18. yüzyıl Fransa’sında geçen bu öykü, bir insanın vücudunun kaldırabileceğinden fazlasını arzulamasıyla başlıyor. Açlık...
ama bildiğimiz türden değil. Bu, mideyle sınırlı olmayan, zihni ve ruhu kemiren türden bir açlık.
Tarrare, yedikçe doymayan biri. Hayır, yalnızca fazla yemek yiyen biri değil.
Gerçek anlamda doyamayan biri. Kedi, yılan, mantar, taş, çöp... Hatta daha fazlası. İnsanın sınırlarını zorlayan,
ahlakın sınırlarını aşan bir hikâye bu. Ve tüm bu anlatı, sadece fiziksel bir rahatsızlıktan ibaret değil. Bir metafor gibi duruyor:
İnsanın kontrolsüz arzularının, toplum tarafından dışlanmasının ve çaresizliğin iç içe geçtiği bir ağıt.
James Tynion IV, Tarrare’nin hikâyesini bir korku öyküsü gibi anlatmıyor. Daha çok bir lanetin güncesi gibi yazıyor.
Korkunç olan sahneler değil; bunların bir zamanlar yaşanmış olma ihtimali. Michael Avon Oeming’in sade ama vurucu çizgileri,
bu öyküyü karikatürden ayırıp tüyler ürpertici bir folklora dönüştürüyor. Renksizliğiyle daha da derine işliyor.
Bu öyküde bir uzaylı yok. Teknoloji yok. Parlak ışıklar, yıldız haritaları, hipnozlar da yok.
Ama tüm bunlardan daha ürkütücü bir şey var: İnsanın kendisiyle baş edememesi.
Tarrare’nin öyküsü, Mavi Kitap’ın ana çizgisine paralel bir bilinmezliğe işaret ediyor.
Gerçekten böyle biri yaşadı mı? Bu anlatılanlar ne kadar doğru? Yoksa sadece kolektif hafızanın yarattığı bir efsane mi?
Belki de önemli olan bu sorular değil. Belki de önemli olan, bu hikâyenin bizde uyandırdığı tuhaf his:
Hem merak hem tiksinti. Hem acıma hem korku.
Tarrare, unutulmuş bir adamın, hatırlanmak istemeyen bir hikâyesi.
Ve bazen en korkunç canavar, içimizdeki boşluktur.