Köyde oturuyorduk; elektrik yoktu. Pilli Radyo dışında dünyayla bağ kurma imkanı yoktu. Kıbrıs Barış Harekatı yıllarında evlerde karartma uygulanıyor, köyün korucusu sıkıca takip ediyordu. Çizgi romanlara önce beldede oturan amcaoğullarının getirdiği Bonanza, Zagor, Teksas ve Tommiks ile aşina olduk. Ankara'da yaşayan dayıoğulları yılda bir kez gelir, sürüyle çizgi roman getirirlerdi. Bunların arasında belki iki yıllık sayıların ciltli halde bir araya toplandığı bir Doğan Kardeş cildi vardı. Bu çizgi romanlar kuzen bekleme işini daha bir törensel, ciddi bir havaya büründürmüştü.
Velhasıl bazı dostların yazdığı gibi, okula gitmeden okumayı öğrenmişiz de haberimiz yok. Köyde dört mahalle var, dört mahallede topu topu on kişi çizgi roman okuyor. Hepsiyle samimiyet yok. Kendi mahallemizdeki çizgi romanlar takas ediliyor, sonra elimize bir iki çizgi roman alıp komşu mahallelerdekilerle takas olanakları araştırma amacı taşıyan seferler düzenliyorduk. Herkes bir çizgi roman karakterine bürünmüştü. Komşu mahallelerdekilerin hangi karakterler olduğu araştırılıyor, mükerrer karakterlere ayar veriliyordu.
Sonra çizgi romanların üstüne bozuk para atmaya dayanan bir kumar türü icat edildi. Nereden başladı bilemiyorum. Bizim arkadaşlardan biri ayakkabı cilasıyla kitabın cildini cilalardı ki üstünde para durmasın. Yine de bu yöntemle pek çok para ve kitap el değiştirmiştir.
Çizgi diyarına üye olalı beş buçuk yıl geçmiş. Zaman nasıl da geçiyor. İlk çizgi romanımı okuduğumdan bu yana kırk yılı aşmış. Çizgi roman okurlarının daha ziyade orta yaşlı ve gençliğini geride bırakmış kişilerden oluşması tuhaf. Çünkü yaygın kanaat bu sektörün daha ziyade yeniyetmelere hitap ettiği şeklindedir.
Bu durum, çizgi romanın bir dönem sanatı olduğunu getiriyor akla. Nasıl taş plak yıldızları yerini, Long playde süperstarlara, cd'de popstarlara bıraktıysa, ÇR ve temsil ettiği ruh da kendini televizyon dizileri ve bilgisayar oyunlarında ifade etmeye başladı galiba...
İlk hangisiydi derseniz emin değilim. Bonanza derim yine de.
Velhasıl bazı dostların yazdığı gibi, okula gitmeden okumayı öğrenmişiz de haberimiz yok. Köyde dört mahalle var, dört mahallede topu topu on kişi çizgi roman okuyor. Hepsiyle samimiyet yok. Kendi mahallemizdeki çizgi romanlar takas ediliyor, sonra elimize bir iki çizgi roman alıp komşu mahallelerdekilerle takas olanakları araştırma amacı taşıyan seferler düzenliyorduk. Herkes bir çizgi roman karakterine bürünmüştü. Komşu mahallelerdekilerin hangi karakterler olduğu araştırılıyor, mükerrer karakterlere ayar veriliyordu.
Sonra çizgi romanların üstüne bozuk para atmaya dayanan bir kumar türü icat edildi. Nereden başladı bilemiyorum. Bizim arkadaşlardan biri ayakkabı cilasıyla kitabın cildini cilalardı ki üstünde para durmasın. Yine de bu yöntemle pek çok para ve kitap el değiştirmiştir.
Çizgi diyarına üye olalı beş buçuk yıl geçmiş. Zaman nasıl da geçiyor. İlk çizgi romanımı okuduğumdan bu yana kırk yılı aşmış. Çizgi roman okurlarının daha ziyade orta yaşlı ve gençliğini geride bırakmış kişilerden oluşması tuhaf. Çünkü yaygın kanaat bu sektörün daha ziyade yeniyetmelere hitap ettiği şeklindedir.
Bu durum, çizgi romanın bir dönem sanatı olduğunu getiriyor akla. Nasıl taş plak yıldızları yerini, Long playde süperstarlara, cd'de popstarlara bıraktıysa, ÇR ve temsil ettiği ruh da kendini televizyon dizileri ve bilgisayar oyunlarında ifade etmeye başladı galiba...
İlk hangisiydi derseniz emin değilim. Bonanza derim yine de.