- 31 May 2017
- 28
- 971
AKÇAKOCA’da çekim günleri…
55 yılı yazının başıydı sanıyorum. Bir otobüse doluşup gitmiştik.
Ben, birkaç yıl öncenin, Anadolusundan İstanbul’daki filmcilere mektuplar yazan saftorik, gözü açılmamış sığırcık yavrusu Suat’ı.. Şu anda, Yeşilçam’ın en “fırlama” en kulağı kesik, koca koca aktörlerinin ortasında, bir otobüs içinde...
Osman’ın Ermeni Mike Rafaelyan “usta”ya takılması, onun Osman’a yakası açılmadık ince bir küfürle karşılık vermesi.. Hayri Esen’in yangına körükle gitmesi.. Lütfi Bey’in ön koltukta sinsi sinsi gülülümseyerek şamatanın dışında kalmaya çalışması…
Ben, Lütfi Bey’in arkasındaki koltukta, Nişan’la beraberim.. Aslında o otobüste değil, bulutların üstünde bir rüya alemindeyim.
Kucağımda küçük yol çantam. İçinde “Ak Altın” senaryosu, resim bloknotum, Akbaba dergisi
( İçinde çizdiğim bir karikatür var, ilk fırsatta Lütfi Beye göstereceğim.)
Deniz kenarında, küçük bir otele yerleştik. Geceleri, Karadeniz’in hırçın dalgaları büyük gürültülerle kıyıda patladıkça, Mike Rafaelyan korkudan sıçrayıp söyleniyordu.
O söylendikçe Osman Alyanak: “ Karabekir Paşa geliyoooor!” diye damarına basıyordu. Büyük bir salona, asker koğuşu gibi, yanyana somyalar sıralanmıştı. Benim somyanın yanında bir çalışma masası, öbür yanında Lütfi Bey’in somyası vardı.. Beni, “akademili” asistanını hep yakınında görmek ister gibiydi.
Bir akşam yemeği sonrasında, Akbaba’daki karikatürümü göstermiştim. Bir ayı, yanındaki yavrusuna gökteki yıldızları göstererek, “Bak oğlum” diyordu, “Şu soldaki ‘Büyük ayı’, sağdaki de ‘Küçük ayı’ yıldızı.”
Lütfi Bey, pek sevmişti karikatürü.
Bir başka gün de, yine günlük çalışma sonrası, yemek saatine doğru, denizde uzun uzun yüzmemi gören Çolpan, yemekte masama gelmiş, pek şaşırmış halde:
- Suat, sen miydin o, demin şu uzakta yüzen? demişti.
Ben de, utana sıkıla:
- Bir zamanlar, Adana Demirspor’da yüzücüydüm. Küçüklerarası Türkiye Şampiyonluğum var, demiştim.
Bir ara, Hayri Esen, Fikret Hakan’la beni yarıştırmayı önerdi ama Lütfi Bey izin vermedi. Hayri Esen de, beni pek tutmuştu. Sette, öğle yemeklerini arazide yerdik.
Gelen etli pidelerin dağıtımında, setçiler beni ihmal edince Hayri Esen, hemen sahip çıkardı. (Zaten, ilerde, bir mağara çökmesi sahnesi, birkaç başarısız çekim sonrası, Mike Rafaelyan’ın tepesini attırmıştı. Sahne, reji ekibinde, zurnanın son deliği olan benim önerdiğim şekilde başarıyla çekilince, Mike rahat bir nefes almış,
Hayri Esen de:
- Suat ilerde çok iyi bir rejisör olacak, demişti…( Benim KARAOĞLAN filmlerimi gördüyse, kulağımı çınlatmıştır. Lütfü Bey, gördü. Yeşilçam Sokağı’nda, karşılaşmıştık.
- Öğrettiklerinizi uygulamaya çalışıyorum, dediğimde..
- Çok iyi gidiyorsun, çok iyi gidiyorsun, demişti.
İkisi de nurlar içinde yatsın...
55 yılı yazının başıydı sanıyorum. Bir otobüse doluşup gitmiştik.
Ben, birkaç yıl öncenin, Anadolusundan İstanbul’daki filmcilere mektuplar yazan saftorik, gözü açılmamış sığırcık yavrusu Suat’ı.. Şu anda, Yeşilçam’ın en “fırlama” en kulağı kesik, koca koca aktörlerinin ortasında, bir otobüs içinde...
Osman’ın Ermeni Mike Rafaelyan “usta”ya takılması, onun Osman’a yakası açılmadık ince bir küfürle karşılık vermesi.. Hayri Esen’in yangına körükle gitmesi.. Lütfi Bey’in ön koltukta sinsi sinsi gülülümseyerek şamatanın dışında kalmaya çalışması…
Ben, Lütfi Bey’in arkasındaki koltukta, Nişan’la beraberim.. Aslında o otobüste değil, bulutların üstünde bir rüya alemindeyim.
Kucağımda küçük yol çantam. İçinde “Ak Altın” senaryosu, resim bloknotum, Akbaba dergisi
( İçinde çizdiğim bir karikatür var, ilk fırsatta Lütfi Beye göstereceğim.)
Deniz kenarında, küçük bir otele yerleştik. Geceleri, Karadeniz’in hırçın dalgaları büyük gürültülerle kıyıda patladıkça, Mike Rafaelyan korkudan sıçrayıp söyleniyordu.
O söylendikçe Osman Alyanak: “ Karabekir Paşa geliyoooor!” diye damarına basıyordu. Büyük bir salona, asker koğuşu gibi, yanyana somyalar sıralanmıştı. Benim somyanın yanında bir çalışma masası, öbür yanında Lütfi Bey’in somyası vardı.. Beni, “akademili” asistanını hep yakınında görmek ister gibiydi.
Bir akşam yemeği sonrasında, Akbaba’daki karikatürümü göstermiştim. Bir ayı, yanındaki yavrusuna gökteki yıldızları göstererek, “Bak oğlum” diyordu, “Şu soldaki ‘Büyük ayı’, sağdaki de ‘Küçük ayı’ yıldızı.”
Lütfi Bey, pek sevmişti karikatürü.
Bir başka gün de, yine günlük çalışma sonrası, yemek saatine doğru, denizde uzun uzun yüzmemi gören Çolpan, yemekte masama gelmiş, pek şaşırmış halde:
- Suat, sen miydin o, demin şu uzakta yüzen? demişti.
Ben de, utana sıkıla:
- Bir zamanlar, Adana Demirspor’da yüzücüydüm. Küçüklerarası Türkiye Şampiyonluğum var, demiştim.
Bir ara, Hayri Esen, Fikret Hakan’la beni yarıştırmayı önerdi ama Lütfi Bey izin vermedi. Hayri Esen de, beni pek tutmuştu. Sette, öğle yemeklerini arazide yerdik.
Gelen etli pidelerin dağıtımında, setçiler beni ihmal edince Hayri Esen, hemen sahip çıkardı. (Zaten, ilerde, bir mağara çökmesi sahnesi, birkaç başarısız çekim sonrası, Mike Rafaelyan’ın tepesini attırmıştı. Sahne, reji ekibinde, zurnanın son deliği olan benim önerdiğim şekilde başarıyla çekilince, Mike rahat bir nefes almış,
Hayri Esen de:
- Suat ilerde çok iyi bir rejisör olacak, demişti…( Benim KARAOĞLAN filmlerimi gördüyse, kulağımı çınlatmıştır. Lütfü Bey, gördü. Yeşilçam Sokağı’nda, karşılaşmıştık.
- Öğrettiklerinizi uygulamaya çalışıyorum, dediğimde..
- Çok iyi gidiyorsun, çok iyi gidiyorsun, demişti.
İkisi de nurlar içinde yatsın...
Moderatör tarafında düzenlendi: