Birkaç gündür kitaplığı topluyorum. Yığınla, cilt cilt Hayat dergisi, çuval çuval Teks, Tommiks, Kaptan Swing, yıpranmış Yedi Gün dergileri, sararmış Akbaba sayıları... Çoğu toz içinde. Para lâzım oldu, bir kısmını satayım dedim. Yıllardır al al epey birikti, raflarda yer kalmadı, çoğu karton kutularda. Ev kağıt deposuna döndü. Şu şuraya, bu buraya akşama kadar topladım durdum. Taşıyabileceğim kadarını bir kutuya yerleştirdim. Ver elini Kadıköy.
Tanıdığım bir sahaf var. Yıllarca kitaptı dergiydi o sahaftan aldıydım. Epey oldu, uzun zamandır bir şey satmış değilim. Ne bir kitap, ne bir eşya. Eskiciye bile bir şey satmış değilim. O yüzden evdeki bütün eşya eski. İkide birde tamirci görür.
Giderken acaba dükkan bugün açık mı diye düşündüm. Yıllardır ondan kitap alıyorum. Beni tanır. İyi müşteriyim. Gözünde değerim var. O sahafa gitmeyip te başkasına gidersem halim nice olur. Başkası adamı kazıklar. On vereceğine beş verir. Hiç başka sahafa gider miyim!
Baktım dükkan açık. Bizim sahaf masanın ardında oturuyor. Elimde iple bağlı kutu. Girdim. Selâmı verdim. Gözlüğünün üzerinden baktı, tanıdı:
-Hoş geldiniz, dedi.
-Hoş bulduk, dedim... Nasılsınız?
-İyilik hamdolsun.. nasıl olalım, işler iyiyse biz de iyiyiz. Hâle hamd...
Kutuyu eski, kaplamaları yer yer sökülmüş, üzeri kitap dergi yığılı masanın üzerine bıraktım. Ağır da meret.
-Bir kaç kitap var da, dedim. Kitaplığı topluyorum.. değerli şeyler, çoğu çizgi roman..
-Bir bakalım, dedi.
İpleri çözdüm, içinden Teks, Teksas, Zembla, şu bu ciltlerini çıkardım. Epey de sayılardan var.
Ciltlere sayılara baktı, elinde evirdi çevirdi. Bakarken kitapların isimlerini söyledi:
- Teks... eveeet... bu neymiş, Tay yayınları Zagor... bu ne, Tom Miks, eveeet...
Hepsine belki yarım saat baktı etti. Ben bir çay söylesin diye bakıyorum, oralı değil. Baktım olmayacak,
-İsterseniz size de çay söyleyeyim, dedim.
-Aaaa, olmaz... daldım ben de, bak şimdi... ben söylerim.. ne demek... hiç paranın lafı mı olur...
Çıktı, çaycıya seslendi,
- Oğlum baksana!.. iki çay!
Masanın başında tekrar kitaplara baktı, sayfalarını çevirdi, gözlük altından baktı, gözlük üstünden baktı, gözlerini süzerek baktı, sonunda;
- Bunlara ne istiyorsunuz?
Ezilip büzüldüm, ne desem?. Bir kitap alıp satmayalı çok oldu. Fazla söylersem ayıp olur diyorum. Tanıdık. Sesim çıkmıyor. Sonunda;
- Siz dedim, kaç lira verirsiniz?
Gözlüğünün üstünden bir bana baktı, bir kitaplara baktı,
-Sizin aklınızda bir fiyat var mı?
-Yok..
-Hani şu kadar eder... bir fiyat..
-Yok.. zaten fiyatları bilmiyorum ki, fiyatlar aldı başını gidiyor, her şeyin fiyatı artıyor.. bu zamanda..
-Siz söyleyin bir şey...
-Valla ne desem, dedim. Bakın bu Zagorların üzerinde 'idare' damgası var, kenarları mor boyalı, bu ciltler...
Ne diyeceğimi anlamış gibi;
-Yok, o kadar değerli değil bunlar... kim bakar damgaya mühre...
-Sizden almıştım.. kaça aldıydım unuttum..
-Ben satmışımdır herhalde.. şimdi piyasası yok.. aklınızda bir fiyat varsa söyleyin, at değil deve değil...
Ne demek at değil deve değil! Fıstık gibi ciltler!
-Bakın bu Zembla sayıları az bulunur, nadirdir.. siz de bilirsiniz, sizden almıştım... ne kadar oldu? Epey önce...
-Satmışımdır herhalde.. şu aralar müşteri yok.. sabahtan beri içeri iki kişi girdi girmedi...
-Bu Tom Miksler ilk baskı.. sizden almıştım.. hatta fiyatı bana pahalı geldi de, son ne olur diye sormuştum. Siz de 'son fiyat... gitti gider, bir daha bulunmaz' deyip indirim yapmamıştınız.
-Vallahi hatırlamıyorum.. demişimdir herhalde.. Şimdiiii... bu Tekslerin piyasası yok. Hani var da müşterisi yok... Zembla desen hiç satmıyor... Tom Miksler belki... Hele Zagor yıllardır duruyor...
-Satar! Bunlar satar...
-Öyle diyorsunuz ama piyasa meselesi.. arz talep meselesi. Bundan yıllar önce ben burada ilk sahaflardan iken Teksasın şu cildi on kuruştu. O zaman altının gramı yirmi beş lira. Şimdi hesab edin... vurun altına... ne çıkıyor?..
-Ne çıkıyor?
Züğürt bezirgan eski defterleri yoklar atasözünce başladı;
- Onu diyeceğim... Gel zaman git zaman sahaflık kâr bırakmadı, aksine cepten yedi... O zaman kitap yerine altın alsaydım... mesela babam rahmetli bir keresinde dediydi, oğlum...
Artık dinle. Adam sahaf değil sarraf. Anlatıyor da anlatıyor. Sonunda;
- Neyse, dedi. Biz işimize bakalım... Haaa, bakın bu ciltten çıkmış sayıları almayayım...
Fiyatı düşürmeye çalışıyor ama kararlıyım:
-Müşterisi çıkar, merak etmeyin.. hem sizden almıştım...bakın temiz sayılar... Piyasada bulunmaz bunlar...
-Ben satmışımdır herhalde... evet, temiz sayılar...
Düşündü düşündü;
-Hepsine bin beşyüz lira vereyim, demez mi!
-Bin beşyüz mü!? En az beş katı eder! Şu ciltler su içinde yüz lira... Şunlar da...
-Siz öyle diyorsunuz da, size göre öyle..
-Beş bin lira diyelim de...
-Nerdeee... şimdi alıcısı gelsin, vallahi ikibin liraya veririm... yeminle... Durum malum.. millet ekmek parasını zor buluyor... Hadi binyediyüzelli diyelim..
-Hiç olacak şey mi! Şunu dört bin yapalım da herkes memnun olsun..
Kurbanlık koyuna pazarlık eder gibi iş uzadı. Sonunda ikibinikiyüzelli lirada ben yoruldum.
Sahaf cüzdanından para çıkarırken;
-Bir doktora görünmek lazım bugünlerde, dedi.
-Neden?
-Nedense ellerim titriyor da!
Levent Suberk
Tanıdığım bir sahaf var. Yıllarca kitaptı dergiydi o sahaftan aldıydım. Epey oldu, uzun zamandır bir şey satmış değilim. Ne bir kitap, ne bir eşya. Eskiciye bile bir şey satmış değilim. O yüzden evdeki bütün eşya eski. İkide birde tamirci görür.
Giderken acaba dükkan bugün açık mı diye düşündüm. Yıllardır ondan kitap alıyorum. Beni tanır. İyi müşteriyim. Gözünde değerim var. O sahafa gitmeyip te başkasına gidersem halim nice olur. Başkası adamı kazıklar. On vereceğine beş verir. Hiç başka sahafa gider miyim!
Baktım dükkan açık. Bizim sahaf masanın ardında oturuyor. Elimde iple bağlı kutu. Girdim. Selâmı verdim. Gözlüğünün üzerinden baktı, tanıdı:
-Hoş geldiniz, dedi.
-Hoş bulduk, dedim... Nasılsınız?
-İyilik hamdolsun.. nasıl olalım, işler iyiyse biz de iyiyiz. Hâle hamd...
Kutuyu eski, kaplamaları yer yer sökülmüş, üzeri kitap dergi yığılı masanın üzerine bıraktım. Ağır da meret.
-Bir kaç kitap var da, dedim. Kitaplığı topluyorum.. değerli şeyler, çoğu çizgi roman..
-Bir bakalım, dedi.
İpleri çözdüm, içinden Teks, Teksas, Zembla, şu bu ciltlerini çıkardım. Epey de sayılardan var.
Ciltlere sayılara baktı, elinde evirdi çevirdi. Bakarken kitapların isimlerini söyledi:
- Teks... eveeet... bu neymiş, Tay yayınları Zagor... bu ne, Tom Miks, eveeet...
Hepsine belki yarım saat baktı etti. Ben bir çay söylesin diye bakıyorum, oralı değil. Baktım olmayacak,
-İsterseniz size de çay söyleyeyim, dedim.
-Aaaa, olmaz... daldım ben de, bak şimdi... ben söylerim.. ne demek... hiç paranın lafı mı olur...
Çıktı, çaycıya seslendi,
- Oğlum baksana!.. iki çay!
Masanın başında tekrar kitaplara baktı, sayfalarını çevirdi, gözlük altından baktı, gözlük üstünden baktı, gözlerini süzerek baktı, sonunda;
- Bunlara ne istiyorsunuz?
Ezilip büzüldüm, ne desem?. Bir kitap alıp satmayalı çok oldu. Fazla söylersem ayıp olur diyorum. Tanıdık. Sesim çıkmıyor. Sonunda;
- Siz dedim, kaç lira verirsiniz?
Gözlüğünün üstünden bir bana baktı, bir kitaplara baktı,
-Sizin aklınızda bir fiyat var mı?
-Yok..
-Hani şu kadar eder... bir fiyat..
-Yok.. zaten fiyatları bilmiyorum ki, fiyatlar aldı başını gidiyor, her şeyin fiyatı artıyor.. bu zamanda..
-Siz söyleyin bir şey...
-Valla ne desem, dedim. Bakın bu Zagorların üzerinde 'idare' damgası var, kenarları mor boyalı, bu ciltler...
Ne diyeceğimi anlamış gibi;
-Yok, o kadar değerli değil bunlar... kim bakar damgaya mühre...
-Sizden almıştım.. kaça aldıydım unuttum..
-Ben satmışımdır herhalde.. şimdi piyasası yok.. aklınızda bir fiyat varsa söyleyin, at değil deve değil...
Ne demek at değil deve değil! Fıstık gibi ciltler!
-Bakın bu Zembla sayıları az bulunur, nadirdir.. siz de bilirsiniz, sizden almıştım... ne kadar oldu? Epey önce...
-Satmışımdır herhalde.. şu aralar müşteri yok.. sabahtan beri içeri iki kişi girdi girmedi...
-Bu Tom Miksler ilk baskı.. sizden almıştım.. hatta fiyatı bana pahalı geldi de, son ne olur diye sormuştum. Siz de 'son fiyat... gitti gider, bir daha bulunmaz' deyip indirim yapmamıştınız.
-Vallahi hatırlamıyorum.. demişimdir herhalde.. Şimdiiii... bu Tekslerin piyasası yok. Hani var da müşterisi yok... Zembla desen hiç satmıyor... Tom Miksler belki... Hele Zagor yıllardır duruyor...
-Satar! Bunlar satar...
-Öyle diyorsunuz ama piyasa meselesi.. arz talep meselesi. Bundan yıllar önce ben burada ilk sahaflardan iken Teksasın şu cildi on kuruştu. O zaman altının gramı yirmi beş lira. Şimdi hesab edin... vurun altına... ne çıkıyor?..
-Ne çıkıyor?
Züğürt bezirgan eski defterleri yoklar atasözünce başladı;
- Onu diyeceğim... Gel zaman git zaman sahaflık kâr bırakmadı, aksine cepten yedi... O zaman kitap yerine altın alsaydım... mesela babam rahmetli bir keresinde dediydi, oğlum...
Artık dinle. Adam sahaf değil sarraf. Anlatıyor da anlatıyor. Sonunda;
- Neyse, dedi. Biz işimize bakalım... Haaa, bakın bu ciltten çıkmış sayıları almayayım...
Fiyatı düşürmeye çalışıyor ama kararlıyım:
-Müşterisi çıkar, merak etmeyin.. hem sizden almıştım...bakın temiz sayılar... Piyasada bulunmaz bunlar...
-Ben satmışımdır herhalde... evet, temiz sayılar...
Düşündü düşündü;
-Hepsine bin beşyüz lira vereyim, demez mi!
-Bin beşyüz mü!? En az beş katı eder! Şu ciltler su içinde yüz lira... Şunlar da...
-Siz öyle diyorsunuz da, size göre öyle..
-Beş bin lira diyelim de...
-Nerdeee... şimdi alıcısı gelsin, vallahi ikibin liraya veririm... yeminle... Durum malum.. millet ekmek parasını zor buluyor... Hadi binyediyüzelli diyelim..
-Hiç olacak şey mi! Şunu dört bin yapalım da herkes memnun olsun..
Kurbanlık koyuna pazarlık eder gibi iş uzadı. Sonunda ikibinikiyüzelli lirada ben yoruldum.
Sahaf cüzdanından para çıkarırken;
-Bir doktora görünmek lazım bugünlerde, dedi.
-Neden?
-Nedense ellerim titriyor da!
Levent Suberk
Son düzenleme: