Otobüs - The Bus - 1975

tancel

Aktif Üye
21 May 2020
150
1,148
66wqaj4.jpg


YÖNETMEN
Tunç OKAN
kof454x.jpg


OYUNCULAR
nlf2y7y.jpg


DVBRip
1022 Mb
1h 15min
1920x1142
Türkçe seslendirme
mkv
imdb 7.4
Komedi, Suç, Dram
4 ödül ve 1 adaylık​

KONUSU
İyi bir yaşam umuduyla yurtdışına kapağı atmak isteyen dokuz Türk, vatandaşlarından birine güvenip eski bir otobüsle yola çıkıyor; istikamet Stockholm. Türlü zorluklardan sonra amaçlarına ulaşıyorlar. Ancak şoför, Stockholm'de bir meydanda otobüsü park edip resmi işlemleri yürütme bahanesiyle dokuz işçi adayının pasaportlarını ve paralarını alıp kayıplara karışıyor. Giderken de yolculara ne olursa olsun otobüsü terk etmemelerini tembihliyor. Bir süre otobüsten çıkmayan bu insanlar açlık sonucu otobüsün dışındaki dünyayla tanışmak zorunda kalıyor.

FİLM İNCELEMESİ
Bir Medeniyet ve İnsanlık Eleştirisi: Otobüs
30 Ekim 1961 ‘de Federal Almanya ile yapılan işbirliği anlaşmasıyla Türkiye’den Batı Avrupa ülkelerine doğru ilk göç hareketi başladı. Köyünden ilk defa dışarı çıkan çok sayıda göçmen, Ay’a yolculuk eden bir astronot edasıyla yabancı diyarlara doğru yola koyuldu. Vatan hasretinin yarattığı hüzün, adaptasyon zorlukları ve sınır dışı edilme korkusu ile geçen on yılın ardından göçün yarattığı travmalar, toplumun aynası olan sinemaya da yansımaya başladı.
Göç temalı filmlerden biri olan Otobüs, Yönetmen Tunç Okan’ın gazetede okuyup son derece etkilendiği gerçek bir olaya dayanır. Film; İsveç’e kaçak olarak götürülen işçi adaylarının Stockholm’e vardıktan sonra başlarından geçen olayları, burada yaşadıkları şaşkınlığı, çaresizliği ve kültür şokunu anlatır. Ülkemizde uzun süre yasaklı olan yapım, gösterildiği dönemde farklı uçlarda eleştirilere maruz kalır. Kimilerine göre Türk insanı bu filmde kötülenip aşağılanmış, kimilerine göre ise yerli sinemada gerçeküstü bir üslup denenmiştir.
Filmin hikâyesi ise kısaca şöyledir: Dokuz mültecinin yer aldığı otobüs, şoförü tarafından Stockholm’e getirilir. Bir umut taciri olan Türk şoför, araçtan ayrılmadan işçilerin pasaportlarını ve paralarını resmi işlemleri yapacağı gerekçesiyle ellerinden alır. Oradan uzaklaşmadan da aracı terk etmemeleri gerektiği konusunda yolcuları uyarır. Dokuz kişi, kentin en işlek meydanına park edilmiş hurda bir otobüsün içinde tutsak kalır. Dolandırıldıklarını ve şoförün geri gelmeyeceğini anlayan yolcular, açlığın da etkisiyle hiç bilmedikleri bir dünya doğru keşfe çıkar ve medeniyetin icatlarıyla boğuşurlar. Modernleşmenin getirdiği ahlaki çürümenin ve duyarsızlığın içerisinde kendilerine bir çıkış yolu ararlar.
Film, içindeki birkaç küçük diyaloğa rağmen -simgesel üslubu sayesinde- çokça şey söylemeyi başarır. Uzun süren sessizlik, zaman zaman kahkahalarla ve haykırışlarla bozulur. Sembolik sahnelerin yanında görüntüye eşlik eden müzik, başarılı bir atmosferin oluşmasını sağlar.
Tunç Okan, gerek oyuncu gerekse anlatım ve görüntü seçimleri ile zamanının oldukça ötesinde bir yönetmen olduğunu kanıtlar. Filminde son derece alışılmadık, kalıpların dışında, derinlikli bir çalışma ortaya koyar. Yasa dışı göç olgusu üzerinde önemle durur. Şansını ülke dışında arayan umut yolcularının çektikleri çileyi, maruz kaldıkları sahtekârlıkları kendine has bir yöntemle beyaz perdeye aktarır.
Otobüs, amatör bir ruhla oluşturulmuş, cesur bir söylemi olan özgün bir eserdir. Popüler sinemanın hiçbir unsurunu içinde barındırmadığı gibi senaryosunda tam olarak bir başrol kavramı da yoktur. Filmde yer alan tüm oyuncular, birer tip ya da eğretileme unsuru olarak boy gösterir. Yolcuların çoğu, rollerine bir ad verilmemiş erkek oyuncular tarafından canlandırılır. Erkek egemen özellikler gösteren filmde kadınlar, görünmeyen birer aktör; yani ana, eş ve memleketin simgesi olarak kullanılır. Tunç Okan’ın kadın imgesi üzerindeki iki farklı bakış açısı dikkat çekicidir. Anadolu kadını, farklı zamanlarda gösterilen aynı kısa görüntü üzerinden, çile çeken, cefakâr bir figür olarak betimlenirken Avrupalı kadın daha karanlık ve karikatürize bir çerçevede ele alınır.
Film mutlu sona ulaşmaz. Bu nedenle izleyicide huzurlu bir tatmin duygusu oluşturmaz. İyi ve kötü üzerine fikir yürütmek için zaman kaybetmez; daha çok doğu-batı arasındaki çelişkiler üzerinde durur. Ülkeler arasındaki ekonomik uçuruma, ahlaki yozlaşmaya ve kültürel çatışmaya dikkat çeker. Yenileşmeyi savunan moderniteyi, onun “eskiyle” olan mücadelesini ve bu mücadelenin insani duygular üzerinde yarattığı yıkımı, sinema dilinin imkânları ile oldukça çarpıcı bir biçimde aktarır.
Tunç Okan, bu ilk filmine yönetmenlik alanında hiçbir şey bilmeden yola çıkar. Asıl mesleği olan dişçilikten elde ettiği geliri kullanarak büyük bir özveri örneği gösterir ve filmini tamamlar. 1977 yılında yapılan bir röportajda, hakkındaki tüm eleştirileri yanıtlarcasına şunları söyler:
‘‘Bütün bu bilgisizliğin, acemiliklerin, daha doğrusu sinema piyasasının, sinema sisteminin dışında, film yapmanın benim için çok yararı oldu. Çok şey öğrenmenin yanı sıra, düşünce özgürlüğüme sonuna dek sahip çıkabildim. Yine bu filme amatör bir tavırla yaklaşmam, sonuç üzerinde de olumlu noktalar yarattı. Başlangıçtan beri yapmak istediğim bir çatışmayı, bir büyük uyumsuzluğu, aykırılığı ortaya koymaktı. Tekniğiyle, aşırı gelişmiş tüketim toplumuyla az gelişmiş toplumun insanlarını karşı karşıya getirmekti. Bunların birbirleriyle olan kendi içlerindeki çelişkiyi, aralarındaki korkunç çatışmayı vurgulamak istedim. Yoksa amacım sansürün ve bazı aydınlarımızın iddia ettiği gibi ne Türk işçisini, ne Türk insanını küçük düşürmek değildi. Filmdeki işçiler Türk değil, herhangi bir azgelişmiş toplumun insanları olabilirdi. Türk olmaları bir rastlantıdır. İtalyan ya da İspanyol olsalardı, film bildirisinden bir şey kaybetmeyecekti…
Yönetmen ve filmi hakkında söylenenler bir yana, Otobüs; kendini eleştirenlere en güzel cevabı yurt dışından aldığı ödüllerle verir. Türk Sinemasını pek çok uluslararası festivalde taçlandırır. Sicilya’da düzenlenen Taormina Film Festivali’nde büyük ödülü (altın charybe), Çekoslavakya’da düzenlenen Karlovy Vary Film Şenliği’nde Uluslararası Sanat ve Deneme Sineması ödülü, Dünya Sinema Kulüpleri Federasyonu’nun Don Kişot ödülünü evine götüren film, aynı zamanda Strasbourg (Fransa) İnsan Hakları Film Festivali ödülü, Portekiz’de Santarem Festivali büyük ödülü ile birlikte Sinema Eleştirmenleri özel ödülünü kazanarak hak ettiği değeri uluslar arası platformda elde eder.
Alıntı: Mehmet Neşet TURGUT



 

kemalettin

Onursal Üye
13 Eyl 2011
525
2,705

Calligrapher

Onursal Üye
5 Nis 2021
1,173
6,950
Yıllar önce izlediğim bu filmi, değerli @tancel paylaşınca bir kez daha izledim. Fakat öncesinde @kemalettin üstadın paylaşmış olduğu Ufuk Güral'ın makalesini de okuyunca film gözüme çok daha farklı göründü. Zaman, insanlar, mekanlar değişse de insanoğlunun çilesi değişmiyor. Göç olgusu ve insan kaçakçılığı o zaman da sorunmuş, günümüzde de öyle. Ve insanların hayallerini, umutlarını çalanlar o zaman da varmış, şimdi de var. E.M. Remarque'ın dediği gibi, "garp cephesinde yeni bir şey yok"...
 

kemalettin

Onursal Üye
13 Eyl 2011
525
2,705
Zaman, insanlar, mekanlar değişse de insanoğlunun çilesi değişmiyor. Göç olgusu ve insan kaçakçılığı o zaman da sorunmuş, günümüzde de öyle. Ve insanların hayallerini, umutlarını çalanlar o zaman da varmış, şimdi de var. E.M. Remarque'ın dediği gibi, "garp cephesinde yeni bir şey yok"...

Benim çok etkilendiğim benzer bir film daha var.

Batıya işçi göçünü konu alan, Türk oyuncuların da katıldığı, İsviçre yapımı UMUDA YOLCULUK filmi

dosyasını indirebilirsiniz​


Arkadaşımla Beyoğlunda bir sinemada seyrettikten sonra gözyaşları içinde salondan ayrılışımızı halen hatırlarım
İsviçrelileri fazlasıyla parlatmaları haricinde çok beğendiğim filmlerden biri

:




Yönetmen: Xavier Koller
Oyuncular: Emin Sivas, Mathias Gnädinger, Necmettin Çobanoğlu, Nur Sürer, Yaman Okay
Senaryo: Xavier Koller (Feride Çiçekoğlu’nun işbirliği ile)
Kurgu: Galip İyitanır
Müzik: Arild Andersen, Jan Garbarek, Terje Rypdal
Yapım: 1990 İsviçre

Soyutluk ve somutluk; hayatı anlamlı kılmaya çalışan insan adı verilen yaratıkların dillerine kazandırdığı evrensel iki farklı bağlam… Somut, duyularla hissedilebilirken soyut ise duygularla hissedebildiğimiz çok farklı bir kavramdır.

Umut hepimiz için çeşitli betimlemelerle yaşamımızın içinde fakat Reise der Hoffnung (Umuda Yolculuk) filmi, soyut olarak bilinen umut kavramını tüm fiziksel varlığı ile izleyicilere dokunduran bir başyapıt…

İsviçre’ye mülteci olarak gitmeye çalışan Pazarcıklı, Türk bir ailenin dramı ile boyut kazanan umut kavramı, trajedi ile birleşerek var olan düzen ile savaşlarını gözler önüne seriyor. Gelişmemişliğin ve zor yaşantının sonucu olarak kırsal hayatı kendine tutsak gören bu aile, daha iyi bir yaşam hayaliyle umutlarını, o umutsuz tacirlere emanet ediyor. 1990 yılında yabancı dilde en iyi film Oscar’ını kazanmış bu eser ile geçmişin hikayesi, şimdiyi düşündürecek kadar gerçekçi. Hatta öyle gerçekçi ki, filmin başından itibaren insanların öyküleri, duyguları, masumiyetleri ve mutlulukları izleyiciyi içine çekiyor. Umut; tarladaki toprak, anlaşılmayan bir dil, belki bir yabancı ve öteden uzanan bir el oluyor. Doğduğumuz andan itibaren yaşamın içinde olan göç kavramı, tüm insan üstü zorluklarıyla insana ait olarak bildiğimiz duyguları kalpte hissettiriyor. Doğumdan ölüme kadar hareket içinde olan insanlığın, ortak bir duygu altında her şeyi geride bırakıp fedakarlıklar yaptığı süreci tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Belki de kendi hayatlarımızda sıkça karşılaşmadığımız çaresizlik duygusunu, eşsiz öyküsüyle yüzümüze çarpıyor.


Bu filmde; devletlerin, yasaların ve yetkilerin masumiyet üzerine oynadıkları acımasız oyunlarının adaletsizliğini, mutluluk arayışında olan bir ailenin gözünden görüyoruz. Dünya’da hala süregelen insan kaçakçılığının merhametsizliğini, düzensiz göçün nasıl bir endüstriye dönüştüğünü, var olan bürokrasinin nasıl insanı bireyden çok yaşamaya bile değer görmeyen bir sistem haline getirdiğini görüyoruz. Varoluşları sadece umuda bağlı olan karakterlerin sömürülüşünü ve hala değişmeyen düzenin zalimliğini sorguluyoruz. Film, ülke ve dünya çapında sürekli yaşanan, bozulmuş sistemin düzensizliğe yol açtığı bu dramın daha fazla insanla buluşmasının ve ortak bilince eklenmesinin gerekliliğini acı bir farkındalık olarak izleyicilere veriyor. Filmde yabancı polis memurunun ağzından göçmenlere dökülen “Ne getirdi sizi buraya?” sorusunun cevabının fırsattan, paradan ve belki iyi bir yaşamdan öte çok basit bir duyguya, umuda, ait olduğunu bu eser ile anlıyoruz.

Vakit geçirmekten öte, empati ile izlenmesi gereken bu filmi en ince ayrıntısına kadar gözlemleyerek, yaşanılanın bir “filmden” daha çok hayatın bir gerçeği, belki görmezden geldiğimiz bu evrensel göç kavramını anlayarak seyredilmesi gerekiyor. Eserde yalnızca bir aile dramına değil aynı zamanda bu yolda birbirlerinden başka kimsesi olmayan, umutlarını güvenle ayakta tutmaya çalışan farklı hikayeleri de görüyoruz.

Kırsal Türk topraklarından, ilk defa görülen İstanbul denizine oradan İsviçre’nin karlı dağlarına kadar uzanan bu yolculukta yaşanan maddi, psikolojik ve fiziksel güç kaybının can alıcılığını hissediyoruz. Ağırlıklı olarak Türkçe olan diyalogların, yabancı kelimeler ve cümlelerle birleşmesi bizi de en az eserdeki aile kadar sarsıyor.

Bilmedikleri bir dilde umut kelimesinin anlamını arayan bu insanların kayıplarını görüyoruz. Düşünceniz, geçmişiniz, yaşadığınız ve büyüdüğünüz çevrenin farklılığını göz ardı ederek, düzensiz göç kavramının gerçekliği ile karşılaşmak için her ülkeden insanın izlemesi gereken, akıllara kazınacak bir film olduğunu şüphesiz belirtebilirim.

Melis Tanış
Göç Çalışmaları Staj Programı
 

kemalettin

Onursal Üye
13 Eyl 2011
525
2,705

Hurda bir otobüs, içindeki dokuz yolcusuyla beraber Stockholm’ün en işlek meydanına terk edilir. Otobüsün içindekiler Anadolu’dan gelmiş, para kazanma umuduyla İsveç’e kadar yolculuk yapmışlardır. Kaçak gelen yolcular polisle karşılaşmamak için otobüsten uzun süre çıkamazlar. Bir meydanda, kalabalığın içinde ama adeta ıssızlığın ortasındadır dokuz yolcu. Öyle bir ıssızlıktır ki resmedilen, içeriden perdeleri sıkı sıkı kapatılmış otobüs günlerdir orada öylece park halinde olmasına karşın yalnızca birkaç meraklının dikkatini çekebilmiştir. Polis bile otobüsün kapısını açmayı denemiş ama başaramayınca arkasını dönüp gitmiştir. Bu öyle bir ıssızlıktır ki, günlerdir yüzlerce kişinin yanından geçip gittiği ancak içindeki yaşamlardan kimsenin haberinin olmadığı, yolcularının aç, susuz, tuvalete dahi gitmeden hayatta kalmaya çalıştıkları bir ıssızlıktır. Gelişmiş bir medeniyetin tam ortasında yaşanan ölüm kalım savaşıdır.

Göçmen olmak zordur hele de kaçak yollarla gelinmişse. Öyle büyük hayâllere kapılarak da yapılmaz bu tehlikeli yolculuklar. Sonuçta giden kimseye gül bahçesi vaat edilmemiştir. Bazan para kazanmak için ama çoğunlukla yalnızca hayatta kalmak için gidilir. Zerre kadar bir umudun peşine takılarak, kelle koltukta yapılan yolculukların ardından varılan ülkede genelde “pis yabancı” olarak karşılanırsınız üstelik. Bu “pis yabancı” düşüncesi Otobüs filminde de hem sözel hem bakışlarla sık sık ekrana yansıtılmış. Açlıklarını dindirmek için geceleri el ayak çekilince usulca otobüslerini terk eden kahramanlarımızın başına türlü türlü olaylar gelir. Bu maceraların sonunda bazısı otobüse bir daha dönemez. Köylerinden çıkmadan yıllarca yaşayan bu insanlar için gördükleri her şey dehşet vericidir. Gördükleri karşısında şaşkınlıktan bozguna uğrayanlar yenilir ve “pis yabancı” olarak ölüme terk edilir. Kalanlarsa kurbanlık koyun gibi otobüsün içinde cellatlarını beklerler. Kaçınılmaz son gelip de İsveç polisi tarafından tek tek yakalanıp götürülürken de her birinin dünyası başına yıkılır. Çekilen onca zahmet boşa gitmiştir. Ne yurtlarında ne de hiç bilmedikleri bu topraklarda tutunabilmişlerdir. Kim bilir belki de ne kalabilmek ne de gitmeyi başarabilmektir göçmenlik…

Aktör Tunç Okan’ın ilk uzun metrajı olan Otobüs filmi uluslararası pek çok festivalde ödüle layık görülmüştür. Yönetmen bu başarısının tesadüf olmadığını bir sonraki filmi olan Fikrimin İnce Gülü – Sarı Mercedes (1992) ile de kanıtlamıştır. Filmin senaryosunu da kaleme alan aktöre usta oyuncu Tuncel Kurtiz eşlik ederken, etkileyici müzikleri ise efsanevi Zülfü Livaneli’ye aittir.



---------------------------------------------------------

Ve diğer göç temalı film değerlendirmeleri:










 

eankara

Onursal Üye
24 May 2010
1,038
6,067
Otobüs ve de Umuda Yolculuk , her ikisi de müthiş filmlerdi, her ikisinden çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Özellikle Otobüs'ün finaliyle donmuş kalmıştım! Dostların paylaşımları da, konuya çok güzel katkılar sağlamış. @tancel dosta paylaşımı için , mesaj yazan dostlara katkıları için teşekkür ediyorum.

Bu arada, değerli dostlarım @Calligrapher ve @kemalettin ; zaman değiştiği halde bazı şeylerin değişmediğini çok güzel vurgulamışlar. Görüşlerine katılmamak mümkün değil, aynen katılıyorum.
 
Üst