Kokular Anıları Canlandırıyor

scanfan

Yönetici
25 Eyl 2013
7,211
75,340

Kokular Anıları Canlandırıyor
Koku Hafızası

Bazı kokular bizi geçmişe, anılarımıza götürür. Bazen unuttuğumuzu sandığımız, eskilerden bir olayı hatırlatan kokuyu tanımlaması bile güçtür. Yani net bir biçimde sözcüklere dökerek tarif edemeyiz bu kokuyu. Kaynaklarda "koku hafızası" konusunda uzun uzadıya bilimsel, yarı bilimsel açıklamalar mevcut. Bunları tekrar ederek sizleri sıkmayacağım, ama özetle şunlardan bahsediliyor: Koku duyusu insanoğlunun en eski duyusudur, diğer duyulardan (görme, dokunma, işitme vb) çok daha önce gelişmiştir Koku duyusuyla ilgili alıcılarımız sayı olarak diğerlerinden çok fazladır ve yapı olarak çok karmaşıktır. Kokuyu tarif etmek çok güç olduğu için onu çoğunlukla ilişkili olduğu diğer duyularla saptadığımız şekliyle ifade ederiz, "üzerine tereyağı sürülmüş kızarmış ekmek kokusu" ya da "bebek kokusu" gibi. Nette bu gibi kokulara oldukça geniş yer verilmiş. Ancak ben kendi kokularımı hatırladım ve aşağıda sıraladım. Bu saptadıklarım beni geçmişe, yer yer çocukluğuma götüren kokulardan bazılarıdır. Kokuları sözcüklerle tarif etmek zordur demiştim. Yine de buraya yazmak için kokulara birer isim verdim. Biraz aykırı olanlarına öncelik verdim. Hüzünlü anıları hatırlatan kokulara (gasilhane kokusu gibi) şimdilik yer vermedim. Her yıl birkaç bin "yeni" kimyasal türetiliyormuş. Bu bir o kadar da koku demek. Son elli yılda Dünya'nın kokuları da değişmiştir mutlaka. En çok da artık hiç kokmayan domateslere ve biberlere bozuluyorum. Sizler de kendi kokularınızı ve düşüncelerinizi konunun altına ekleyebilirsiniz.

"Fotoğraf makinesi kokusu": Tuhaf gelecek ama bu kokuyu çok severim, bana etrafta gezinip fotoğraf çektiğim kaygısız günlerimi hatırlatır. Evet, eski mekanik fotoğraf makinelerinin kendine has kokuları vardı. Biraz makine yağı ama çokça da deri kokardı. Eski makinelerin çok kalın deriden yapılmış şık muhafazaları olurdu. Makine ne kadar eski olursa olsun bu koku hiç çıkmazdı. Bir de 1970'lerde İzmir Fuarı'ndaki SSCB pavyonu böyle kokardı nedense. SSCB pavyonu fuarın en büyük pavyonu olurdu ve her sene bu pavyonda çok geniş bir optik sergi bölümü mutlaka olurdu. Vitrinlerde teşhir edilen envai çeşit fotoğraf makinesi, tele objektif, dürbün ve teleskopa iştahla bakardım. Bu koku o günlere de götürür beni.

01-Fotog-makinesi-deri-anta.jpg

"Bisiklet Kokusu": Basınç altında, yani teker şişirirken bisiklet pompasının içindeki yağ ve keçe tuhaf bir koku oluştururdu, buna bisiklet lastiğinin petrolümsü kokusu ve sık sık patlayan iç lastiği tamir etmede kullandığımız yapıştırıcının (adı nedense "sülüsyon"du!) kokusu ile zincir yağının kokusu, bir de deri (veya vinylex) selenin (oturak kısmının adı) kokusu da eklenince benim için özgürlüğün bir sembolü olan eski bisikletimi hatırlarım. Mahalledeki diğer bisikletli çocuklarla, bizim yaşlarımızdakiler için çok ücra sayılan kilometrelerce uzaktaki mesire yerlerine ailelerden habersiz, kaçamak olarak topluca gittiğimiz ve kendimizce piknik yapıp döndüğümüz zamanları hatırlıyorum. Bisiklet 1960'larda ve 1970'lerde bir çocuk için özgürlük demekti.

02-Bisiklet-70-ler.jpg

"Matbaa Kokusu": Matbaa mürekkebi, oradaki makinelerin yağı, kağıt, sıcak tutkal, kurşun hurufatın ısıtılması (ciltlere yazı baskısı için) sonucunda oluşan kokularının bir karışımıydı. Buralar genelde basık ve izbe mekânlar oldukları için buna rutubet ve çalışanların ter/ayak kokuları, yemek saatine denk gelmişseniz pide, lahmacun vs kokuları da eklenebilirdi. Bu karışık kokuyu duyduğumda kitap ciltletmeye gittiğim matbaaları ve o günleri hatırlarım. Bu işyerlerinde çoğunlukla hem ciltçilik hem de matbaacılık faaliyetleri birlikte yürütülürdü.

03-matbaa-50-den-ncesi.jpg

"Pastane Kokusu": Eskiden asırlık pastanelerin sayısı daha fazlaydı. Bir bölümü de imalathane olarak kullanılan bu mekanlarda sanki kokular yıllar yılı birbiri üstüne birikip yoğunlaşmış, işyerinin her köşesine sinmiş gibiydi. Sürekli silinmekten matlaşmış beyaz mermer masalarından, adeta tüm yağları emmiş gibi duran mozaik tabana ve ağır döşemeli ahşap sandalyelerine kadar her köşe yoğun süt, krema, margarin, kaymak, vanilya, limon, yanık süt, yanık şeker (karamela), çikolata, dondurma, kahve vs kokardı. Ama koku sanki bütün bunların bir karışımı gibiydi. Fırçalarla deterjanlarla günlerce yıkansa çıkmayacakmış izlenimi veriyordu bu koku. Keşke hiç çıkmasaydı. Şimdiki pastaneler imalathanelerden ayrışmışlar, klimalarla havalandırılmışlar. Ya hiçbir şey kokmuyorlar ya da müşterilerin süründükleri parfümler kokuyor, sanki kişilikleri yok gibi.

04-Pastane-eski.jpg

"Anne Günü Kokusu": Kadınların belli aralıklarla "gün yaparlardı", yani sırayla aralarından birinin evinde toplanıp sohbet ederlerdi. Bu "gün"lerde nefis pasta ve börekler yapılırdı. Bunların kokularına ocakta sürekli demlenen çayın kokusunu, cezvelerden yükselen Türk kahvesinin kokusunu (daha Neskafe pek yaygın değildi), mutfaktaki ocaktan yayılan tam yanmamış tüpgazın kokusu, her zaman bulunmayan (ithalatı olmadığı için) ama bu "gün"lerde misafire ikram etmek üzere rica minnet temin edilen aromalı ecnebi sigaralarının ve muhtelif marka kolonyaların kokusu ile kadınların süründüğü parfümlerin kokusunu da ekleyin. Bir de bazı "gün"lerde ekstradan ikram edilen likörlerin (ki genelde nane likörü olurdu nedense) kokusu buna eklenebilirdi. İlave olarak normal zamanlarda hiç girilmediği (daha doğrusu girmemize izin verilmediği) için her dem taze kalmış "misafir odası"ndaki yeni mobilyaların (daha doğrusu hiç eskimemiş mobilyaların!) kokusunu da ekleyin. İşte size "anne günü kokusu". Bu koku bana bir öğleden sonra okuldan döndüğümde doğrudan mutfağa geçip misafirlerden artan pasta ve börekleri yağmaladığımız, sigara ve likörlerden tırtıklayıp arkadaşlarla paylaşmak üzere kendimizi sokağa attığımız günleri hatırlatır. O zamanki teorime göre ebeveynlerin nane liköründe ısrar etmelerinin nedeni galiba bizler aşırıp içmeyelim diyeydi! Başka meyvelerden yapılmış likörler bize uzun süre dayanmazdı zira. Nane likörünü hiçbir çocuk sevmezdi (!)

05-anne-g-n-f-r-n-aydanl-k-60-lar.jpg

"Dişçi Kokusu": Diş hekimi muayenehanesinde kullanılan kimyasallar, dezenfektanlar, alkol, oyma/kesme aletleriyle diş arasındaki sürtünmeden ortaya çıkan "kemik kokusu", gangren kokusu ve ek olarak karanfil, parfüm kokusunun karışımı "Dişçi kokusu" adını verdiğim kokuyu oluştururlardı. Bir de yüksek devirli aeratörlerden çok önceki yıllarda, bizlerin "gırgır" dediği, düşük turlu oyma aletleri olurdu çok eski diş muayenehanelerinde, bir işkence aleti gibiydi. Bu koku onu dehşet verici aleti de hatıramda canlandırdığından "Dişçi muayenehanesi kokusu"nu duyar duymaz dişle ilgili şikayetlerimi hemen unuturdum! Dişçiye gidildiğinde ağrıyan dişin artık ağrımaması tuhaf değil mi?

06-Di-nitesi-60-lar.jpg

"Kantin Kokusu": Tost makinesinde yanan margarinin çıkardığı koku, sucuk, sosis, salam ve kızarmış patates ve kızarmış tost ekmeğinin kokularına karışırdı. Sürekli kaynayan büyük çay makinesinden yükselen çay buharı, sigara dumanı (eskinin üniversite kantinlerinden bahsediyorum, sigara dumanından göz gözü görmezdi) ve kız öğrencilerin sürdüğü ucuz parfümlerin kokusu da karışınca ortaya "kantin kokusu" dediğim koku çıkardı. Bu koku üniversitenin ilk yılları için özgürlüğü, kendine güveni, gelecekten umutlu olmayı; son yılları içinse kaygı, tedirginlik, umutsuzluk gibi şeyleri anımsatır.

07-Kantin-tost-makinesi.jpg

"Sahaf Kokusu": Eski kitapların tozu, küfü, tutkalı, cilt bezi veya eskimiş derinin, cilt bezinin kokusu, çok el değiştirmiş veya çok yıpranmış bir kitapsa insanların ellerinden bulaşmış terin kokusu (ben öyle sanıyorum, zira bazıları eski kağıt paralar gibi kokardı!) birbirine karışmıştır. Genelde daracık dükkanlar oldukları için içeride içilen sigara, çay, kahve kokuları da buna eklenir. Bazen yıpranmış ahşap zemin ve onun üzerine serilmiş çok eski yırtık pırtık halının (ki üzerine neler dökülmüştür kim bilir) ve ahşap rafların kokusu da bunlara eklenir. Dükkânda fare veya kedi varsa onların atıkları da kokuya eklenebilir. Kimi kitaplarda mürekkebin kokusu da uçmamıştır henüz. Bir de standart dışı kokular bulaşır bazı kitaplara. Bende Hitler Almanyası'nda basılmış bez ciltli bir kitap vardı, harika bir sabun kokusu vardı. 20 yıl kitaplığımda açıkta durdu koku uçmadı, sonradan poşetleyip rafa koydum. O kokuyu gözü kapalı nerede duysam kitabı ve nereden aldığımı, kitabı aldıktan sonra ilk kez hangi çay bahçesinde oturup göz attığımı hemen hatırlarım, kitabın ilk sahibiyle ilgili tahminlerde, çıkarımlarda bulunurum, kimdi? dünyası nasıldı? Kitabı nereden satın almıştı? bir çeyiz sandığında mı saklamıştı meselâ? (sabun kokusu?) İki-üç kitap daha vardı, sahaftan aldığım, muhtemelen o kitapların ekürileriydi! yani aynı sandıktan çıktıklarına yemin edebilirim! Bir de kitap aralarından çıkan kurumuş çiçekler var ama onların koktuğuna hiç şahit olmadım.

08-Sahaflar.jpg

"Vapur Kokusu": İzmir vapurlarında yukarı kata çıkmaz da alt güvertede ayakta gezinirseniz açık olan makine dairesinin kapısı ya da lombozlarından mazot, makine yağı karışımı kendine özgü bir koku duyulur (eski vapurlardır bahsettiğim, yenileri vapura bile benzemiyor, otobüs gibi şeyler). Dizel motorun ritmik gürültüsüyle birlikte bu koku, bir de denizi yalayıp gelen iyot ve tuz yüklü rüzgar, ayrıca güneşte ısınmış metal aksamın boyasının kokusu birbirine karışır (evet, boya kurusa da bu koku duyuluyor, zaten korozyona karşı alttaki boyayı kazımadan sürekli olarak üst üste boya atarlardı, böylece metal korkuluklar, zincirler filan engebeli bir şekil alırdı). Bazen güverte tahtaları mazotla siliniyordu galiba, onun kokusu da eklenince ambiyans tamamlanıyor. Bir de lombozdan içeri baktığınızda loş makine dairesinde hep kör bir lamba yanardı, 25 wattan fazla değildir (veya üzeri is bağlamıştır da ondan loştur). Kulaklarımı kapatıp gözümü de bağlayarak bu vapurlardan birine bindirseler hemen anlarım orada olduğumu. İstanbul vapurları da öyleydi eskiden, şimdi nasıl bilmiyorum.

09-zmir-K-rfez-Alaybey-vapuru.jpg

"Mısır Çarşısı'nın Kokusu": Haliyle dünyanın bütün baharatlarının kokusunun bir karışımıdır, ama başka kentlerdeki benzer çarşıların kokusuna benzemez, tuhaf bir farklılığı vardır oranın. Her yere sinmiş kokular yüzlerce yıl boyunca katman katman birikip sanki dünyada olmayan bambaşka bir koku sentezlemiştir. Envai çeşit sesin çok yüksek olan tavanlardan yankılanması, genelde yönü tam olarak belli olmayan tuhaf bir uğultu, kalabalığın nefes kokusu, denizden gelen hava, tarihi bir mekanda bulunmanın verdiği duygu vs. Bu farklılığı neyin oluşturduğunu bilemiyorum, ama bana göre çok farklı. Yine buraya da gözüm bağlı gelsem tanırım.

10-M-s-r-ar-s-50-ler.jpg

"Beşinci Sınıf Otel Odası Kokusu": Bu çok ucuz otellerin çarşafları değiştirilmiş gibi yapılır ama çok kirli değillerse değiştirilmez sadece düzeltilirler. Çarşaf ve nevresimlere sinmiş ter kokusu, uzun süre yıkanmamış perdelerin toz kokusuna karışır. Özellikle deniz memleketlerinde rutubet kokusu da olur (İzmir'de Basmane, İstanbul'da Kadıköy'de çok vardı bunlardan). Kapı, pencere ve duvarlar genelde yağlıboyayla boyanmıştır, bu boyalar taze olmasa da kendine has bir koku yaymayı sürdürürler. Zeminde çorap ve çıplak ayakla dolaşıldığı için belli belirsiz bir ayak kokusu her zaman olur. Otelin havlusunda bu koku daha da baskın bir biçimde duyulur, belki de sizden önce odada kalan kişi bu havluyla ayaklarını kurulamıştır, kim bilir?. Bu otellerden çoğunun odalarında tuvalet olmaz, koridordaki ortak tuvaletten gelen sidik kokusu zaman zaman burnunuza gelir. Odada lavabo vardır, suyu açtığınızda pas renkli bulanık bir su akar, bu suyun kokusu da paslı paslıdır, zaten içilmez, uyarı yazısı da lavabonun hemen üzerine asılmıştır (müşteriler lavoboyu genelde pisuar olarak da kullanırlar!) Lavabodaki ucuz sabunun tuhaf bir kokusu vardır, ne iyi ne kötü. Komidinin ekmek kırıntıları dolu çekmeceleri yağ ve yemek kokar. Odada kalanlar dışarıdan getirdikleri yiyecekleri burada saklamışlardır. Otel, barlar/pavyonlar sokağına filan yakınsa mutlaka alkol ve kusmuk kokuları burnunuza gelir. Tahtakurusu denen haşaratın kokusunu da unutmamak gerekir, biraz viskinin kokusunu hatırlatır. İşte "Beşinci sınıf otel kokusu" bütün bunların bir karışımıdır. Şimdi bu otellerden hâlâ kalmış mıdır, bilmiyorum.

11-Otel-be-inci-s-n-f.jpg

"Yazlık Sinema Kokusu": Televizyonun olmadığı yıllarda her şehirde, her semtte mebzul miktarda vardı bu sinemalardan, haftada iki-üç defa film değişirdi. Bir çoğu bahçeden bozularak yapıldıkları için (bu nedenle "bahçe sinemaları" da denirdi) duvar kenarlarında kesilmeden bırakılmış meyve ağaçları, ıhlamur, manolya bazen iğde ağaçlarının kokuları rüzgarla burnunuza gelirdi. Sinemanın en arkasındaki yüksekçe beton platform, briket ve tuğlalarla bölünerek aileler için localar haline getirilmiştir. Bu duvar bölmelerin üstüne yağ tenekelerinden bozma saksılarda fesleğen bitkileri sıralanmıştır. Rüzgar bunları salladıkça kokuları tüm sinemaya (bahçeye) yayılırdı. Hepsi bu değil, seyircilerin dışarıdan getirip film seyrederken yiyip içtiklerinin kokuları da bunlara karışırdı. Bir de sinemaların olmazsa olmaz sidik kokuları! Bu koku çoğunlukla sinemanın kendi tuvaletinden gelirdi. Ara sıra da ana babalar mızmızlanan küçük çocuklarını tuvalate götürmeye üşenip oracığa çişlerini yaptırıverirlerdi. Zemin mıcır döşeliyse mesele yok, ama sert toprak zeminse önlere doğru akar giderdi bu küçük ırmak, kokusuyla beraber. Kaybolan hijyeni sağlamak amacıyla bazı sinemalarda belli aralıklarla yerlere mazot veya zift püskürtülürdü. Bunun kokusu da çok tipiktir. Az daha sigara kokusunu unutacaktım. Değil açık havada, kapalı sinemalarda bile sigara içilebiliyordu bir zamanlar (tıpkı şehirlerarası otobüslerde içildiği gibi).

12-Yazl-k-sinemas-bah-e-s-70-ler.jpg

Bir de makine dairesinin kokusu vardı (evet, sinema sahibinin oğlu arkadaşımız olunca oraya da girebiliyorduk!). Eski projektörler kömüre benzeyen uzun çubukları yakarak ark ışığı çıkartırlardı, bu güçlü ışıkla da film ekrana yansıtılırdı. Bu ark lambasının yaydığı koku soba borusu gibi borularla bacaya tahliye edilirdi, ama haliyle makine dairesine de sinerdi bu koku. Güçlü ışık kaynağının film pelikülü üzerine düşerek çıkarttığı koku çok tipikti (bu kokuyu amatör olarak evde fotoğraf film banyo edip, agrandizörle kağıda basarken de duyardım). Bir de filmler sinemaya küçük makaralar halinde gelirdi. Makinist bunları sini büyüklüklüğünde iki büyük makaraya aktarır, bunu yaparken de film şeritlerinin uçlarını bir yapıştırıcıyla birbirine tuttururdu, gösterim süresi (3 gün-1 hafta vs) bittiğinde yapıştırılan yerlerden kesilip yine kendi küçük makaralarına aktarılır ve film dağıtıcıya teslim edilirdi. Bu yapıştırma işlemi sık sık kopan filmlere de uygulanırdı. Bir de sansür veya uzun bir filmin seans süresine sıkıştırılması amacıyla da bu kesme yapıştırma işlemleri yapılırdı (tekrar küçük makaralara aktarılıren de hep fazla film parçaları(!) ortaya çıkar, onlar da bizim oyuncağımız olurdu!). İşte bu yapıştırıcının oje veya asetona benzer kokusu ortam kokusuna katkıda bulunurdu. Son olarak da makine dairesinde yatıp kalkan makinistin orada asılı olan elbiselerinin ve ayakkabılarının kokusunu bunlara ekleyin, işte size "makine dairesi kokusu".


13-Sineman-n-projeksiyon-evi-60-lar.jpg
 
Son düzenleme:

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,051
75,669
hiçbiryerde :)
O kadar çok kokuyu nasıl da ayrıntısıyla
tanımlamışsınız üstat. Çok özel bir dosya
olmuş bu konu, elinize sağlık.

Bildiğimiz siyah çayı çok severim. Çocukluktan
gelen alışkanlığın etkisi var belki. Yeni demlenmiş
bir çayın kokusu beni hemen çeker kendine.

Yine çocukluk dönemimizde sobada odun-kömür
kullanırdık, onlar çıtır çıtır yanıp bizi ısıtırken farklı
farklı kokular da burnumda gezindikçe ilginç gelir,
hoşuma giderdi bu kokular.

Sevgili kokusu! Herkesin kendine özgü kokusu vardır
deriz ama bunu sevgililerde daha iyi fark ederiz sanırım.
Onları farklı kokularıyla da anımsar galiba insan.

Bodrum kokusu. Binaların bodrumları da çok çeşitli
kokular barındırıyordu genellikle. Nem, içindeki eşyalar
vs değişse de özel bir kokusu oluyor genellikle.

İş yeri hekimliği yaparken bir çok iş yeri gördüm.
Ayakkabı imalathanelerinde keskin boya-cila-
yapıştırıcı kokuları hakim oluyor. Metal düğme
vs üretilen atölyelerde keskin bir metal kokusu
duyuyoruz. İnşaatlarda ise kum-çimento kokusu.

Gerçekten saymakla bitmeyecek kokularla ilgili,
kitap ve filmler de vardı. Daha çok konuşulabilir
bu konuda bence de.
 
Son düzenleme:

Beymelikli18

Onursal Üye
26 Eyl 2014
18,889
52,480
Kendi Koltuğunda
Bende de çarşanba günleri Tarkan ve Karamurat alırken elime alıp sayfaları karıştırırken duyduğum o kagit hamur kokusunu asla unutamam.Kokular ve müzikler insanı bir yerden bir yere anılara getirmesi hem hoş hem üzüntülü.
Scanfan üstadıma çok teşekkür ederim.
 
Üst