Irkçılık ile Melezlik Arasındaki Maskeli Kahraman: Kinowa

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,633
82,728
NeverLand
İtalya kökenli bir çizgi roman olan Kinowa, bağımsız bir dergi olarak Türkiye'de 1959 yılında yayımlanmaya başlar ve kısa zamanda umulmadık bir başarı kazanır. esseGesse grubunun çizdiği, A. Lawson müstear ismini kullanan A. Lavezzolo'nun senaryosunu yazdığı Kinowa, Türkiye'de o kadar popüler olur ki kafası kel ya da saçları kazıtılmış olanlara Kinowa adı takılır; İtalya kökenli maceralar tükenince yerli malı serüvenler bile çizilir.

Dizinin kahramanı Sam Boyle ailesi ile birlikte "Vahşi Batı"ya göçüp oraları mesken tutmak isteyen beyazlardandır. Ancak yolda kervanı Pawnie'lerin saldırısına uğrar. Karısı Kızılderililerce katledilir, Sam'in ise kafa derisi yüzülür. Daha bebek olan oğlu Jack da yerlilerce kaçırılır. Sam Boyle yaşadığı bu korkunç olayların etkisinden kurtulamaz ve Kızılderililerden intikam almaya karar verir: "Saçlarımın her teli için bir Kızılderili geberteceğim." Böylece Kinowa ortaya çıkar. Deriden yapıp yüzüne geçirdiği korkunç bir maske ile Boyle Kızılderililere ölüm kusmaya başlar. Kinowa, Kızılderililer için efsanevi bir yaratıktır, neredeyse ölümsüz bir ruh, bir yarı-tanrıdır; ama en çok da azılı bir düşmandır.* Öldürdüğü Kızılderililerin kafa derisini yüzüp alınlarına bir yılan işareti çizer. Nefreti öyle boyutlardadır ki Kızılderililere yaklaştığında kafa derisi kaşınmaya/yanmaya başlar. Kini neredeyse çılgınlık ölçülerine varır: "Çok sayıda Kızılderili gördüğüm zaman beni onları öldürme çılgınlığı sarıyor! Çünkü arabaların etrafında savaşçıların dönüşü ve zavallı Mary'nin bir düşman okuyla ölüşü gözlerimin önüne geliyor."

* Zagor ya da Kızılmaske gibi başka çizgi romanlarda da yerliler tarafından tanrısal özelliklere sahip olduğuna inanılan beyaz kahramanlar (Baltalı İlah, Fantom) karşımıza çıkar. Oysa bu dizilerde başka beyazlar kahramanın üstünlüğünü ilahi terimlerle açıklamazlar. Kahraman da onlar gibi bir insandır neticede. Ancak beyaz kahramanla yerliler arasındaki uçurum öylesine büyüktür ki insani terimlerle açıklanamaz. Böylece yerlilerin irrasyonelliğinin de altı çizilmiş olur. Beyaz adamın tanrılaştırılması sömürge anlatılarının klişe temalarından biridir.

Sam Böyle, yani Kinowa'nın bu kini, diziye hayli belirgin bir Kızılderili karşıtı hava veriyor. Hattâ bunu sadece karşıtlık olarak ifade etmek yetersiz kalır. Nitekim Kinowa'nın "ırkçılığı" hakkında zaten belli bir mutabakat vardır. Dizide Kızılderililer tamamıyla birer düşman figürüdürler. "Kızıl şeytanlar" ya da "kızıl köpekler" olarak anılırlar. İlk fırsatta savunmasız beyazlara saldırırlar ve onları çoluk çocuk demeden katlederler. Kafa derisi yüzmekten ve işkence yapmaktan büyük bir zevk alırlar. Ancak bir haksızlığa da müsaade etmemek için, western türünün, zaten beyaz adamın uygarlaştırıcı misyonunun destanlaştırılması olduğunu hatırda tutmak gerekiyor. Yani söz konusu olan ırkçılık ise bu yalnızca Kinowa'ya has bir durum değildir. Geniş, açık arazileri fetheden, uygarlık götüren beyaz Anglo-Sakson Protestan kovboyun kahramanlık miti değil midir zaten western? Bu mit, sömürgecilik çağının beyaz adama ilişkin bütün üstünlük iddialarını Kızılderilileri nesneleştirerek gerçekleştirir. Dahası Kızılderililerin ötesinde, kovboy mitinin tam da ondokuzuncu yüzyılın sonlarında; yani italyanlar. Yunanlılar, Polonyalılar, Yahudiler, Slavlar vb.'nin ABD'ye doluştuğu bir dönemde yaygınlaşması bir tesadüf değildir. Bu kahramanlık miti farklı kökenlerden insanlara da memleketin gerçek sahibinin kim olduğunu hatırlatır. Böylece western, ABD'ye kahramanlıklarla dolu beyaz (WASP-White Anglo Sakson Protestan) bir kuruluş destanı sağlar. Bu açıdan bakıldığında western zaten doğuşu itibariyle dışlayıcı bir anlatı biçimidir denilebilir. Kinowa'yı da bu bağlamda değerlendirmek daha anlamlı olacaktır.

139.jpg

Bilindiği gibi iki farklı toplumun karşı karşıya gelişi tamamen dışlayıcı bir dille aktarılır kovboy hikâyelerinde. Oysa bu öykülerin konu edindiği Vahşi Batı'ya tamamen farklı bir gözle de yaklaşılabilir. Söz konusu olan birbirinden büsbütün farklı iki dünya (Kızılderililer ve beyazlar) arasındaki mücadele değil, tek bir sınır toplumudur aslında, iki dünyanın karşılaşması melez bir dünya yaratmıştır. Bu sınır dünyasında net, kesin, belirli kimlikler çıkmaz karşımıza. İki toplum arası geçişler yaşanır sık sık; çalışma ve ittifaklar değişkendir. Birbirini dışladığı kadar, birbirinden etkilenen, birbirini değiştiren dünyalardır söz konusu olan. Beyazlarla karşı karşıya kalınca artık ne Kızılderililer tam Kızılderili'dir ne de beyazlar tam beyaz. Bu karşılaşmalardan melez, geçişken kimlikli insanlar ortaya çıkar. Kinowa'da da dışlayıcılık ağır basar gibidir. Hikâyeler ilk bakışta birbirleriyle geçişliliği olmayan iyi beyaz ile kötü, ya da en azından vahşi yerli arasındaki kavgadan ibarettir. Oysa biraz daha dikkatli bakınca sınır toplumuna özgü melezliğin Kinowa'ya da sızdığı görülebilir. Bunun dizideki en belirgin emaresi bizzat Sam Boyle'nin oğlu olan Silver Jack ya da Kızıltüy'dür.

Aslında Sam Boyle'nin, nam-ı diğer Kinowa'nın oğlu Jack'ın hikâyesi, babasınınkinden çok daha ilginçtir. Pawnie'lerin şefi Kara Sığır (ilerleyen sayılarda nedense ismi Kara Bizon oluyor) Jack'ı evlat edinir. Kara Sığır Komançilerle yapılan bir savaşta esir edilmiş olan Komançi prensesi Amanotapaah ile evlidir ve bu evlilikten de bir kız çocuk sahibidir. Bu kız, ilerde Jack'ın sevgilisi olacak olan Doğanay'dır. Amanotapaah başka çocuk doğuramaz ve bir erkek çocuk isteyen Kara Sığır Jack'i evlat edinir. Böylece Jack yerlilerin arasında Kara Sığır'ın manevi oğlu Kızıltüy olarak büyür. Beyazları Kızılderili topraklarından kovmak ve özellikle de Kinowa'dan öldürdüğü Kızılderililerin intikamını alabilmek tek amacıdır. Ancak aslında babası olan Kinowa ve dostu Long Rifle ile tanışması ile hayatı allak bullak olur. Üstelik Kara Sığır ölünce kabileden de kovulur ve Kinowa ile yakınlığı nedeniyle hain olarak damgalanır. Artık o ne Kızılderili ne de beyazdır. Beyazların arasına karıştığında aldığı isimle Silver Jack aslında tam bir sınır insanıdır. Melez kimliklidir. İki topluma da tam olarak ait değildir. Babasının aksine, onun amacı Kızılderililerden intikam almak değil, barışı sağlamaktır. Ancak olaylar onun istediği şekilde gelişmez; sık sık aralarında büyüdüğü insanlarla savaşmak zorunda kalır: "Kader beni babamın yolunda yürütüyor. Ben barış isterken, kardeşlerime ölüm getiriyorum." İçerisinde bulunduğu durumla sürekli bir hesaplaşma içerisindedir: Pawnie kavminin yüce bir evladı olduğumu sanıyordum, avlanıyor ve savaş danslarına katılıyordum. Şimdi kabilemden atıldım! Kardeşlerim olan yerliler beni öldürmeye hazırlar ve beyazların içinde dosttan çok düşmanım var! Asla Pawnie'lerin yanında, ailemi tanımadığım zamanki gibi mutlu olamayacağım!" Bu tavrından dolayı babası ve Long Rifle tarafından sık sık eleştirilir. 'Kendine gel Silver! Sen her şeye inanan bir Pawnie değilsin, sen Sam Boyle'nin oğlusun ve damarlarında kafa derisi yüzülmüş'ün kanını taşıyan birisin." Bu ikazlara rağmen Silver çok zaman bir beyazdan çok Kızılderili gibi düşünür ve davranır. Hattâ zaman zaman onun ağzından beyazları açıkça eleştiren sözler dökülür: "Bizleri dağa süren beyazlardan nefret etmeyi öğrendim orada. Nehirlerde balığı, arazisinde avlayacak bizonu olmayan dağlarda yaşamaya mahkum edenlerden." Hattâ kendisini beyaz değil, Kızılderili olarak dahi tanımlar: "Cildim beyaz ama kalbim Kızılderili." Silver'in çelişkili kimliği hususundaki tutum, çizgi kareler arasında bağlantıyı sağlayan kutucuklara da sirayet eder. Silver burada da "beyaz Kızılderili" ya da "beyaz yerli" olarak tanımlanır. Doğrusu Silver, babasından ya da Long Rifle'den çok daha karmaşık bir kişiliktir. Onun varlığı, adeta diziye bir karakter derinliği kazandırır. Yaşadığı kimlik çatışması, Kızılderililerin baş düşmanı olan babası ile yaşadığı gerilim, dizinin en sürükleyici yanlarıdır.

Oğlunun bu vasıfları aslında yavaş yavaş babasına da sirayet eder. Kinowa da zamanla kendisini Kızılderililer kadar, kendi "ırkından" olan silah tüccarları ve savaş kışkırtıcıları ile karşı karşıya bulur. Böylece de dizinin ilk serüvenlerinde çok bariz olan katı ırkçı dışlayıcılık yerini azar azar daha nüanslı bir anlatıma bırakır. Hatla Silver, Pawnie'lerin şefi seçildiğinde babası, yani azılı Kızılderili düşmanı Kinowa, onunla bir süre için Pawnie köyünde kalmaya karar verir. Üstelik karısını öldüren kabilenin şefinin kızı Doğanay ile oğlu Silver'in evliliğini canı gönülden destekler (ancak Doğanay'ın bir manastırda Batı eğitimi alması koşuluyla). Yani Kinowa western türüne özgü beyaz adam güzellemesi ile ırkçılık arasında kotarılmış rahatsız edici bir terkipten ibaret değildir. Aslında Vahşi Batı'yı, yani farklı toplumların değer, inanç ve fikirlerinin karşı karşıya geldiği bir sınır dünyasını karakterize eden melezlik de Kinowa'nin tanımlayıcı özelliklerindendir.

Kinowa'daki "yan karakter" olgusu da özel bir vurguyu hak ediyor. Sam'in yakın arkadaşı Long Rifle ilk bakışta tipik bir yan tiplemedir. Bilhassa görünümü ile mizahî bir hava yaratır. Ancak Konyakçı, Profesör Oklitus ya da Çiko'nun tersine hiçbir zaman esas oğlana bağımlı ve silik (keza komik) bir karakter değildir. Kendine özgü bir yaşam tarzı (o da aslında yalnız yaşayan bir izcidir) vardır ve bu tarz dizilerin klasik yan karakterlerinin aksine kendi çevresinde saygı görür; ne de olsa Batı'nın ender keskin nişancılarından biridir o. Kara Sığır'ın kızı ve Silver'in müstakbel nişanlısı Doğanay ise tipik bir "kadın" figürüdür. Kahramanlardan birine aşık olmak ve ayılıp bayılmak dışında karşımıza nadiren çıkan müstakil bir "kişilik"tir.

Aslında Kinowa kolay çözülür bir olay örgüsüne sahiptir, senaryoların öyle pek karmaşık olduğu söylenemez. Çizgileri de çok ustaca değildir. esseGesse'nin Teksas, Tommiks ya da Kaptan Swing de yakaladığı kaliteye dizide pek rastlanmaz. Ancak Kinowa'yı popüler kılan özelliklerden biri kuşkusuz sürükleyiciliğidir. Dizide serüven akışı neredeyse hiç kesilmez, kahramanlarımız maceradan maceraya dur durak bilmeksizin koşarlar. Bu hız unsurunun yanı sıra Kinowa'nın şahsındaki gizem de önemlidir. Her maskeli kahraman gibi Kinowa'da çifte kişiliklidir ve onun sırrını paylaşan okurlar nezdinde bu durum hikâyeyi çok etkileyici kılar. Yukarda bahsettiğimiz Silver'in yaşadığı iç karmaşa ve gerilimi de atlamamak gerekiyor. Kendisiyle kavgalı olan çizgi kahramanlar okurları hep çekmiştir.

Bütün bu unsurların biraradalığı, Kinowa'da ilk bakışta hemen görülmeyen zengin bir bileşimi ortaya çıkartmakta. Nitekim Kinowa'nın bizde bu kadar çok tutulmasının nedenlerini de buralarda aramak gerekiyor herhalde.

FOTİ BENLİSOY - BAĞIŞ ERTEN
 

abboritta

Süper Üye
12 Ara 2020
769
4,426
Irkçılığın Kinowa ile sınırlı kalması mümkün değilken ırkçılığın kullanılması popüler kültürün bir parçasıdır.

Örneğin, ideolojik bakış açısı veya propagandalar neticesinde Rus kadınlarının dünyanın en güzel olduğunu söylemek ırkçı bir ifade iken intikam ve düşmanlık ile ilgili Kinowa görünen ırkçılık sorguya açıktır. Çünkü o zaman düşmanlara ve rakiplere karşı kullanılan aşağılayıcı her ifade ırkçı olarak tanımlanabilir, aynı Kızılderilerce büyütülen beyaz çocuk gibi.

Kinowa daha çok süper kahramanlığını doğal sebeplerle değil de zorlayıcı sebeplerle, Kızılderililere karşı propaganda eylemleri kısaca emeğiyle kazanmıştır.

İtalya’da 70’li yıllarda zencilerin direkt olarak insansı olarak çizildiği, tehlikeli hayvanlar olarak betimlendiği çizgi romanlar varken Kinowa’da ırkçılık bulmak zorlamalı bir tanımlama olabilir.

Kurgu dünyasından(!) değil de popüler kültürden bir örnek yazı paylaşıyorum:

Amazon’nun Maymun İnsanları
Yamyamlar ve Söylenmemiş Tehlikelere Rağmen Yaşayan
Tek Neandertal İnsanları oldukları Düşünülen
Maymun İnsanların Fotoğraflarını Çektik
Güney Amerika’da gömülü İnka hazineleriyle ilgili farklı söylentiler dolaşır, Ekvador’un derinliklerinde saklı zümrüt madenleri, Brezilya’da gizemli beyaz yerlilerden oluşan bir kabile, hatta güçlü Amazon’un en ıssız köşelerinde “maymun insanlar”ın varlığına dair rivayetler… Bu büyüleyici söylentilerin çoğu, gerçeklere dayanır aslında. Ama onları kanıtlamak başka bir iş tabii. Zaman ister, para ister; haftalarca, hatta aylarca anlatılmaz sıkıntılara ve beklenmedik tehlikelere göğüs germeni gerektirir. Ama işte bir macera yazarının hayatının ta kendisi bu!
8exslO0s_o.jpg

Amahuaca kadınları, maymunları andıran bir şekilde,
birbirlerinin saçlarını bit aramak için didikler;
bitleri tırnaklarıyla çıkarır, sonra dişleri arasında ezerler
Amazon’un maymun adamlarını ele alalım mesela. İlk kez onları Papaz Pascual Alegre’den duymuştum; kendisi Peru’daki Gran Pajonal’ın kenarındaki vahşi yerlilerle otuz yıldan fazla zaman geçirmiş bir Fransisken rahibiydi. Gran Pajonal, hiçbir beyaz adamın cesaret edemediği devasa ve keşfedilmemiş bir bölgeydi.
tLgMXmFI_o.jpg

Papaz Pascual Alegro​

‘’ Onlar orada,” rahip, Rio Ucayali’nin kıyısındaki küçük misyonunda bana gizlice bunu söylemişti. “ Başka yerliler onları görmüş. Şüphesiz bugün dünyadaki en ilkel insanlar onlar, ama onları bulmak başka bir mesele. Amahuaca olarak sınıflandırılıyorlar, ancak diğer kabilelerin aksine göçebe bir yaşam sürüyorlar; keşfedilmemiş Amazon’un engin topraklarında sürekli dolaşıp yiyecek arıyorlar. Aç kaldıklarında –ki sık sık aç kalırlar– hayatta kalma mücadelesinde birbirlerini öldürüp yiyorlar, yamyamlığa başvuruyorlar.”
Rahip merakla yüzüme baktı. “Ama neden Amahuacalar ile ilgileniyorsun? Onları bulmak erkek işi, sen ise sadece genç ve güzel bir kadınsın.”

“Bunun suçu bende değil, Papaz,” diye yanıtladım. “Doğumun bir tesadüfü bu. Ama birçok kişiye söylediğim gibi, macera için cinsiyetin bir önemi yok. İnanın, son altı yılda epey yer dolaştım.”
En heyecan verici maceralarımı anlattım: Orta Ekvador’daki Jivaro kafacılaryla geçirdiğim yedi ayı; korkunç Aushiriler’in yasak topraklarına yaptığım üç haftalık yolculuğu –bu vahşi yerliler, beş Kuzey Amerikalı Protestan misyoneri acımasızca öldürmüştü–; Alexander Selkirk’in, gerçek Robinson Crusoe’nun yıllarca mahsur kaldığı ıssız Galapagos Adaları’nda geçirdiğim dört ayı; İspanyol Fası’nda Ahmad al Yaman’ın hareminde geçirdiğim beş haftayı. Evet, ben de epey yer görmüştüm!

Sonra rahiple bu esrarengiz maymun insanlarını bulup fotoğraflamanın en iyi yolunu konuştuk. Rahip beni kerpiç yapı haciendasındaki duvar haritasının başına götürdü.

IfPjMehn_o.jpg

Anne Shipibo bebeğini besliyor.​

“Şurada,” dedi, Atalaya’ya yakın bir noktayı işaret ederek, “Gran Pajonal’ın başlangıcı. Burada 50.000 mil karesinden fazla keşfedilmemiş arazi var. İnsanı üç dakikadan kısa sürede iskelete çevirebilecek ölümcül insan yiyen piranhalarla dolu nehirler, dev timsahlar, otuz metrelik boa yılanları –bir katırı yutabilecek büyüklükte–, ölümcül bushmaster yılanları ve düzinelerce yabani yerli kabile var.​

iiwXJjwv_o.jpg

Shipibo kadınları burunlarında
kabile işareti olarak
gümüş parçalar taşıyorlar​

“Bir yerlerde orada,” haritaya parmağıyla vurarak devam etti, “maymun insanlar da var. Onları bulman bir ay da sürebilir, ömür boyu da… Ama kararlıysan, yanına bir yerli rehber vereceğim. Adı Kamalkeiri, ormanı çok iyi bilir. Yetkim olsaydı, bu yolculuğa çıkmana izin vermezdim; ama her halükarda, Tanrı seninle olsun.”
 
Üst