Hasankeyf

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,315
50,239
NeverLand
hasank.jpg


Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Batman İline bağlı, Dicle Nehrinin doğu kıyısında yer almaktadır. Güneyinde Güneydoğu Midyat Dağları, kuzeyinde ise Petrol Mahzeni Raman Dağları bulunmaktadır. Batman İl merkezine 37 km. uzaklıkta olup, denizden yüksekliği 520 m.dir. Dicle Nehri, bölgeye hayat veren bir akarsudur. Dicle Nehri tarihte önemli bir su yolu güzergahı içinde yer aldığından Hasankeyf’in Jeopolitik konumundan kaynaklanan önemi daha da artmıştır. Kuzeyinde uzanan Raman sıra dağları ile güneyinde yer alan sıra dağlar arasındaki vadi içerisinde akan Dicle nehri kenarında yer alan Hasankeyf'in Yüzölçümü 320 km2 olup, toplam nüfusu 10.250'dir.

İlçenin ekonomisi tarım, turizm ve hayvancılığa dayanmaktadır.Vadi içerisinde oluşan verimli tarım alanları sera işletmeciliği için oldukça elverişlidir. Tarıma elverişsiz alanlarda, meralarda hayvancılık yapılmakta, ayrıca Dicle nehrinde alabalık üretilmektedir. Hasankeyf’te yaygın olan dokumacılık sanatı da günümüzde yok olmak üzeredir.

Taş Köprü

kopru-1.jpg


Hasankeyf’in ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmemekle birlikte şehir ve etrafındaki mağaralar, burada çağlar öncesi yerleşim olduğuna işarettir. Hasankeyf, en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mezapotamya bölgesinde yer almaktadır. Yekpare taştan meydana gelen kalesi nedeniyle”Kaya Kale” anlamına gelen “Hısn Keyfa” adını almıştır. Ancak başka isimler de kullanıldığı bilinmektedir. Hasankeyf, Türk-İslam tarihi ve medeniyeti açısından önemli bir yere sahiptir. Milattan önceki dönemlerde Hasankeyf’in ne gibi tarihi gelişmelere sahne olduğu, kimlerin burada hüküm sürdüğü herhangi bir kaynak olmadığından bilinmemektedir.Yalnız Mezapotamya bölgesine hakim olan kavimlerin en gözde yerlerinden biri Hasankeyf'tir.

kop1.jpg


Hasankeyf, Bizanslılarla Sasaniler arasında el değiştirmiş. Zaman zaman Bizanslıların zaman zaman da Sasaniler’in elinde kalmıştır. IV.Yüzyılın ortalarında Hasankeyf’e bir kale yapan Bizanslılar, Müslümanların burayı fethettiği VII. Yüzyıl başlarına kadar egemenliklerini sürdürmüşlerdir. Hasankeyf kalesinin kurulması, MS.IV.yüzyıl ortalarında, Diyarbakır çevresini ele geçiren Bizans İmparatoru Konstantinos, bölgeyi korumak amacıyla iki sınır kalesi inşa ettirmiştir. Bu iki kaleden birisi Hasankeyf kalesidir. Kalede bulunan mağaralar, buranın kalenin inşasından önce de yerleşme yeri olarak kullanıldığını göstermektedir. Hasankeyf MS. 639 yılında Emeviler tarafından ele geçirilmiştir. Bu tarihten sonra; Abbasiler, Hamdaniler. Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar’ın egemenliği altında kalmıştır. Hasankeyf en parlak dönemini Artuklular döneminde yaşamıştır.

Sultan Süleyman Camisi

Malazgirt Savaşından (1071) sonra Selçukluların egemenliğine girmiştir. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın komutanlarından Artuk oğlu Sökmen, 1101 yılında burada ilk urartu beyliğini kurmuştur. Tarihçiler bu devri Hısnı-Kayfa Artukluları olarak isimlendirmişlerdir. Hasankeyf önce Artukoğullarına, sonra onların “Amid'i (Diyarbakır) fethetmeleri üzerine her iki ülkeye 130 sene başkentlik etmiştir. Artukoğulları 1231-32 yılında yıkılana kadar şehri imar etmişlerdir. O dönemden günümüze gelebilen eserler arasında, Dicle köprüsü, büyük ve küçük saray, kale kapıları'dır. Artukluların burada para bastıkları ele geçen sikkelerden anlaşılmaktadır.

sultansu.jpg


Eyyubi Hükümdarı el-Melik, el-Kamil 1232 yılında şehri ele geçirerek Artukoğulları hakimiyetine son vermiş, 30 yıl kadar hükümdar olmuştur. 1301 yılında Moğollar şehri zaptederek yağma ve tahrip etmişlerdir. Bundan sonra kent hiçbir zaman eski durumuna gelememiştir. 1516 yılında da Osmanlı topraklarına dahil olmuştur.
Büyük Saray Kalıntıları

1926 yılında Mardin İline bağlı Gercüş İlçesinin kurulmasıyla birlikte Hasankeyf bu İlçeye bağlı bir bucak merkezi iken, 18 Mayıs 1990 tarih ve 3647 sayılı Kanunla Batman’ın İl olmasıyla birlikte Hasankeyf İlçe durumuna getirilmiştir.

Hasankeyf'te günümüze gelebilen eserler; Ulu (Kale) Cami, El-Rızk Camisi
Sultan Süleyman Camisi, Koç Camisi, Kızlar Camisi, Küçük Mescit, Küçük Külliye, Anonim Külliye, Yamaç Külliyesi, Mevlana Camisi, İmam Abdullah Türbe ve Zaviyesi, Zeynel bey Türbesi, Hasankeyf Kalesi, Küçük Kale, Hasankeyf Dicle Köprüsü, Büyük Saray Küçük Saray 'dır.

Küçük Kale

Hasankeyf Kalesi’nin doğusunda, kaya kütleleri arasındaki alan Küçük Kale veya İkinci Kale ismi ile tanınmaktadır. Hasankeyf Kalesi’nden buraya bakıldığında zikzak yaparak yukarıya doğru çıkan merdivenlerin mağara, konut ve dehlizlerinin izleri görülmektedir. Ancak bu bölüm büyük ölçüde tahrip olmuş ve günümüze pek az kalıntı gelebilmiştir.

Artuklular ve Eyyubiler Küçük Kale denilen bu bölümü darphane olarak kullanmışlardır. Nitekim burada basılan sikkelerden oluşan bir koleksiyon bugün Mardin Müzesi’ndedir. Eyyubilerden önce, Moğollar burasını kullanmışlardır. Bu mekana kale kapısı karşısındaki bir merdivenden çıkılıyordu. Ancak merdiveni taşıyan kaya kütlesinin kısmen yıkılmasından ötürü bugün buraya çıkılamamaktadır.

Prof.Dr.Oluş Arık’ın yaptığı araştırmalarda Küçük kale’nin içerisinde evlere, su havuzuna, su kanallarına, sarnıçlara ve değişik amaçlarda kullanılan mağaralara rastlamıştır. Bu arada Küçük Kale’yi çevreleyen burç kalıntıları ile de karşılaşmıştır.

Büyük Saray

Hasankeyf Yukarı Şehir’de, Dicle’nin kuzey kesiminde yer alan Büyük Saray yaklaşık 2.350 m2’lik bir alanı kaplayan bir höyük üzerinde kurulmuştur. Sarayın ne zaman yapıldığı konusunda bir kitabeye rastlanmamıştır. Ancak duvarlardaki taşçı işaretlerinden köprü ile benzerlikleri olduğu görülmüş ve sarayın Artuklu eseri olduğu anlaşılmıştır.

Sarayın kuzey tarafının cephe olduğu sanılmaktadır. Günümüzde kuzey kısmı ayakta kalmıştır. Buradaki duvarlar düzgün bloklar halinde, beyaz kalkerden yapılmıştır. Ayrıca yarım silindirik payanda kuleleri ile desteklenmiştir. Sarayın kuzey duvarı ile uçurum kenarı arasında ancak bir kişinin durabileceği kadar bir mesafe vardır. Sarayın güney kısmındaki bölümleri ise toprak dolgulu kütlelerden oluşmuştur.

Sarayın iç yapısının planı karmaşık bir düzen göstermektedir. Bugün ancak iki katının varlığı anlaşılıyorsa da üçüncü katın bulunduğunu düşündürecek izlerle de karşılaşılmıştır. Burada yapılan kazıların sonraki yıllarda buna açıklık kazandıracağı sanılmaktadır. Kuzey yönündeki izlere ve mukarnas yuvalarına bakılarak bu kısmın bir konsol gibi genişleyerek ana binadan uzatılan bir çıkmaya oturtulduğu sanılmaktadır. Büyük olasılıkla da burada bir seyran köşkü bulunuyordu. Konya, Alanya ve Kubadabad Selçuklu saraylarında da aynı şekilde, buna benzer seyran köşkleri vardır. Kazılar sonucunda kuzey bölümde, kemer ve tonozlu küçük mekanlar ortaya çıkarılmıştır. Burada kazı yapan Prof.Dr.Oluş Arık’a göre, “Dıştan doğrudan doğruya girilemeyen, manzaraya karşı olmakla birlikte külliyenin doğu ucunda kalan bu bölüm, yöneticilerin özel dairelerini ve haremi içeriyordu”. Sarayın bu bölümü daha eski dönemlerden kalan bir başka yapı ile kaynaşmış olup, onlar da daha alt seviyedeki mağara ve mahzenlerin üzerine oturmuştur.

magarar.jpg


Batı yüzünde bu mağara ve mahzenler düzeyinde birinci katta birer yan giriş bulunduğu sanılmaktadır. Güneye doğru yamaçta, Ulu Cami’ye doğru yükselen dış zemin birtakım göçüklerle dolmuştur. Saray höyüğünün güneyinde kalan kısımların üzerine sonraki dönemlerde bir takım mezarlıklar yapılmıştır. Bu mezarlıkların altında kalan sarayın avlu ve hizmet bölümleri, kubbeli taht ve tören salonlarının bulunduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır.

Büyük höyüğün güneye bakan doğu kenarında ise Yukarı Şehre bakan bir cephe ortaya çıkarılmıştır. Burası düzgün kesilmiş, ancak doğudakilere göre daha küçük ölçüde duvarlar örülmüştür. Doğu cephesinde de ana giriş olduğu sanılan büyük bir açıklık bulunmaktadır.

Küçük Saray

Büyük Sarayın doğu ucunda yer alan alandaki gözetleme kulesi olarak nitelenen burç, halk arasındaki söylentiye göre Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın sarayı olarak bilinmektedir. Küçük Saray diye isimlendirilen bu yapı büyük tahribata uğramıştır.

Tarihi kaynaklarda bu bölümün 1328’de Eyyubi Muciruddin Muhammed tarafından yapıldığı belirtilmektedir.

ksaray.jpg


Günümüze en iyi şekilde ulaşabilen bölümü, köprünün bulunduğu yöne bakan kuzeydoğu cephesidir. Buradaki pencerelerin üzerine karşılıklı simetrik biçimde işlenmiş iki aslan kabarması yerleştirilmiştir. Buradaki pencerenin iki yanına da damla motifi denilen rozetler oturtulmuştur. Bu tür rozetler Artukluların çok sık uyguladıkları bir bezemedir. Aslan figürleri ise Selçukluların Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da uyguladıkları örneklerin bir benzeridir.

ksa.jpg


Küçük Saray’ın orta ekseninde 22 m. uzunluğunda, 980 m. eninde ve 7.60 m. yüksekliğinde dört köşe plana sahip bir mekan görülmektedir. Bu nedenle de buraya saray ismi halk tarafından yakıştırılmıştır. Bu mekanın aslanlı pencere dışında batı ve doğuya bakan iki penceresi daha bulunmaktadır. Ancak bunlar oldukça hasar görmüştür.

Hasankeyf Dicle Köprüsü (Taşköprü)

Hasankeyf Kalesi’nin kuzeyinde, Dicle Üzerindeki bu köprü, Ortaçağ’ın en gösterişli ve en büyük köprüsü olarak tanımlanmaktadır. Ancak kitabesi günümüze gelemediğinden ne zaman yapıldığı tespit edilememiştir. K.Ritter bu köprünün 1122’de Emir Fahrettin tarafından yaptırıldığını belirtmiştir. Lehmann-Haupt’a göre Artukoğullarının dördüncü hükümdarı Fahrettin tarafından XII.yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır.

00004540.jpg


Köprü üzerindeki figürlerden ve taşlardaki işaretlerden Artuklu yapısı olduğu sanılmaktadır. Eyyubiler döneminde, Sultan el-Melik el_Adil 1349’da bu köprünün tamirini istemiştir. Beş ay içerisinde onarılan bu köprü ile ilgili İbn Şeddat bazı bilgiler vermektedir: “ Köprü taştandır. Ancak ortası ahşap bir tavandır, düşman şehre saldırınca mevzilere çekilinir ve köprü kapanır, mevzilerde dolaşılır ve ikamet edilir. Ancak mevzilere kimse erişemez”.

00004541.jpg


Gezgin J.Barbaro da Hasankeyf’ten Siirt’e giderken Dicle üzerindeki tahta bir köprüden geçtiğini yazmıştır. Büyük olasılıkla bu köprü üzerinden geçmiştir. Barbaro, XV.yüzyılda geçtiği bu köprüyü şöyle tanımlamaktadır: “Köprünün kemeri o kadar yüksek ve geniştir ki, altından 300 fıçılık bir gemi bütün yelkenleri açık olarak geçebilir. Gerçekten, çok kere köprünün üzerinde durup nehre baktığım zamanlar, bu kadar yükseklikten dolayı bana korku gelirdi. Köprü fevkalade ve kayda şayan özelliktedir”.

Taşköprü

Köprü sivri kemerli olup, batıdan doğuya doğru 15, 22, 40, 22 m. ölçüsünde kemer açıklıkları bulunmaktadır. Buradaki 40 m.lik açıklık bölgedeki en büyük kemer açıklığıdır. Batıdaki ayağın kalınlığı 8.90 m.dir. Köprünün boyunun 100 m.den fazla olduğu sanılmaktadır. Ayrıca köprü ayaklarına üçgen ve yuvarlak şekillerde selyaranlar yapılmıştır. Ayak temellerinin üst seviyesinden yukarıya doğru kemerli, küçük oda boşlukları yapılmıştır.

Köprü ayaklarının üzerinde yıpranmış bazı kabarma şekiller vardır. Bunları ilk defa Reybaut L.Taylor görmüş ve parsa benzetmiştir. Ayakların her bir yüzü üzerinde üçer adet olmak üzere dört cephesinde sayıları 12’yi bulmaktadır. Ancak bunların büyük çoğunluğu yok olmuş, yıpranmış ve silinmiştir. Taylor, bunların her birinde insan vücudunun alt kısmı ve bacaklarını görmüştür.

Hasankeyf

Hasankeyf’in ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmemekle birlikte şehir ve etrafındaki mağaralar, burada çağlar öncesi yerleşim olduğuna işarettir. Hasankeyf, en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mezapotamya bölgesinde yer almaktadır.

00004538.jpg


Yekpare taştan meydana gelen kalesi nedeniyle”Kaya Kale” anlamına gelen “Hısn Keyfa” adını almıştır. Ancak başka isimler de kullanıldığı bilinmektedir. Hasankeyf, Türk-İslam tarihi ve medeniyeti açısından önemli bir yere sahiptir.

Milattan önceki dönemlerde Hasankeyf’in ne gibi tarihi gelişmelere sahne olduğu, kimlerin burada hüküm sürdüğü herhangi bir kaynak olmadığından bilinmemektedir.Yalnız Mezapotamya bölgesine hakim olan kavimlerin en gözde yerlerinden birinin Hasankeyf olduğunu söylemek mümkündür.

Miladi ilk asırlarda Hasankeyf, Bizanslılarla Sasaniler arasında el değiştirmiş. Zaman zaman Bizanslıların zaman zaman da Sasaniler’in elinde kalmıştır. IV.Yüzyılın ortalarında Hasankeyf’e sağlam bir kale yapan Bizanslılar, Müslümanların burayı fethettiği VII. Yüzyıl başlarına kadar egemenliklerini sürdürmüşlerdir.

Hasankeyf kalesinin kurulması, MS.IV.yüzyıl ortalarında, Diyarbakır çevresini ele geçiren Bizans İmparatoru Konstantinos, bölgeyi korumak amacıyla iki sınır kalesi inşa ettirmiştir.

Bu iki kaleden birisi Hasankeyf kalesidir. Kalede bulunan mağaralar, buranın kalenin inşasından önce de yerleşme yeri olarak kullanıldığını göstermektedir.

Hasankeyf MS. 639 yılında Emeviler tarafından fethedilmiştir. Bu tarihten sonra; Abbasiler, Hamdaniler. Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar’ın egemenliği altında kalmıştır. Hasankeyf en parlak dönemini Artuklular döneminde yaşamıştır. Bu dönemden kalan tarihi eserler şunlardır:

Hasankeyf Kalesi

IV. yüzyıl ortalarında Bizanslılar tarafından kurulmuştur. Daha sonraki dönemlerde de korunma özelliğinden dolayı, Hasankeyf’in en önemli yerleşim birimini oluşturmuştur.

Kalede yüzlerce yerleşim yerinin yanında Büyük Saray, Küçük Saray, Ulu Cami gibi tarihi eserler yer almaktadır.

Köprü

Ortaçağın en büyük taş köprüsüdür. Kesin olmamakla beraber Artuklular tarafından XII. yüzyılda yapıldığı söylenmektedir. Artuklu eseri Malabadi Köprüsü ile benzerliği bu ihtimali güçlendirmektedir.

Büyük Saray

Kalenin kuzeyinde yer alan ye göçükler altında kalan sarayın kitabesi olmadığından kesin olarak ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemekle birlikte yapının özelliklerinden Artuklu eseri olduğu tahmin edilmektedir.

İmam Abdullah Türbe ve Zaviyesi

İmam Abdullah Zaviyesi, Raman Dağları’nın kuzeybatısında höyük olduğu sanılan bir yükselti üzerinde yer almaktadır. Bu yapıdan günümüze yalnızca kubbeli türbe kısmı ile onun bitişiğinde kule şeklindeki minaresi gelebilmiştir.

Bu türbede İmam Abdullah’ın gömülü olduğuna inanılmıştır. Halk arasındaki yaygın bir inanışa göre İmam Abdullah Hz.Muhammed’in amcası Cafer-i Tayyar’ın torunlarındandır. Sultanı Takyeddin Abdullah (1249-1294) zamanında bir hizmetçi, rüyasında İmam Abdullah’ın bu civarda şehit düştüğünü görmüştür. Sultanın izin vermesi ile yapılan araştırmada İmam Abdullah’ın naaşı bulunmuş ve oraya gömülmüştür.

Yapı topluluğu türbe ve onun çevresindeki sonradan eklenen odalardan meydana gelmiştir. Bugün orijinalliğini yitirmiş olan yapı topluluğuna sonradan eklenmiş olduğu anlaşılan bir eyvandan girilmektedir. Bu eyvandan türbeye geçilen kapı üzerinde de Akkoyunlu Sultanı Halil’in 1474’te onardığını belirten bir kitabe yerleştirilmiştir.

Eserin ayakta kalan tek bölümü, kare planlı kubbeli mezar kısmıdır. Kubbenin etrafındaki külliye bölümleri tamamen harabe olmuş, kubbenin bitişiğindeki kule biçimindeki minare de kısmen harap olmuştur. Bu yapılar çeşitli dönemlerde yapılan onarımlarla tarihi önemini yitirmiştir. Günümüze gelebilen en önemli özelliği bitkisel arabesk kompozisyonlu, bugün Diyarbakır Müzesinde olan kapı kanatları ile kule biçimindeki minaresidir.

Külliyenin çevresinde zamanla bir mezarlık meydana gelmiştir.

Zeynel Bey Türbesi

Hasankeyf’te Akkoyunlular dönemine ait olan Zeynel Bey Türbesi üzerindeki kitabeden bu türbenin Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’e ait olduğu anlaşılmaktadır. Zeynel Bey türbesi tuğla ve sırlı tuğladan yapılmış duvar işçiliği ile tanınmaktadır. Dicle Nehri’nin sol yanında açık alanda yükselen bu türbe harap durumda olup, uzun süre samanlık olarak kullanılmıştır.

ZeynelBey.jpg


Türbe, dışarıdan silindirik olup, üzeri kubbe ile örtülü sekizgen bir mezar odasını kapsamaktadır. Türbenin altında mumyalık olup, sembolik lahit hücresi üst kısımda iki yöne açık bir konumdadır. Aynı zamanda türbeye kaide görevi yapan mumyalık türbenin bodrum katını oluşturmaktadır. Bu katın üzerine dıştan silindirik, üst kat için de yayvan kubbeli sembolik sandukanın bulunduğu kısım oturtulmuştur.

Türbenin kuzeyinde bir kapısı, güneyinde de bir penceresi bulunmaktadır. Alt bölümü düzgün kesme taşlardan yapılan türbenin asıl bölümü tuğladandır. Duvarların içerisine yapıyı sağlamlaştırmak amacı ile ahşap taban kirişleri yerleştirilmiştir. Dış kısımda kullanılan tuğlalar kızıl kahverengi, basit tuğlalar olup, bir bölümü de turkuvaz mavisi ve lacivert sırlıdır.

Türbe kapısının ve pencerelerin üzerindeki alınlık ve kemer uçlarındaki köşe taşları çini mozaik bir kuşakla kaplanmıştır. Bunların bir bölümü bugün dahi görülebilmektedir. Kapının üzerindeki kemerler ve çerçevesi arasında kalan bezemeler oldukça iyi bir durumdadır.

Küçük Külliye

Prof.Dr.Oluş Arık’ın başkanlığında, Hasankeyf Aşağı Şehirde yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. Ancak bu alan buldozerlerle tahrip edildiğinden plan düzeni anlaşılamamıştır. Kazılarda ortaya çıkarılan bu külliyenin mescidinin taş süslemeli mihrabı, düzgün kesme taşlarla kaplı zemini, havuzlu avlusu ortaya çıkarılmıştır.

İbadet mekanı küçük mescit ile benzerlik göstermektedir. Avlunun batı cephesi boyunca uzanan dikdörtgen mekanın avlu cephesi önünde bir kuyu ve havuza su çeken bir ark bulunmuştur. Avlunun güneyindeki küçük bir kapı ve bölgeye özgü kaburgalı tonoz kalıntıları ile karşılaşılmıştır.

Anonim Külliye

Hasankeyf Aşağı Şehirde Küçük Külliye’nin güneydoğusunda yapılan kazılarda ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen bir külliye ortaya çıkarılmıştır. İsmi bilinmediğinden de buraya Anonim Külliye denmiştir. Yapılan kazılar sonucunda Küçük Cami’ye benzeyen bir mescit ve onun müştemilat kısımları ortaya çıkarılmıştır.

Diğerleri gibi gösterişli olmayan bu yapının mihrabı ve ibadet yerinin yanındaki bir oda dikkati çekmektedir.

Yamaç Külliyesi

Hasankeyf Aşağı Şehir’de Mevlâna Camisi’nin arkasında, mağaralarla kaplı kayalık alanda ortaya çıkarılan bu yapının ne olduğu kesinlik kazanamamıştır.

Burada dik kayalar içerisine yerleştirilmiş setlerde çok katlı ve çok gözlü bölümler ortaya çıkarılmıştır. Bu bölümdeki kazılar tamamlanamamıştır.

Ulu Cami

Hasankeyf Ulu Camisinin ne zaman yapıldığını belirten bir kitabesi günümüze ulaşamamıştır. Ancak bu yapı XII.yüzyılın başlarında Mezopotamya bölgesine egemen olan Artuklular zamanında (1101-1232) yapılan Mardin, Dunaysir (Kızıltepe) ve Manyafarikin (Silvan) Ulu Camileri gibi yapıların bir devamıdır. Kalenin en yüksek noktasında bulunan bu cami Eyyubiler döneminden kalmıştır.

UluCami-1.jpg


Hasankeyf Ulu Camisinin silindirik gövdesinin alt kısmı ile kaidesi kalabilmiş minaresindeki 1327, eyvandaki 1394 ve minberdeki 1396 tarihlerini veren yazıtlar bulunmaktadır. Burada kazı yapan Prof.Dr.M.Oluş Arık’a göre bu kitabelerin Eyyubilerin (1232-1524) Hasankeyf’te yapmış oldukları onarımlar sırasında konulmuştur. Oluş Arık bu kitabelerin hiç birisinin ilk yapılış tarihine ait olduğunu düşünmemektedir.

Ulu Cami Büyük Saray höyüğü ile iç içe olacak kadar yakın ve karışık bir konumdadır. Buradaki sarayın Ulu Caminin ve çevresinde yapılacak kazılar bu eserin ne zaman yapıldığı konusunda bir açıklık getirecektir. Bununla beraber yapının bugünkü bulgulara göre XIV.yüzyılın ilk yarısında yapılmış olabileceği sanılmaktadır.

Ulu Caminin güneybatısında çukurlaşan arazide, caminin altındaki mağara ve kayalarla kaynaşmış eski yapılar ve kalıntılar da görülmektedir. Bu yapıların bir avlu etrafında toplanan caminin müştemilat yapıları olması da muhtemeldir.

El-Rızk Cami

El-Rızk Camisi Dicle Nehri’nin güneydoğusundaki dik kıyı üzerinde kale ile köprü arasında bulunmaktadır. Hasankeyf’in kuzeybatısındaki bu caminin birçok bölümü yıkılmış olmasına rağmen yine de planı çıkarılmıştır. Caminin güneyde kale tarafındaki ibadet mekanı heyelan yüzünden nehre uçmuştur. Günümüze ibadet mekanının bir bölümü ile en kuzeydeki anıtsal taç kapısına kadar olan 53.28 m. uzunluğundaki kalıntıları gelebilmiştir.

elrzk.jpg


Camiden günümüze gelebilen en önemli eser başlı başına bir anıt niteliğinde olan silindirik gövdeli minaresi, anıtsal kapısı ve ibadet mekanının kalıntılarıdır. Yapının hemen hemen bütünü gibi bunlar da düzgün kesme taş bloklardan yapılmıştır. Ayrıca ileri düzeydeki taş oymalarla süslenmiştir.

Hasankeyf’in simgesi olan bu minare, üzerindeki kitabeye göre 1409’da Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Ancak caminin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Minare, doğudaki sokak zemininden 37.57 m., çukurda kalan ibadet mekanından 40.85 m. olarak ölçülmektedir. Kare prizma şeklindeki kaidesi 3.61 m., silindirik gövdesinin çapı da 3.41 m.dir. Caminin kuzeydoğu köşesine bitişik yüksek kare prizma kaide üzerindeki minare küçük mozaikler halinde kesilmiş renkli taşlar ve kakma tekniği ile düzenlenmiş ince geometrik örgülerle bezenmiştir. Bu kaidenin üzerinde daha çok Selçuklu kubbeye geçiş sistemlerine benzeyen biri baş aşağı, ondan sonra gelen başı yukarda olmak üzere üçgenler dizisi bulunmaktadır. Bunları sekizgen prizma şeklinde ara bölümler tamamlamaktadır. Bunun üzerinde yükselen silindirik gövdenin tüm dış yüzleri son derece ileri düzeyde bir taş işçiliği ile yapılmıştır. Gövde üzerinde plastik etki bırakan yatay profil kuşaklar minareyi üçe bölmüştür. İlk bölümde damla motifi şeklinde dört büyük rozet belirli aralıklarla dizilmiştir. Bu rozetlerin içerisine girift örgü kompozisyonları işlenmiştir. İkinci katta ise profil kuşakları sekiz kemer oluşturacak şekilde gövdeyi dolaşmaktadır. Üçüncü kat profilli sütuncuklar, mukarnas dilimleri ile bezelidir. Minarenin şerefesi dışarıya fazla çıkıntı yapmamakta, üzerindeki petek kısmı da oldukça kısadır. Burası da küçük sivri kemerlerle sekiz sahte cepheye ayrılmıştır. Bunun üzerine de dilimli bir kubbe şeklinde minare külahı oturtulmuştur.

Minarenin gövdesi içerisinden iki ayrı merdivenle şerefeye ulaşılmaktadır.

Anadolu taş mimarisinde o zamana kadar görülmeyen, yalnızca anıtsal kapılarda uygulanan bu tür bezemeler Artuklular döneminde kullanılmıştır. Büyük olasılıkla da bu tür süsleme Zengiler döneminde başlayarak İlhanlıların etkisi ile zenginleşmiş ve Eyyubiler zamanında da klasik bir konuma getirilmiştir.

Günümüze harap bir durumda gelebilen avlunun kuzey duvarının ön yüzü de ileri düzeyde bir taş işçiliği göstermektedir. Ancak arka yüzü çeşitli dönemlerde değişikliklere uğramıştır.

Sultan Süleyman Camisi

Sultan Süleyman Camisinin minare kaidesinde bulunan bir kitabeye göre; bu yapı 1407 yılında Eyyubi Sultanı Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Yapının doğu ucundaki kubbeli odanın 1432’de ölen Sultan Süleyman’ın türbesi olduğu da iddia edilmektedir.

sultansu.jpg


Sultan Süleyman Camisinin en önemli bölümü günümüze kadar gelebilmiş olan minaresidir. Avlu giriş kapısının güneyinde bulunan dikdörtgen kaideli minarenin her cephesine Arapça kûfi yazı frizleri yerleştirilmiştir. Kaidenin üzerinde yükselen silindirik gövde dört kuşakla bölümlere ayrılmıştır. Buradaki her kuşak birbirinden farklı şekilde motifler kapsamaktadır. Şerefenin yukarısı ne zaman ve nasıl olduğu bilinmeyen bir nedenden ötürü yıkılmıştır. Bugün minare gövdesinde de derin çatlaklar bulunmaktadır.

Caminin kıble duvarı boyunca doğudan batıya doğru sıralanan bir takım mekanların camiyi oluşturduğu anlaşılmaktadır. Kubbe içerisi alçı bezemelerle süslenmiştir. Mihrabı Mardin Artuklu eserlerini andıracak şekilde çift renkli taş geçmelerden yapılmıştır. Minberinde ise oldukça ileri düzeyde taş işçiliği ile yapıldığı günümüze gelebilen kaidesinden anlaşılmaktadır. Minberin kendisi yok olmuştur.

Caminin ibadet mekanı ve üst örtüsü yıkılmış olup, Prof.Dr.Oluş Arık başkanlığındaki kazılar burada yapılmaktadır.

Koç Cami

Koç Camisi Sultan Süleyman Camisi’nin güneyinde yer almaktadır. Kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla XIII.yüzyıla ait bir eser olduğu sanılmaktadır.

Bu camide Mezopotamya ve Arap ülkelerinde ortaya çıkan ilk camilerin çizgileri görülmektedir. Ayrıca burada İran geleneğinin kubbe-eyvan ikilisini bir araya getiren sentez de görülmektedir. Mihrap duvarı önündeki ince uzun dikdörtgen planlı bir ibadet yeri, doğudan batıya doğru uzanmaktadır. İbadet mekanının önünde oldukça büyük bir alanı kaplayan anıtsal bir avlu bulunmaktadır. Bütün bu bölümler 32x44 m.lik bir alanı kaplamaktadır.

İbadet mekanının güney duvarının ortasına 5x3 m2 boyutlarında bir alçı mihrap yerleştirilmiştir. Mihrabın önünde maksura kubbesini taşıyan dört büyük kemer bulunmaktadır. Bu kemerlerden ikisi mihrap ve kuzey duvarına yaslanmaktadır. Diğer ikisi de ibadet mekanının doğu ve batısındaki duvarlara bağlantılıdır. Böylece bu dört kemerle yapı ortasında baldaken denilen bir iç bölüm meydana getirilmiştir.

İbadet mekanının ana ekseni ortasındaki büyük eyvan kuzeye, avluya açılmaktadır. Çeşitli dönemlerde onarımlar geçiren bu eyvan duvarlarında her türlü taş kullanılmıştır. Eyvanın iki yanına peş peşe ikişer oda simetrik olarak yerleştirilmiştir. Bu eklemelerin yapı ile birlikte tasarlandığı sanılmaktadır.

Kızlar Camisi

Aşağı Şehirde Koç Camisinin doğusunda yer alan Kızlar Camisi’nin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı, kitabesi günümüze gelemediğinden bilinmemektedir. Bununla beraber bu yapının Eyyubiler dönemine ait olduğu sanılmaktadır.

Bu cami alışılmadık bir plan düzeni göstermektedir. Düzgün duvarlarla çevrili kare şeklindeki bir orta avlunun dört köşesinin her birine kubbeli birer yapı yerleştirilmiştir. Büyük olasılıkla bu yapı Albert Gabriel’in dediği gibi; bir anıt mezar külliyesidir.

Yapının kuzey cephesinin ortasında bulunan girişinde ve pencerelerinde ileri düzeyde bir taş işçiliği görülmektedir. Bu bezeme kalıntılarının Mardin Artuklular dönemi kalıntıları ile Halep Eyyubi eserlerinde benzerleri görülmektedir. Yapının korunabilen kuzey cephesinde ve türbelerin duvarları kûfi yazı frizleri ve dekoratif bitkisel bezeme ile süslenmiştir.

Günümüzde bu yapı topluluğundaki dört odadan biri odunluk haline getirilmiş, diğerleri birer camekanlı koridorla birleştirilerek içerisi yeni Kütahya çinileri ile kaplanarak cami haline getirilmiştir.

Küçük Mescit

Küçük Mescit’in ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Yapı üslubundan XIV.yüzyıl Artuklulara ait olduğu anlaşılmaktadır. Ancak burada Zengi mimarisine ait özellikler de görülmektedir.

Caminin planı enine dikdörtgen olup, sütun ve ayaklarla desteklenmeyen bir ibadet yeri olduğu kalıntılarından anlaşılmaktadır. Mihrap, kıble duvarının ortasında olup, önü kubbe iki yanı da tonoz ile örtülüdür. Böylece İslâm mimarisinde görülen enine planlı cami planı burada uygulanmıştır. İbadet mekânı doğu yönünde düzgün taş döşeli bir avluya açılmaktadır.Ancak bu avlunun çevresinde başka yapıların olup olmadığı anlaşılamamaktadır.

Mevlâna Camisi

Hasankeyf Aşağı Şehir’de Anonim Külliye denilen yapının 200 m. doğusundadır. Bu yapı ile ilgili kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır.

Gabriel’in gördüğü ve yerini işaretlemekle kaldığı bu yapı ile ilgili olarak 1985’te yörede araştırmalar yapan Prof.Dr.Oluş Arık; yapılan onarımlarla caminin büyük ölçüde orijinalliğini yitirdiğini belirtmektedir. Büyük olasılıkla bu yapı küçük avlusu, havuzu ve küçük bir revakı ile bir semt camisidir.

Mevlâna isminin bu camiye verilmesini Prof.Dr.Oluş Arık şöyle tanımlamaktadır: “Adı sanı belli olmayan camilere bir takım tarihi büyüklerin adını vermek, Hasankeyf’te ilginç bir moda haline gelmiş, Hasankeyf’te 1985’te çalışmaya başladığımda, bu mütevazı semt camisi de dahil, bir çok eserin adı sanı yoktu. Son yıllarda buna Mevlana, Kızlar Camisi ve Selahattin Eyyubi Camisi gibi aslı olmayan isimler verildiğini görüyorum”.
Hasankeyf’te yapılan arkeolojik araştırmalar buna benzer biçimde bir çok küçük caminin yapıldığını da göstermektedir.
 
Üst