Gaston
Çeviri & Balonlama
- 27 Haz 2019
- 148
- 4,909
Didier Tarquin, 1994 ila 2000 yıllarında arasında çizdiği "Lanfeust de Troy" ile ilgili 2016 yılında verdiği röportajda soruları şöyle cevapladı:
Serinin büyük başarısını nasıl açıklıyorsunuz? Hangi albümden sonra başladı?
Lanfeust’ün başarısı biraz garip. Daha kitap çalışma aşamasındayken (çizimlerin üçte ikisini yapmışken) kitabın çıkışının iyi olmadığıni biliyorduk. Mourad Boudjellal (o zamanki editörümüz) bize « Kitabın çıkışı boktan ! » demişti. Daha albüm çıkmadan yenikleri oynuyorduk. Ama kitap çıktığında, her on yılda bir bir serinin başına gelenler oldu: İnsanlar satın aldı. Ve sadece okumakla da yetinmediler, ödünç verdiler, önerdiler… kulaktan kulağa yayıldı. Üç ya da dört ay sonra, Mourad beni aradı « Didier, inanılmaz, elimizde kitap kalmadı, yeniden basmak zorundayız! »
O andan sonra gelecek hakkındaki düşüncelerimin tamamen değiştiğini anladım ( o ana kadar daha çok gidip başka bir iş bulmayı düşünüyordum.) Birdenbire önümde çizgi roman çizeri olarak kalabilme olasılığı çıkmıştı. Bu bir rüyaydı ve hatta ufak bir “peri masala” kısmı da vardı… okuyucuların aradığı gibi. Lanfeust’ün başarısı tamamen okuyucuları sayesinde oluştu. Bu Soleil yayınları içinde muazzam bir başarıydı çünkü olaya bakıldığında bu Soleil yayınlarının kârlılık sınırını geçen ilk özgün çizgi romanı olmasının ötesinde para kazandırmaya da devam ediyordu. Daha önce Soleil’e para kazandıran « Rahan » ve « Tarzan » vardı ama bu Soleil yayınlarının yarattığı çizgi romanlar değildi. O anın keyfiyle Arleston ve Mourad’a yılda iki albüm yapmayı önerdim. Bu zor bir seçimdi çünkü gece-gündüz, haftasonları da dahil olmak üzere sürekli çalışmam gerekiyordu. Bunu yaptık ve ek bir katkı da sağladı (kıvılcımın üzerine bir kaç damla benzin akıtmak gibi). Ve BOM ! Bunu ikinci albüm çıkar çıkmaz hissettik.
Çizgi romanda Epik Fantazi türünü tekrar başlatmasa da, “Mizah” ve “Alay” yaklaşımı mı Lanfeust’te yenilikçiydi?
Bu sürekli sorulan bir soru ama mizah ile fantaziyi karıştırarak Lanfeust’te bir yenilik getirdiğimizi düşünmüyorum. Mizah her yerde karşımıza çıkıyor. Daha çok Lanfeust’ün başarısı ile yükselen bir akım hâline geldi. Lanfeust’ten önce Epik Fantazi çizgi romanlar vardı. Amerikan « Conan » vardı. Fransız-Belçika çizgi romanında da « La quête de l’oiseau du temps », « Les légendes des contrées oubliées », « Les chroniques de la lune noire » gibi eserler vardı... Mizah türünde de « Le banni »yi yapan Coucho’yu hatırlıyorum. Daha çok şaka üzerineydi, kanlı olması bekleniyordu. « Kroc le bô » (yine Ségur) vardı. Daha çocuksu bir yanı olan « Fuzz et Fizzbi »yi (Tota ve Cailleteau) hatırlıyorum. Lanfeust’e gelince, sanırım sadece o sırada insanlar bunu okumak istiyorlardı, hepsi bu.
İlk albümlerdeki az görülen erotizm ve şiddet sonlara doğru gittikçe arttı…
Erotizm ile şiddetin dozu tamamen Arleston. O bölümü yazıyordu ben de yorumluyordum ama bazen biraz daha ileriye götürmek istediğim anlar olmadı değil. Eğer Western sineması ile bir karşılaştırma yapacak olursam Arleston çok klâsiktir. O eğer John Ford ise ben Sergio Leone olurdum. Ben daha taşkınım. O yönde, ondan daha fazla latinim. Bunu çizgi romanda söylersek, Arleston benden daha fazla klâsik Fransız-Belçika ekolünden, halbuki ben, benim kültürümde aynı zamanda Amerikan comics ve manga da var. O « Spirou » okurken ben « Métal Hurlant » ile underground okuyordum. Bunu söylesem de, bunlar onun maceraya şiddet ve erotizm katmasını engellemedi… ve ben de bunları biraz abartıyordum. Bana bir köy çiz dediğinde bir kasaba çiziyordum. Kahraman üç muhafızla savaşmak zorundayken ben on beş muhafız koyuyordum… Bazı sahnelerden memnun kalıyordu… bazılarını ise çok ileri gidilmiş bulup dikkat etmemi söylüyordu. Bunların arasında söz ettiğin erotik ve şiddet sahneleri de vardı elbette ki..
Lanfeust de Troy öyküsü iki bölüme ayrılmış. Seri beşinci albümden ve Cixi’nin ayrılmasından sonra olgunluğa erişmiş görünüyor.
Bu iki bölüme ayrılma, istenerek yapıldı ama şu da bilinmeli ki aslında albümler hep çok hızlı yapılmıştır.! Gerçekten çok hızlı! Hep koşarak! O yazar, ben çizerim. Benim çizdiklerim ona yeni fikirler getirir. İkimizin çalışma şekli bir ip cambazının işi gibi. Bazen nereye gittiğimizi bile bilmeyiz. Onuncu sayfadaki bir şey otuzuncu sayfadaki bir şeyi etkileyebilir ama yaparken bunun hakkında hiçbir fikrimiz olmaz. Gideceğimzi yön bellidir ama detaylar değil. Arleston’dan, ilk kare çizilmeden önce, bir albümü A’dan Z’ye tamamen senaryolamasını isteyemeyiz (Van Hamme ile olduğu gibi.) Arleston daha çok Charlier gibi… bir tefrika yazarı gibi çalışır. Hemen hemen doğaçlama yapar: Nereye gitmek istediği hakkında bir fikri vardır ama detaylar, asla! Bu onun çalışma tarzı ve Arleston’a bunun için saygı duymak lazım. İlk serinin ikinci bölümüne gelecek olursak, sanırım izlerimizi daha çok bulmuştuk. Daha az sıkıntılıydık. Başarı hazmedilmesi kolay bir şey değil çünkü duygular çok kuvvetlidir. Ve mutluluğu da idare etmesini bilmeli, ukala olmamak için. Sanırım bütün bunlara karşı nerede durduğumuzu anlamaya başladığımız zaman oydu ve aynı zamanda tekniğimi değiştirmeye karar verdiğim an da oydu: Fırça kullanmaya başladım.
Gerçekten de çizerken daha büyük bir zevk aldığınız ve Arleston’un da öykü için yeni gelişmeler bulduğu izlenimini ediniyoruz.
Aynı şarap gibi, iyi ve kötü yıllar olabilir. Ve öte yandan iyi ya da kötü bir albüm yapıp yapmadığımızı bilemiyoruz. Tek söyleyebileceğimiz elimizden gelenin en iyisini yaptığımız. Sonradan, geriye bakınca iyi bir yıl mı geçirdiğimizi yoksa tamamen fiyasko mu olduğunu görebiliyoruz! Başarıya ulaşacağımız ve bunu da kaybetmek istemediğimiz için deli gibi dörtnala çizim yaptığım zamanlarda değildim artık. Ve ürettik, ürettik, ürettik: Altı ayda bir, bir kitap deli işi. Beşinci ya da altıncı albümden sonra aynı mantıkta değildik artık: Yılda bir albüm çıkardık ve biraz daha fazla durup dinlendik. Aynı zamanda Soleil içinde yerimizin ne olduğunu da anladık. Benim için o yıllar, başka bir şey yapmaya, mesela fırça ya da başka bir kağıt gibi şeyler denemeye heves ettiğim yıllardı. Fırçaya tam da Cixi’nin ayrıldığı, Darshan’dan gittiği anda başladım. Sonrasında, sahneleme anlamında en sevdiğim sahnelerden biri olan albüm geldi: Ünlü, beyaz trollerin trene saldırı sahnesi. Sahneleme, çizim kadar önemli. Evet! Bugün bile o en iyi sahnelerimden biridir! O an artık kağıt ile düşünmeyi bırakıp kamera ile düşünmenin gerektiğini anladığım andır.
Soracağım soruyu tahmin etmiş gibisiniz gerçekten de bu sahne okuyucular için önemli bir sahneydi!
Zamanla bir şeyi anladım… Lanfeust’ün çok yönlü bir kahraman olduğu! Lanfeust bir epik fantazi kahramanı ama aynı zamanda bir kovboy, bir Jedi, bir süper kahraman… ve dolayısıyla da anlatacağımızın ne olduğuna göre sahnelemeyi değiştirme hakkımız var. Beyaz trollerin trene saldırdığı o sahnede, gerçekten de saf ve katı bir Western yapmayı istedim. Kadrajda bile! Örneğin bir desen var ki kendi kendime acaba kamerayı oraya kadar sokabilir miyim diye: Trolün vagonun tavanını kırdığı sahne ama vagonun içinden, delikten görüyoruz. Bu gibi şeyleri Lanfeust’te çok az kullandım.Ve gerçekten de hareket getirmek istedim. Üstüne üstlük fırça ile: Sadece anlamda değil (göstermek istediğim şeyleri gösterme yöntemi) ama aynı anda tekniğimde de çaba sarfettim. Elimde farklı bir araç vardı ve her çizgiyi düşünerek çizmek zorundaydım. Hâlâ tam olarak ustalaşmış sayılmam, büyük çaba istiyor.