Blow-Up (1966)

agartan

Onursal Üye
28 Haz 2019
1,220
11,330
Blow-Up (1966)

Yönetmen: Michelangelo Antonioni *Palme d'Or 1967*
Senaryo: Michelangelo Antonioni, Julio Cortázar, Tonino Guerra
Ülke: İngiltere, İtalya, ABD
Müzik: Herbie Hancock
Tür: Dram, Gizem, Gerilim
Dil: İngilizce
Süre: 112 dk.
Vizyon Tarihi: 01 Ekim 1971 Türkiye (Cinayeti Gördüm)
Bütçe: $1,8 M
Çekim Yeri: London, İngiltere, Birleşik Krallık
Nam-ı Diğer: Blowup

IMDb Rating: 7.6

Sunum: 0,99 GB, 720p, orijinal dilde ve Türkçe altyazısı yanındadır.

İndirmek için:



0060176.jpg



turkcealtyazi.org tanıtım yazısı:

İtalyan Sineması'nın usta yönetmenlerinden Michelangelo Antonioni'nin başyapıtı sayılan "Blowup", 1966 senesinde vizyona girdi.
Arjantinli yazar Julio Cortazar'ın kısa öyküsünden uyarlanan yapım, 1,5 Milyon Dolar ile çekildi.
İngiltere doğumlu aktör David Hemmings'in başrolünde yer aldığı filmde İngiliz aktris Vanessa Redgrave, Sarah Miles, John Castle ve Jane Birkin
gibi isimler de rol alıyor.
Bir şeyin gerçek olup olmadığını nesnel kanıtlarla değil, gerçekliğini savunan kişinin inancıyla ölçülebileceğini anlatan film,
muhakkak izlenmesi gereken başarılı bir yapım.

İngiltere'de yaşayan Thomas, işinde başarılı bir fotoğrafçıdır. Günlerden bir gün genç adam, yolda yürürken iki sevgiliyi fotoğraflar.
Ancak bu durum fotoğrafladığı kadını rahatsız eder ve genç kadın, Thomas'dan fotoğrafların negatiflerini ister.
Bu isteği reddeden Thomas, eve gidince fotoğrafları banyo eder.
Aradan çok zaman geçmeden kapısına dayanan genç kadın, Thomas'a fotoğrafları vermesi için uygunsuz teklifte bulunur.
Bu durum üzerine şüphelenen genç adam, fotoğrafları büyütüp inceler ve görmemesi gereken bir şey görür.



BlowUp1967red55x79in3500LB.jpg



turkcealtyazi.org yorumları:

Basit bir konu. Çok uzatılmış.
Sanatsal yönünü bilmiyorum ama filmde hiçbir şey yoktu, son sahnedeki pandomimcilerin tenis oyunu hariç...
En az 10'ar dakikalık sessizlikle geçen 3-4 bölüm var. Yani toplamda bir saat kimse konuşmuyor. İlginç gerçekten. 3/10


*

Sanat filmi sevenler kaçırmasın, Antonioni süper bir yönetmen. 8/10


39702-BlowUp-all.png



Filmde olan biten fazla bir şey yoktu ama baştan sona ilgiyle izledim.
Görsel yönden çok zengin buldum. Antika eşyalar, tablolar, saç, makyaj ve kostümler çok ilgimi çekti.
Müzikler de çok hoştu. Thomas karakterini oynayan oyuncunun hali ve tavırları da ilginçti.
Yönetmenin çekimlerde bize özellikle göstermek istediği detayları bazen filmi durdurup inceledim.
Pandomimciler de çok renk kattılar. Güzel vakit geçirdiğimi söyleyebilirim.
Cinayetin hiçbir önemi yoktu.
Onun önemi, zengin ve kibirli fotoğrafçı Thomas'ın bomboş sürdüğü hayatına bir anlam kazandırmasıydı. # Fügen Atasoy - Sinema Yazarı



blowup876878.jpeg



agartan:
* Blow-Up: a-Filmin 16 mm'den 35 mm'ye aktarılması işlemi. b-Bir grafiğin ya da fotoğrafın büyütülmesi.
* Yönetmen filmin sonundaki pandomimcilerle geçen sahne için çimlerin daha yeşil görünmesini istediğinden çimleri yeşile,
aradaki yolu da siyaha boyatmış.
* Sinema tarihinde ilk defa bir kadın (Jane Birkin) çırılçıplak gösterilmiş.
Baş karakterin fotoğraf çekimi sahnesi de gelmiş geçmiş en erotik sahnelerden biri kabul edilir.

* Filmin çekimleri sırasında cebinde bir tek esrarlı sigara ile yakalanan Antonioni,
30 yıl sonra, konuşamaz ve felçli iken, "ömür boyu onur belgesi" almak için NY City'e gelmiş.
Gelir gelmez de 30 yıl önceki bu olaydan dolayı, polis tarafından gözaltına alınmış.
ABD Başkanının talimatı ile serbest bırakılıp, ödülünü alabilmiş.

* Filmin sona yakın sahnelerinden birinde The Yardbirds konserini izleriz. Bu grubun elektro gitaristi sonradan Led Zeppelin'de müzik kariyerine devam edecek olan Jimmy Page'dir. Konser, grubun üyelerinden Jeff Beck gitarını The Who grubunu anımsatan bir şekilde kırıncaya kadar devam eder. Aynı sahnede BBC'nin skeç grubu Monty Python'dan Michael Palin, konseri dinleyen kalabalık arasındadır ve yine konser esnasında gelecekte İngiliz medyasının ünlü bir ismi olacak olan Jane Street-Porter, çizgili pantolonuyla dans ederken görülebilir.

Gerçeklikten kopuş, sinema sanatında sade ve basit şekilde ancak bu kadar güzel anlatılabilir.
Adamın bir şeyleri "zannetmesi" ve zannettiği şey üzerine kendince kanıtlar bulup kendine ispatlaması ve sonra gerçeğe dönüş.
Filmin sonundaki pandomimciler de sanki adama ders vermek için toplanmıştır; herşeyi özetlerler.
Ayrıca adamın kalabalıklar içindeki yalnızlığı ve paniği seyirciye çok iyi hissettirilir.
Ruhsal bozukluklara şöyle bir teğet geçip sıyrılma nasıl olurmuş, çok güzel anlatılıyor.



Blow-Up'ın asıl marifeti röntgenciliği perdeye taşımak değil, gerçekliği sorgulamaktır.
Bu açıdan final dahil çoğu olaylar izleyene bırakılmıştır.
"Evet, bir cinayet vardı" yorum olasılığı ile "hayır, cinayet yoktu" yorum olasılığını eşit görüyorum..
Başarılı bir filmdir.
İzleyen kişi ya filmden fazlasıyla etkilenecek, ya da filmden hiç etkilenmeyecek, hatta sıkıntıdan kapatma raddesine gelecek.
"Fena değil" diyenler muhtemelen filmden sıkılan ve "bitse de bilgisayarı kapatsam" modundaki kişilerdir.



Esas ilginci, internet taramalarımda rastladığım, bu film ile bağlantı kuran şu aşağıdaki yazıdır:
(Bu film arşivimde yoktu. Yazının sonlarına doğru filmin Türkçe adını görünce anımsadım ve peşine düştüm.
Doğal olarak, sunumdan önce izledim. Sonra yorum / eleştirileri okudum.
Sıkıldığım, ileri sarmaya yeltendiğim sahneler olduğunu söylemeliyim.
Aksiyon, gerilim beklemeyin.
Ancak... O yılların belli bir kesimin yaşantısını; harika bir gizemi de işin içine katarak ele almış.
Farklı "okumalara" açık bir film, bu açıdan özellikle sinefil Diyardaşların arşivine katacağını düşünüyorum.
Yazıyı ise; virgülüne dokunmadan, düzeltme yapmadan -olduğu gibi- aşağıya alıntıladım)


* Aşağıdaki yazı filmin konusu hakkında ayrıntı ve siyasi eleştiri içermektedir! *

* kendimi, michelangelo antonioni’nin ‘blow up’ filminin kahramanı fotoğrafçı gibi hissediyorum.

londra’da bir parkta gezerken, karşıda öpüşen bir çifti görür ve fotoğrafını çeker.
kadın bunu fark edince, koşup makinesini almak ister, ancak fotoğrafçı reddeder.
kadının ısrarından şüphelenen fotoğrafçı, çektiği kareyi büyütmeye başlar.
büyüttüğünde çalıların önünde bir cesedin yattığını görür.
biraz daha büyütünce bir şeyi daha fark eder.
çalıların içinden uzanmış elinde silah tutan bir kol görünmektedir.
fotoğrafçının gözünün göremediği şeyi, kamera görmüştür.
hemen fotoğrafı çektiği parka gidip o çalılığı bulur. ceset oradadır, ancak kamerası yanında olmadığı için tekrar çekemez.
stüdyosuna döndüğünde çektiği fotoğrafların da kaybolduğunu görür.
bir arkadaşını alıp oraya gittiğinde ise artık ortada bir ceset yoktur.
polise gider, kayda geçmiş böyle bir cinayet de yoktur.
böylece, fotoğraf makinesinin gördüğü cinayeti kimse görmemiştir.

* * *

45 yıl sonra fotoğraf makinesi, ankara’daki ethem sarısülük cinayetini görüntüledi.
kurşunu sıkan polis belli, kurşunu sıktığı apaçık belli.
ama bizden bu cinayeti görmememiz isteniyor.
45 yıl sonra gezi olayları sırasında gözü-kaşı patlatılan, uzuvları, ruhları sakat bırakılan insanlar belli.
sakat bırakanlar da belli.
ama bizden bu meçhul olmayan failleri, meçhul kabul etmemiz isteniyor.
45 yıl sonra antalya’da bir park yerinde öldürülesiye dövülen çocukların görüntüleri ortada.
dövenler daha da çok ortada.
inen kalkan coplar, bedende en hayati organlara hedef gözetmeksizin atılan tekmeler ortada.
ama bizden bu cinayete tam teşebbüsü görmememiz isteniyor.
yani fotoğraf makinesinin gördüğünü, görmememiz isteniyor.
fotoğrafı istediğimiz kadar büyütelim...
hayır, türkiye cumhuriyeti’nin yeni resmi tarihi’nde böyle bir olay, olaylar yok...
bu rejim değişip, demokratik bir rejim gelinceye ve bu dönemin gayriresmi tarihi yazılıncaya kadar bekleyeceğiz...

* * *

‘blow up’ filmini ilk defa seyrettiğimde 20 yaşımdaydım.
demek ki, 40 yıldır gözümün önünden gitmemiş.
ama asıl gözümün önünden gitmeyen son sahnesiydi...
onu da yan tarafta anlatayım.

devlet kusuruma bakmasın o hayali topu geri atmam.

filmin son sahnesinde aynı parkta iki mim sanatçısı hayali top ve raketlerle tenis oynamaktadır.
fotoğrafçı kenarda durup bu hayali maçı seyretmeye başlar.
görünmeyen topu kafasıyla izlemektedir.
pantomimcilerden biri hayali topu, onun bulunduğu yere vurmuş gibi yapar.
sonra ona bakarak, topu geri atmasını ister.
fotoğrafçı, bir ara tereddüt eder.
sonra hayali topu alıp oyuncuya atar.
makinesinin ve kendi gözünün gördüğü cesedi yok sayan fotoğrafçı, sonunda olmayan bir topu var saymak zorunda kalmıştır.

* * *

45 yıl sonra üzerleri çıplak, askılı pantolon giyen, başlarında tuhaf şapkalar olan 100’den fazla tuhaf adamın,
başörtülü bir kadını ve onu kurtarmak isteyen yaşlı bir adamı ölesiye dövdüğü her gün anlatılıyor.
olayın geçtiği yerde mobese kamerası var.
herkesin elinde fotoğraf çeken akıllı makineler var.
kadının üzerine dna’lar bırakılmış.
ama nedense bir tek görüntü yok.
üzeri çıplak, askılı pantolonlu 100 tuhaf adamdan tek kare görüntü yok.
polise intikal etmiş dna yok...
büyük bir şehrin merkezi bir yerinde yürüyen sıradan bir insanı günde en az 25 kere yakalayan mobese’ler nedense bu olayı yakalayamamış.
ve bize her gün binlerce ekrandan, kameradan bu olay anlatılarak, görmüş gibi yapmamız isteniyor.
biliyorlar ki, görsek yakasına yapışacak, yüzüne tükürecek ilk kişi bizler olacağız.
45 yıl sonra birtakım pantomimciler bize camide bira içildi hikâyesi anlatıyor.
“görüntü var” deniyor.
görüntüdeki kutunun bira olmadığı ispatlanıyor.
devletin bakanı, büyükelçileri çağırıp, “içeride yere atılmış bira kutularını gösterdik” diyor.
büyükelçiler çıkıp “daha önce seyrettiğimiz, kapının dışındaki ezik kutudan başka bir şey yok” diye yalanlıyorlar.
ama hâlâ her gün miting meydanlarından, televizyon ekranlarından, gazete köşelerinden,
pantomimcilerin attığı bu hayali topu geri göndermemiz isteniyor.

* * *

film türkçeye “cinayeti gördüm” adıyla çevrilmişti.
bugün kendimi aynı filmi seyrediyor gibi hissediyorum.
bunaltan bir polis devleti bütün imkânları, bütün müttefikleriyle üzerime çullanmış...
benden, “gördüğüme inanmamamı, görmediğime ise inanmamı” istiyor.
istemiyor, emrediyor...
‘blowup’ı seyrettiğimde soğuk savaş yıllarıydı.
muhafazakâr sağın antikomünizm tamtamları kulakları sağır ediyordu.
bugün ise bir yalan ve iftira vuvuzelası beynimize tasallut etmiş vaziyette...
o devlet kusura bakmasın, annem ve rahmetli babam bana itiraz etmeyi, kafa tutmayı, onların her söylediğine bile evet dememeyi öğrettiler.
gördüğüme inanacağım, görmediğime, gösterilmeyene inanmayacağım...

gezi ruhu, içimdeki korku kafesini kırdı ve içindeki isyankârı azat etti...
artık kolay kolay kafeslenmem...


Gerçek nedir? Gördüğümüz mü, yoksa görmediğimiz halde gördük varsaydığımız mı?

*

Gerçek nedir? Gördüğümüz mü, yoksa görmediğimiz halde gördük varsaydığımız mı?

Keyifli seyirler, sağlıklı ve mutlu günler dilerim.

*
 

Dedecan 61

Süper Üye
25 Şub 2019
1,775
4,511
Eline sağlık üstat, İtalyan ağırlıklı güzel bir macera ve gerilim filmi tavsiye ederim.
 
Üst