Andi Watson - The Book Tour (İngilizce)

balkan

Onursal Üye
27 Şub 2016
4,681
51,088









KAFKA'NIN ESERLERİNİ SEVMEYENLER İÇİN ÇOK SIKICI OLABİLİR.





The Book Tour

Kitap Tanıtım Metni:

Harika retro tarzıyla sayfa çeviren Kafkaesk bir kara komedi olan bu çizgi roman, her şey dağılırken bir adamın her şeyi bir arada tutmaya çalışmasını izliyor.

Küçük bir İngiliz yazar olan G. H. Fretwell, son romanının yayımlanmasının ardından onu tanıtmak için bir kitap turuna çıkar. Hiçbir şey planladığı gibi gitmez ve yolculuğu yavaş yavaş kabusa dönüşür. Ama şimdi polis ona gizemli bir ortadan kaybolmayla ilgili bazı sorular sormak istiyor ve öyle görünüyor ki Fretwell'in sorunları daha yeni başlıyor...

Ünlü karikatürist Andi Watson, uzun yıllardan sonra yetişkinlere yönelik yazdığı ilk kitabında her yazarın hissettiği tüm kaygıları dile getiriyor ve bunları bir kitabın komedi cevherine sıkıştırıyor. Esprili, gerçeküstü ve dikkatli bir gözlemci olan Kitap Turu, vazgeçme konusunda büyüleyici bir ders sunuyor.

Andi Watson

Andrew "Andi" Watson (1969 doğumlu), Oni Press ve Slave Labor Graphics tarafından yayınlanan Breakfast After Noon, Slow News Day adlı çizgi romanları ve Skeleton Key ve Love Fights serisiyle tanınan İngiliz bir karikatürist ve illüstratördür.

Watson aynı zamanda ana akım Amerikalı çizgi roman yayıncıları için de çalıştı ve Marvel Comics'in on iki sayılık sınırlı dizisi olan DC Comics'te bazı çalışmalar yaptı; çoğunluğu Dark Horse Comics'teydi ve yakın zamanda Image Comics'e geçti.

Andi Watson’un “Sunburn” isimli çalışması daha önce paylaşılmıştı.

https://www.cizgidiyari.com/forum/k/sunburn-2022-drama-romance-ingilizce.178993/

Yorum

Görünüşte hiç bitmeyen ve başarısızlıkla sonuçlanan bir kitap turu, Andi Watson'ın The Book Tour (Kitap Turu) başlıklı büyüleyici çizgi romanında yanlış iletişim, yanlış adımlar ve ağır suçlamalardan oluşan Kafkavari bir kabusa dönüşüyor.

Yazar G. H. Fretwell'in, arkasında imzalı kitaplardan oluşan bir iz bırakarak kitapçıdan kitapçıya dolaşmasını takip ediyoruz; çünkü etrafındaki dünya giderek daha tehditkar ve kafa karıştırıcı hale geliyor, her plan bozuluyor, her konuşma ters gidiyor ve her yolculuk bir labirente dönüşüyor.

Watson, çalışmalarını şaşırtıcı derecede duygusal olan basit mürekkepli eskizlerle gösteriyor ve kendi duygusal durumunuza sızan kasvetli ve hoşnutsuz havayı artırıyor. Yine de okuyucuyu bile kendi akıl sağlığından şüphe ettiren hayal kırıklığına rağmen, hikaye karanlık ve alaycı bir anlamda oldukça komik ve kendi sıkıcılığıyla alay ediyor gibi görünen eğlenceli ve heyecan verici bir yolculuk için her talihsiz macerayı bir şekilde hızlandırıyor.

Hikaye, Fretwell'in kendisine ilgisiz görünen karısından uzaklaşıp bir kitap turuna çıkmasıyla başlar, ancak romanıyla dolu çantası, şoförü gibi davranan bir adam tarafından çalınır. Fretwell'in müşteri çekememesi, yeni taslağı hakkında geri bildirim almak için çaresiz kaldığı, kendi editörü yerine şiir editörüyle yemek yemeye zorlanmasıyla ortaya çıkan durumsal saçmalıklar var.

Daha da kötüsü, yerel halkı terörize eden bir seri katil vakasının başka bir kurbanı gibi görünen, ilk gün tanıştığı kitapçı çalışanının ortadan kaybolmasıyla ilgili sorgulanıyor.

K'sız romanı, Fretwell'in içinde hapsolmuş gibi göründüğü kafa karışıklığı ağına ve tehditkar kurumsal kaosa ilham veren bir roman olan Kafka'nın Dava'sındaki K'ya bir gönderme gibi görünüyor.

Bu ton romanın tamamına nüfuz ediyor ve sıradan durumlardan bu kadar yoğun bir şekilde sızan rahatsız edici atmosfer oldukça parlak. Kitap yakma olayları ve kanunsuzlar ona yaklaşırken bu durum giderek daha saçma ve endişe verici hale gelir.
 

balkan

Onursal Üye
27 Şub 2016
4,681
51,088
Sayın CEMMM

Öncelikle beğendiğim için, sonra da kendimden bir şeyler bulduğum için paylaştım.

Ben de yazdığım kitap nedeniyle kitapevlerini gezmiştim. Bu kendimden bir şeyler bulduğum husus.

Kitapevi gezme olayını yazdığım bir başka kitabımda belirtmiştim. Henüz bir yayıneviyle telif-yayın hakkı sözleşmesi imzalamadığım için reklam gibi yanlış anlaşılmaya yer vermeden sadece konuyla ilgili bölümü aşağıda paylaşıyorum.

Bu arada, anlamadığınıza üzüldüm.

xxx

Neden yazıyorum?

Evet, neden yazıyorum ki.

Ün için, şöhret için, tanınmak için mi?

Mahlas kullanıyorum, okuyucu gerçek beni tanımayacak, tanınmayacağım içinde ün, şöhret sahibi olmam söz konusu olamaz.

Para için?

Kitap yazarak para kazanan birkaç kişi dışında yüzbinlerce yazar maalesef sefalet içinde ölmüştür. Kaldı ki, bugüne kadar yazdıklarımdan tek kuruş kazanmamışken, bundan sonra yazacaklarımdan para kazanacağımı hayal etmek, biraz saçma olur.

Kendimi tatmin için mi?

Artık hastanelerde bile 65 yaşını geçenlere tanınan öncelikli doktor muayenesine kabul edilme yaşında iken, kendimi tatminin bir anlamı herhalde kalmamıştır.

Ne kadar akıllı ve bilgili olduğumu göstermek için mi?

Kitap okuru bir avuç kalmışken akıllı ve bilgili olduğumu kaç kişi fark eder ki? Kaldı ki, bu yaştan sonra akıllı ve bilgili olmam bana ne kazandırır ki? İş mi teklif edecekler? Yönetici mi yapacaklar? Bilgimden bir şekilde mi faydalanacaklar? Bunlar olmayacağına göre bile bile zekâmın ve bilgimin teşhirinin ne zevki ne de anlamı olur.

Ölümsüz olmak için mi?

Ardımdan unutulmaz eserler bırakıp, daima hatırlanmak isteği olabilir mi? Bunun için yazdıklarımın muazzam olması gerekir ki, bu da kendimi megaloman sanmam olur. Sıradan insanın sıradan zekası ve hayatıyla kutsanmış ve yaşamış biri olarak, unutulmak hoşuma gider. Çünkü bırakın unutulmamayı, beni hatırlayacak ne eş, ne de çocuklarım var.

Öyleyse neden yazıyorum?

Sadece bir kişi olsa bile birinin hayatına dokunabilmek için.

Yazma düşüncesi ne zaman oluştu?

Arkadaş ortamında sohbette söylenen bir cümle üzerine yazmaya karar verdim.

Arkadaş topluluğunda, bir arkadaşım iş görüşmesine katılmasını ve nasıl başarılı bir iş görüşmesi yapmasını, kısa süre sonrada bu işe başlayacağını, kendisine başka bir iş bulan arkadaşına hayır dediğini anlatması üzerine, ben, “seni işe almayacaklar, çünkü sen, çok iyi tanıdığım başvurduğun şirket yöneticilerden daha tecrübeli ve daha bilgilisin ondan seni işe almayacaklar, onun için arkadaşının bulduğu işe başla, daha sonra sözünü ettiğin iş olursa ona geçersin veya daha iyi iş imkanı olduğunda o işe başlarsın.” diyerek, sanki üstüme vazifeymiş gibi, hem arkadaşımın moralini bozdum, hem de ortamın gereksiz şekilde gerilmesine yol açtım.

Art niyetle konuşmamıştım, amacım “iş işte iken aranır” prensibi uyarınca öncelikle bir işe sahip olmasını, daha sonra ise daha iyi bir iş bulduğundan bunu değerlendirmesini istemekti.

Arkadaşım, sert bir tonda “maden bu kadar iyi biliyorsun, kitap yaz, yaz da başkaları da faydalansın” dedi.

Hoş bir durum değildi, hem gereksiz yere ortamı gerdiğim, hem de arkadaşımın hayallerini kırdığım için üzgün, bir de fırça yediğim için de canım sıkkındı.

Gecenin sona ermesini sabırsızlıkla beklemiştim. Ama arkadaşımın “kitap yaz” lafından sonra “yazarım” diye beynimden geçirmiş ve karar vermiştim.

Arkadaşım yaklaşık üç ay kadar oyalandıktan sonra, “maalesef ekonomik sıkıntılar nedeniyle o pozisyonun iptal edildiği, bu nedenle kendisine olumlu dönüş yapılamadığı” söylenerek, işe alınmadığı bildirildi.

Oysa onun başvurusundan bir hafta sonra birinin o pozisyonda işe başladığını bizzat arkadaşım araştırarak öğrenmişti.

Bu süreç içinde işi garanti gören arkadaşım, diğer iş imkânlarını da değerlendirmemiş, elindeki avucundaki tüm birikimleri bitirmiş, “ne iş olursa yaparım” durumuna gelmişti.

Kendisiyle sohbetim arkadaşlıktan çok resmi düzeye geçmişti. Ne ben önerimi dikkate almadın dedim, ne de arkadaşım haklı çıktın dedi. Karşılaşmalarda kuru bir merhaba düzeyinde bir ilişkimiz kalmıştı.

Bu arada da ben bildiğim şirketler, yöneticiler ve iş dünyası hakkında yazmaya başladım. İş görüşmesi, toplantılar, yöneticiler, patronlar hakkında düşüncelerimi, tanık olduğum konuları yazıyordum.

Yazdıklarımı eş dost olarak tabir edilen yakın çevremle paylaşmaya ve düşüncelerini öğrenmeye çalıştım.

Tek bir geri dönüş olmadı.

Bunun üzerine ben arayıp, yazdıklarım hakkında ne düşündüklerini sormaya başladım. “Ya çok sıkıcı, birkaç sayfada sıkıldım, yüzlerce sayfa okunmaz, ders verir gibi yazmışsın itici, fazla detaylı olmuş, üniversite kitabı gibi olmuş, okuma zevki vermedi” gibi olumsuz eleştiriler üzerine yazdıklarımı kısaltarak tekrar gönderdim.

Yine birkaç arkadaşım daha ilk sayfalarda sıkılarak okumaktan vazgeçtiğini söyledi.

Nasıl okunabilir yazarım diye düşünürken, sohbet şeklinde yazmaya karar verdim.

Konuları ana hatlarıyla sohbet şeklinde çok kısa sürede okunacak gibi tekrar kaleme aldım.

Bu sefer “çok güzel, harika, hem güldüm hem düşündüm” gibi olumlu tepkiler gelince yayınevlerine göndermeye karar verdim.

Daha önce yayınladığı bir kısım kitabını alıp, okuduğum yayınevine “iş görüşmesi, CEO’luk, toplantı” gibi iş dünyasıyla ilgili ilk dört çalışmamı internet üzerinden e-mail attım.

İki saat sonra yayınevinin sahibi aradı, yazdıklarımı okuduğunu ve çok beğendiğini, yayınlamak istediğini söyledi, bende kabul edince hemen sözleşmeyi internet üzerinden gönderdi, imzalayıp, aynı gün kendine özel kargo ile gönderdim.

Bir hafta içinde kitaplar ile ilgili karikatürler, kapaklar oluşturulmuş, editör incelemesi yapılmış, basıma hazır hale gelmiş, Ocak ayında basılıp, piyasaya sürülmesine karar verilmişti. Ocak ayı geldiğinde ise, kitapların Haziran ayında basılıp, yaz döneminde satışa sunulmasının daha uygun olacağı söylenerek, basımın ertelendiği bildirildi.

Birkaç ay erken veya geç olmasının benim için bir önemi yoktu. Sorun yok, uygun olduğunda basıma geçebilirsiniz dedim.

Haziran ayında, yayınevi sahibi yurt dışında bir iş anlaşması yaptığını ve yurt dışına gideceğini, bu nedenle kitap basım işleriyle ilgilenemeyeceğini, arzu edersem, başka yayınevleriyle görüşebileceğimi söyledi.

İyi niyetinden şüphe etmemekle birlikte, ortada imzalı bir yayın sözleşmesinin bulunmasını ve beş yıllık bir süre için yayın hakkının devredilmiş olmasını dikkate alarak, hiçbir hukuki sorun yaşamamak için başka yayınevleriyle görüşme yapmadım.

Beş yıllık sürenin dolmasını bekledim.

Nasılsa, harika kitaplar yazmıştım, başvuracağım ilk yayınevi kitaplarımı basardı.

Beş yıllık süre geçti ve hemen tanınmış yayınevlerine başvurmaya başladım. İlk başvurularıma hiç bir cevap gelmedi. Bunun üzerine, adeta bütün yayınevlerine başvurdum. Çoğu cevap vermezken, bazı yayınevinden “ yayın politikamıza uygun değil” veya “yayın programımız dolu” gibi nezaket içeren olumsuz yanıtlar yanında “uygun bulunmadı” gibi cevaplar aldım.

İlk başvuruma iki saat içinde olumlu cevap almıştım, şimdi nasıl olurda bana hayır derlerdi.

Çünkü anlaştığım yayınevi sahibi, şirketlerde üst düzey olarak çalışmış, işe adam almış, toplantılar yapmış, üst düzeye tırmanmak için çalışmış, sonra da emekli olunca yayınevi açmıştı. Toplantı, yönetim, patron konuları O’nun ilgisini çekmiş ve yazılanları değerli bulmuş, yayınlamak istemişti.

Oysa yayınevlerindeki editörler için toplantı, müdürlük, patronlar, holdingler sıkıcı ve özel bir değeri olmayan konulardır. Çünkü hayatlarında hiç toplantı yapmamışlardır. Yayınevi sahibiyle ya da müdürüyle baş başa yaptıkları ve kitaplar hakkında kanaatlerini açıkladıkları görüşmeleri toplantı olarak değerlendirmek yanlış olur. Şirketler, holdingler hakkında bilgileri, deneyimleri yoktur. Plaza dünyasıyla tanışmamışlardır. Bu konuların kitap olarak satma şansı olmaz diye reddetmeleri çok doğaldı.

Ben de öyle müthiş yazar olmadığımı, yazdıklarımın da öyle çok anlamı olmadığını öğrenmiş oldum.

Kitapları ne yaptım?

Baskı maliyetini dolayısıyla katılım payımı düşürmek için 8 kitabı tek kitap haline getirip, baskı masraflarının bir bölümünü üstlenerek bastırdım.

Kitap basıldıktan sonra, Hakkari’de ya da Kars’ta da satılacağını düşünmedim ama en azından İstanbul’daki birkaç büyük ve tanınmış kitapevinde birkaç kopyasının olacağı umuduyla günlerce kitapçı kitapçı gezmiştim. Değil kitabımı görmek, kitapçıların kitabımdan haberi bile yoktu.

Müthiş bir hayal kırıklığı yaşamıştım.

Daha sonra internet üzerinden satış yapan birkaç sitede kitabımın satıldığını görmüştüm.

Basılmış olan 500 kitap -ki en azından 100 tanesini ben satın alıp, dağıtmama rağmen- 5 yılda satılmadı.

Şanssım sayesinde ilk başvurum doğru kişiye ulaşmış ve hemen kabul görmüştü. Bu da yazdıklarımın çok değerli olduğunu düşünmeme yol açmıştı. Oysa bilginin doğru kişiye ulaşmaması halinde hiçbir değerinin olmadığını da öğrenmiş oldum.

xxx
 
Üst