CONAN ÖYKÜSÜ-KULEDEKİ MÜCEVHER FASIL 8-9-10

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
KULEDEKİ MÜCEVHER
8/9/10 Fasıllar..​
Sprague de Camp-Lin Carter​

http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...oykusu-kuledeki-mucevher-fasil-1-2-3-4-a.html
http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...n-oykusu-kuledeki-mucevher-fasil-5-6-7-a.html
Linklerindeki ilk yedi fasılda anlatılan olaylardan sonra, Mürettebat, çetin bir işe koyulur... Siptah'ın kanatlı canavarından hazineyi alabilecekler mi?


8. HAVADAN GELEN ÖLÜM
Şafakla adamlar görevlerini bitirmiş, sahilde yorgun ama tetiktelik halinde dinleniyordu. Conan’ın yönetimi altında, sahile vuran odunlara eklemek için çalı yığınları çekmişlerdi Ağaçları devirdiler, kütük yapmak için gövdelerini kestiler, kulenin temelinin etrafında halka halinde koydular. O korkunç gecenin kısa saatlerinde kesip çekerek deli gibi çalıştılar.
Doğu şafağın yaklaşmasıyla alevlendiğinde, muazzam bir şenlik ateşinin hazırlıkları siyah kulenin dibini çevreliyordu. Kütük, çalı ve yaprak kütlesi bir insan boyundan yükseğe dek yığılıydı; başlayacak yangının, kuledeki hiçbir canlı varlığın hararet ve boğucu gazlarına uzun süre katlanamayacağı bir duman tabakası yaratacağını umuyordu Conan.
Kanatlı yaratık sahiden kulede yuva yapmışsa, savaşmak veya uçarak kaçmak üzere ortaya çıkacaktı; gün ışığında da insan yapısı silahlarla iblis yaratığa saldırabilir ve kazanmayı umabilirlerdi. Bunu sağlamak için de en iyi okçularını kulenin zirvesini her açıdan kontrol edebilecekleri şekilde konuşlandırdı Conan.
Huzursuz dalgalar sahilde inleyip, martılar tiz ve yalnız çığlıklar atarak mavi sularda çemberler çizerken, şafak kızıl ve altın renginde yükseldi denizden. Kızıl ışığın ilk ışınları kulenin üst kesimine vurunca Conan bağırdı: “Yakın!”
Adamlar meşaleleri yüksek çalı yığınlarına soktu ve atik dansözler gibi daldan dala sıçradı alevler. Yangın abanoz taşlar boyunca kükrerken kule, yorgun gözlerini güneş ve ateşin parıltısına karşı gölgeleyen sabırsız seyircilerin bakışı önünde ısı dalgalarıyla dalgalandı. Boz bulanık duman bulutları balkon duvarı altında anaforlandı, kulenin içinde kayboldu ya da mavi göğe sürüklendi.
“Daha fazla kütük yığın,” diye emretti Cimmerialı.
“Şurası muhakkak,” dedi Shemli Abimael, “Kule içindeki hiçbir şey dayanamaz artık.”
“Göreceğiz,” diye gürledi Conan. “Böyle büyük bir taş kütlesini delmek zaman alır. Daha fazla yakıt yığın arkadaşlar.”
Nihayet bir okçu, dikkat çekmek için bağırıp el sallayarak kulenin üst kesimlerini gösterdi. Conan gözlerini kaldırdı.
Kara, kambur omuzlu bir yaratık, sabah göğüne karşı, nefret dolu sarı gözlerle sahili araştırmak üzere balkon duvarına bir canavar heykelciği gibi yaslanarak belirdi. Conan rahat bir nefes alarak doğruldu. Artık öldürmek haricinde her şey bitmişti.
“Yaylarınızı hazırlayın,” diye kükredi.
Kulenin zirvesinden kara kanatlı yaratık kendisini havaya atarken bir okçu bağırdı. Yarasa kanatlarının açıklığı muazzamdı: hiçbir dünyevi kuş böyle geniş kanatlar üstünde süzülmemişti rüzgarda.
Gergin yay kirişleri şakladı, çevik oklar süzülen yaratığın etrafını fiskeledi ama üstündeki büyü zırhı yüzünden hiçbiri hedefi bulmuyordu. Yaratık yarasaların uçtuğu gibi zigzag çizerek dalgalanıyor, tüylü tenini hiçbir dikenli ok bulmuyordu bu sayede.
Conan göğe doğru baktı, artan ışığa karşı gözlerini kıstı ve kanatlı iblisi net olarak gördü. Gördüğü yaratık solgun, sıska ve etsiz bedenli ve çıplaktı. Göğsünün üst kısmı gemi omurgası gibi öne çıkıktı; kuş göğsünün her iki tarafında iri kaslar şişiyordu. Dar, uzunlamasına kafası kabak ve bir tür kadim, yırtıcı sürüngeninki biçimindeydi. Yarı şeffaf, deri kanatlar, iki serbest parmağı kancalı ve ölümcül pençeler halinde son bularak aşağı uzanıyor, insan bileği muadili bir yapıyla destekleniyordu
Saldıran bir şahin gibi çullanan iblis yaratık, sahile yaklaştı ve okunu nişanlayan bir okçuyu öldürdü. Cimmerialı, bir öfke kükremesiyle, kılıcı sabah güneşinde ışıldayarak çıktı karşısına. Yaratığın kafasını ikiye yarabilecek bir darbe aşk etti.
Bıçak kabzanın yakınından koptu ve yaratığın derisinde yalnızca ufak bir kesik açtı. O an vurduğunu sıradan bir kafatası değil, yabancı, uğursuz yoğunlukta bir kafatası olduğunu anladı Conan.
Pençeli ayak Conan’ın göğsüne doğru indi; sol kolunun güçlü bir süpürüşüyle ölümcül pençeleri yana çaldı, parçalanmış kılıcının pirinç korumalığıyla vurdu iblisin bedenine. Dişlek canavar, Conan’ın balyoz gibi darbelerini kaale almadan yaklaşıyor; Conan da insafsız bir hasma karşı ölüm kalım savaşı veriyordu. Ayak ve kanatlardaki habis pençeler Cimmerialının deri yeleğini insanüstü bir güçle yırttı, kollarını kesti ve yüzüne kızıl çizgiler çizip kafatasında bir yırtık açtı.
Yanında, kanatlı bedene beyhude darbeler indirerek küfürler bağıran Shemli Abimael duruyordu. Ve Conan dakikalarla ölçülebilecek bir yaşam süresi kaldığını huzursuz edici bir berraklıkla fark etti.
Kanıyla yarı körleşen Conan, diğer korsanlar bağırıp silahlarını sallayarak her taraftan ona doğru koşarken savaşmayı sürdürdü. Conan biliyordu ki bir kalp vuruşu daha tutabilirse iblis ışıltılı çelikle kuşatılacak, alaşağı edilecek ve doğadışı zindeliğine rağmen doğranacaktı.
Aniden içinde bulunduğu tehlikeye uyanan dünyadışı canavar, sıçrayarak Conan’dan uzaklaştı ve kanatlarını açtı. Fakat kızıl bir savaş arzusu sisi içindeki Conan, yeniden saldırmak üzere kanatlanmasına izin vermedi. İlkel bir öfke ulumasıyla sırtına atladı ve bir kolunu yaratığın boynuna doladı. Boynunu kırmaya veya onu boğmaya çabaladı ama o kayış ten altındaki ince boyun çeliktendi.
Siyah kanatlar sahile esen meltemi yakalayarak açıldı. Canavar sırtında Conan’la kanatlarını çalıştırarak süzülürken, dev gövdede ince kaslar kıvrıldı. Conan, durgun, kırışık dalgaları ölçüp, bir düşüşte sağ kalıp sahile yüzüp yüzemeyeceğini merak ederken, denizin yirmi metre üstüne yükseldiler. O anda hava atının gırtlağının daha derinlerine gömüldü demir parmakları. Arkalarından, korsanlar gözleri şaşkınlıktan dışarı uğrayarak baktı, Conan’ı vurup öldürmemek için kimse peşinden bir ok göndermeye cesaret edemedi.
Canavar yukarı doğru helezon çizdi. Her dönüşte daha yukarı yükseldi; ta ki, balkon duvarına bitişik havayı yelpazeleyene dek. Balkon duvarı, yürüme platformundan sadece bir ayak yukarıdaydı Conan’ın gördüğü kadarıyla. Onun üstünde minare gibi yukarı saplanan koni şekilli bir çatı, siyah bazalttan dört sütun tarafından destekleniyordu. Bu tuhaf destekler, fanilerce daha önce hiç görülmemiş mahlûkatın pahalı rölyefleri kaplıydı. Birinde uzanan duyargalarıyla kalamar benzeri hayvanlar kıvrılıyordu; bir diğerini tüylü kanatlarla süslü yılan bedenleri süslüyordu. Bir üçüncüsünde merhametsiz gözlerle görünmez bir düşmana saldıran boynuzlu yaratıklar görünüyordu, dördüncüsünde de şu anda Conan’ın kendisini yukarı taşıyana benzediğini fark ettiği iki yana açılmış yarasa kanatlarıyla dar, insansı bedenler tasvir ediliyordu.
Bir tür sakar kuş gibi balkon duvarına kanat çırptı ve yürüyüş platformuna kondu canavar. Conan sırtından kayarak kurtuldu. Yaratık onunla karşılaşmak için hızla dönerken, Conan kuşağından hançerini kaptı. Cılız bir silahtı; fakat artık umut bitmiş, Conan da canını olabildiğince pahalıya satmaya hazırlanıyordu.
Yaratık, kuş ayağı pençeleri döşeme taşında tıkırdayarak her kanadının ekleminde bıçak gibi parmakları göstermek üzere kanatlarını yarı açarak yaklaşmaya devam etti. Conan çömeldi, kamasını aşağıda tuttu ve yukarıya doğru son bir vuruşa hazırlandı.
Birden canavar bir ciyaklamayla yana doğru sallandı; bir kanadı gevşedi. Etsiz omzundan bir ok çıkıyordu; ucu bir sırt kasına yerleşmişti. Kumsaldan yükselen bir alkış, Barachalı bir okçunun şanslı atışını kutladı. Kanatlı iblis başta göründüğü kadar sağlam değildi. Yaralanabiliyorsa öldürebilirdi de. Conan vahşice sırıttı.
Bir kanat açıldı, canavar yeniden saldırdı. Yarasından pek rahatsız olmuşa benzemiyordu. Kısa bir an için Conan ve iblis taş kaldırımın ortasını oyan çukur çevresinde döndü. Sonra saldırıya geçen Conan yaratığın yaklaşmasını beklemeyi bıraktı.
Kan kaybı ve geçen gecenin uykusuzluğundan bitap düşen Cimmerialı, son güç yedeğini topladı. Bir kaplan gibi saldırarak düşmanına doğru atıldı ve kalbi delmeyi umarak hançerini yaratığın göğsüne sapladı.
Bıçak kabzasına dek, derin bir uçuş kasına gömüldü ve iblis şiddetli darbe altında devrildi. Hiddetle ciyaklayan yaratık, kabzasına dek saplanmış bıçağını da Conan’ın elinden kopararak sakat bedenini büktü ve döşeme taşlarına yüzükoyun uzandı. Conan acıyla tıkanarak gözündeki kanı sildi ve bir yaşam emaresi aradı. Bir şey görünmüyordu.
Cimmerialı, sütunlu otağın altını ortalayan çukura yakından baktı ve aşağıdaki bir odaya inen çember şeklinde bir merdiveni bulunduğunu gördü. Gerçekten de iblisi duman çıkarmıştı; zira şimdi bile kule etrafındaki şenlik ateşinin azalan duman demetleri, konik çatı altında bir girdap gibi dönüyor, merdiven kuyusunca emiliyordu.
Orada neyle karşılaşması gerektiğini bilmeden ayağını dar basamaklara koydu ve indi. Kulenin içinde hava sıcak ve boğucuydu; duman da, kendisini içinde bulduğu çember biçimli odanın bazı kesimlerini gözden gizliyordu.
Burası hakikaten şatafatlıydı. Acayip desenlerde savaşçılar işlenmiş vernikli ahşap zemin, içine beşgenler, daireler ve başka mistik desenler dokunmuş küçük ipek halılarla güzelleştirilmişti. Odanın kavisli taş duvarlarında, perdeler ve pahalı sırma diba kumaşları asılıydı; kumaşın içinde, sanki güneşin ta kendisi üstünde parlıyormuş gibi odayı aydınlatan tuhaf bir düzenlemesiyle eğilen gün ışığı içinde ışıl ışıl pırıldayan altın ve gümüş teller gördü Conan. Bir tarafta üstünde kadim parşömen yapraklarından açık bir kitap bulunan süslü, cilalı ahşaptan bir rahle vardı. Duvarın karşı tarafında bir kurdun tavrı donmuş bir tehdit maskesi bulunan bir put kötü kötü bakıyordu.
Conan bir silah arayarak çabucak odada hareketlendi ama bir şey bulamadı. Çembersi odanın tespit edebildiği birkaç perdeli cumbası bulunduğunu anladı ve birini rastgele seçerek perdeleri çekti. Ve hayretle bakakaldı..
Cumbanın ortasını karmakarışık bir labirent halinde birbirine dolanmış yılan bedenleri ve iblis kafalarıyla süslenmiş krem rengi mermerden yüksek arkalıklı bir sandalye işgal ediyordu; bu tahtta da ifadesiz gözleri Conan’ın bakışlarına karşılık veren Büyücü Siptah oturuyordu.


9. KRİSTALİN KÖLESİ​
Gerilen Conan yeniden savaşmaya hazırlandı, sonra tatmin iç çekişiyle nefesini bıraktı. Siptah ölmüştü. Gözleri donuk ve buruşmuş, suratındaki deri çökmüştü, öyle ki yalnızca üstüne kuru deri gerilmiş bir kurukafaydı çehresi. Conan kokladı ama ahşap dumanı kokusunu bastıran herhangi bir leş kokusu alamadı. Kas ve organları kuruyup büzüldüğüne göre Siptah aylardır tahtında oturuyor olmalıydı.
Büzülmüş gövde, zümrüt yeşili kumaştan bir cübbe giyiyordu; kucağında dinlenen yukarı dönük, kemikli ellerinde sarı yakut ateşiyle parlayan façetasız kocaman bir kristal duruyordu. Onu ve arkadaşlarını bu ölümün kol gezdiği adaya çeken iblis korkutan mücevher bu, diye tahmin etti Conan.
Conan kristali incelemek için ilerledi. Eğitimsiz gözlerine o yalnızca içinden bir parıltıyla aydınlanan cam bir küre gibi geliyordu bu. Yine de öyle çok insan onu arzuluyordu ki paha biçilmez olmalıydı. İblisler her nasılsa bu solgun küreye bağlıydı ve bu küre haricinde hizmetten azat edilemiyordu. Fakat nasıl bilmiyordu Conan. Böyle meseleleri anlamazdı ve içindeki saf vahşi, karanlık kudretleriyle alışverişten sakınırdı.
Pençeli bir ayağın döşemeye sürtünüşü, Conan’ı dalgınlıktan uyandırdı. Hızla döndü.
Yaratık merdivenden insan usulünce değil, yerlere dek inen yarı açık kanatları üstünde iniyordu Şaşıran Conan, hala omzunu delip geçen oku, göğsündeki kaslara saplı hançerini gördü; yine de yaratık olağandışı diriliğini zayi etmişe benzemiyordu. Ne kadar güçlü olursa olsun bir insan veya vahşi bir orman hayvanı böyle yaralar karşısında biçare kalırdı ama Siptah’ın kulesinin muhafızı farklıydı anlaşılan.
Yaratık pençeli bir ön ayağı kaldırdı ve ona doğru ilerledi. Conan çılgın gibi sola sıçradı ve üstünde kalın cildin bulunduğu rahleyi kaptı. Cimmerialı ağır mobilya parçasını kullanışsız bir lobut gibi kaldırırken, kitap gürültüyle düştü.
Kanatlı şeytan, uzattığı pençeli ayağıyla ona atılırken, Conan hantal silahı başı üstünde çevirdi ve canavarın kafatasına indirdi. Darbenin gücü iblisi geri geri sendeletti ve rahle kıymık kıymık oldu.
Miyavlayan, ezilen kafatasından kanlar akıtan yarasa-adam sendeleyerek ağır ağır kalktı ve yeniden ilerledi. Conan, böylesi bir sakatlayıcı darbeye maruz kalıp yine de savaşmayı sürdüren her varlığa duyulacak türden bir hayranlık hissetti bir an. Yine de kendi durumu ürkütücüydü—ölmeyen bir yaratık ve silahsız Conan!
Sonra, basit, cüretkâr bir fikir patlak verdi bilincinin içinde. Conan da önceki aptallığı yüzünden kendine sövdü. Döndü ve mumyanın kucağındaki kristali kaptığı gibi yaklaşan canavara fırlattı.
Conan doğru nişanlamış da olsa kurnaz yaratık mermiden sakınmak için eğildi, mücevher dumanlı havada, nihayet taş merdivenin en alt basamağına çarpmak üzere uçtu. Kristal bir çınlama ve bir sarı kehribar ışık parıltısıyla oracıkta tuzla buz oldu.
Sonra Conan kısık gözler ve boş ellerle bakarken, hasmı tepeüstü yere kapaklandı. Bir toz kabartısı, ekşimsi bir koku oldu. Hava berraklaştığında şayan-ı hayret bir dönüşüme şahit oldu: Canavarın teni buruşuyor, kıvrılıyor, ufalanıyordu. Sanki şaşkın gözleri önünde çürüme süreci on bin kez hızlanmıştı. Yarasa kanatların uzuvlarının kayboluşunu izledi, kemiklerin kayış gibi post altında dağıldığını gördü. Birkaç dakika içinde yaratıktan yerde küçük yığınlar ve toz birikintilerince işaretlenen dış hatları—ve kullanılmış bir ok ile Conan’ın kaması—haricinde bir şey kalmadı


10. SİPTAH'IN HAZİNESİ​
Conan’ın pösteki yelesi balkon duvarında göründüğünde, öğle güneşi sarı kuma vuruyordu. Başı etrafındaki yaraya kanlı bir bandaj dolanmıştı, çarşaf şeritleri de kolları ve göğsündeki yaraları tımar etmişti.
Aşağıda alkışlayan adamlara el salladı ve yatak takımından uydurduğu düğümlü bir şeridi ip olarak kullanarak küçük bir sandığı onların sabırsız ellerine indirdi. Sonra kendisi de üç kat ihtiyatla aynı ipi kavrayarak, sönmüş şenlik ateşi küllerine doğru dimdik süzüldü.
“Tanrılar ve iblisler, bu lanet yerde içecek bir şey yok mu?” diye gakladı.
“Al!” diye bağırdı birkaç korsan şarap tulumlarını ona doğru uzatarak. Conan esaslı bir yudum aldı, sonra Şahin’in başyardımcısı Borus’u selamladı.
“Sen kuledeyken, çocuklar yiyecek içecek için geri gönderildi,” diye izah etti Argoslu. “Bana anlatılanlardan, en iyisinin sahile çıkmak olduğunu düşündüm. Dokuz Cehennem adına, kulede ne oldu Conan?”
“Şu çizikleri bir temizleyip sararsam anlatacağım,” diye homurdandı Cimmerialı.
Bir saat sonra Conan esmer ekmek ve peynirden koca ağız doluları yiyip, geminin kilerinden kırmızı şarap yudumlayarak bir kütükte oturuyordu.
“Ve böylece,” dedi. “Canavar anlatmak için gerekenden kısa sürede ufalanarak toz oldu. O Siptah’ın büyüsüyle sağ tutulan kadim bir ceset olsa gerek. İhtiyar ercadı ona adadan tüm davetsiz konukları kovma görevi vermiş olmalı; Siptah’ın büyüsü altında efendisinin ölümünden çok sonra da emri izliyordu.”
“Kuledeki tüm hazine bu mu?” dedi Abimael sandığı işaret ederek.
“Evet, mobilyalar hariç her şey, onları da taşıyamayız. Her oyuğa girip çıktım—yemek pişirdiği, büyülerini yaptığı yerlere, erzak depoladığı, hatta dar yatak odasına bile; fakat bu hariç bir şey bulamadım. Herkese iyi—efsanevi değil—bir pay ve Tortage limanında sağlam bir cümbüş düşer bundan.”
“Gizli kapı filan yok muydu?” dedi Fabio adamlar kahkaha atmayı kestiği zaman.
“Bulabildiğim dışında hiçbir şey; oranın altını üstüne getirdim. Mantık Siptah’ın bu küçük sandıktakinden fazla altın kazandığını söylüyor ama imini timini bulamadım. Belki bu adada biryerlere gömülüdür ama bir harita olmazsa yüz yıl boyunca boşu boşuna kazabiliriz.” Conan bir yudum şarap çekti ve Siptah’ın kulesine baktı. “Bence bu kule, Stygialı kara sanatlarıyla onu fethetmeye gelmeden önce inşa edilmiş.”
“Kule kimindi öyleyse?” diye sordu Borus.
“Tahminim, kanatlı adam ve akrabalarına ait olduğu,” dedi Conan kasvetle. “Sanırım âdemoğlu ortaya çıkmadan önce yeryüzünde yürümüş—veya göklerde uçmuş—bir kavmin son ferdiydi o iblis. Sadece kanatlı adamlar inşa ederdi ne kapısı, ne penceresi olmayan bir kuleyi.”
“Siptah büyüsüyle yarasa-adamı köle mi etti?” diye sordu Borus.
Conan omuz silkti. “Benim tahminim bu. Stygialı onu bir tür gizemli yolla kristale bağlıyordu; kristal kırıldığında da büyü sona erdi.”
Abimael konuştu: “Kim bilir? Belki yaratık, büyücü zalim emirlerine uymaya mecbur edene dek tümüyle saldırgan da değildi.”
“İblis, iblistir bana sorarsan,” dedi Conan. “Fakat haklı olabilirsin. Hiç bilmeyeceğiz bunu. Artık Şahin’e dönelim Borus, ve Baracha adalarına yelken açalım. Bir kez güverteye çıktık mı, iyice uykumu almadan beni kaldıracak köpek kim olursa olsun, keşke yarasa adam boğazımı kesseydi dedirteceğim ona!”
 

direnc11

Yönetici
11 May 2009
10,090
36,767
İstanbul
Elinize sağlık, kaleminize kuvvet, üstadım.

Sevdiğimiz bir kahramana ait öyküleri bizimle buluşturmanın yanı sıra, dile hakimiyetinle de bizi çok ama çok mutlu ediyorsun.

Teşekkür ederim.
 
Üst