CONAN ÖYKÜSÜ-KULEDEKİ MÜCEVHER-FASIL 5,6,7

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
KULEDEKİ MÜCEVHER​
Sprague De Camp-Lin Carter​

ilk dört bölümde, ( http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...oykusu-kuledeki-mucevher-fasil-1-2-3-4-a.html ) aktarılan olaylar nedeniyle ıssız adada yaşanan gerilimin seviyesi artmaya başlıyor. Korsanlar tehditkar ormanın derinliklerinde gecenin karanlığında....

5. GECEDEKİ DÜŞLER
Conan geceyarısına doğru nihayet uyudu ama karanlık, kaotik rüyalar gelip geçti sıkıntlı uykusu arasından. Meş’um bir hiss-i kable’l-vuku hali doğuyor, rüyasındaki karanlıkta o ve öbürlerinin hazır kılıç uyuduğu bir sahil görüyordu. Etrafındaki adamlar kaba, rezil gemicilerdi—dostlarıyla benzerlikleri yok değildi—ama yüzleri tanıdık değildi.
İçlerinde bir yüz tanıdıktı. Kaptan Gonzago’nun aristokrat tavrı, uzun çenesi ve soğuk kurnaz gözleriyle ince, şık biriydi bu bu adam.
Rüyasında Gonzago uzun pelerinine sarınmış, sönen ateşin başında kara kara düşünerek budaklı bir kütükte tortop halde oturuyor gibi geldi Conan’a. Rüya gören Cimmerialı bakarken başka bir biçim cisimleşti sessiz ormanın kenarındaki karanlıkta. Conan’ın rüyasının oturan adamı gibi, yabancı da gövdesini tamamen gizleyen uzun siyah bir pelerinin kıvrımlarına sarmalanmıştı.

Uzun ve ince yapılıydı bu kara kişi. Üstelik Conan belli bir sakatlık seçemese de, tuhaf bir şekilde biçimsizdi. Belki yüksek, kambur omuzları bir anormallik telkini katıyordu bedenine, belki de eğri, kemikli çenesiyle maske yüzünden yabani bir hayvanın vahşi gözbebekleri gibi çekilen sapsarı gözler. Fakat meçhul, biçimsiz iblisin gölgesi, onu kefen gibi saran kara pelerin gibi sıkıca yapışıktı kıpırtısız gövdesine.
Rüya gören Conan, kasvetli adamla arkasında sallanan uzun yabancının ikisini de apaçık görmesine rağmen, Gonzago maskeli ve kötü yaratıktan tümüyle bihaber gibiydi. Sonra parlak mavi endişe alevi tutuştu barbar beyninde. Oturan adamı tehlikenin yakınlığına dair uyarmak için bağırmaya çalışarak münasebetsiz rüyasının sıkıntısı içinde debelendi. Fakat ne konuşabildi, ne kıpırdayabildi, ne de sönen ateşin yanında dalgın dalgın oturan Gonzago’nun dikkatini başka bir şekilde çekebildi.
Sonra ürkütücü bir anilikle yay gibi eyleme geçti pelerinli adam. Amber gözleri karanlıkta parlayarak kendini ormandan dışarı attı. Doğruca habersiz Gonzago’nun sırtına doğru atıldı kara adam; gelirken de bir nevi korkunç avcı kuşun pençeleri gibi yırtıp koparmak üzere kancalanmış cılız parmaklarıyla, tuhaf, ince kollarını açtı.
Mahlûk kollarını açarken, Conan onların tam anlamıyla kol olmadığını, kara pelerinin uzun katmanları saydığı şeyin de kocaman bir yarasanın kanatları olduğunu fark etti.
Ve Conan hala rüyasının sınırları dâhilinde kalkmaya, çıplak dişleri ve uzanan hain pençeleriyle üstüne atıldı atılacak habis karanlık mahlûkuna karşı uyarmak üzere kaptanının bihaber şahsına bağırmaya çabaladı..
Sonra ani bir çığlık, rüyasını tuzla buz ederek yırttı gecenin doğadışı durgunluğunu. Sonrasız bir an boyunca, Conan kalbi küt küt ederek hurma ağacına yaslı halde uyanık mı, yoksa hala bir kâbus pençesinde bukağılanmış mı bilmeden yattı.
O kısık, umutsuz çığlık, Conan’ı perili uykusundan kopardığı anilikle, diğer korsanları da uykudan uyandırdı. Cimmerialı denizci kılıcını kapıp ayağa fırlarken, onu uyandıran çığlığın nedenini aradı. Arkadaşları aynı şekilde toprak yataklarından sersem sersem kalkmış, silahlarını yokluyor, karman çorman sorular mırıldanıyordu.
Ay gökte tepeye yükselmişti, onun yanardöner ışığında tüm gözler kaptanın çömelmiş bedenine çevrildi. Kır peçeli korlar önündeki kütüğünde, başı dizlerine eğilmiş sessizce, kıpırdamadan oturuyordu. Rüzgârda süzülen çığlığın şokuyla uyanmayan tek kişi oydu. Eğer o müthiş çığlık onu uyandırmamışsa, Gonzago’nun rüyaları sahiden derin olmalıydı.
Kaptana doğru yürürken Conan’ın kafa derisi batıl bir önseziyle karıncalandı ve onu omzundan sarstı. Gonzago çöktü ve paçavra bir bebek gibi gevşeyerek öne devrildi; düşerken de kafası bir pat diye bir omzuna devrildi. O anda o çiğ, umutsuz çığlığı kimin attığını da, bu küçük adada yalnız olmadıklarını da anladı Conan. Zira Gonzago’nun boğazı, Mena’nınki gibi, sanki eğri bir bıçak ya da bir tür korkunç avcı kuş pençesiyle yapılmış gibi boydan boya kesilmişti. Gözleri görmeden, boş boş bakıyordu bir zamanlar bir yüz olan kan maskesi arasından.


6. AYIŞIĞINDA CİNAYET​

Hiçbir akıncı uyumadı o gecenin kalanında. En çetin olanları bile uyuklama ve vakitsiz bir ecel gailesizliği riskine yeniden girmeyi istemiyordu. Bu yüzden adamlar biraz daha odun topladı ve çalıları giderek daha yükseğe, alevler hurmaların tepesini yalayana ve yükselen duman titremeyen, kayıtsız yıldızları sarmalayana dek yeniden yaktılar ateşi.
Conan, içinde çirkin, kanatlı bir yaratığın kesif gölgelerden saldırdığı ve öldürdüğü rüyalarından söz etmedi. Aslında Cimmerialı niye bu konuda dilini tuttuğunu kendisine bile açıklayamazdı. Adamlar, büyücüyle kaptanlarının acayip vefatından zaten yeterince korktuğundan; derbeder grubunun ilkel batıl korkularını canlandırmak bir komuta gafleti olurdu belki. Zira orman gecesinin karanlık yollarında kol gezen cılız, ölüm saçan hayalet olgusu meydana çıkarsa, güçlü Cimmerialı bir tanesine bile emirlerini dinletemezdi.
Gonzago’nun ölümüyle, kem talihli seferin komutası Conan’ın üstüne kalmıştı; zira Şahin’in başyardımcısı Borus, Siptah’ın adasının uzak köşesinde demir atan korsan gemisinin güvertesindeydi. Ve onun güçlü omuzları bile yükü öyle kolay kaldıramazdı.
Conan öncekinin iki katı yeni nöbetçi yerleştirdi ve uyanık olmalarını sıkıca tembihledi. Gonzago’nun öldürülmesi, diye temin etti adamları, hala etrafta sessizce dolaşıyor olabilecek bir tür tuhaf orman hayvanının işi olsa gerekti.
Bu izahatın yanlışlığından bütünüyle emin değildi Conan. Bir rüya bir rüyadan başka bir şey olmayabilir; yine de Cimmerialı bir insanın rüya görmek yoluyla geleceği okuyabileceğini iddia edenlere hiç inanmamazlık etmemişti. Dahası, katilin uzak Stygia sahilinden bazı meçhul niyetlerle getirilmiş az bilinen bir avcı hayvan olması da muhtemeldi. Kaptana garez besleyen Gonzago’nun bir adamı, karanlıkta arkasından sokulup boğazını kesmişti belki. Ya da belki de, rüyasındaki kanatlı yaratık Stygialı büyücü tarafından icra edilen kutsuz bir deneyin semeresi olan bir tür melez canavardı. Böyle meçhul, kutsuz bir adada hangi yaratıkların yaşadığını kim söyleyebilirdi?
Kükreyen ateşin etrafında uykusuz adamları arasında otururken, böyle düşünüyordu Conan. Sonra boğuk bir dehşet çığlığı kadife geceyi yırttı.
Korkunç önsezinin yapışkan temasından ürperen Conan söverek, ateş ışığında yalın kılıç ayağa fırladı. Koşan bir şahıs kıvrımlı cangıl sarmaşıklarını omuzladı ve nutku tutulmuş halde önünde durdu.
Kambur, kemikli omuzlarıyla pelerinli ve kehribar gözlü yaratık değil, yerleştirdiği nöbetçilerden biriydi bu—Fabio adında güçlü göğüslü, sarı sakallı bir Argoslu. Adamın yüzü kireç gibi solmuş, sözsüzce ormanı gösterirken elleri titriyordu. Sertçe diğerlerine oldukları yerde kalmalarını emreden Conan, dar patikada nöbetçiyi izledi.
Bir gün önce açılan orman yolundan, tir tir titreyen nöbetçinin arkasında kedi gibi sessiz adımlarla ilerledi Cimmerialı. İlerlerken mavi gözleri karanlığı deliyor, sırrı açığa vuracak kokular için havayı kokluyordu. Sonra Fabio göstererek durdu.
Çalılardan süzülen benekli ay ışığı, yere serilmiş iki kişiyi ortaya çıkardı. Conan eğildi ve asık suratla, kesin ölüm nedenini belirlemek için cesetleri çevirdi. Merhametsiz ölüm tarafından karşılandıklarında, erkenden alet ve yedek malzemeler için yollanan denizciler, yüklü halde geri dönüyordu. Zira şişkin yelken bezinden çantalar, yüzleri neredeyse tanınmaz ölçüde harap halde yatan cesetlerin yanına dağılmıştı.
Conan kaş çattı ve parmaklarını süzülen kana batırarak diz çöktü. Kan taze ve sıcaktı; kururken de üstü ancak köpük bağlıyordu. Bahtsız adamların onbeş dakika içinde ve kaptanı öldürenle aynı el—ya da pençe—tarafından öldürüldüklerini anladı bu sayede.

7. KANATLI DEHŞET​

Conan ve Fabio, mürettebatın bir araya toplanmış halde onları beklediği açıklığa döndü çabucak. Artık gölgelerden üç kez saldıran yaratığın doğasını mürettebattan gizlemenin âlemi yoktu; zira nöbetçi katili avı önünde çömelirken görmüştü. Ve heyecan içinde dinleyen herkese öyküsünü geveliyordu.
“Uzun bir adam gibi o–kanatlı bir adam—uzun, eğri çenesi ve bir kedinin sapsarı gözleriyle başı kabak biri. Baştan siyah bir pelerin giydiğini zannettim; oysa ben karşısına çıkarken kollarını iki yana açtı—pelerininin bir yarasanınkini andıran bir çift siyah kanat olduğunu gördüm. Muazzam bir yarasa.”
“Ne kadar uzundu?” diye homurdandı Conan.
Fabio omzunu silkti. “Senden bile uzun.”
“Peki, ne yaptı sonra?” diye sordu Cimmerialı.
“Kanatlarının iç tarafına eklenmiş pençelerle gırtlaklarını yardı. Sonra da— havaya fırladı ve kayboldu,” dedi Fabio kuru dudaklarını nemlendirerek.
Conan kaş çatarak sessizleşti. Adamlar korkuyla birbirine baktı. Gece karanlığında gırtlakları yırtan, insan boyunda bir yarasa işitmemişlerdi hiç. İnanılmazdı bu; yine de nöbetçinin öyküsünü kanıtlayan üç ceset vardı.
“Bu Siptah’ın kendisi mi sence Conan?” Bir korsan sordu.
Conan kuzgun yelesini salladı. “Tüm işittiklerime göre, “ dedi, “Siptah Stygialı bir büyücü, fazlası değil—en kara sanatlarda usta da olsa, senin benim gibi bir insan."
“Bu nasıl bir hayvan o zaman?” diye sordu diğeri.
“Bilmiyorum,” diye homurdandı Cimmerialı. “Siptah, kulesini beklenmedik ziyaretçilere karşı korumak için gayya kuyusundan bir tür iblis çıkarmış olabilir. Ya da unutulmuş çağların sislerinde yitmiş bir tür canavarın soyundan sağ kalan biri olabilir. Ne olursa olsun, o katı etten kandan yapılmış, demek ki öldürülebilir. Bizi bir bir yok etmemesi veya bu pis adadan eli boş ayrılmaya mecbur kalmamak için onu öldürmeliyiz.”
“Onu nasıl öldüreceğiz?” diye sordu Abimael adında kanca burunlu bir Shemli. “İni neresi bilmiyoruz, saldırmak için onu bulmalıyız.”
“Bana bırakın orasını,” dedi Conan kısaca. Kükreyen ateşin sıçrayan alevlerini inceledi ve çatırtılarını köpüren öfkesi içindebir şey onu cezbeder gibi oldu. Bakarken aklına bir fikir geliyordu.
“Kanatlı yaratığın bu adadaki meskeni, Siptah’ın kulesi içindedir muhakkak. Zira bir kuş adamın kapı ve pencerelere ihtiyaç duymaması böyle düşündürtüyor bana.”
“Fakat kulenin bir minaresi var,” dedi Abimael, “şuradaki balkon duvarı üstünde yükseliyor. Oraya nasıl girebildi?
“Sahiden bilmiyorum. Fakat en muhtemel olan bu gözüküyor. Ve nerede olduğunu bilmesek de, her yaratığın ininin bir girişi vardır,” dedi Conan.
“Haklıysan, o lanetli yaratığa nasıl ulaşabiliriz?” diye sordu Fabio. “Biz uçamayız, kulede de ne kapı var, ne pencere.”
Conan başıyla ateşi işaret etti ve sırıttı. Neşeşiz bir şeydi o gülümseme: Vahşi bir kararlılıkla kasvetli bir yüzde bembeyaz yayılan dişlerin kurt gibi aralanışı.
“İblisi dumanla çıkaracağız.”
 
Üst