Yoksulların Zaferi: Fotoğraflarla Kurtuluş Savaşı'nın Maddi ve Mali Kaynakları (1995)

cagan73

Onursal Üye
17 Kas 2013
528
9,778
26 Ağustos ile 30 Ağustos arasında hiç şüphesiz Türk tarihinin en önemli anları yaşandı

Ancak bu anları daha iyi anlayabilmek için 1 yıl geriye dönmek gerekir:
Sakarya Meydan Muharebesi öncesi,
Sakarya da yunan ordusunun başındaki kral konstantin, babası Danimarka prensi, dedesi Danimarka kralı idi. Annesi çok meşhur Romanov hanedanına mensup bir rus asilzadesi idi, yani yunan kralı, yunan değildi. ingilizler aparat olarak kullanmak için yunanistana kral yapmışlardı.
Bir tarafta aparat olarak kullandıkları Türk Tarihinin en büyük vatan haini olan vahdettin ile Anadolu’nun ırzına geçerlerken, diğer aparatları konstantin ile Anadolu işgalini tamamlıyorlardı… ingilizlerin kanlı tiyatrosu maalesef böyleydi.
Kendisini “Aslan Yürekli Richard” a benzeten konstantin, On binlerce yeni asker ile İzmir e çıkmıştı. (yunanistan da seferberlik ilan edilmişti, 19 yaşından büyük tüm erkekler silahaltına alınmıştı)

Bizim tarafımızda, Sakarya öncesi silah altına alınan 50 bin asker firar etmişti. Buna rağmen 7 bin subay, 90 bin asker bir araya getirilebilmişti.
yunan tarafı 180 bin asker, 4 bin subaydan oluşuyordu. (Ordularının dörtte biri yerli rumlardan oluşuyordu, Anadolu’daki eli silah tutan rumlar yunan ordusuna katılmıştı) İtalya’dan, Sovyetlerden aldığımız binlerce tüfek ve cephaneye rağmen ingilizler ce güçlendirilen yunan tarafına göre cephanemiz çok daha azdı.

22 Ağustos 1921 de başlayan yunan taarruzu ve ilerleyişi ilk 10 gün boyunca hiç durmadı. Türk ordusu adım adım geriye çekiliyor. Hemen tekrar siper alınıyor, savaş düzenine geçiliyordu. Ordu yönetiminin tek başına sorumlusu Atatürk tarafından “Hattı Müdafaa yoktur Sathı Müdafaa vardır” emri verilmişti. yunan tarafı 10 günde 15 km ilerleyebilmişti fakat ordularının üçte biri savaşamayacak duruma gelmişti, yaralılarını taşıyamıyorlar, yiyecek yetiştiremiyorlardı. Çabuk zafer ümit edip hazırlıksız kalmışlardı. 10 Eylül de bizzat Mustafa Kemal Paşa'nın komuta ettiği, genel karşı taarruz ile düşman Sakarya’dan sökülüp atılmış, 13 Eylül de savaş kazanılmıştı, Ordumuzun neredeyse yarısını ölü, kayıp veya yaralı vermiştik. Geriye çekilen yunan ordusu geçtiği tüm yerleşim yerlerini yakıp yıktı, tecavüz etti, binlerce savaşamayacak sivil vatandaşımız maalesef hunharca katledildi, vahşetin haddi hesabı yoktu.

Bu zaferin ciddi kazanımları oldu. Fransızlar Anadolu’yu tamamen boşalttılar, Karadeniz deki tüm Rum Pontus köyleri boşaltıldı. Karadeniz deki rumlar devlet kurma hayali ile ayaklanmışlarken topraklarını da kaybettiler.

Bu savaş hiç kuşkusuz binlerce yıllık Türk Tarihinin en önemli savaşıdır. Zira, var olma / yok olma savaşıdır. (Bu durumu geniş bir şekilde burada analiz etmiştim)
………………………………………………………..

Büyük taarruz öncesi 1 yıl boyunca asker ve cephane toplanmaya başlandı. Sovyetlerden binlerce silah, mühimmat ve altın alınıyordu. Sovyetlerin planı çok açıktı: Düşman gördükleri İngilizlerin elinde Boğazların ve Anadolu’nun bulunması hiç işlerine gelmiyordu. Bu yüzden yardım ediyorlardı. Sovyetlerin altınları ile İtalya’dan bile gemilerle silah alınıyordu. Bir yıl boyunca Karadeniz’den, Akdeniz’den silah ve mühimmat getirilmiş, Anadolu da yaşayan insanların elinde kalan son erzak, giysi, yiyecek toplanmış, eli silah tutan tüm erkekler silahaltına alınmıştı. Elde avuçta ne varsa bir araya getirilmişti. Artık ya hep ya hiçti.

Bu arada Konya’daki medreselerin tamamı asker kaçağı dolmuştu. Memleketin ırzına geçilirken, sarığı cüppeyi takan vatan haini kaçaklar, medreselerde arapça sevdasına düşmüşlerdi. Bu durum nihayetinde Cumhuriyetin ilanı sonrasında tekke ve zaviyelerin kapatılmasına neden olmuş, ülke bir kanserden kurtulmuştu.

Pek çok genç yurtsever gibi Nazım Hikmet te Aralık 1921 de İnebolu’dan yürüyerek Ankara’ya gelmişti.
Daha ilk tanışmasında Atatürk kendisine şöyle nasihat edecekti:
“Genç şairler modern olsun diye mevzusuz şiirler yazma yoluna sapıyorlar, siz gayeli şiirler yazınız”

Temmuz 1922 de Akşehir de futbol maçı yapılacağı duyuruluyordu. Atatürk ve tüm subayları seyirci idi. Maç tamamen kamuflaj olarak kullanılmış, Anadolu topraklarında cirit atan, işbirlikçi ingiliz istihbarat ajanlarını kandırmak için düzenlenmişti. Maç esnasında toplanan tüm komutanlar ile taarruz planları tartışıldı ve netleştirildi.
17 Ağustos ta Atatürk’ün hastalandığı haberi yayıldı. Halbuki gizlice taarruz yapılacak cepheleri dolaşmaya başlamıştı.
Büyük taarruz öncesi kafa karıştırmak için Denizli de, Bilecik te bambaşka yerlerde sabotajlar düzenleniyordu, dikkat dağıtılmaya çalışılıyordu.

Bir yıl boyunca hazırlık yapılmış ancak tek bir genel saldırı için mühimmat toplanabilmişti. Savaşın uzaması, haftalara yayılması, 1 yıl boyunca toplanan cephane, araç ve gerecin bir anda bitmesine sebep olacak, taarruzun başarısızlıkla sonuçlanmasına sebep olacaktı. Bu yüzden tüm planlar birkaç günde savaşın kazanılması üzerine kurulmuştu. Yani aslında 200 bin asker, 90 bin tüfek, iki bin makineli, 350 top, hepsi aslında tek bir büyük kurşundu. Bu kurşun isabetli olmazsa Anadolu bir daha hayal olurdu.

Büyük Taarruz öncesi Muhterem (Gökmen) adında bir tıp öğrencisi kendisini tanıttı ve fotoğraf çekmek için izin istedi.
“Buyrun çekin” cevabı üzerine
“Sert bakıyorsunuz bu fotoğrafta gülümseyebilir misiniz?” diye sordu.
Gülümsedi,
“Çocuk haklı arzusunu yerine getirelim” dedi. Tıp öğrencisini de yanına oturtarak (sol en başta) Kurtuluş mücadelesi boyunca tek gülümsediği fotoğrafı çektirdi. Maalesef yıllarca mutlu olunabilecek tek bir an bile yaşanamamıştı…
(Muhterem Gökmen sonrasında İstanbul Tıp Fakültesinde Radyoloji Profesörü oldu ve emekli olduğu 1973 yılına kadar çok uzun bir süre Radyoloji Enstitüsü’nde öğrenci yetiştirdi)
hp7wfq0crrwuw5x5g.jpg


26 Ağustos 1922 sabahı 5.00 te Arapça Sad (‎ص‎) harfi biçiminde dizilmiş Türk ordusu taarruza geçti. Düşmanı dört koldan çevirmek yerine cephede gedik açıp kaçacak askerlerin atlı süvariler ile takip edilip imha edilmesi planlanmıştı. Bu diziliş Atatürk’ün zekasının ürünü idi.
Atatürk, tüm sabah boyunca Kocatepe’de cepheye emirler yağdırıyor, askerlerin sevk ve idaresini takip ediyordu. Bir ara birkaç dakikalığına kayalıklara doğru yürüdü, düşüncelere daldı. Etem Tem, habersizce o unutulmaz fotoğrafı çekerek anı ölümsüzleştirdi;
689kw2cso6q51699g.jpg


Ordu komutanlarımız, büyük çoğunluğu Trablus’tan, Çanakkale’ye, Kafkasya’dan Arabistan’a kadar pek çok cephede savaşmış çok tecrübeli, zeki ve strateji dehası insanlardan oluşuyordu. Pek çoğu en az 3 dil biliyordu. Bugün Anıtkabir i ziyaret ederseniz müzede kısaca hayat hikayelerini okuyabileceğiniz bu komutanlar, ömürleri cephede geçmiş, muazzam bilgi birikimine sahip olmuşlardı.

26 Ağustos öğle saatlerinde ilk defa bir pilotumuz bir düşman uçağı düşürdü;
Büyük Taarruz öncesi 1 yıl boyunca Almanya’dan, Fransa’dan, İtalya’dan uçaklar alınmış, zor şartlarda yurda getirilmiş ve silah monte edilmişti.
Erzurumlu Nafız KOTAN, babası ve amcası tüccardı. Halı ihracatı ile İstanbul’da zengin olmuştu. Kurtuluş mücadelesi başladığında Ankara’ya geçti. Daha önceden kurduğu ticari ilişkiler sayesinde ve bizzat kendi parasıyla İtalyanlardan 4 adet uçak satın aldı. Kalan parasını da milli mücadeleye bağışlamıştı. Satın aldığı uçaklar Sakarya’da, Büyük Taarruz esnasında çarpıştı.

27 Ağustos ta saldırının birinci gününde Afyon kurtarılmıştı.
Daha birinci günde savaşın seyri belli olmuştu. Düşman her taraftan geriye kaçmaya başlamıştı.
Savaşın en stratejik noktası Çiğiltepe idi. Büyük Taarruzun birinci günü bu mevkinin alınması, Dumlupınar yolunu açacaktı. yunan karargahı, stratejik önemi çok büyük olan bu bölgeye çekilmiş ve var gücüyle tutunmaya çalışıyordu.

Saat 10.30 da Albay Reşat bey yarım saat içinde tepeyi alacağına dair Atatürk’e söz veriyordu. Saat 11.00 de verdiği sözü yerine getiremediği için kahrolmuş, intihar ediyordu.
“Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği Türk askerinden daha temiz, daha sağlam bir asker yoktur”. Arkasından böyle söylenecek, hatırası ölümsüz kılınacaktı. Bugün Anıtkabir Müzesinde aziz hatırası yaşatılmaktadır.

28 Ağustosta Yunan cephesi yarıldı,
Savaş öncesi yaklaşık 10 bin atlı asker vücuda getirilmiş, bir yıl boyunca defalarca saldırı tatbikatı yaptırılmıştı. yunan karargahı Afyon merkezinden taarruz yapılacağını zannederken Türk süvarisi kayalık Ahır dağı eteklerinden saldırmış cephe gerisine dalmış Yunan ordusunu dağıtmaya başlamıştı. Yunan ordusu binlerce kayıp verip geri çekilmeye başlıyordu.
29 Ağustos akşam saatlerinde stratejik Adatepe mevki ele geçirilmişti. Sadece bu mevkide Yunan kayıp ve esirleri 20 bini bulmuştu.
30 Ağustos sabahı Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak bildiğimiz muharebe başlamıştı. Savaşın gidişatı aslında birkaç gün öncesinden belli olmuş, yunan birliklerinin cepheleri yarılmış açılan boşluklarda mevzi alınmıştı ancak son yumruk henüz vurulmamıştı. Sabah 6.30 da başlayan meydan muharebesi aynı gün akşamüstü sona ermişti.

Yunan ordusunun toplam zayiatı 100 binin üzerinde idi, kalanlar ise ya firar etmiş ya da kaybolmuştu. Başkomutan trikupis, kalan binlerce askeri ile birlikte teslim oldu.
Kesin emir verilmişti: Teslim olan Yunan askerlerine dokunulmayacaktı: (yunan tarafında savaşan ve aslında Osmanlı vatandaşı olan rum savaş esirleri ise vatana ihanet suçunu işlemişlerdi, çoğunluğu idam edildi)
trikupis ve diğer esirler 1 yıl boyunca Kayseri de tutuldu. 25 binin üzerinde yunan askeri esir alınmıştı. Türk Kızılayı kontrolündeydi. Yemek ayrımı yapılmıyordu. Türk askeri ne yiyorsa aynısını yiyorlardı. Uluslararası Kızılhaç denetimlerine tabii tutuluyordu. Trikupis esir değişimi sonrasında kendi ülkesine döndükten sonra gösterilen iyi muamele sebebiyle Atatürk e teşekkür ediyordu. 1956 yılında ölüne kadar her 10 Kasım da savaştığı adamın Selanik teki ilk evinde saygı duruşunda bulunacaktı.

Peki ya Yunanlıların elindeki Türk esirler?
Kurtuluş savaşı boyunca asker, sivil 20 binden fazla Türk esir edilmişti. Bu esirlerin büyük çoğunluğu bugün turistik gezi düzenlenen Milos, Korfu, Lefkada, Sakız, Girit, Midilli adalarında tutuluyordu. Aylarca aç susuz bırakılan esirlerin yarısından fazlası maalesef hastalık ve açlık yolu ile öldürüldü. Bu durumu 1923 yılındaki esir takası ile kurtarılan Türk esirler sayesinde öğreniyorduk.

Atatürk, trikupis e karşılık gavur Mümin i takas etmişti,
1912 de Trablus’a giden, Libya’da Atatürk ile birlikte İtalyanlarla çarpışan vatanperver subaylardan biriydi.
15 Mayıs 1919 da Yunan işgali İzmir’de başladığında disiplin suçları işledi, ordudan atıldı, ordudan atıldığı için ülkesine ve milletine öfkeliydi. yunan subaylarla işbirliği yapmaya başladı, alenen Yunanlılara bilgi veriyordu. İzmir’de adı “Gavur” a çıkmıştı. Bütün İzmir vatan haini olarak biliyordu.
Gerçek ise bu göründüğünden çok farklı idi.
Değme istihbarat ajanlarına taş çıkartacak şekilde yunan ilerleyişini adım adım takip edip gizlice Atatürk’e telgraf ile gönderiyordu. Gönderdiği hayati öneme sahip bilgiler sayesinde Ege de yunana çok zayiat verdiriliyordu. Gerçek kimliğini sadece birkaç kişi biliyordu. 1 yıl kadar bu şekilde vatan haini yaftası ile gizlice Ankara’ya bilgi sızdırdıktan sonra maalesef yakalandı. Yunan adalarında esir edildi. 1923 yılında esir takası ile yunan başkomutanı trikupise karşılık geri alındı. Ülkesi için bu kadar önemli idi.
Mümin AKSOY, 1948 yılında Milletine veda etti ancak aziz hatırası eminim hiçbir zaman unutulmayacak.

30 Ağustos akşamı tarihi emrini Çal köyünde verdi:
Zalim ve gururlu bir düşman ordusunu, akıllara durgunluk verecek kadar kısa sürede, inanılmayacak kadar az zamanda imha ettiniz
Büyük milletimizin fedakarlıklarına layık olduğumuzu kanıtladınız.
…..
Ordular!
İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!

30 Ağustosta meydan muharebesinden kaçmayı başarmış yunan birlikleri, kaçarken akıl almaz katliamlar yapıyorlardı. Yol üzerindeki bütün köyleri yakıp yıktılar, tecavüz ettiler, kalanları öldürdüler sadece insanlar değil köylünün hayvanları bile öldürülüyordu. Yıkılmadık bina bırakmıyorlardı. Mesela Manisa ve civarında yakılıp yıkılmayan ev kalmamıştı. Tek tük insan sağ kalmıştı. Askerlerimiz kalan yunan askerlerini 9 Eylülde süpürünceye kadar bugün Filistin de yapılanların bin katı Ege de yapılmıştı. Egedeki Rum nüfus ise yunan askerleri ile birlikte İzmir e doluşuyor İngiliz ve yunan gemileri ile kaçmaya çalışıyor, On binlerce rum ve yunan gerçekten de Akdeniz’e dökülüyordu

Tarihin görüp göreceği en büyük vatan haini olan aparat vahdettin, general harrington a acil mektup yazıyordu: “İstanbul’daki hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere yüce devletine bir an evvel ilticamı talep ederim.” (Fotoğraflarda vahdettinin iltica talebi ve Kasım 1922''de ingilizlere sığınırken)
hriq0suj6q5fii77g.jpg
63j0uffcuf4c2195g.jpg


Yaşanan büyük bozgun sebebiyle yunan kralı konstantin de öldürülme korkusu ile ülkesi yunanistandan kaçıyordu.

30 Ağustos ile 9 eylül arasında Dumlupınar ile İzmir arasında kalan tüm köyler kurtarıldı, ayak basılmadık toprak bırakılmadı.
Afyon ile İzmir arası lütfen haritaya bakınız, 300 km den fazla… ağustos ayının onca sıcağında, elde tüfek ve süngü, savaşarak, ateş ederek, köy köy kurtararak günde 10 km…
9 Eylül sabahı kan bulaşmış Türk bayrağını Yüzbaşı Şeref İzmir hükümet konağında göndere çekti.

On üç bin üzerinde şehit ve yaralı verdik. Yunan tarafının kaybı 100 bine yakındı. Savaş uzasaydı, haftalara yayılsaydı yunan tarafı kolaylıkla erzak ve mühimmat temin ederek Egeyi elde tutabilirdi ancak bizim elimizde sadece bir defa saldıracak gücümüz vardı, elde avuçta ne varsa toplanmıştı çünkü.

Savaş bu kadar kısa sürede bitirilmese idi bir daha Ege bölgesi Türk toprağı olamayacaktı. Taarruz öncesi bu topraklarda bizzat ingilizlerin desteği ile İonya devleti kurulmuştu. Başlangıç noktası, İstanbul'daki padişah hükümetinin imzaladığı Sevr Andlaşması idi. Sevr Antlaşması ile İzmir Bölgesi Yunanistan'a verilmiş, İzmir ve çevresi ile Manisa, Akhisar ve Ayvalık'a dek uzanan alanın Yunanistan'a bağlı ayrı bir devlet olması ingilizlerinde onayı ile kabul edilmişti.
(Detay için )

10 Eylül 1922 de İzmir de, Atatürk ilk kez oturdu ve yanındaki arkadaşına şöyle dedi,
Biliyor musun İsmet?
Bir rüya görmüş gibiyim
………………………..………………………..

Alptekin Müderrisoğlu
1938 yılında Sandıklı'da doğmuştur. T.C. Ziraat Bankası Zirai Krediler Müdürlüğü'nden Emekli Mehmet İhsan Müderrisoğlu'nun oğludur. 1956'da Ankara Gazi Lisesi'nden, 1961 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Şubesi'nden mezun olmuştur.
Teftiş Kurulu'na 16.12.1963 tarihinde girmiş, 1964 yılında Maliye Müfettişi olmuştur. 07.09.1968-28.02.1970 tarihleri arasında A.B.D.'nde staj yapmıştır. Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü'nde Genel Müdür Yardımcılığı (12.02.1971-06.09.1974), Hazine Genel Müdürlüğü ve MİİT Genel Sekreterliği'nde; Genel Müdür Yardımcılığı (06.09.1974-26.05.1977), Washington Büyükelçiliği Maliye Müşavirliği (26.05.197-30.01.1981), Hazine Genel Müdürlüğü ve MİİT Genel Sekreterliğinde; Genel Müdür Başyardımcılığı (30.01.1981-05.04.1982), Genel Müdür Yardımcılığı (05.04.1982-31.05.1982) görevlerinde bulunduktan sonra 31.05.1982 tarihinde memuriyetten istifa suretiyle ayrılarak özel sektöre geçmiştir. Özel Sektörde bir bankanın Batı Almanya Temsilciliğine getirilmiştir. Türk Harp Tarihi Komisyonu Üyeliği görevini de üstlenmiş, arşivinde yakın Türk tarihine ilişkin 16.000' i aşkın fotoğraf derlemiş ve TRT için 9 dizilik "Çanakkale Zaferi" adlı belgesel programını hazırlamıştır. 26.02.1999 tarihinde vefat etmiştir.
İngilizce, Almanca ve Fransızca bilmekte idi.
Basılmış Eserleri:
(1) Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları (1974)
(2) Sakarya I (1981)
(3) Sakarya II (1982)
(4) Sarıkamış Dramı (1983)
(5) Kurtuluş Savaşı'nda Ankara (400 Belgesel Fotoğrafla) (1993)
6) Yoksulların Zaferi (1995)




Konu eserin tanıtımını yapmak için muhafaza edilmektedir. Bağlantı linki bulunmamaktadır.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

baybora

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
16 Şub 2012
913
4,844
İzmir
İyice yoksullaşmış olan ülkemizin, Atatürk gibi benzersiz bir lider çıkararak, yokluktan kurtuluşa ulaşması elbette kolay olmamış. Sadece o zamanın imkanlarını sonuna kadar kullanmak da yetmezdi. Düşmanlarımız her türlü yabancı desteğini bularak bize saldırdıklarında, en azından onları yenecek miktarda bir askeri malzemeye ihtiyacımız vardı. Bu kaynaklar gerek silah, gerekse parasal olarak gelmeseydi işimiz çok zor olurdu.
Böylesine önemli bir kitabı tam gününde bizlerle paylaşan cagan73 arkadaşa çok teşekkürler.
 
Üst