Colinmccay
Yönetici
- 27 Haz 2009
- 6,995
- 11,991
Akdeniz Bölgesi'nde Hatay iline bağlı bir ilçe olan Yayladağı ilçesi, ilin 50 km.güneyinde yer almaktadır. İlçenin doğusunda Türkiye-Suriye sınırı, kuzeybatıda Samandağı, kuzeyde Antakya bulunmaktadır. Akarsu vadileri ile parçalanmış olan ilçe topraklarında önemli bir düzlüğe rastlanmamakta olup, dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahiptir. İlçenin en yüksek noktası, Akdeniz kıyısı yakınlarında 1.736 m. ye ulaşan Kılıç (Akra) Dağı'nın doruğudur. İlçenin kuzeyini Ziyaret Dağı engebelendirmektedir. İlçe topraklarından kaynaklanan küçük akarsuları Asi ırmağı toplamaktadır.
Yayladağı 366 km2. lik bir alanda olup, denizden yüksekliği ise 450 m. dir. İlçede Genelde çam, sandal e meşe ağaçlarından oluşan ormanlar yer kaplar. Ormanların olmadığı yerlerde makiler hakim durumdadır.
İlçe ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında; arpa, buğday, tütün, üzüm, yulaf ve baklagillerdir. İlçede yetiştirlen pipo tütünü ülke çapında ün kazanmıştır. Hayvancılıkta kıl keçisi ve koyun yetiştirilmektedir.
Tarihçesi
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Yavuz Sultan Selim Mısır seferi dönüşünde ordusu ile birlikte burada konaklamış ve bu yüzden de buraya "Ordu " ismi verilmiştir. Cumhuriyetin ilânından sonra, 1940 yılında Karadeniz'deki ordu ile ismi karıştığından Yayladağı olarak değiştirilmiştir. Bu ismi de bölgedeki Yayladağı'ndan almıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde buradan, Trablus Şam’a bağlı Ordu köyü olarak söz etmektedir.
Bölgedeki ilk yerleşim Hititler döneminde olmuştur. Nitekim Keldağı üzerinde 1316 m. yükseklikteki küçük bir teras üzerinde Hititlerden kalma bir mabet olduğu sanılmaktadır. Seleukos I Nicator zamanında burada Zeus adına bir mabet yapılmıştır. Bu mabet ilk defa 1832 yılında farkedilmiş, 1928 yılında küçük çapta bir araştırmadan sonra 1963 yılında W.Djobadze burada kazı yaparak 55.50x60 m. genişliğinde avlunun güneydoğusundaki mabedi ortaya çıkarmıştır. Bu mabet MS.V. ve VI. yüzyıllarda kullanılmış XIII. yüzyılda da kilise olmuştur.
Yayladağı'na Persler, Makedonyalılar, Roma ve Bizanslılar egemen olmuşlar. Hz.Ömer zamanında başlayan Arap akınları sırasında onların eline geçen bölge, 300 yıl kadar Arapların elinde kaldıktan sonra Bizanslılar tarafından geri alınmıştır. O dönemde Abbasiler Türk boy ve aşiretlerini buraya yerleştirerek Savcılar aşireti reisi Kasım Bey'i buraya Bey olarak atamıştır. Nitekim Kasım Bey'in Bizanslılardan alıp, camiye dönüştürdüğü Kasım Bey Camisi günümüze kadar ulaşmıştır. Kasım Bey yaptırdığı bu eserlerin idaresi için, Kesap, Kozluk, Helgin ve Şakşak gibi yerleri vakfetmiştir.
Malazgirt Zaferi'nden sonra (1071) Anadolu'yu Türkleştirme çalışmaları içerisinde Selçuklular zamanında Ordu adıyla anılan Yayladağı, Osmanlılar zamanında da Ordu Muradiye adıyla anılmıştır.
1. Dünya savaşından sonra Fransızlar tarafından işgal edilen bölge, 18 yıl Fransızların egemenliğinde kalmıştır.Yayladağı, 1938’de kurulan Hatay Devleti sınırları içine kaldı. Hatay Devletinin de 7 Temmuz 1939’da Anavatana katılmasıyla, Türkiye sınırlarına dahil oldu. Aynı yıl Hatay iline bağlı ilçe konumuna getirilmiştir.
İlçede günümüze gelebilen eserler arasında; Ahmet Kuseyri Cami ve Türbesi ve Yayladağı Barleam Manastırı bulunmaktadır.
Ahmet Kuseyri Cami ve Türbesi
Antakya-Yayladağı yolu üzerinde, Antakya’ya 25 km. uzaklıkta bulunan Şenköy’dedir. Osmanlı döneminde yaşamış bir veli olan Şeyh Ahmet Kuseyri’nin türbesi ve aynı avluda bulunan cami XVI. Yüzyıla tarihlendirilmektedir.
Yayladağı Barleam Manastırı
Yayladağı’nın en ünlü tarihi yapısı olan Barleam Manastırı 1316 m. Yüksekliğindeki Keldağı’nda küçük bir teras üzerindedir. Burasının Hititler döneminden itibaren mabed olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Seleukos I.Nicador burada Zeus adına bir mabet yaptırmıştır.
MS.IV.yüzyılda Aziz Barleam buraya gelerek mabedin bulunduğu yerde bir manastır ve onun güney-doğu köşesine de VI.yüzyılın başlarında bir kilise yaptırmıştır. Manastır 1268 yılına kadar keşişleri bir araya toplamış, Arap akınlarından sonra da terkedilmiştir.
Barleam Manastırı’nı ilk kez 1832 yılında gezginler fark etmiş ve 1963 yılında W.Djobadze burada bir kazı yaparak manastırın ana hatlarını ortaya çıkarmıştır. Buradaki yapının ilk defa MS.V-VI.yüzyıllarda kullanıldığı XIII.yüzyıllarda da manastıra dönüştürüldüğü bilinmektedir. Günümüze 55.50x60 m. Genişliğindeki avlusu ile temel kalıntıları, kuzey yönündeki mezarları gelebilmiştir.
Manastırın kilisesi dikdörtgen plânlı olup 2 neflidir. Bezemeleri daha çok geometrik, örgü, geçme, palmet ve sitilize edilmiş bitkisel motiflerdir. Bu motifler Bizans üslubunu yansıtmamaktadır.
Alıntıdır. bakunin tarafından düzenlenmiştir.