yeryüzü
Yönetici
TATAR ÇÖLÜ
Kardeşimin ev ödevi buydu: Bir kitap ve onun
uyarlaması bir filmin değerlendirilmesi. Yardım ettim
ona ve sonra aldım buraya.Koca bir değerlendirme,
bir ödev yığınının altında mı kalsaydı sadece?
Tatar Çölü, Roman, 1940
Yazar : Dino Buzzati
Orijinal ismi : Il Deserto dei Tartari
Sayfa sayısı : 232
Türkçe çevirileri: Tatar Çölü, çev. Nihal Önol (İstanbul: Varlık, 1968).
Tatar Çölü, çev. Hülya Tufan (İstanbul: İletişim, 1991.
Tatar Çölü, film, 1976, 140 dk.
Yönetmen : Valerio Zurlini
Senaryo : Jean-Louis Bertucelli, André G. Brunelin
Görüntü Yönetmeni : Luciano Tovoli
Müzik : Ennio Morricone
Romanın kahramanı Giovanni Drogo, bir eylül sabahı tayininin çıktığı Bastian Kalesi’ne doğru yola çıkar. Kale hakkında hiç bir bilgisi yoktur. Bastiani Kalesi bir çölün kenarında bulunan, kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdedir. Kaledeki bütün askerler çölün ardında büyük bir Tatar ordusunun olduğuna, buradan tehlike geleceğine ve kahraman olacaklarına inanır. Kimse gönüllü gitmez bu kaleye ama gönüllü kalır. Drogo, dört ay için kalacaktır ama zaman içinde yaşadıkları, kaledeki arkadaşlarıyla samimiyeti ve gizemli çöl ile birlikte kale onu da etkisi altına alır. Dört ay yıllar olur, Drogo da çölden gelecek tehlikeyi beklemeye başlar. Giovanni Drogo’nun yazgısıdır bu, Bastiani Kalesi’nde beklemek. Tatar Çölü, sıradanlığın pençesine düşüp önüne çıkan fırsatları değerlendirmek yerine, alışkanlıkları içinde kendini unutarak akıp geçen zamana yenik düşen bir adamın hikâyesidir. Tanıtım bülteni ve kitabın arka kapağına bakarsak oldukça etkileyici bir roman okuyacağımızın ipuçlarını buluruz: “Tatar Çölü, 2. Dünya Savaşı sonrasında parlayan modern İtalyan edebiyatının ilk ve en usta ürünlerinden biri, çağdaş dünya edebiyatında da önemli yer edinmiş bir eser. Genç ve hevesli bir teğmenin, ilk görev yerini çevreleyen uçsuz bucaksız çölle "savaşı". Çöl, hem teğmenin muhtaç olduğu düşmanı ondan esirger hem bizzat "düşman"ın yerini tutar, hem de gizemli, tarifsiz varlığıyla genç teğmeni cezbeder. Gerçek dışı, soyut bir mekanda, zamanda, zeminde, olaysızlığın ortasında insana ilişkin en can alıcı sorular...” “İç karartıcı Bastiani Kalesine vardığında genç teğmen Giovanni Drogo tarifsiz bir sıkıntıya kapılır. İlk görev yeri olan bu kaleyi bir gece bile kalmadan terk etmeyi ister, ama harekete geçemez. Sonunda en fazla dört ay kalabileceğine karar verir. Alışkanlıkların uyuşturucu etkisi, askerlik gururu, gündelik ritüellerle dolan bir hayat boşluğuna bağlanması ve Tatar Çölünün vahşi cazibesi bu dört ayı yıllara çevirir. Giovanni Drogo kimsenin gelip geçmediği, öte tarafında ne olduğunu, kimlerin yaşadığını bilmediği bir çöl sınırını beklemeye bırakır kendini. Ünlü İtalyan yazar Dino Buzzati’nin ilk romanı olan Tatar Çölü, hayatın anlamını ve insanın kaderine teslim olmasını sorgular. Kafka, Sartre ve Camus’nün değişik biçimlerde uğraştığı bu sorgulamayı kurgulayan Tatar Çölü, çağımızın önemli eserlerinden biridir.”
Kitaptan bir bölüme bakarsak, Drogo kaleye yeni gelmiş, farklı umutları, heyecanı var, bir an önce bu kaleden gitmek istiyor fakat bir yandan da tanımak istiyor etrafı, merak ediyor ilerdeki yeni tabyayı ve ötesini de görmek istiyor. Binbaşı Matti ile görüşmesinin sonu, sayfa 28 :
“…Binbaşım,” dedi görünürde sakin bir sesle, “kuzeye bir göz atabilir, duvarların ötesinde ne olduğuna bakabilir miyim?”
“Duvarların ötesinde mi? Manzaralara ilgi duyduğunuzu bilmiyordum,” diye yanıt verdi binbaşı.
“Yalnızca bir göz atmak istiyorum binbaşım, basit bir merak. Orada bir çöl olduğunu duydum da. Ben ömrümde hiç çöl görmedim.”
“Zahmetinize değmez teğmen. Tekdüze bir manzara, hiçbir güzelliği yok. Bana inanın ve aklınızı hiç buna takmayın.”
“Üstelemiyorum binbaşım.” dedi Drogo …”
Sıradan insanlar için inanılmaz derecede sıkıcı, tekdüze bir ortamı, insanı hop oturtup hop kaldıran bir esrar diyarına döndürmüştür Buzzati! Bu nedenle hiçbir tehlikenin olmadığı bu kaledeki günlerin geçişini biz de heyecanla izler, yarın neler olacağını merakla bekleriz tıpkı Drogo gibi!
1976 yılında çekilmiş filmi izledikten sonra kitapta anlatılmak istenenleri daha farklı yönleriyle düşünebiliyoruz. Film büyük oranda kitaba sadık kalmakta, sonuçta kitapta verilen önermeyi yansıtmaktadır izleyiciye.
Bazı sahnelerde, örneğin Drogo’nun neden kalede kalmaya karar verdiğini anladığımız sahnede, kitaba göre daha etkileyici olabilmiştir film. Kitapta, karakterler ve olaylar ayrıntılı betimlemelerle anlatılarak farklı kuşaklardan insanlar tanıtılırken, filmde bakışlarla ve mimiklerle kişilerin beklenti ve duyguları anlatılabilmiştir. Bastiani Kalesi’nde şatafatlı giysiler içinde, müzik eşliğinde verilen akşam yemekleri, subayların cesaret ve görev konusundaki görüş ve tutumlarının birbirlerini nasıl etkilediği, filmde, kitaba göre daha iyi vurgulanabilmiş.
Teğmen Von Amerling ( kitapta Pietro Angustino olarak geçiyor ) in binbaşı Matti komutasındaki birlikle soğuk, karlı dağa çıkışı, uygun olmayan giysileriyle, zayıf bünyesiyle doğayla ve binbaşı Matti’yle ( aslında kendisiyle) ölümüne mücadelesi, kitaptaki çok etkileyici bölümlerden biri olmasına rağmen filmde, dağdaki bu mücadele vurgulanmamış, fakat Angustina’nın zayıf ve hassas kişiliğinden kitaptan farklı olarak filmde iki ayrı sahnede bize anlatılmıştır.
Kitaba sadık kalıp sinemanın olanaklarından yararlanarak izleyiciyi çok etkileyen, başarılı bir uyarlama olduğunu düşünüyorum filmin. Kitapta birkaç aylığına şehre dönen teğmen Drogo biraz da hayal kırıklığıyla kaleye dönmüştü. Filmde ise şehirde geçen zaman birkaç saniye ile geçiştirilmiş. Bu bilinçli bir tercih de olabilir ama kitaptaki olduğu gibi az da olsa şehir hayatının gösterilmesi doğru olabilirdi. Kitapta birkaç yerde Drogo’nun kendisiyle hesaplaştığını, arkadaşlarıyla, ailesiyle ilişkilerini, bu ıssız yerdeki kalede ömrü boyunca varlığı şüpheli bir düşmanı beklemeyi sorguladığını okuyor, filmde ise kitaptan farklı olarak bunu dolaylı olarak hissediliyoruz.
Filmde olup kitapta olmayan birkaç sahne var; Kaledeki tek savaş gazisi olduğu söylenen yarbayın sara krizine benzer sahnesi, er Lazaro’nun ölümü üzerine kendisinin dahil olduğu 3. müfrezenin emre topluca itaatsizlik etmesi, bunun üzerine Binbaşı Matti’nin katı kurallar gereği müfrezedeki askerleri cezalandırması, Von Amerling’in yüzbaşı Ortiz ile yaptığı eskrim maçı, kaledeki bir törende albayın dini bir metin okuduktan sonra tüm askerlerin birlikte söylediği bir ilahi sahnesi gibi…
En etkileyici sahnelerden birinde, gece karanlıkta er Lazzaro beyaz atı bulup kaleye getirirken, nöbetçi Lazzaro’yu durdurup parola sorar, çavuş Tronk ta o an oradadır,sessizce nöbetçiyi izlemektedir, bir an nöbetçi asker Tronk ile göz göze gelir, sonrası çok dokunaklıdır. Diğer bir sahnede ise yıllar geçmiş, Yüzbaşı, sonra yarbay olan Ortiz emekliliğini istemek zorunda kalmıştır, kaleden ayrıldıktan sonra çölün kenarına gelir, o muhteşem manzarayı daha farklı görürüz sanki, sonrası yine hüzünlüdür…
Tatar Çölü filminin başında ve sonunda geçen iki replik de unutulmazlar arasındadır: Birincisi teğmen Drogo Bastiani Kalesi’ne giderken ilk kez karşılaştığı yüzbaşı Ortiz’in söylediği “ Bir ulusun tarihi ne kadar eskiyse efsaneleri de o kadar çok olur” sözüdür ki adeta Drogo’yu baştan uyarmaktadır. İkincisi de çok dokunaklıdır, filmin sonlarında kale komutanı olan Simeon’un, hasta yatağındaki Drogo’ya sarfettiği “ İnsanın hayatın ona uygun gördüğü rolü oynaması lazım”.
Farklı bir son olabilir miydi, biraz zor... Herkesin bir Tatar Çölü, bir Bastiani Kalesi var aslında içinde. Bir gün gerçekleşeceğini umarak ne çok şeyi beklediğimizin hikayesi Drogo'nunki. Belki alışkanlıkların, tembelliklerin konforundan vazgeçmemek için bekliyor insan, belki de yaşama gücü bulabilmek için bekliyor, beklemeyi öğreniyor. Sonunda, elinde kalacak olanın harcanmış bir gençlik, heba edilmiş bir ömür, asla gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecek hayaller olacağını bildiği halde bekliyor.
Tekrar tekrar okunacak bir eser Tatar Çölü. Kendimizi keşif için.
İzlemek istemeyenler için bir türkü:
Kardeşimin ev ödevi buydu: Bir kitap ve onun
uyarlaması bir filmin değerlendirilmesi. Yardım ettim
ona ve sonra aldım buraya.Koca bir değerlendirme,
bir ödev yığınının altında mı kalsaydı sadece?
Tatar Çölü, Roman, 1940
Yazar : Dino Buzzati
Orijinal ismi : Il Deserto dei Tartari
Sayfa sayısı : 232
Türkçe çevirileri: Tatar Çölü, çev. Nihal Önol (İstanbul: Varlık, 1968).
Tatar Çölü, çev. Hülya Tufan (İstanbul: İletişim, 1991.
Tatar Çölü, film, 1976, 140 dk.
Yönetmen : Valerio Zurlini
Senaryo : Jean-Louis Bertucelli, André G. Brunelin
Görüntü Yönetmeni : Luciano Tovoli
Müzik : Ennio Morricone
Romanın kahramanı Giovanni Drogo, bir eylül sabahı tayininin çıktığı Bastian Kalesi’ne doğru yola çıkar. Kale hakkında hiç bir bilgisi yoktur. Bastiani Kalesi bir çölün kenarında bulunan, kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdedir. Kaledeki bütün askerler çölün ardında büyük bir Tatar ordusunun olduğuna, buradan tehlike geleceğine ve kahraman olacaklarına inanır. Kimse gönüllü gitmez bu kaleye ama gönüllü kalır. Drogo, dört ay için kalacaktır ama zaman içinde yaşadıkları, kaledeki arkadaşlarıyla samimiyeti ve gizemli çöl ile birlikte kale onu da etkisi altına alır. Dört ay yıllar olur, Drogo da çölden gelecek tehlikeyi beklemeye başlar. Giovanni Drogo’nun yazgısıdır bu, Bastiani Kalesi’nde beklemek. Tatar Çölü, sıradanlığın pençesine düşüp önüne çıkan fırsatları değerlendirmek yerine, alışkanlıkları içinde kendini unutarak akıp geçen zamana yenik düşen bir adamın hikâyesidir. Tanıtım bülteni ve kitabın arka kapağına bakarsak oldukça etkileyici bir roman okuyacağımızın ipuçlarını buluruz: “Tatar Çölü, 2. Dünya Savaşı sonrasında parlayan modern İtalyan edebiyatının ilk ve en usta ürünlerinden biri, çağdaş dünya edebiyatında da önemli yer edinmiş bir eser. Genç ve hevesli bir teğmenin, ilk görev yerini çevreleyen uçsuz bucaksız çölle "savaşı". Çöl, hem teğmenin muhtaç olduğu düşmanı ondan esirger hem bizzat "düşman"ın yerini tutar, hem de gizemli, tarifsiz varlığıyla genç teğmeni cezbeder. Gerçek dışı, soyut bir mekanda, zamanda, zeminde, olaysızlığın ortasında insana ilişkin en can alıcı sorular...” “İç karartıcı Bastiani Kalesine vardığında genç teğmen Giovanni Drogo tarifsiz bir sıkıntıya kapılır. İlk görev yeri olan bu kaleyi bir gece bile kalmadan terk etmeyi ister, ama harekete geçemez. Sonunda en fazla dört ay kalabileceğine karar verir. Alışkanlıkların uyuşturucu etkisi, askerlik gururu, gündelik ritüellerle dolan bir hayat boşluğuna bağlanması ve Tatar Çölünün vahşi cazibesi bu dört ayı yıllara çevirir. Giovanni Drogo kimsenin gelip geçmediği, öte tarafında ne olduğunu, kimlerin yaşadığını bilmediği bir çöl sınırını beklemeye bırakır kendini. Ünlü İtalyan yazar Dino Buzzati’nin ilk romanı olan Tatar Çölü, hayatın anlamını ve insanın kaderine teslim olmasını sorgular. Kafka, Sartre ve Camus’nün değişik biçimlerde uğraştığı bu sorgulamayı kurgulayan Tatar Çölü, çağımızın önemli eserlerinden biridir.”
Kitaptan bir bölüme bakarsak, Drogo kaleye yeni gelmiş, farklı umutları, heyecanı var, bir an önce bu kaleden gitmek istiyor fakat bir yandan da tanımak istiyor etrafı, merak ediyor ilerdeki yeni tabyayı ve ötesini de görmek istiyor. Binbaşı Matti ile görüşmesinin sonu, sayfa 28 :
“…Binbaşım,” dedi görünürde sakin bir sesle, “kuzeye bir göz atabilir, duvarların ötesinde ne olduğuna bakabilir miyim?”
“Duvarların ötesinde mi? Manzaralara ilgi duyduğunuzu bilmiyordum,” diye yanıt verdi binbaşı.
“Yalnızca bir göz atmak istiyorum binbaşım, basit bir merak. Orada bir çöl olduğunu duydum da. Ben ömrümde hiç çöl görmedim.”
“Zahmetinize değmez teğmen. Tekdüze bir manzara, hiçbir güzelliği yok. Bana inanın ve aklınızı hiç buna takmayın.”
“Üstelemiyorum binbaşım.” dedi Drogo …”
Sıradan insanlar için inanılmaz derecede sıkıcı, tekdüze bir ortamı, insanı hop oturtup hop kaldıran bir esrar diyarına döndürmüştür Buzzati! Bu nedenle hiçbir tehlikenin olmadığı bu kaledeki günlerin geçişini biz de heyecanla izler, yarın neler olacağını merakla bekleriz tıpkı Drogo gibi!
1976 yılında çekilmiş filmi izledikten sonra kitapta anlatılmak istenenleri daha farklı yönleriyle düşünebiliyoruz. Film büyük oranda kitaba sadık kalmakta, sonuçta kitapta verilen önermeyi yansıtmaktadır izleyiciye.
Bazı sahnelerde, örneğin Drogo’nun neden kalede kalmaya karar verdiğini anladığımız sahnede, kitaba göre daha etkileyici olabilmiştir film. Kitapta, karakterler ve olaylar ayrıntılı betimlemelerle anlatılarak farklı kuşaklardan insanlar tanıtılırken, filmde bakışlarla ve mimiklerle kişilerin beklenti ve duyguları anlatılabilmiştir. Bastiani Kalesi’nde şatafatlı giysiler içinde, müzik eşliğinde verilen akşam yemekleri, subayların cesaret ve görev konusundaki görüş ve tutumlarının birbirlerini nasıl etkilediği, filmde, kitaba göre daha iyi vurgulanabilmiş.
Teğmen Von Amerling ( kitapta Pietro Angustino olarak geçiyor ) in binbaşı Matti komutasındaki birlikle soğuk, karlı dağa çıkışı, uygun olmayan giysileriyle, zayıf bünyesiyle doğayla ve binbaşı Matti’yle ( aslında kendisiyle) ölümüne mücadelesi, kitaptaki çok etkileyici bölümlerden biri olmasına rağmen filmde, dağdaki bu mücadele vurgulanmamış, fakat Angustina’nın zayıf ve hassas kişiliğinden kitaptan farklı olarak filmde iki ayrı sahnede bize anlatılmıştır.
Kitaba sadık kalıp sinemanın olanaklarından yararlanarak izleyiciyi çok etkileyen, başarılı bir uyarlama olduğunu düşünüyorum filmin. Kitapta birkaç aylığına şehre dönen teğmen Drogo biraz da hayal kırıklığıyla kaleye dönmüştü. Filmde ise şehirde geçen zaman birkaç saniye ile geçiştirilmiş. Bu bilinçli bir tercih de olabilir ama kitaptaki olduğu gibi az da olsa şehir hayatının gösterilmesi doğru olabilirdi. Kitapta birkaç yerde Drogo’nun kendisiyle hesaplaştığını, arkadaşlarıyla, ailesiyle ilişkilerini, bu ıssız yerdeki kalede ömrü boyunca varlığı şüpheli bir düşmanı beklemeyi sorguladığını okuyor, filmde ise kitaptan farklı olarak bunu dolaylı olarak hissediliyoruz.
Filmde olup kitapta olmayan birkaç sahne var; Kaledeki tek savaş gazisi olduğu söylenen yarbayın sara krizine benzer sahnesi, er Lazaro’nun ölümü üzerine kendisinin dahil olduğu 3. müfrezenin emre topluca itaatsizlik etmesi, bunun üzerine Binbaşı Matti’nin katı kurallar gereği müfrezedeki askerleri cezalandırması, Von Amerling’in yüzbaşı Ortiz ile yaptığı eskrim maçı, kaledeki bir törende albayın dini bir metin okuduktan sonra tüm askerlerin birlikte söylediği bir ilahi sahnesi gibi…
En etkileyici sahnelerden birinde, gece karanlıkta er Lazzaro beyaz atı bulup kaleye getirirken, nöbetçi Lazzaro’yu durdurup parola sorar, çavuş Tronk ta o an oradadır,sessizce nöbetçiyi izlemektedir, bir an nöbetçi asker Tronk ile göz göze gelir, sonrası çok dokunaklıdır. Diğer bir sahnede ise yıllar geçmiş, Yüzbaşı, sonra yarbay olan Ortiz emekliliğini istemek zorunda kalmıştır, kaleden ayrıldıktan sonra çölün kenarına gelir, o muhteşem manzarayı daha farklı görürüz sanki, sonrası yine hüzünlüdür…
Tatar Çölü filminin başında ve sonunda geçen iki replik de unutulmazlar arasındadır: Birincisi teğmen Drogo Bastiani Kalesi’ne giderken ilk kez karşılaştığı yüzbaşı Ortiz’in söylediği “ Bir ulusun tarihi ne kadar eskiyse efsaneleri de o kadar çok olur” sözüdür ki adeta Drogo’yu baştan uyarmaktadır. İkincisi de çok dokunaklıdır, filmin sonlarında kale komutanı olan Simeon’un, hasta yatağındaki Drogo’ya sarfettiği “ İnsanın hayatın ona uygun gördüğü rolü oynaması lazım”.
Farklı bir son olabilir miydi, biraz zor... Herkesin bir Tatar Çölü, bir Bastiani Kalesi var aslında içinde. Bir gün gerçekleşeceğini umarak ne çok şeyi beklediğimizin hikayesi Drogo'nunki. Belki alışkanlıkların, tembelliklerin konforundan vazgeçmemek için bekliyor insan, belki de yaşama gücü bulabilmek için bekliyor, beklemeyi öğreniyor. Sonunda, elinde kalacak olanın harcanmış bir gençlik, heba edilmiş bir ömür, asla gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecek hayaller olacağını bildiği halde bekliyor.
Tekrar tekrar okunacak bir eser Tatar Çölü. Kendimizi keşif için.

Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
İzlemek istemeyenler için bir türkü:
Moderatör tarafında düzenlendi: