Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Şanlıurfa İline bağlı bir ilçe olan Harran, doğusunda Ceylanpınar ilçesi, batısında Akçakale ilçesi, güneyinde de Suriye ile çevrilidir. İlçe topraklarını doğudan kuzeye doğru Tektek Dağları engebelendirir. Kuzeyden güneye doğru ise düz bir ova görünümündedir.
Yüzölçümü 704 km2 olan ilçenin toplam nüfusu 56.258'dir.
İlçede karasal iklim hüküm sürmekte olup, yazları sıcak ve kurak, kışları ise nispeten ılık geçer. Temmuz ve Ağustos ayları bölgenin en sıcak dönemidir. Sıcaklık zaman zaman 40 dereceyi geçmektedir. Aralık ve Ocak ayları ise en soğuk dönemidir. Ekim ve Nisan aylarında bol yağış almaktadır.
İlçe ekonomisi tarım, hayvancılık ve turizme dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler; arpa, buğday, mercimek ve pamuktur. Atatürk Barajı nedeni ile sulama olanağının artmasından ötürü son yıllarda pamuk ekimi başlamış ve pamuğa dayalı sanayisi gelişme göstermiştir. Hayvancılıkta ise sığır, manda, koyun ve keçi yetiştirilmektedir.
Harran yöresi MÖ.2000’de Asurluların hakimiyeti altında, MÖ.612’de Babillerin sınırları içerisinde kalmıştır. Daha sonra Medler ve Persler yöreye egemen olmuş, Büyük İskender’in MÖ.332’de Anadolu’daki Pers hakimiyetine son vermesinden sonra Urfa yöresi ile birlikte Harran da Makedonya Krallığının egemenliği altına girmiştir. Büyük İskender’in ölümünden sonra Seleukoslar yöreye hakim olmuş, bunu Osrhoene Krallığı ve Romalılar izlemiştir.
Roma döneminde Carrhae adı ile anılan Harran, İlkçağda Ninive’den Karkamış’a uzanan yol üzerindeki stratejik bir konumda idi. Bu nedenle Asur kralları buraya büyük önem vermişlerdir. Kitab-ı Mukaddes’e göre; Hz.İbrahim’in ailesi Kaldelilerin Ur kentini terk ettikten sonra buraya yerleşmişlerdir. Roma Triunviri Crassus MÖ.53’te Harran’da Partlara yenilmiştir. MS.297’de İmparator Galerius yine burada Pers Kralı Narses’e yenilmiştir.
Roma’nın 395’te ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma (Bizans) sınırları içerisinde kalmış, Bizanslılar ile Sasaniler arasında sık sık el değiştirmiştir. Yöre MS.640 yılında Arap istilasına uğramıştır. Bu dönemde Harran devrin önemli bir kültür merkezi konumuna gelmiştir. 661 yılında Emevilerin, 750’de Abbasilerin hakimiyeti altına girmiştir. Emevi Halifesi Mervan başkentini Harran’a taşımış (744-750), burada kurulan Harran Üniversitesinde din, astronomi, tıp, matematik ve felsefe konularında çalışmalar yapılmıştır. XII.yüzyılda Nurettin Zengi, Selahattin Eyyubi, XIII.yüzyılda Moğollar, XIV.yüzyılda Moğolları yenen Memluklular buraya hakim olmuştur.
Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Selçuklular buraya kadar uzanmıştır (1087). Urfa’nın Zengilerin eline geçmesinden sonra Urfa yöresi ile birlikte Harran Musul Atabeylerinin eline geçmiş, daha sonra Eyyubiler ve Selçuklular arasında zaman zaman el değiştirmiştir. Moğol istilasına uğrayan yöre, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi (1517) sırasında Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra Akçakale ilçesine bağlı Altınbaşak’ın merkezi idi. 1987 yılında da Şanlıurfa’ya bağlı ilçe konumuna getirilmiştir.
İlçede günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Yeri belli olmayan Ay Tanrısı Sin Mabedi’nin burada olduğu Babil tabletlerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca, Harran Kalesi ve Surları, Han El Ba'rür Kervansarayı, Hayat El Harrani Türbesi, Cabir El Ensar Türbesi, İmam Bakır Türbesi, Ulu Cami, Şeyh Yahya Hayat El-Harrani, (Hayat Bin Kays) Camisi, Cabir El Ensar Camisi, İmam Bakır Camisi, Han el-Ba'rur Kervansarayı ve Sivil Mimari Örneklerinden Harran evleri bulunmaktadır.
Harran Kale ve Surları
Şanlıurfa Harran ilçesindeki elips şeklindeki Eski Harran şehrini kuşatan surların yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüze Harran surları büyük ölçüde yıkılmış olarak gelmiş, yalnızca Halep Kapısı ayakta kalabilmiştir. İbn-i Cübeyr Harran’ın büyük bir şehir olduğunu belirttikten sonra çevresinin yontma taşlardan son derece sağlam bir surla çevrili olduğunu yazmıştır. İbn-i Şeddad ise surlarla ilgili daha ayrıntılı bilgi vermektedir:
”Çok müstahkem bir suru vardı. Surların sekiz kapısı bulunuyordu. Bunlar saatin yelkovanı yönünde güneyden başlayarak Rakka Kapısı, Büyük Kapı (Halep Kapısı), Niyar Kapısı, Yesit Kapısı, Fedan Kapısı, Küçük Kapı, Gizli Kapı ve Su Kapısı’dır. Rivayete göre Su Kapısı üzerinde bakırdan yapılmış iki yılan tılsımı vardı. Bunlar şehre yılanların zarar vermemesi için yapılmıştı.”
Bunun yanı sıra İbn-i Şeddad şehrin dış mahallesinin de şehir suruna bitişik ayrı bir surla çevrili olduğunu belirtmiştir.
R.A.Chesney ilk defa Halep kapısı’nın gravürünü 1850 yılında çizerek yayınlamıştır. Bu kapı yakın tarihlerde Kültür Bakanlığı tarafından restore edilmiştir. Bu restorasyon sırasında Chesney’in gravürü dikkate alınmamış ve restorasyon hatalı yapılmıştır. Bu kapı üzerindeki bir kitabede Selahattin Eyyubi’nin kardeşi El Melik El Adil tarafından 1192’de yapıldığı yazılıdır.
Harran’ın güneydoğusundaki kalenin bulunduğu yerde kaynaklar Sabi-i Mabedi’nin olduğundan söz etmektedir. İslam kaynaklarından El Mukaddes-i X.yüzyılda bu kalenin Kudüs Kalesi gibi taştan yapıldığından söz etmiştir. Ayrıca Emevi hükümdarı II.Mervan’ın yaptırmış olduğu sarayın da burada olduğu ileri sürülmüştür. İbn-i Cübeyr Harran Kalesinden de ayrıca söz etmiştir:
”Şehrin doğusunda, boş bir arsa ile ayrılmış müstahkem bir kalesi vardır. Bu kalenin etrafına döşenmiş taşlarla yapılmış derin ve geniş bir hendek bulunur. Bu hendek şehir suru ve kaleyi birbirinden ayırır. Hendeğin suru da çok sağlamdır.”
XVII.yüzyılın ortasında Harran’a gelen Evliya Çelebi de bu kaleye değinmiştir:
”Urfa’dan güney tarafında dokuz saat giderek Harran Kalesine geldik. Burayı da Nemrud yapmıştır. Çöl içinde gayet sağlam bir kaledir. Beşgen şeklinde olup, sanki usta elinden yeni çıkmış gibidir.”
Harran Kalesi dikdörtgen planlı olmasına rağmen düzensiz bir yapıdır. Dört köşesine on ikigen birer kule yerleştirilmiştir. Bu kulelerden kuzey tarafındaki kule tamamen yıkılmıştır. Güneybatı ve kuzeydoğudaki kuleler kısmen ayakta olmasına karşılık, güneydoğudaki kulenin dışarısı yıkılmış, içerisi de kısmen ayakta kalmıştır.
Harran Kalesi ile ilgili incelemeyi Llyod ve Brice detaylı olarak yapmıştır. Kalenin rölöve ve kesitlerini çıkarmış, kalenin 90.00x130.00 m. ölçüsünde üç katlı olduğunu, içerisinde tonozlu 150 oda bulunduğunu belirtmişlerdir.
Bu kalenin İslam öncesi ve İslam devirlerinde üç ayrı dönemde yapıldığı sanılmaktadır. Bunlardan Melik El Adil döneminde 1192’de yapılan büyük bölüm kalenin batı kesiminde olup, aynı zamanda burada beşik tonozlu büyük bir mescit, galeri ve çeşme olduğu sanılan bir de niş günümüze gelebilmiştir. 1951 yılında kalenin doğu kesiminde yapılan kazılarda bazalt taşından at nalı şeklinde kemerli bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Bu kapıya ait olan kitabe parçalarında ise Numeyrilerin hükümdarı Meni’nin (Kavvam) ismi ile 1059 tarihi geçmektedir. Büyük olasılıkla bu kitabe kalenin ikinci dönem yapımına aittir. Ayrıca bu kapının iki yanında da başlarını geriye çevirmiş, zincirli birer köpek kabartması ile karşılaşılmıştır. Kalenin güney cephesinin duvarları üzerinde yer alan Memluklu üslubunda yazılmış kitabenin El Nasr’a ait olduğu ve 1315 yılında yazıldığı anlaşılmaktadır.
Harran Kalesi’nde Dr.Nurettin Yardımcı’nın yapmış olduğu kazılar sırasında yapı kalıntılarının dışında madeni kaplar, kazanlar bulunmuş olup, bunların büyük bir kısmı Urfa Müzesi’nde bulunmaktadır. Kazılarda ortaya çıkarılan çok sayıda oda ve koridorlar üzerindeki çalışmalar devam etmektedir.
Harran Ulu Cami
Şanlıurfa Harran ilçesinde Harran Höyüğünün doğu eteğinde bulunan cami çeşitli kaynaklarda Cami el-Firdevs, Cuma Camisi ismiyle geçmektedir. Anadolu’nun ilk anıtsal ve avlulu, şadırvanlı camilerinden olmasının yanı sıra zengin taş işçiliği ile tanınmıştır.
Bu cami ile ilgili olarak İbni Cübeyr bazı bilgiler vermektedir:
“Cami ağaç direklerle ve kemerlerle tavanlanmıştır. Direklerinin uzunluğu 15 adım tutar ve mermer döşemenin üstünde boydan boya uzanır. Bu camiden daha geniş kemerli olan cami görmedim. Camiye giriş sahnının duvarlarının her tarafından kapılar açılmıştır. Bunlardan dokuzu ana kapının sağında, dokuzu solundadır. On dokuzuncu kapı olan ana kapı ortada olup büyük kemerlidir. Bu kapı sanki şehir kapıları gibi heybetli ve güzeldir. Bu caminin kapılarının hepsi ağaçtan olup son derece süslü ve ustaca yapılmış kilitleri vardır. Bu caminin yapısında ve ona bitişen çarşıların planlanmasında şehirlerde nadir görülen bir güzellik ve intizam görülür.”
Bu camiden söz eden İbni Şeddad, caminin Ay Mabedi (Sin Mabedi) olduğunu ve Hz. Ömer zamanında İvaz bin Ganem Harran’ı ele geçirince 640 yılında mabedi camiye çevirdiğini yazmıştır. Ulu Cami üzerinde araştırma yapan D. Talbot Rice, caminin avlu kapıları girişinde bulunan ve Babil Kralı Nabonid dönemine, MÖ.VI. yüzyıla tarihlenen Ay Tanrısı Sin ve Güneş tanrısı Samas’ ı simgeleyen üç stele dayanarak İbni Şeddad’ın ileriye sürdüklerini doğrulamıştır.
XII. yüzyılın ortalarında yapı genişletilmiş ve bezenmiştir. Bununla ilgili bir kitabe de doğu cephesine konulmuştur. Halife Hişam bin Abdülmelik II. Mervan’ı bölgeye vali olarak atamış ve bundan sonra da Harran vilayet merkezi olmuştur. Mervan halife olduktan sonra Harran’ı Emevi Devletinin baş şehri yapmıştır. Bundan sonra da İyaz bin Ganem zamanındaki caminin yerine daha büyük ölçüde Ulu Camiyi yaptırmıştır. D.Talbot Rice ve burada 1983’den beri kazı çalışmaları yapan Dr. Nurettin Yardımcı Harran Ulu Camisi’nin II. Mervan tarafından yapıldığını belirtmişlerdir.
Harran Ulu Camisi kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Kemer ve tonozlarda tuğlalar kullanılmış, yer yer de ağaçtan yararlanılmıştır. Cami 104.00x 107.00 m ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânı 104,00x40,00 m; avlusu da 100.00x 65.00 m. ölçüsündedir. İlk kez, 1950’li yıllarda K.A.C Creswell’in çizdiği planı Early Muslim Architecture isimli kitabında yayınlamış, ardından kazı çalışmalarını yürüten Dr. Nurettin Yardımcı’nın kazıları ile plan netlik kazanmıştır. Buna göre caminin, mihrap duvarına paralel dört sahınlı bir planı olduğu anlaşılmıştır. Sahınların birinci ve üçüncü bölümleri bir üslup birliği göstermektedir. Üçüncü sahın ise yalnızca payelerle, giriş bölümündeki dördüncü sahın ise dikdörtgen payeler önündeki sütunlardan oluşmuştur. Böylece ibadet mekânı paye sütun dizileri ile devam etmiştir. Bu durum caminin üç aşamada yapıldığını göstermektedir. Duvarlardan ve duvarlardaki izlerden caminin önce II.Mervan zamanında mihrap duvarına paralel iki sahınlı olduğunu, sonraki dönemlerde buna üçüncü ve dördüncü sahınların eklendiği anlaşılmaktadır. İlk iki sahnın üst örtüleri üçüncü ve dördüncü sahınlardan daha alçaktır. Ayrıca birinci ve ikinci sahnı birbirinden ayıran bölümde Emeviler dönemine ait duvar taş bezemesi ve işçiliğini yansıtan asma dalları ile üzüm salkımları ile süslü sütunlar bulunmaktadır. Günümüzde asma dalları ile bezeli sütunlar Şanlıurfa Müzesi’nde teşhir edilmektedir. İbni Şeddat’ın da belirttiği gibi dördüncü sahının 1174’de Nureddin Mahmud bin Zengi tarafından camiye eklenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Burada bulunan sütun ve sütun başlıkları da XII.yüzyıl İslam sanatı özelliklerini taşımaktadır.
Caminin ibadet mekânına on dokuz merdivenli kapıdan girilmektedir. Asıl giriş kapılarından en genişi orta kapıdır. Bu kapının kemeri günümüze kadar gelebilmiştir. Mihrap giriş ekseninden batıya kaymıştır. Dr. Nurettin Yardımcı, yapmış olduğu kazıda mihrabın yanında sokağa açılan merdivenli bir kapı ile yanında iki odayı meydana çıkarmıştır. Ulu Caminin en büyük özelliklerinden birisi de mihrap yanındaki kapı ve yanındaki odalardır. Bu özel kapıdan Sultan ve imam daha emniyetli olarak içeri girdikleri, yandaki odaların da onlara ait olması kuvvetle muhtemeldir. Bu tür bir uygulama Anadolu camilerinde tek örnek olarak Harran’da karşımıza çıkmaktadır.
Avlunun kuzey duvarının doğusunda minare bulunmaktadır. Dr. Nurettin Yardımcı’ya göre minare 5.20x5.20 m. ölçüsünde kare gövdeli olup, yüksekliği 33.00 m.dir. Bunun 22 m’lik kısmı düzgün kesme taştan, arta kalanı da tuğladan yapılmıştır. İçerisindeki merdivenler restorasyon çalışmaları sırasında Dr. Nurettin Yarımcı tarafından orijinaline uygun olarak yenilenmiştir. Minarenin üst kısmı yıkıldığından şerefesini ne şekilde olduğu anlaşılamamıştır.
Caminin revaklı avlusunun ortasında kesme taştan içeriye doğru basamaklı bir havuz ve fıskiye bulunmaktadır. Şadırvanın su kanalları ile tahliye kanalları günümüze kadar gelmiştir. Ayrıca avlunun kuzey batı tarafında da geniş ve oldukça derin bir su kuyusu bulunmaktadır. Avlunun doğu ve kuzey duvarı dışında 1976 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan tuğla duvarlı küçük hücrelerin medrese odaları olduğu sanılmaktadır.
Şeyh Yahya Hayat El-Harrani(Hayat Bin Kays)Camisi
Şanlıurfa Harran ilçesinde bulunan Şeyh Yahya Hayat El Harrani Camisi, şehir surlarının kuzeybatısındaki mezarlık alanındadır. Cami ve yanındaki türbe XII.yüzyılda Harran’da yaşamış ve 1185 yılında aynı yerde ölmüş bir İslam alimi olan Şeyh Yahya Hayat El Harrari’ye aittir. İbn-i Cübeyr Şeyh Yahya Hayat El Harrani ile ilgili bazı bilgiler vermektedir:
“Allah bu şehri dindar, iyi kişilerin oturduğu, kendini Allah’a adamış seyyahların uğradığı bir yer yapmış. Bu kişilerden Ebü’l Berakat Hayat bin Abdülaziz’i kendi ismini taşıyan mescidin zaviyesinde ziyaret ettik. Onda zahitlerde gördüğümüz halleri gördüm. Şeyh Ebü’l Berakat’ın yanına vardık. 80 yaşını aşmıştı. Bizimle el sıkıştı, bize hayırlı dualarda bulunup oğlu Omar’ı görmemizi tavsiye etti.”
İbn-i Cübeyr’in vermiş olduğu bu bilgilerden, şeyhin ölümünden önce burada kendisine ait bir mescit ve zaviyenin bulunduğu da anlaşılmaktadır.
Cami, günümüze kadar değişiklikler geçirmiş ve bu da duvarlardaki ve payelerdeki izlerden anlaşılmaktadır. Cami ile türbe birbirinden bir duvarla ayrılmıştır. Bu duvara iki onarım kitabesi yerleştirilmiştir. Kitabelerden birinde Şeyh Hayat İbn Kays’ın ismi ve Ebcet hesabı ile h.882 (1399); diğer kitabede ise cami ve makamın h.1168 (1755) tarihlerinde onarıldığı yazılıdır.
Cami kesme taştan dört kubbelidir. Bu kubbeler duvarlara bitişik payeler ile ortadaki bir payeye yuvarlak kemerlerle oturtulmuştur. Mihrap giriş ekseninden batıya doğru kaymış olup, bu da mihrabın sonradan yapılmış olduğunu göstermektedir. Camiye doğu yönündeki bir kapıdan girilmektedir. Bu kapının üzerindeki kitabede;
“Hayat ibn-i Kays’ın oğlu Omar’ın emri ve kızkardeşinin oğlunun eliyle h.592 (1195) yaptırıldığı” yazılıdır.
Cami ile yanındaki türbe arasında iki onarım kitabesi daha bulunmaktadır. Bunlara göre caminin, 1755 tarihinde ve 1858 tarihinde onarıldığı anlaşılmaktadır. Caminin güneydoğusuna ve yapıya bitişik olarak doğu-batı ekseninde üzeri dört kubbe ile örtülü kuzey yönü açık bir revak eklenmiştir. Kitabeden de anlaşılacağı gibi bu revak 1858 tarihinde yapılmıştır. Caminin doğu yönündeki kapı girişi üzerinde dört sütuna oturan taş kubbeli minber minaresi bulunmaktadır.
İmam Bakır Camisi
Şanlıurfa ili Harran ilçesine 3 km. uzaklıktaki İmam Bakır Köyü’nde bulunan cami ve yanındaki türbe’nin kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Kaynaklardan öğrenildiğine göre cami ve yanındaki türbe 12 İmam’dan beşincisi olan Ebu Cafer İmam Muhammed Bakır’a atfedilmiştir.
Ebu Cafer, Hz. Fatma’nın torunu olan ve ilminden ötürü Bakır unvanını almış, 676 yılında Medine’de doğmuş, 721 yılında da Hamime’de ölmüş ve Medine-i Münevvere’deki Baki Mezarlığı’na gömülmüştür. Hz. Ömer zamanında Urfa ve Harran’ın fethine katılmıştır.
Cami kesme taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Kitabesi bulunmamaktadır. Değişik zamanlarda yapılan onarım ve eklemelerle özelliğini bütünüyle yitirmiş ve yakın tarihlerde de betonarmeye dönüştürülmüştür.
İmam Bakır Türbesi
Şanlıurfa ili Harran ilçesine 3 km. uzaklıktaki İmam Bakır Köyü’nde bulunan bu türbe, 12 İmam’dan beşincisi olan Ebu Cafer İmam Muhammed Bakır’a atfedilmiştir. Türbenin yanında aynı isimde cami de bulunmaktadır.
Türbe bir makamdır. Ebu Cafer, Hz. Fatma’nın torunu olan ve ilminden ötürü Bakır unvanını almış, 676 yılında Medine’de doğmuş, 721 yılında da Hamime’de ölmüş ve Medine-i Münevvere’deki Baki Mezarlığı’na gömülmüştür. Hz. Ömer zamanında Urfa ve Harran’ın fethine katılmıştır. Bu savaşta kopan parmağı buraya gömülmüş ve üzerine bu türbe yapılmıştır.
Türbe değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğini yitirmiştir. Bugünkü türbe kesme taştan kare planlı olup, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Türbe içerisinde İmam Bakır’ın sandukası ve duvarda da bir mihrap nişi bulunmaktadır.
Hayat El Harrani Türbesi
Şanlıurfa ili, Harran ilçesinde bulunan bu türbe, XII.yüzyılda Harran’da yaşamış ve 1185 yılında aynı yerde ölmüş bir İslam alimi olan Şeyh Yahya Hayat El Harrari’ye aittir. İbn-i Cübeyr Onunla ilgili bazı bilgiler vermektedir:
“Allah bu şehri dindar, iyi kişilerin oturduğu, kendini Allah’a adamış seyyahların uğradığı bir yer yapmış. Bu kişilerden Ebü’l Berakat Hayat bin Abdülaziz’i kendi ismini taşıyan mescidin zaviyesinde ziyaret ettik. Onda zahitlerde gördüğümüz halleri gördüm. Şeyh Ebü’l Berakat’ın yanına vardık. 80 yaşını aşmıştı. Bizimle el sıkıştı, bize hayırlı dualarda bulunup oğlu Omar’ı görmemizi tavsiye etti.”
İbn-i Cübeyr’in vermiş olduğu bu bilgilerden, şeyhin ölümünden önce burada kendisine ait bir mescit ve zaviyenin bulunduğu da anlaşılmaktadır.
XVII.yüzyılda Harran’a gelen Evliya Çelebi de bu türbeden söz etmiştir:
”Şeyh Yahya Ziyaret Yeri, Harran dibindedir. Kutupluğa ayak basmış ulu sultandır. Harran Kalesi’nin yanında çöl tarafında büyük bir kubbe içinde metfundur. Çöl Arapları bu sultana son derece bağlıdırlar hatta Araplar arasında mühim bir mesele için yemin ettirmek icap etse de Basra, Lahsa, Umman, Cezayir, Kurna’dan gelip bu sultanın üzerine Yahya Hayati’nin başı için deyip duvara el sürse Allah’a yemin etmiş gibi sayılır.”
Şeyh Yahya Hayat el Harrani’nin türbesi camisinin yanındadır. Cami ve türbe değişik zamanlarda onarım görmüş ve bazı değişikliklere uğramıştır. İlk yapılışında kare planlı tromplu bir kubbe ile örtülü olan türbenin doğu tarafına sonraki yıllarda kubbeli ikinci bir bölüm daha eklenmiştir. Talbot Rice sandukanın bulunduğu kubbeli mekânın Eyyubiler zamanında yapıldığını ileri sürmüştür.
Cami ile türbe birbirinden bir duvarla ayrılmıştır. Bu duvara iki onarım kitabesi yerleştirilmiştir. Kitabelerden birinde Şeyh Hayat İbn Kays’ın ismi ve Ebcet hesabı ile h.882 (1399); diğer kitabede ise cami ve makamın h.1168 (1755) tarihlerinde onarıldığı yazılıdır.
Cabir El Ensar Türbesi
Şanlıurfa ili Harran ilçesine 20 km. uzaklıktaki Cabir El Ensar (Yardımcı) Köyü’nde Cabir Bin Abdullah (Cabir El Ensari) Türbesi ve camisi bulunmaktadır. Cabir El Ensar 607 yılında Mekke’de doğmuş, 697’de de Medine’de ölmüştür. Peygamber ile birlikte savaşlara katılmış, Şam’ın, Harran’ın ve Urfa’nın fetihlerinde bulunmuştur. Bu türbenin makam olması kuvvetle muhtemeldir.
Türbe kesme taştan, dikdörtgen planlı olup caminin doğusuna eklenmiştir. Üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Kuzey cephesindeki pencerelere örgü motifli, daireler içerisine yerleştirilmiş palmet ve lotuslardan oluşan bir bordür yerleştirilmiştir. Ayrıca portal üzerinde de aşağıya doğru sarkık palmet dizileri bulunmaktadır. Bu motiflerin Şanlıurfa’daki taş işçiliği arasında tek örnek olması yönünden de oldukça önemlidir.
Türbe Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1992 yılında restore edilmiştir.
Han el-Ba'rur Kervansarayı
Şanlıurfa ili Harran ilçesinin 20 km. doğusunda, Göktaş Köyü’nde bulunan bu kervansaray Bağdat kervan yolu üzerindedir. Kervansaray mimari yönden Anadolu kervansaraylarının bir örneğidir. Aynı zamanda da bir kale görünümündedir. Kervansarayın biri kuzey cephesindeki anıtsal portali, diğeri de batıdaki duvar üzerinde iki kitabesi bulunmaktadır. Bunlardan portal üzerindeki iki satırlık nesih yazılı kitabede;
”El Hac Hüsameddin Ali Ebu İmad bin İsa… Han-ı Ba’rür sene Zilhicce sitte ve aşrine ve sitte miletin Vekan’el Feragu fi şehri Cemaziyyelevvel sene sitte ve aşrine ve sitte miyetin” yazılıdır.
Portalin batısındaki duvar üzerindeki iki satırlık kitabede ise;
”Mel’un ibn-i Mel’un ibn-i Mel’un ibn-i Mel’un Men zehere alâ bani haza’l Han El Mübarek” yazılıdır.
Bu kitabelerden anlaşılacağı üzere, kervansarayı İsa oğlu El-Hac Hüsamettin Ali 1228 yılının Zilhicce ayı ile aynı yılın Cemaziyelevvel arasında yaptırmıştır. Bu dönemde yöreye Eyyubilerin egemen oldukları düşünülecek olunursa bu kervansaray da Eyyubiler döneminde yaptırılmıştır. Ayrıca kervansaraya zarar veren kişi için mel’un oğlu mel’un bedduasına da yer verilmiştir.
Kervansaray kesme taştan, 65.00x66.00 m. ölçüsünde kare planlıdır. Kervansarayın dış duvarları köşe ve ortalarda payanda görevini üstlenen kulelerle desteklenmiştir. Kuzey cephesindeki anıtsal bir portalden kaburga tonozlu bir giriş eyvanına, oradan da 43.30x44.80 m. ölçüsünde kareye yakın bir avluya girilmektedir. Giriş eyvanının sağında mescit, solunda da kervansarayı koruyan bekçilerin odasına yer verilmiştir. Mescidin güney duvarı arkasındaki merdivenlerle kervansarayın üzerini örten düz dama çıkılmaktadır.
Avlunun çevresinde yazlık ve kışlık mekânlar bulunmaktadır. Avlunun güneyinde ortada beşik tonozlu ve birbirlerine kemerlerle bağlanmış koridor şeklinde bir bölüme yer verilmiştir. Avlunun doğusunda ise beşik tonozlu olup, ön tarafı açık on bölüm halindedir. Burasının yaz aylarında kullanılan bölümler olduğu sanılmaktadır. Avlunun batısı ortada beşik tonozlu bir eyvan ve bunun iki yanında birbirlerine simetrik kare planlı dörder mekân bulunmaktadır. Bunlardan ilk iki mekânın önleri kapalı, diğer mekânın birinin önü açık, diğerinin de önü kapalıdır. Bunlar iç taraftan birbirlerine bağlı bir salon halinde olup, kervansarayın kışlık bölümünü oluşturur. Kervansarayın dört köşesindeki kapalı mekânların hamam oldukları sanılmaktadır.
Bu kervansaray Anadolu’daki Selçuklu kervansaraylarının aksine bezemesizdir. Yalnızca mescidin mihrabı mukarnaslı ve rumi bezemelidir. Bunun yanı sıra portelin yanındaki yarısı yıkılmış olan duvarda bağdaş kurmuş bir insan figürü iki eliyle zincirlerinden yakaladığı iki aslan rölyefini tutmaktadır. Bunların dışında herhangi bir bezeme ile karşılaşılmamıştır.
Harap durumda olan bu kervansaray Şanlıurfa Valiliği çevre düzenleme ve restorasyon çalışmaları kapsamında 1993 yılında onarılmıştır.
Harran
Harran’ın bilinen tarihi, M.Ö. 5000 yıllarında başlamaktadır. Başlangıçta Sümer ve Hititlerin elinde bulunan bölge M.Ö. 2750 yılında Samilerin istilasına uğramıştır. Daha sonra 612 yılına kadar Asurların egemenliğinde kalan bölge 550 yılından itibaren sırasıyla, Perslerin ve Büyük İskender’ in İmparatorluk sınırları içerisinde kalmıştır. M.S.750 yılında yöreyi ele geçiren Araplar, buradaki Bizans hâkimiyetine son vermişlerdir. 1071 yılında Malazgirt zaferinden sonra, İlçe toprakları Türk hâkimiyetine geçmiştir.
Tevrat’ta “Haran” olarak geçen yerin burası olduğu söylenir. İslâm tarihçileri kentin kuruluşunu Nuh Peygamber’in torunlarından Kaynan’a veya İbrahim Peygamber’in kardeşi “Aran”a (Haran) bağlarlar. XIII. yüzyıl tarihçilerinden İbn-i Şeddat, Hz. İbrahim’in Filistin’e gitmeden önce bu şehirde oturduğunu, bu nedenle Harran’a Hz. İbrahim’in şehri de denildiğini, Harran’da İbrahim Peygamber’in evinin, adını taşıyan bir mescidin, O’nun otururken yaslandığı bir taşın var olduğunu yazmaktadır.
Harran tarihiyle ilgili en doğru bilgiler arkeolojik kazılardan elde edilen buluntulara dayanmaktadır. Harran adına ilk defa, Kültepe ve Mari’de bulunan M.Ö. II. bin başlarına ait çivi yazılı tabletlerde “Har-ra-na” veya “Ha-ra-na” şeklinde rastlanmaktadır. Kuzey Suriye’de Ebla’da bulunan tabletlerde ise Harran’dan “Ha-ra-an” olarak bahsedilmektedir. M.Ö. II. binin ortalarına ait Hitit tabletlerinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir antlaşmaya Harran’daki Ay Tanrısı’nın (Sin) ve Güneş Tanrısı’nın (Şamaş) şahit tutulduğu belirtilmektedir.
Tüm bu tarihi belgelerden anlaşıldığı üzere, Harran adı 4000 yıldan beri değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Harran adı, Sümerce ve Akatça “Seyahat-Kervan” anlamına gelen “Haranu”dan gelmektedir. Bazı kaynaklar bu kelimenin “keşişen yollar” veya “şiddetli sıcak” anlamına geldiğini de kaydetmektedirler.
Gerçekten de Harran, Kuzey Mezopotamya’dan gelerek batı ve kuzey batıya bağlanan önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunmaktadır. Bu özelliğinden dolayı Harran, Anadolu ile sıkı ticaret ilişkileri bulunan Asurlu tüccarların önemli uğrak yerlerinden biri idi. Anadolu’dan Mezopotamya’ya, Mezopotamya’dan Anadolu’ya olan ticaret akışının binlerce yıl Harran üzerinden yapılmış olması bu tarihi kentte zengin bir kültür birikiminin oluşmasına neden olmuştur.
Harran; Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya’daki Assur ve Babillerin politeist inancına dayanan Paganistliğin (Putperestlik) önemli merkezlerinden olması yönüyle de ünlü idi. Bu nedenledir ki Harran’da Astronomi ilmi çok ilerlemiştir.
Babiller döneminde “ilu sa ilani” (tanrıların tanrısı), “sar ilani” (tanrıların kralı) ve “bel ilani” (tanrıların efendisi-rabbi) olarak adlandırılan Ay Tanrısı “Sin” paganistlerin en büyük tanrısı olma özelliğini asırlar boyu devam ettirmiş ve Romalılar döneminde “Mar alahe” olarak adlandırılmıştır.
İslâm kaynaklarında “Harrânîler” (putperestler) adıyla anılan bu dinin mensuplarının bir kısmı, Abbâsi Halifesi Me’mun’un “Kur’an’da geçen bir dini seçin” tavsiyesi üzerine bir kısmı Hıristiyan, bir kısmı da Müslüman olmuş, önemli bir kısmı ise “Hiç kötülük etmeyen yüce bir yaratıcı”nın varlığını kabul eden ve Kur’an’da ehl-i kitapla beraber üç defa zikredilen, İslâm hukukçularına göre Hıristiyan ve Musevilerle aynı hukuki haklara sahip olan güney Mezopotamya’daki Sabiilerin monoteist inanç sistemini benimsemiştir. Ancak Sabiizmi benimseyen bu grup eski Paganist inançlarından tam kopmayarak bu yüce varlığın sadece yaratma gibi önemli işleri gördüğüne, yarattığı varlıklarla ilgili diğer işleri ise aracı ilah olarak niteledikleri gezegenlerin ve bunlar adına inşa edilen tapınaklarda onları temsil eden putların yaptığına inançlarında yer vermiştir. Bu dönemde Sin hala tanrılar sisteminin zirvesinde yerini koruyor. “İlahü’l-alilah” (tanrıların tanrısı) ve “”rabbü’l al-ilah” (tanrıların rabbi) olarak adlandırılıyordu. Böylece güney Mezopotamya’daki esas Sabiizm’den farklı bir çehreye bürünen bu dinin mensupları “Harranlı Sabiiler” olarak anılmışlardır.
Urfa’nın Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri haline gelmesine karşılık, Harran Sabiilerin merkezi olmuş ve Hıristiyanlar Harran’a putperest şehri anlamına gelen “Hellenopolis” adını vermişlerdir. Varlıklarını M.S. XI. yüzyıla kadar sürdüren Sabiilerin son mabedi h. 474 (m. 1081) de Nûmeyriler adına şehrin valisi olan Yahya b. el-Şatr tarafından yıktırılmış ve böylece Harran’daki Sabiizm sona ermiştir.
Dünyadaki üç büyük felsefe ekolünden birisi “Harran Ekolü”dür. İlkçağdan beri varlığı bilinen Harran Üniversitesi’nde dünyaca ünlü birçok bilgin yetişmiştir. Devrinin en büyük matematikçilerinden, tabiplerinden ve Yunan filozoflarının eserlerini Arapçaya çevirenlerinden 821 doğumlu Sabit bin Kurra, o tarihlerde Dünyadan Ay’a olan uzaklığı doğru olarak hesaplayan Battani (Avrupalılar Albetegni veya Albatanius derler), Yunan filozoflarının aksine maddenin bölünebilen en küçük parçasının müthiş bir enerji ile parçalanarak Bağdat gibi bir şehri yıkabileceğini söyleyen ve böylece atomun mucidi sayılan Cabir bin Hayyan, din bilgini Şeyh-ül İslâm İbni Teymiyye Harran’daki okullarda yetişmiş dünyaca ünlü alimlerden bazılarıdır.
Emevi hükümdarlarından II. Mervan 744 yılında Harran’ı Emevi Devleti’nin başkenti yapmıştır. Emevilerin Asya bölümü 750 yılında Abbâsilere yenilerek Harran’da sona ermiştir. Abbâsi hükümdârı Harun Reşit zamanında “Harran Üniversitesi” dünyada büyük bir ün kazanmıştır.
Cüllab ve Deysan ırmaklarının suladığı kuzey Mezopotamya düzlüğünde bulunan Harran Ovası tarihte bir ağ gibi su kanalları ile örülmüş bir tarım sahası idi. 1184 yılında Harran’ı ziyaret eden Seyyah İbni Cübeyr, burasının gölgelik ve ağaçlık olduğunu, çeşitli meyve sebzelerin yetiştiği, uzun süren bir kuraklık sonucunda ise harap olduğunu yazmaktadır.
1242 yılında Harran’a gelen İbni Şeddad şunları yazmaktadır: “Deysan ve Cüllab nehirleri arasında kurulmuş olan şehirdeki imalathanelere Cüllab nehrinden su gelirdi. Cüllab, Diphisar adlı bir köyden çıkar ve Harran’ı sulardı. Nehrin suları şehrin bazı evlerine kadar ulaşırdı. Harran’da 14 hamam vardı. Devlet ovadaki sulamadan 170.000 dirhem vergi alıyordu”.
Fatımiler, Zengiler, Eyyûbiler ve Selçuklular gibi Türk-İslâm devletlerinin yerleşmesine sahne olan Harran, 1260 yılı başlarında Moğollar tarafından işgal edildi. 1270 yılında Moğollar burayı ellerinde tutamayacaklarını anlayınca Camiini, surlarını ve kalesini yakıp yıkarak kenti tahrip ettiler. Halk Mardin, Dimaşk (Şam) ve Halep’e kaçtı. Etraftaki göçebeler tarafından işgal edilen tarihin bu altın şehri bir köy haline gelmiş ve bir daha eski görkemine dönememiştir.
Harran’da Günümüze Gelebilen Eserler:
Harran Höyüğü
Şehrin ortasında yer alan 22 m. yüksekliğindeki höyük oldukça geniş bir alana yayılmıştır. M.Ö. III. binden M.S. XIII. yüzyıla kadar kesintisiz olarak iskân edilen Harran Höyüğü, içerisinde çeşitli devirlere ait mimari kalıntıları ve bölgenin tarihini gün ışığına çıkartacak belgeleri barındırmaktadır.
Höyükte ilk araştırmalara 1951 yılında D.S.Rice tarafından başlanılmış ve bu araştırmalar aralıklarla 1956 yılına kadar devam etmiştir. O tarihten bu yana arkeologların gözünden ırak olan Harran höyüğünde 1983 yılında Dr. Nurettin Yardımcı başkanlığında araştırma ve kazılara yeniden başlanılmış ve M.Ö. III. binden XIII. yüzyıla kadar devreleri içerisine alan çeşitli buluntulara rastlanılmıştır. Üst tabakada geniş bir alana yayılmış olarak ortaya çıkartılan XIII. yüzyıl İslâmi devir şehir kalıntısı; su kuyularının bulunduğu avluları olan kare ve dikdörtgen planlı bitişik nizamlı evler, bu evlerin oluşturduğu dar sokaklar ve ortasında büyük bir kuyunun yer aldığı meydanlar, o dönemin İslam şehirleri ve konut mimarisi hakkında önemli ipuçları vermektedir.
Kazılardan elde edilen çok sayıdaki İslâmi devir sikke, sırlı ve sırsız seramik kaplar, taş aletler, çeşitli süs eşyaları, madeni eserler, idol ve hayvan figürinleri Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmektedir.
Sin Mabedi
Babil dönemine ait ünlü Sin Mabedi Harran'da inşa edildiği bilinen en eski anıtsal eserdir. M.Ö. 2000 başlarına ait Kültepe ve Mari tabletlerinde Harran'daki Sin (Ay Tanrısı) Mabedi'nde bir antlaşma imza edildiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Yine M.Ö. II. bininin ortalarına ait Hitit tabletlerinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir antlaşmaya Harran'daki Ay Tanrısı Sin'in ve Güneş Tanrısı Şamas'ın şahit tutulduğu belirtilmektedir.
Yeri kesin olarak tespit edilemeyen Sin Mabedi'nin, höyükte, iç kalede ya da Ulu Camii'nin yerinde olduğu konusunda değişik fikirler ileri sürülmektedir. Bunlardan İbn-i Şeddad, bu mabedin Ulu Cami'nin yerinde olduğunu, Harran'ın 640 yılında İyâd b. Ğanem tarafından fethedilmesiyle bu mabedin camiye dönüştürüldüğünü, Paganistlere kendi mabedlerini yapmaları için başka bir yer verildiğini söylemektedir.
Rice'nin yaptığı kazılarda, Ulu Cami'nin doğu, batı ve kuzey avlu kapılarının girişinde ters vaziyette döşeme taşı olarak kullanılmış üç bazalt stel bulunmuştur. Babil Kralı Nabonid dönemine tarihlenen (M.Ö. V. yüzyıl) bu stellerden birinin Güneş Tanrısı Şamas'ı temsil ettiği tespit edilmiş, üçüncü stelin mahiyeti anlaşılamamıştır. Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmekte olan bu steller Ulu Cami'ye başka bir yerden getirilmiş olabileceği gibi, caminin yerinde bulunması muhtemel olan Sin Mabedi'ne ait de olabilirler. İkinci ihtimal İbn-i Şeddad'ın söylediklerine ağırlık kazandırmaktadır.
Dr. Nurettin Yardımcı 1985 yılı kazılarında höyüğün 36 DD ve 36 GG plan karelerinde bulduğu, Babil Kralı Nabunaid dönemine ait çivi yazılı iki tablette Sin Mabedi'nden ve E.HUL.HUL tapınağından söz edilmiş olmasına dayanarak mabedin höyükte olabileceğini ileri sürmektedir.
Harran'da XI. yüzyıla kadar varlıklarını sürdüren Sabiilerin h. 474 (m. 1081)'de Nûmeyrilerin valisi Yahya b. el-Şatr tarafından yıktırılan son mabedlerinin yeri, bugünkü kalıntılar arasında tespit edilememiştir.
Harran Üniversitesi
İlk Çağ'dan beri varlığı bilinen ve miladi 718-913 tarihleri arasında (İslâmi dönem) bilim ve sanatta doruk noktaya ulaşan Harran Okulu'nun (Üniversite) İslâm öncesi ve İslâmi dönemdeki yeri, bugünkü kalıntılar arasında tespit edilememiştir. Halk arasında ve kaynaklara dayanmayan bazı yayınlarda büyük bir yanlışlıkla Emevi dönemine ait Ulu Cami'nin kalıntıları Üniversitesi olarak gösterilmekte ve caminin minaresi rasat kulesi olarak tanıtılmaktadır. Ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 1976 yılı kazılarında, caminin doğu ve kuzey cephelerinde bitişik olarak ortaya çıkan küçük hücrelerin İslâmi dönem üniversitesinde (medrese) ait olduğu tahmin edilmektedir.
Devam etmekte olan kazılardan elde edilecek bulgular, bu konuyu açıklığa kavuşturacaktır.
Tarihi Harran Üniversitesi'nin kuruluşu hakkında elimizde yeterli kaynak bulunmamaktadır. Assur ve Babil dönemlerinden (M.Ö. II. bin) İslâmi döneme kadar (M.S. VII. yy) devam eden ve gezegenleri temsil eden gelişmiş bir Tanrılar Kültü'nün Harran'da yaşamış olması, M.Ö. II. binde buradan astronomi biliminin ileri bir düzeyde olduğunu göstermekte ve bu bilimin ancak bir okulda sistematik bir şekilde öğretilmiş olabileceğini akla getirmektedir. Bu görüşe dayanarak, Harran Okulu'nun temellerinin Assur ve Babil dönemlerinde atıldığını söylemek mümkündür.
M.S. II. ve III. yüzyıllarda Antik dünyanın eğitim merkezi sayılan İskenderiye ve Atina okullarından ikincisinin 529 yılında Iustinianus tarafından kapatılması üzerine, bu okulun hocalarının Roma-İran arasında yer alan Elcezire bölgesindeki okullara dağıldıkları ve bu hocalardan Simplicius'un Harran'da kalarak Harran Okulu'na çeki düzen verdiği bilinmektedir. Ancak Harran Okulu'nun bu tarihten önceki durumu ve alimleri hakkındaki bilgiler henüz karanlıktadır.
Ömer b. Abdülaziz'in 634-644 yılları arasındaki halifeliği döneminde, Antakya ve Harran okulları ilmi araştırmaların merkezi yapılmıştır.
M.S. 718 yılında İskenderiye Okulu da kapatılınca, buradaki hocalar Antakya ve Harran okullarına gitmişlerdir. Emeviler devrinde (660-750) Elcezire bölgesindeki okullar ve bilhassa Harran Okulu, büyük bir gelişme göstermiş ve VII. yüzyılın ortaları ile VIII. yüzyılın ilk yarısında Harran'da çeviri çalışmaları hızlanmıştır. Bu dönemde Harran Okulu'nda Paganist, Sabii, Hıristiyan ve Müslüman alimler rahat bir ortamda serbestçe çalışıyorlar ve ilkçağ Yunan aydınlarının çoğu Anadolu'da bulunan eski yazmalarını ve Süryani yazmalarını Arapça'ya çeviriyorlardı. Bu çeviriler arasında ilkçağ bilgin ve bilgelerinden Öklid, Thales, Pisagor ve Arşimed'in eserleri de yer alıyordu.
Bilindiği kadarıyla düşünce ve bilim tarihinde önemli bir dönemi ve evreyi teşkil eden İskenderiye'den Harran'a uzanan öğretim merkezleri zinciri içerisinde öncelik İskenderiye'ye aitti. Öğretim merkezi olma durumu İskenderiye'den Antakya'ya, oradan Harran'a, Harran'dan Bağdat'a geçmiştir. Harran Okulu'nda yetişmiş alimlerle ilgili bilgiler, VIII. yüzyıldan itibaren bize ulaşmakta, daha öncekiler hakkında yeterli kaynak bulunmamaktadır.
Harran Kale ve Şehir Surları
Şanlıurfa Harran ilçesindeki elips şeklindeki Eski Harran şehrini kuşatan surların yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüze Harran surları büyük ölçüde yıkılmış olarak gelmiş, yalnızca Halep Kapısı ayakta kalabilmiştir. İbn-i Cübeyr Harran’ın büyük bir şehir olduğunu belirttikten sonra çevresinin yontma taşlardan son derece sağlam bir surla çevrili olduğunu yazmıştır. İbn-i Şeddad ise surlarla ilgili daha ayrıntılı bilgi vermektedir:
”Çok müstahkem bir suru vardı. Surların sekiz kapısı bulunuyordu. Bunlar saatin yelkovanı yönünde güneyden başlayarak Rakka Kapısı, Büyük Kapı (Halep Kapısı), Niyar Kapısı, Yesit Kapısı, Fedan Kapısı, Küçük Kapı, Gizli Kapı ve Su Kapısı’dır. Rivayete göre Su Kapısı üzerinde bakırdan yapılmış iki yılan tılsımı vardı. Bunlar şehre yılanların zarar vermemesi için yapılmıştı.”
Bunun yanı sıra İbn-i Şeddad şehrin dış mahallesinin de şehir suruna bitişik ayrı bir surla çevrili olduğunu belirtmiştir. R.A.Chesney ilk defa Halep kapısı’nın gravürünü 1850 yılında çizerek yayınlamıştır. Bu kapı yakın tarihlerde Kültür Bakanlığı tarafından restore edilmiştir. Bu restorasyon sırasında Chesney’in gravürü dikkate alınmamış ve restorasyon hatalı yapılmıştır. Bu kapı üzerindeki bir kitabede Selahattin Eyyubi’nin kardeşi El Melik El Adil tarafından 1192’de yapıldığı yazılıdır.
Harran’ın güneydoğusundaki kalenin bulunduğu yerde kaynaklar Sabi-i Mabedi’nin olduğundan söz etmektedir. İslam kaynaklarından El Mukaddes-i X.yüzyılda bu kalenin Kudüs Kalesi gibi taştan yapıldığından söz etmiştir. Ayrıca Emevi hükümdarı II.Mervan’ın yaptırmış olduğu sarayın da burada olduğu ileri sürülmüştür. İbn-i Cübeyr Harran Kalesinden de ayrıca söz etmiştir:
”Şehrin doğusunda, boş bir arsa ile ayrılmış müstahkem bir kalesi vardır. Bu kalenin etrafına döşenmiş taşlarla yapılmış derin ve geniş bir hendek bulunur. Bu hendek şehir suru ve kaleyi birbirinden ayırır. Hendeğin suru da çok sağlamdır.”
XVII. yüzyılın ortasında Harran’a gelen Evliya Çelebi de bu kaleye değinmiştir: ”Urfa’dan güney tarafında dokuz saat giderek Harran Kalesine geldik. Burayı da Nemrud yapmıştır. Çöl içinde gayet sağlam bir kaledir. Beşgen şeklinde olup, sanki usta elinden yeni çıkmış gibidir.”
Harran Kalesi dikdörtgen planlı olmasına rağmen düzensiz bir yapıdır. Dört köşesine on ikigen birer kule yerleştirilmiştir. Bu kulelerden kuzey tarafındaki kule tamamen yıkılmıştır. Güneybatı ve kuzeydoğudaki kuleler kısmen ayakta olmasına karşılık, güneydoğudaki kulenin dışarısı yıkılmış, içerisi de kısmen ayakta kalmıştır.
Harran Kalesi ile ilgili incelemeyi Llyod ve Brice detaylı olarak yapmıştır. Kalenin rölöve ve kesitlerini çıkarmış, kalenin 90.00x130.00 m. ölçüsünde üç katlı olduğunu, içerisinde tonozlu 150 oda bulunduğunu belirtmişlerdir.
Bu kalenin İslam öncesi ve İslam devirlerinde üç ayrı dönemde yapıldığı sanılmaktadır. Bunlardan Melik El Adil döneminde 1192’de yapılan büyük bölüm kalenin batı kesiminde olup, aynı zamanda burada beşik tonozlu büyük bir mescit, galeri ve çeşme olduğu sanılan bir de niş günümüze gelebilmiştir. 1951 yılında kalenin doğu kesiminde yapılan kazılarda bazalt taşından at nalı şeklinde kemerli bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Bu kapıya ait olan kitabe parçalarında ise Numeyrilerin hükümdarı Meni’nin (Kavvam) ismi ile 1059 tarihi geçmektedir. Büyük olasılıkla bu kitabe kalenin ikinci dönem yapımına aittir. Ayrıca bu kapının iki yanında da başlarını geriye çevirmiş, zincirli birer köpek kabartması ile karşılaşılmıştır. Kalenin güney cephesinin duvarları üzerinde yer alan Memluklu üslubunda yazılmış kitabenin El Nasr’a ait olduğu ve 1315 yılında yazıldığı anlaşılmaktadır.
Harran Kalesi’nde Dr.Nurettin Yardımcı’nın yapmış olduğu kazılar sırasında yapı kalıntılarının dışında madeni kaplar, kazanlar bulunmuş olup, bunların büyük bir kısmı Urfa Müzesi’nde bulunmaktadır. Kazılarda ortaya çıkarılan çok sayıda oda ve koridorlar üzerindeki çalışmalar devam etmektedir.
Harran Ulu Cami
Harran Höyüğünün doğu eteğinde bulunan cami çeşitli kaynaklarda Cami el-Firdevs, Cuma Camisi ismiyle geçmektedir. Anadolu’nun ilk anıtsal ve avlulu, şadırvanlı camilerinden olmasının yanı sıra zengin taş işçiliği ile tanınmıştır.
Bu cami ile ilgili olarak İbni Cübeyr bazı bilgiler vermektedir: “Cami ağaç direklerle ve kemerlerle tavanlanmıştır. Direklerinin uzunluğu 15 adım tutar ve mermer döşemenin üstünde boydan boya uzanır. Bu camiden daha geniş kemerli olan cami görmedim. Camiye giriş sahnının duvarlarının her tarafından kapılar açılmıştır. Bunlardan dokuzu ana kapının sağında, dokuzu solundadır. On dokuzuncu kapı olan ana kapı ortada olup büyük kemerlidir. Bu kapı sanki şehir kapıları gibi heybetli ve güzeldir. Bu caminin kapılarının hepsi ağaçtan olup son derece süslü ve ustaca yapılmış kilitleri vardır. Bu caminin yapısında ve ona bitişen çarşıların planlanmasında şehirlerde nadir görülen bir güzellik ve intizam görülür.”
Bu camiden söz eden İbni Şeddad, caminin Ay Mabedi (Sin Mabedi) olduğunu ve Hz. Ömer zamanında İvaz bin Ganem Harran’ı ele geçirince 640 yılında mabedi camiye çevirdiğini yazmıştır. Ulu Cami üzerinde araştırma yapan D. Talbot Rice, caminin avlu kapıları girişinde bulunan ve Babil Kralı Nabonid dönemine, MÖ.VI. yüzyıla tarihlenen Ay Tanrısı Sin ve Güneş tanrısı Samas’ ı simgeleyen üç stele dayanarak İbni Şeddad’ın ileriye sürdüklerini doğrulamıştır.
XII. yüzyılın ortalarında yapı genişletilmiş ve bezenmiştir. Bununla ilgili bir kitabe de doğu cephesine konulmuştur. Halife Hişam bin Abdülmelik II. Mervan’ı bölgeye vali olarak atamış ve bundan sonra da Harran vilayet merkezi olmuştur. Mervan halife olduktan sonra Harran’ı Emevi Devletinin baş şehri yapmıştır. Bundan sonra da İyaz bin Ganem zamanındaki caminin yerine daha büyük ölçüde Ulu Camiyi yaptırmıştır. D.Talbot Rice ve burada 1983’den beri kazı çalışmaları yapan Dr. Nurettin Yardımcı Harran Ulu Camisi’nin II. Mervan tarafından yapıldığını belirtmişlerdir.
Harran Ulu Camisi kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Kemer ve tonozlarda tuğlalar kullanılmış, yer yer de ağaçtan yararlanılmıştır. Cami 104.00x 107.00 m ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. İbadet mekânı 104,00x40,00 m; avlusu da 100.00x 65.00 m. ölçüsündedir. İlk kez, 1950’li yıllarda K.A.C Creswell’in çizdiği planı Early Muslim Architecture isimli kitabında yayınlamış, ardından kazı çalışmalarını yürüten Dr. Nurettin Yardımcı’nın kazıları ile plan netlik kazanmıştır. Buna göre caminin, mihrap duvarına paralel dört sahınlı bir planı olduğu anlaşılmıştır. Sahınların birinci ve üçüncü bölümleri bir üslup birliği göstermektedir. Üçüncü sahın ise yalnızca payelerle, giriş bölümündeki dördüncü sahın ise dikdörtgen payeler önündeki sütunlardan oluşmuştur. Böylece ibadet mekânı paye sütun dizileri ile devam etmiştir. Bu durum caminin üç aşamada yapıldığını göstermektedir. Duvarlardan ve duvarlardaki izlerden caminin önce II.Mervan zamanında mihrap duvarına paralel iki sahınlı olduğunu, sonraki dönemlerde buna üçüncü ve dördüncü sahınların eklendiği anlaşılmaktadır. İlk iki sahnın üst örtüleri üçüncü ve dördüncü sahınlardan daha alçaktır. Ayrıca birinci ve ikinci sahnı birbirinden ayıran bölümde Emeviler dönemine ait duvar taş bezemesi ve işçiliğini yansıtan asma dalları ile üzüm salkımları ile süslü sütunlar bulunmaktadır. Günümüzde asma dalları ile bezeli sütunlar Şanlıurfa Müzesi’nde teşhir edilmektedir. İbni Şeddat’ın da belirttiği gibi dördüncü sahının 1174’de Nureddin Mahmud bin Zengi tarafından camiye eklenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Burada bulunan sütun ve sütun başlıkları da XII.yüzyıl İslam sanatı özelliklerini taşımaktadır.
Caminin ibadet mekânına on dokuz merdivenli kapıdan girilmektedir. Asıl giriş kapılarından en genişi orta kapıdır. Bu kapının kemeri günümüze kadar gelebilmiştir. Mihrap giriş ekseninden batıya kaymıştır. Dr. Nurettin Yardımcı, yapmış olduğu kazıda mihrabın yanında sokağa açılan merdivenli bir kapı ile yanında iki odayı meydana çıkarmıştır. Ulu Caminin en büyük özelliklerinden birisi de mihrap yanındaki kapı ve yanındaki odalardır. Bu özel kapıdan Sultan ve imam daha emniyetli olarak içeri girdikleri, yandaki odaların da onlara ait olması kuvvetle muhtemeldir. Bu tür bir uygulama Anadolu camilerinde tek örnek olarak Harran’da karşımıza çıkmaktadır.
Avlunun kuzey duvarının doğusunda minare bulunmaktadır. Dr. Nurettin Yardımcı’ya göre minare 5.20x5.20 m. ölçüsünde kare gövdeli olup, yüksekliği 33.00 m.dir. Bunun 22 m’lik kısmı düzgün kesme taştan, arta kalanı da tuğladan yapılmıştır. İçerisindeki merdivenler restorasyon çalışmaları sırasında Dr. Nurettin Yarımcı tarafından orijinaline uygun olarak yenilenmiştir. Minarenin üst kısmı yıkıldığından şerefesini ne şekilde olduğu anlaşılamamıştır.
Caminin revaklı avlusunun ortasında kesme taştan içeriye doğru basamaklı bir havuz ve fıskiye bulunmaktadır. Şadırvanın su kanalları ile tahliye kanalları günümüze kadar gelmiştir. Ayrıca avlunun kuzey batı tarafında da geniş ve oldukça derin bir su kuyusu bulunmaktadır. Avlunun doğu ve kuzey duvarı dışında 1976 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan tuğla duvarlı küçük hücrelerin medrese odaları olduğu sanılmaktadır.
Harran Kazıları
Harran’da ilk arkeolojik araştırmalar Höyükte 1951 yılında D.S.Rice tarafından başlanılmış ve bu araştırmalar aralıklarla 1956 yılına kadar devam etmiştir. Daha sonra 1983 yılından itibaren Arkeolog Dr. Nurettin Yardımcı baş¬kanlığında yapılan kazılarda önce kale ve çevresi temizlenmiştir. Burada Emevi, Eyyubi ve Selçukluların ait seramik ve sikkeler bulunmuştur. Firdevs (Ulu) Camii ve çevresi temizlenmiş ve Babil Kralı Na¬bonid' e ait bir stel bulunmuştur. Diğer bir buluntu ise birçok adak kitabesinden birisidir. Kral Nabonid (M.Ö. 555-539) Sin Mabedinin yapılışı ile ilgili kita¬bedir. Ayrıca çok sayıda eski ve orta tunç çağına ait pişmiş toprak figürler, taş ağırlıklar, öğütme taşları ve bronz eserler bulunmuştur.
İslami devirlere ait sikkeler, çok kaliteli sırlı ve boyalı seramikler de bulunmuştur.
VII. yüzyıldan XIII. yüzyılla kadar olan İslami devirlere ait yapılardaki açmalarda ise; dar sokaklar bitişik nizamlı avlulu evler ile kent kalıntısı¬na ulaşılmıştır. Hemen her evdeki su kuyuları, kanalizas¬yon sistemleri, basamaklı ve kapak taşlı tuvaletler, banyo odaları, değirmenleri, zahire depoları ile düzenli ve ihti¬şamlı bir şehir ve mimari ile karşılaşılmıştır.