Aydıncık İlçesi

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
Mavi ile Yeşilin buluştuğu cennet AYDINCIK...

i11a00d7auj3.jpg


Akdeniz'in eşsiz 38 km'lik sahil bandında pırıl pırıl,masmavi,bir akvaryumu aratmayacak nitelikte bir denize sahip,tarih ve kültür zengini ilçemize hoşgeldiniz.

Liman kenti Kelenderis

Geçmişi İ.Ö 5.yy kadar uzanan,önce Bizans, sonra Selçuklu ve daha sonra da Osmanlı dönemlerinden 20. yy. başlarına kadar Anadolu anakarası ile Kıbrıs ve oradan Afrika arasındaki deniz ulaşımının önemli bir liman kenti Kelenderis...

Kelenderis sikkeleri

i21a015d4hh2.jpg


Kelenderis’de bugüne kadar bulunan sikkeler kentin İ.Ö. 5. yy’da para basmaya başladığını gösteriyor. Bulunan gümüş bir paranın ön yüzünde şaha kalkmış bir atın üzerinde yan oturmuş bir binici, arka yüzünde ise keçi bulunuyor. Bilimsel ve sistemli arkeolojik kazıların başlamasından önce tesadüfen veya define arayıcılarının buldukları Kelenderis paraları yurt dışına kaçırılmış. Yurtdışına kaçırılamayan paralardan bir kısmı Silifke Müzesi’nde görülebiliyor.

Kaleler ve su kemerleri

Aydıncık-Gülnar yolu üzerinde 15. km.'de orman içindeki kaynaktan kente su getiren kemerler ve kanallar günümüze kadar ulaşan alt yapılardır. Kent yakınındaki Duruhan ve Bodur kaleleri harap durumdadır.

Dört Ayak / Anıt Mezar

i31a02445vx3.jpg


Aydıncık’ın en bilinen antik yapısı büyük kesme kireç taşından yapılmış anıt mezar. Düzgün kesme taşlarla ve harç kullanılmadan yapılmıştır.Halk arasında "Dört Ayak" olarak adlandırılan mezar kare planlı, dört ayak üzerine oturtulmuş piramidal çatılıdır. İ.S. 2. yy. sonları veya 3. yy. başlarına tarihleniyor. Oldukça iyi korunmuş durumdaki mezar piramidal mimarisi ile "mausoleum" mezar geleneğinin devam ettiğini gösteriyor.


Yalan Dünya Mağarası

i51a033bfss3.jpg



Aydıncık – Gülnar karayolunun 13. km.’sinde bulunan Yeniyörük Köyü’nün Sele Mahallesi’ndeki mağara dikit, sarkıt ve kolonları ile göz alıcı. Mağara inciri denilen oluşumlardan da çok sayıda görülebiliyor.

Giriş kısmındaki büyük salonda dağınık biçimde keramik parçaları da bulunmuş olması eski çağlarda buranın insanlar tarafından kullanıldığına işaret ediyor.​

Aynalıgöl Mağarası

Aydıncık Gemi Durağı mahallesinde 2000 yılında çobanlar tarafından bulunan mağaraya şimdilik denizden ulaşılabiliyor. Balıkçı teknesi ile bir saat kadar sürüyor. Elli metrelik bir yürüyüşle mağaranın ağzına ulaşılıyor.
Karadan mağara ağzı ise üç km.

Toplam uzunluğu 555 m. olan mağaranın içerisinde dikitler, sarkıtlar, sütunlar, duvar ve perde damlataşları, akma taşlar, mağara iğnesi denilen oluşumlar görülüyor.

Yürüyüş yollarının ve aydınlatmasının projesi hazırlanarak turizme açılması için çalışmalar sürüyor.​

Kelenderis Mozaiği – Dünyanın ilk kent planı


i41a0455ccw9.jpg



Kelenderis’de ortaya çıkan buluntuların belki de en heyecan verici olanı "Kelenderis Mozaiği" diye adlandırılan mozaik. Mozaik şimdiye kadar bulunmuş ilk kent planı sayılabilir. Mozaikte bir tersane yapısı görülüyor. Kazılarda bu tersaneye ait olabileceği düşünülen bazı buluntular da açığa çıkarıldı. Ancak henüz tamamı günışığına çıkarılamadı. 5. yy. sonlarına tarihlenen mozaiğin tamamının ortaya çıkarılması için çalışmalar sürdürülüyor.​


Kaynar Sualtı mağarası

Şimdilik sadece profesyonellerin girebildikleri mağaranın ağzı denizin yedi metre altında. Profesyonel araştırmacılar mağara ağzından güçlü bir tatlısu akıntısı olduğunu, mağarada ilk 20-25 m’nin bulanık, sonrasının daha berrak olduğunu belirtiyorlar. İlk araştırmalarda 57 m. ilerlenmiş.

Sarıkeçililer-Yörük Kültürü

i61a04e41ku6.jpg

Deve, at, eşek ve keçileri ile sahilden yaylaya, yayladan sahile göçerek Yörük geleneğini sürdüren Sarıkeçililer, kış aylarını Aydıncık sahillerinde, yaz aylarını da Konya'nın Seydişehir yaylalarında geçirmektedirler. Bu son Yörükler yılın üç ayını yolda, üç ayını yazın yaylada ve altı ayını da kışın sahilde geçirirler.
 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
Mersin'e 173 km,Antalya'ya ise 325 km.dir. İlçe 38 kilometrelik kıyı uzunluğuna sahiptir. Ancak sahili girintili çıkıntılıdır. Şehir merkezinden bakıldığında, doğuda gözüken burunun adı Sancak Burnu’dur. Sancak Burnu ile bu bölgenin batısında ve doğusunda kalan bölgeler 1. derece sit alanı durumundadır. Gemi Durağı ile Yelkenli Ada arasındaki bölgede Akdeniz Foku yaşam alanı (mağaralar) bulunmaktadır. Ayrıca Doğu Akdeniz de toplam 40 çift olan ada martılarından (Larus audouiini) 20 çifti Yelkenli Ada ile Küçük Ada’ da barınmaktadır.

user67aydnckweb4a3aae1fb4.jpg


Yılanlı Ada, Aydıncık’ta bulunan dört adadan en uzakta olanıdır.ODTÜ Sualtı Topluluğu Batık Araştırmaları Gurubu ( ODTÜ-SAT BAG) ve Sualtı Araştırmaları Derneği Sualtı Arkeolojisi Araştırma Gurubu (SAD SAAG),2002 yılı içinde Yılanlı Ada çevresinde dalışlar yaptı. Bu bölgede çeşitli tür ve şekillerde çapalar ile bir batık alanı keşfettiler. Bu nedenle Yılanlı ada I. derece arkeolojik sit alanıdır.

İlçe merkezinin yerleşim alanını görmek için Akdeniz’e tepeden bakabilen Taş Masa’ya çıkmak ve oradan Aydıncık’ı seyretmek gerekir. İnce uzun 9 kilometrelik bir kıyı şeridi üzerinde kurulmuş olan Aydıncık şehrinin doğudan batıya sırasıyla, Yenimahalle, Hürriyet, Cumhuriyet, Merkez ve Atatürk olmak üzere beş mahallesi vardır. Aydıncık İlçesi’nin Duruhan, Eskiyörük, Hacıbahattin, Karadere, Karaseki, Pembecik, Teknecik, Yenikaş, Yeniyörükkaş ve Yeniyörük olmak üzere on köyü var. Köylülerin büyük çoğunluğu kışın ilçe merkezine inerek seracılık yapmaya başlamıştır. İlçe halkının %90'ı geçimini tarım ve tarım işçiliğinden sağlar. İlçede seracılığın 30-35 yıllık bir geçmişi vardır. Yaklaşık 4700 adet seranın %6’sında domates tarımı yapılmakta, geri kalan %94’ünde ise hıyar ve patlıcan yetiştiriciliği eşit olarak yapılmaktadır.

2000 yılı verilerine göre toplam nüfusu 11.523; şehir nüfusu 7963; köy nüfusu 3560; yüz ölçümü 410 km2; nüfus yoğunluğu (km2/kişi) 28.
 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
Yerel Ağız

Eğitim görememiş ya da yöre dışında pek fazla yaşamamış kişileri, yaşlıları veya hiçbir etki altında kalmadan içinden geldiği gibi konuşan insanları dinlediğiniz zaman, Türkçe'nin, her yörede olduğu gibi, Aydıncık yöresinde de biraz farklılaştığını görürsünüz.

Kendine özgü sözcükleri, deyimleri, benzetmeleri, telaffuz farklılığı ve benzetmeleri olan Aydıncık yerel ağzının en belirgin özellikleri şunlardır:

1. fiil yerine sıfat kullanımı

Türkçede « açmak » fiilinden « açık », « yakmak » fiilinden « yanık »«-k » getirilerek yeni sözcükler türetilebilir. Bu sözcük sıfat olarak kullanıldığı zaman, yüklem öbeği öznenin durumunu açıklar.

Cümlenin fiili geçmiş zaman olarak kullanıldığında, öznenin yaptığı işi birinci plana çıkarıyor. « Araba bozuldu.» ile « araba bozuk.» cümleleri arasındaki fark, birinci cümlede eyleme, ikinci cümlede ise arabanın durumuna ağırlık veriliyor.

Bu kullanım Aydıncık yöresinde daha da yaygınlaşmıştır. Etken ya da edilgen fiil köklerine «-k » getirilerek o fiil sıfatlaştırılıyor. Örneğin «ölmek» fiilinden « ölük» diye bir sıfat elde ediliyor. « Babası ölük.» cümlesinde «babası» nın ne zaman öldüğü önemli değildir. Anlatılmak istenilen, onun durumu yani hayatta olmadığıdır.

Olumsuzluk için sıfatın arkasına « deyil » sözcüğü ya da normal fiil gibi köke «-mi » olumsuzluk eki getiriliyor. İncir ham demek için, « incir oluk deyil » ya da « incir olmayık» deniliyor.

Bazı örnekler:

1. O konuyu daha araştırık deyilim.

2. Ali arabayı satık mı?

3. Senin çocuk okulu bitirik mi?

4. Bitirmesine bitirik de iş buluk deyil.

5. Dayım daha yaylaya gidik deyil.

6. Emmim gızını evlendirik mi?

7. Parayı faize yatırık.

8. Buban uyanık mı?

9. Yoo! Akşam çok geç yatık.

10. Bu adam fazla mı içik?

11. Yemek parası ödenik, yatak parası ödenik deyil.


2. Normalde R veya L ile başlaması gereken sözcüklerin başına, ses uyumuna göre I,İ ya da U,Ü getirilir. Legen / illegen; Raki / Iraki;

İrecep! İlimonu ırafa goy, Iramazan'da ilâzım olur.

Ürüstemi ilan sokmuş.

İremziye İlibas'a getmiş.


3. Genellikle A seslisinden hemen sonra gelen U seslisi I' ya dönüşür.

Mâmıd armıt sevmez.

Yâmır çamır demeden yollara düşmüş.

Anamır'dan garpız aldık.


4. Bir kelimede ML, LV, PR ya da RV yan yana ise, metatez olayına oldukça sık rastlanır.

Memleket / Melmeket; Çömlek / Çölmek;
Zelve/ Zevle; Kibrit / Kirpit; Yaprak /Yarpak;
Kirve / Kivre;
Pervaz/ Pevraz;

Bütün gece kipriğim kipriğime değmedi. Bizim oğlanın kivresi kipri eti yemiş.


5. Bazen E'nin A'ya dönüştüğü görülür.

Elma / Alma ; beraber / barabar.

Ataş gibi, bu habari emmine ulaştır.


6. Y 'nin etkisi ile, A bazen E'ye dönüşür.

Kolay gelsin! / Goley gelsin!

Azrail ( Azrayil ) / Arzeyil Babası yaylaya çalışmaya gitmiş / Bubası yaylıya çalışmaya gidik.


7. İlk hecedeki i, e'ye ya da e, i'ye dönüşür.

İyi / Eyi ; Hiç / Heç ; Nereye / Nireye.


8. Sert sessizler genellikle yumuşar.

Teyzeme kum lâzım / Deyzeme gum ilâzım.

Yenikaş'tan geliyor / Yenigaş'dan geliyor.


9. Ğ genellikle düşer ve önündeki sesli harf uzatılır.

Yağmur / yâmır; Ağaç / âç;

Ağam dağda ağaç kesiyor: âm dâda âç kesiyor.


10. Ağız ve burundan aynı anda çıkartılan nazal bir ses vardır.

Domuz / Doñuz ; Çarşıdan mı geliyorsun / Çarşidań mi geliyÕ
Denize mi gidiyorsun / Deñize mi gidiyoñ

Eskimiş/yıpranmış : Doşańıyık,


11. Iki heceli sözcüklerde, birinci hece A ile biterse, bu hecedeki A genellikle uzatılır:

Salı / Sâlı;

Zafer / Zâfer;

Marul / Mârul;
Kare / Kâre;


12. Bazı sözcüklerin yöredeki söylenişi:

Tencere / Çencere;
şimdi / Hindi;
Ayva / Hayva;

şemsiye / şemşiye;

İbrik / Irbık;
Siftah / şeftah;
Sebil / Zebil;

13. Yöresel sözcükler :

Firek-
Domates

Ülübü-Fasulye

Bostan-Salatalık

Yemiş – İncir

Darı – Mısır

Gompil- Patates

Harnup-keçi boynuzu

Geyil- kapari

Melengiç-Çitlenbik

Dangalak- melya

Tokmakan – Semizotu

Gölük- Kısrak

Tirik – Sincap

Cülle – Civciv

Keş – Çökelek

İşam – Çam

Gayıt- Kara saban

Tangırcı – Çingene

Sitil – Bakraç

Ganayaklı – Kadın

Hangırda?- Nerede?

Henderde – şurada

Hendêni – şunu

Çember-Tülbent

Ötürük – İshal

Allım yeşillim- gök kuşağı

Develenmek – Kaşınmak

Kösülmek- Uzanmak

Evtiklenmek- Oyalanmak

Tosmarmak-yatıp uyumak

yoymak- bozmak

Yönetlemek - eğri olan bir şeyi düzeltmek

Eğirtmeç- Kirmen

Kakılı- Bol miktarda

Kelete- kuru zayıf

Yuvak- loğ

Küf- Pas

Cınna - azıcık


YÖREYE ÖZGÜ BAZI CÜMLE ÖRNEKLERİ:

A) şuraya biraz uzan : Hendere biraz kösül.

B) Sus artık! : Sus galan! C) Ne yapıyorsunuz? : Navtarsınız? Nörürsünüz?

Ç) Haydi artık bırak da gel : Gel get

D) Yolunuza devam edin, az sonra yetişirim: Siz gede durun, az sonra yetişirim.

E) Az kalsın düşüyordum: Düşeyazdım. F) Yok, ne gezer : Nârar, ya da narayacak.

G ) Sanırım : Sanırsam.

BAZI ATA SÖZLERI :

1. Erim er olsun, yerim çalı dibi olsun.

2. Ağaca çıkan geçinin dala bakan oğlağı olur.

3. Gız anadan, ekmek bezeden.

4. Eli hamır ovalar, gözü gırıg govalar.

5. Elinin hamırı ile erkek işine garışma.

6. Ayranım eşgi diyen olmaz.

7. Ayranı yok içmeye, atla gider sıçmaya.

8. Uzaktan alma düveyi, çeker gider boğayı.

9. Öğünen öküz tarlayı boklar.

10. Tosbâ gabığından çıkmış, gabığını beğenmemiş.

11. Yavız hırsız ev sabını bastırır.

12. Sen dostunu eyi seç, anan nasıl olsa düşmanını doğurur.

14. Denize düşen, ilana sarılır.

14. Semerin fiyatı, eşeğinkini geçti.

15. Atın parasını veren, nalının parasından gaçmaz.

16. El elin eşeğini türkü çığırarak ararmış.

17. Semeriyle sekseni buldu.

18. Göğden palan yâsa, gusgunu boynuma geçmez.

19. Tat gızın dilinden anası anlar.

20. Gosgocaman deveyi yedin de gulağına mı pis diyorsun?

21. Bahçene erik, kapına yörük dıkma.

22. Erikten maşa, yörükten paşa olmaz.

23. Yörük ne bilir bayramı, lak lak içer ayranı.

24. Sürü ters dönünce, topal keçi başa geçer.

25. Gıçını güccük daşla silme, eline bok bulaşır.

26. Öküze boynuzu yük değildir.

27 Erkek eşek sıpasıyla gezmez.

28. Koca gurdun gısmeti ayağına gelirmiş.

29. Kurt gocayınca, eşşeğin maskarası olurmuş.

30. Çobanın gönlü olursa tekeden teleme çıkarır.


BAZI İLENÇLER:

1. Çenesi çekilesice!

2. Boyu devrilesice!

3. Singildiyesice !

4. Ciğeri ağzına gelesice!

5. Gara ciğerine gan donasıca!

6. Sürüm sürüm sürünesice!
7. Canı çıkasıca!

8. Ocağı batasıca!

9. Nesli kesilesice!

10. Gönenmeyesice!

11. Ocağı küllenesice!


BAZI YEMİNLER:

1. Sabaha çıkmayayım!

2. İki gözün önüme aksın!

3. Ekmek çarpsın!

4. Canım çıksın!

5. Ölümü öp!

6. Ölümü gör!

7. Anam avradım olsun!


AŞAĞILAMA LAFLARI:

1. Çulsuzun teki.

2. Ayranı sinekli.

3. Dangalağın teki.

4. O adam, yaralı parmağa çöödürmez.

5. Davşan boku gibi ne kokar ne bulaşır.

6. Ne gırık dölüdür,o!

7. Onların evine gız giden dul gelir


BENZETMELER:

1. Böğeleg dutmuş dana gibi ne koşuyon?

2. Yağır eşşek gibi ne diye develeniyon?

3. Guyruğuna diken gıstırılmış deve gibi dombalama.

4. Oklava yutmuş ilan gibi dimdik yürümesene.

6. âmadın öküzü gibi düşünüp duruyo.

6. Gurtlu keş gibi ne gıpırdayıp duruyon?

BAZI DEYİMLER:

1. Atın sütleğende mi bağlı? ( çeyizini hazırlayan genç kıza, acele etme anlamında kullanılır.)

2. Göçün geçip gider mi? ( acele edene söylenir)

3. Dediği dedik, çaldığı düdük. ( inatçılar için kullanılır.)

4. Geç, bundan sonra at olup da guyruk mu sallayacağım? ( Yaşlılık ifadesi, yaşamdan fazla bir şey beklenmediğini anlatmak için kullanılır.)
örneğinde olduğu gibi fiil köküne

KURT AĞZI BAĞLAMA

Açık bir bıçağı ya da bir makası akşam ezanından sonra yetkin birisinin dualar okuyarak kapatmasına “kurt ağzı bağlama“ denir. Hayvanı kaybolan birisi, imama gider kurt ağzı bağlatırsa, kaybolan hayvana zarar gelmezmiş çünkü o gece doğadaki tüm canlıların ağızlarının kapatıldığına inanılır. Sabah namazından sonra kurt ağzı bağlayan kişi, yine dualarla akşamki yaptığının tersini yaparak bıçak ya da makası açar.

KOÇMAR TAŞLAMA
Koçmar, kertenkeleden daha büyük, daha kalın derili ve daha uzun kuyruklu aşağı yukarı otuz santim boyunda bir sürüngendir. Durduğu yerde başını bir yukarı bir aşağı sallar. İşte o zaman bu yaratığın Allah’a küfrettiğine inanılır ve zavallı hayvan taş yağmuruna tutulur.

KARA YILAN ÖLDÜRÜLMEZ
Sarılıp oynaşan iki kara yılandan hiç biri öldürülmez. Eşlerden sağ kalanı, ne yapar eder, öcünü alırmış. Bundan kurtulmak içinse ölen yılanın üstüne un serpilirmiş.

ÇAKAL ULUMASI
Eğer bir çakal « pavk, pavk, pavk » diyerek bir yerden geçerse, o bölgede oturanlardan birisinin öleceğine inanılır. Ocaktan bir odlu eğsi (yarısı yanmış odun parçası) alınıp fıcıttırılır.

ANNENİN SÜTÜ KESİLİRSE
Sütü kesilen anne eteğine buğday kavurgası doldurup bir incir ağacına « al gavırganı, ver südümü » diyerek üç kez ağacın etrafında dolanır ve kavurgayı hem yer hem ağaca serper ardına bakmadan oradan uzaklaşırsa, sütünün geleceğine inanılır.

KURŞUN DÖKME
Bir kişi hastalanır ya da beklenmedik davranışlarda bulunmaya başlarsa, ona ‘nazar değmiş’ denir. Tavada eritilmiş kurşun, içinde soğuk su bulunan bir kaba dökülür. Kurşunun suda oluşan sivri şekilleri, gidip gözü değen adama zarar verir; böylece hasta iyileşirmiş.

KIRK KARIŞMASI
Aynı zamanda doğum yapan annelerden biri, doğumdan sonraki kırk gün içinde diğerinin evine çocuğuyla gelirse kırkı karışmış olur. Kırkı karışan çocuk değirmene götürülür. Değirmen taşına yatırılır ve üç kez döndürülür ya da loğusalar dikiş yüksüğünü dolduracak kadar süt değişirler ve sütler çocuklara içirilir.

AKŞAM SAKIZ ÇİĞNENMEZ
Gece olunca sakız çiğneyen kişi, en son ölen yakınının etini çiğner ona eziyet verirmiş.

CEZVE İLE SU İÇME

1) Bir kişi akşam yatmadan önce, cezveden su içer ve dua ederse, rüyasında görmek istediği kişiyi görürmüş.
2) Cezveden su içen zengin olurmuş.

YASTIK ÇEVİRME
Rüya gören kişi uyanıp yastığını ters çevirirse, rüyasına giren kişi de aynı rüyayı görürmüş.

HASTALIK TEDAVİLERİ

Kırık ya da çıkıkta, çıkıkçıya gidilir.
Ateş düşürmek için, sirkeyle alın ve boğaz ovulur.
Egzamada, okutturulur.
Dolamada, soğan pişirilip sarılır. Cam parçaları iyice dövülerek ufalanır, haşlanmış bamyayla sarılır
Çarpıp morarmalarda, siyah kuru üzüm dövülüp, kızgın külde kızdırılarak sarılır.
Yara ve çıbana, lokum, çam sakızı, tuzlu hamur, helva çıbanın üzerine sarılır.
Kanı durdurmak için, yaraya tuz basılır, sigara külü ya da toprak atılır.
Nazar olmamak için gök boncuk ya da çaltı tohumu takılır.
Mavi gözlü insanların nazarının değeceğine inanılır.
Ateşin üzerine su dökmek iyi sayılmaz.
Gece tırnak kesilmez, uğursuzluktur
Kıbleye işenmez, uğursuzluk getirir.
Kadınlar erkeğin yolunu asla kesmez.
Yoksa erkeğin işi yolunda gitmez.

 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
Yerel Ağız

Eğitim görememiş ya da yöre dışında pek fazla yaşamamış kişileri, yaşlıları veya hiçbir etki altında kalmadan içinden geldiği gibi konuşan insanları dinlediğiniz zaman, Türkçe'nin, her yörede olduğu gibi, Aydıncık yöresinde de biraz farklılaştığını görürsünüz.

Kendine özgü sözcükleri, deyimleri, benzetmeleri, telaffuz farklılığı ve benzetmeleri olan Aydıncık yerel ağzının en belirgin özellikleri şunlardır:

1. fiil yerine sıfat kullanımı

Türkçede « açmak » fiilinden « açık », « yakmak » fiilinden « yanık »«-k » getirilerek yeni sözcükler türetilebilir. Bu sözcük sıfat olarak kullanıldığı zaman, yüklem öbeği öznenin durumunu açıklar.

Cümlenin fiili geçmiş zaman olarak kullanıldığında, öznenin yaptığı işi birinci plana çıkarıyor. « Araba bozuldu.» ile « araba bozuk.» cümleleri arasındaki fark, birinci cümlede eyleme, ikinci cümlede ise arabanın durumuna ağırlık veriliyor.

Bu kullanım Aydıncık yöresinde daha da yaygınlaşmıştır. Etken ya da edilgen fiil köklerine «-k » getirilerek o fiil sıfatlaştırılıyor. Örneğin «ölmek» fiilinden « ölük» diye bir sıfat elde ediliyor. « Babası ölük.» cümlesinde «babası» nın ne zaman öldüğü önemli değildir. Anlatılmak istenilen, onun durumu yani hayatta olmadığıdır.

Olumsuzluk için sıfatın arkasına « deyil » sözcüğü ya da normal fiil gibi köke «-mi » olumsuzluk eki getiriliyor. İncir ham demek için, « incir oluk deyil » ya da « incir olmayık» deniliyor.

Bazı örnekler:

1. O konuyu daha araştırık deyilim.

2. Ali arabayı satık mı?

3. Senin çocuk okulu bitirik mi?

4. Bitirmesine bitirik de iş buluk deyil.

5. Dayım daha yaylaya gidik deyil.

6. Emmim gızını evlendirik mi?

7. Parayı faize yatırık.

8. Buban uyanık mı?

9. Yoo! Akşam çok geç yatık.

10. Bu adam fazla mı içik?

11. Yemek parası ödenik, yatak parası ödenik deyil.


2. Normalde R veya L ile başlaması gereken sözcüklerin başına, ses uyumuna göre I,İ ya da U,Ü getirilir. Legen / illegen; Raki / Iraki;

İrecep! İlimonu ırafa goy, Iramazan'da ilâzım olur.

Ürüstemi ilan sokmuş.

İremziye İlibas'a getmiş.


3. Genellikle A seslisinden hemen sonra gelen U seslisi I' ya dönüşür.

Mâmıd armıt sevmez.

Yâmır çamır demeden yollara düşmüş.

Anamır'dan garpız aldık.


4. Bir kelimede ML, LV, PR ya da RV yan yana ise, metatez olayına oldukça sık rastlanır.

Memleket / Melmeket; Çömlek / Çölmek;
Zelve/ Zevle; Kibrit / Kirpit; Yaprak /Yarpak;
Kirve / Kivre;
Pervaz/ Pevraz;

Bütün gece kipriğim kipriğime değmedi. Bizim oğlanın kivresi kipri eti yemiş.


5. Bazen E'nin A'ya dönüştüğü görülür.

Elma / Alma ; beraber / barabar.

Ataş gibi, bu habari emmine ulaştır.


6. Y 'nin etkisi ile, A bazen E'ye dönüşür.

Kolay gelsin! / Goley gelsin!

Azrail ( Azrayil ) / Arzeyil Babası yaylaya çalışmaya gitmiş / Bubası yaylıya çalışmaya gidik.


7. İlk hecedeki i, e'ye ya da e, i'ye dönüşür.

İyi / Eyi ; Hiç / Heç ; Nereye / Nireye.


8. Sert sessizler genellikle yumuşar.

Teyzeme kum lâzım / Deyzeme gum ilâzım.

Yenikaş'tan geliyor / Yenigaş'dan geliyor.


9. Ğ genellikle düşer ve önündeki sesli harf uzatılır.

Yağmur / yâmır; Ağaç / âç;

Ağam dağda ağaç kesiyor: âm dâda âç kesiyor.


10. Ağız ve burundan aynı anda çıkartılan nazal bir ses vardır.

Domuz / Doñuz ; Çarşıdan mı geliyorsun / Çarşidań mi geliyÕ
Denize mi gidiyorsun / Deñize mi gidiyoñ

Eskimiş/yıpranmış : Doşańıyık,


11. Iki heceli sözcüklerde, birinci hece A ile biterse, bu hecedeki A genellikle uzatılır:

Salı / Sâlı;

Zafer / Zâfer;

Marul / Mârul;
Kare / Kâre;


12. Bazı sözcüklerin yöredeki söylenişi:

Tencere / Çencere;
şimdi / Hindi;
Ayva / Hayva;

şemsiye / şemşiye;

İbrik / Irbık;
Siftah / şeftah;
Sebil / Zebil;

13. Yöresel sözcükler :

Firek-
Domates

Ülübü-Fasulye

Bostan-Salatalık

Yemiş – İncir

Darı – Mısır

Gompil- Patates

Harnup-keçi boynuzu

Geyil- kapari

Melengiç-Çitlenbik

Dangalak- melya

Tokmakan – Semizotu

Gölük- Kısrak

Tirik – Sincap

Cülle – Civciv

Keş – Çökelek

İşam – Çam

Gayıt- Kara saban

Tangırcı – Çingene

Sitil – Bakraç

Ganayaklı – Kadın

Hangırda?- Nerede?

Henderde – şurada

Hendêni – şunu

Çember-Tülbent

Ötürük – İshal

Allım yeşillim- gök kuşağı

Develenmek – Kaşınmak

Kösülmek- Uzanmak

Evtiklenmek- Oyalanmak

Tosmarmak-yatıp uyumak

yoymak- bozmak

Yönetlemek - eğri olan bir şeyi düzeltmek

Eğirtmeç- Kirmen

Kakılı- Bol miktarda

Kelete- kuru zayıf

Yuvak- loğ

Küf- Pas

Cınna - azıcık


YÖREYE ÖZGÜ BAZI CÜMLE ÖRNEKLERİ:

A) şuraya biraz uzan : Hendere biraz kösül.

B) Sus artık! : Sus galan! C) Ne yapıyorsunuz? : Navtarsınız? Nörürsünüz?

Ç) Haydi artık bırak da gel : Gel get

D) Yolunuza devam edin, az sonra yetişirim: Siz gede durun, az sonra yetişirim.

E) Az kalsın düşüyordum: Düşeyazdım. F) Yok, ne gezer : Nârar, ya da narayacak.

G ) Sanırım : Sanırsam.

BAZI ATA SÖZLERI :

1. Erim er olsun, yerim çalı dibi olsun.

2. Ağaca çıkan geçinin dala bakan oğlağı olur.

3. Gız anadan, ekmek bezeden.

4. Eli hamır ovalar, gözü gırıg govalar.

5. Elinin hamırı ile erkek işine garışma.

6. Ayranım eşgi diyen olmaz.

7. Ayranı yok içmeye, atla gider sıçmaya.

8. Uzaktan alma düveyi, çeker gider boğayı.

9. Öğünen öküz tarlayı boklar.

10. Tosbâ gabığından çıkmış, gabığını beğenmemiş.

11. Yavız hırsız ev sabını bastırır.

12. Sen dostunu eyi seç, anan nasıl olsa düşmanını doğurur.

14. Denize düşen, ilana sarılır.

14. Semerin fiyatı, eşeğinkini geçti.

15. Atın parasını veren, nalının parasından gaçmaz.

16. El elin eşeğini türkü çığırarak ararmış.

17. Semeriyle sekseni buldu.

18. Göğden palan yâsa, gusgunu boynuma geçmez.

19. Tat gızın dilinden anası anlar.

20. Gosgocaman deveyi yedin de gulağına mı pis diyorsun?

21. Bahçene erik, kapına yörük dıkma.

22. Erikten maşa, yörükten paşa olmaz.

23. Yörük ne bilir bayramı, lak lak içer ayranı.

24. Sürü ters dönünce, topal keçi başa geçer.

25. Gıçını güccük daşla silme, eline bok bulaşır.

26. Öküze boynuzu yük değildir.

27 Erkek eşek sıpasıyla gezmez.

28. Koca gurdun gısmeti ayağına gelirmiş.

29. Kurt gocayınca, eşşeğin maskarası olurmuş.

30. Çobanın gönlü olursa tekeden teleme çıkarır.


BAZI İLENÇLER:

1. Çenesi çekilesice!

2. Boyu devrilesice!

3. Singildiyesice !

4. Ciğeri ağzına gelesice!

5. Gara ciğerine gan donasıca!

6. Sürüm sürüm sürünesice!
7. Canı çıkasıca!

8. Ocağı batasıca!

9. Nesli kesilesice!

10. Gönenmeyesice!

11. Ocağı küllenesice!


BAZI YEMİNLER:

1. Sabaha çıkmayayım!

2. İki gözün önüme aksın!

3. Ekmek çarpsın!

4. Canım çıksın!

5. Ölümü öp!

6. Ölümü gör!

7. Anam avradım olsun!


AŞAĞILAMA LAFLARI:

1. Çulsuzun teki.

2. Ayranı sinekli.

3. Dangalağın teki.

4. O adam, yaralı parmağa çöödürmez.

5. Davşan boku gibi ne kokar ne bulaşır.

6. Ne gırık dölüdür,o!

7. Onların evine gız giden dul gelir


BENZETMELER:

1. Böğeleg dutmuş dana gibi ne koşuyon?

2. Yağır eşşek gibi ne diye develeniyon?

3. Guyruğuna diken gıstırılmış deve gibi dombalama.

4. Oklava yutmuş ilan gibi dimdik yürümesene.

6. âmadın öküzü gibi düşünüp duruyo.

6. Gurtlu keş gibi ne gıpırdayıp duruyon?

BAZI DEYİMLER:

1. Atın sütleğende mi bağlı? ( çeyizini hazırlayan genç kıza, acele etme anlamında kullanılır.)

2. Göçün geçip gider mi? ( acele edene söylenir)

3. Dediği dedik, çaldığı düdük. ( inatçılar için kullanılır.)

4. Geç, bundan sonra at olup da guyruk mu sallayacağım? ( Yaşlılık ifadesi, yaşamdan fazla bir şey beklenmediğini anlatmak için kullanılır.)
örneğinde olduğu gibi fiil köküne

KURT AĞZI BAĞLAMA

Açık bir bıçağı ya da bir makası akşam ezanından sonra yetkin birisinin dualar okuyarak kapatmasına “kurt ağzı bağlama“ denir. Hayvanı kaybolan birisi, imama gider kurt ağzı bağlatırsa, kaybolan hayvana zarar gelmezmiş çünkü o gece doğadaki tüm canlıların ağızlarının kapatıldığına inanılır. Sabah namazından sonra kurt ağzı bağlayan kişi, yine dualarla akşamki yaptığının tersini yaparak bıçak ya da makası açar.

KOÇMAR TAŞLAMA
Koçmar, kertenkeleden daha büyük, daha kalın derili ve daha uzun kuyruklu aşağı yukarı otuz santim boyunda bir sürüngendir. Durduğu yerde başını bir yukarı bir aşağı sallar. İşte o zaman bu yaratığın Allah’a küfrettiğine inanılır ve zavallı hayvan taş yağmuruna tutulur.

KARA YILAN ÖLDÜRÜLMEZ
Sarılıp oynaşan iki kara yılandan hiç biri öldürülmez. Eşlerden sağ kalanı, ne yapar eder, öcünü alırmış. Bundan kurtulmak içinse ölen yılanın üstüne un serpilirmiş.

ÇAKAL ULUMASI
Eğer bir çakal « pavk, pavk, pavk » diyerek bir yerden geçerse, o bölgede oturanlardan birisinin öleceğine inanılır. Ocaktan bir odlu eğsi (yarısı yanmış odun parçası) alınıp fıcıttırılır.

ANNENİN SÜTÜ KESİLİRSE
Sütü kesilen anne eteğine buğday kavurgası doldurup bir incir ağacına « al gavırganı, ver südümü » diyerek üç kez ağacın etrafında dolanır ve kavurgayı hem yer hem ağaca serper ardına bakmadan oradan uzaklaşırsa, sütünün geleceğine inanılır.

KURŞUN DÖKME
Bir kişi hastalanır ya da beklenmedik davranışlarda bulunmaya başlarsa, ona ‘nazar değmiş’ denir. Tavada eritilmiş kurşun, içinde soğuk su bulunan bir kaba dökülür. Kurşunun suda oluşan sivri şekilleri, gidip gözü değen adama zarar verir; böylece hasta iyileşirmiş.

KIRK KARIŞMASI
Aynı zamanda doğum yapan annelerden biri, doğumdan sonraki kırk gün içinde diğerinin evine çocuğuyla gelirse kırkı karışmış olur. Kırkı karışan çocuk değirmene götürülür. Değirmen taşına yatırılır ve üç kez döndürülür ya da loğusalar dikiş yüksüğünü dolduracak kadar süt değişirler ve sütler çocuklara içirilir.

AKŞAM SAKIZ ÇİĞNENMEZ
Gece olunca sakız çiğneyen kişi, en son ölen yakınının etini çiğner ona eziyet verirmiş.

CEZVE İLE SU İÇME

1) Bir kişi akşam yatmadan önce, cezveden su içer ve dua ederse, rüyasında görmek istediği kişiyi görürmüş.
2) Cezveden su içen zengin olurmuş.

YASTIK ÇEVİRME
Rüya gören kişi uyanıp yastığını ters çevirirse, rüyasına giren kişi de aynı rüyayı görürmüş.

HASTALIK TEDAVİLERİ

Kırık ya da çıkıkta, çıkıkçıya gidilir.
Ateş düşürmek için, sirkeyle alın ve boğaz ovulur.
Egzamada, okutturulur.
Dolamada, soğan pişirilip sarılır. Cam parçaları iyice dövülerek ufalanır, haşlanmış bamyayla sarılır
Çarpıp morarmalarda, siyah kuru üzüm dövülüp, kızgın külde kızdırılarak sarılır.
Yara ve çıbana, lokum, çam sakızı, tuzlu hamur, helva çıbanın üzerine sarılır.
Kanı durdurmak için, yaraya tuz basılır, sigara külü ya da toprak atılır.
Nazar olmamak için gök boncuk ya da çaltı tohumu takılır.
Mavi gözlü insanların nazarının değeceğine inanılır.
Ateşin üzerine su dökmek iyi sayılmaz.
Gece tırnak kesilmez, uğursuzluktur
Kıbleye işenmez, uğursuzluk getirir.
Kadınlar erkeğin yolunu asla kesmez.
Yoksa erkeğin işi yolunda gitmez.

 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
EKONOMİ TARİHİ

İHRACAATÇI GİLİNDİRE’DEN KRİSTAL KENT AYDINCIK’A

Kuruluş mitolojisine göre, yaklaşık 4 bin yıl önce, Fenikeli Sandokos, Suriye’den Kilikya’ya gelir ve bugünkü Aydıncık’ın yerinde bir liman ve ticaret şehri olarak Celenderis’i kurar.Kelenderis’in adı, zaman içerisinde değişimlere uğrayarak Kalendria olur. 19. yüzyıl başlarında da Gilindire’ye dönüşür.
Yolu bu limana uğrayan gezginlerin verdiği bilgilere göre, Gilindire 1800’lü yıllarda, bir han ve ilkel birkaç damdan oluşan fakir bir köydür. İstanbul-Kıbrıs postası pek işlek olmayan ve hemen hemen hiç ithalatın yapılmadığı bu limanda gemiye yüklenir. Gemiler de yük ve yolcusuyla açılır denize. Suriye’ye inşaat malzemesi ya da odun olarak kullanılmak üzere kereste gönderilir. Dışsatımı oluşturan diğer kalemlerden meşe palamudu Siros Adası’na; tereyağı, peynir vb. gibi besin maddeleri ile yün ve ham deri de Kıbrıs’a satılır.

Aynı yıllarda yerleşik düzene geçmek isteyen göçer Türkler, Hacıbahattin’in batısında büyük bir köy kurarlar, adına da Purgulu derler; tarım ve hayvancılıkla geçinirler. Daha sonra tarlasını satan İskele’ye yerleşir.
Gilindire’nin halk arasındaki bir adı da İskele’dir. Küçük bir liman kasabası olan Gilindire uzun yıllar Gülnar İlçesi’ne merkezlik yapar. Vital Cuinet’nin verdiği bilgilere göre “Bu küçük kasabanın nüfusu sadece 210’dur ve halkın hemen hemen hepsi Kıbrıs ya da Alanya’dan göçüp gelen Rumlardır”.
1900’lü yılların ilk çeyreğinde Gilindire’de, tarım ve hayvancılıkla uğraşan, çoğunluğu göçer, dünyaya kapalı, Müslüman Türkler ile ekonomik yönden daha güçlü, ev ve tarla sahibi, ticaret ve zanaat yaşamını elinde tutan, uluslararası bağlantıları olan, Hıristiyan Rumlar birlikte yaşarlar.

Rumlar, liman çevresinde otururlar. Yapı ustası, demirci, kalaycı, fırıncı, ayakkabıcı, fes kalıpçısı, boyacı, berber, meyhaneci hepsi onlardan. Bazı Rum tüccarlar, Kıbrıs’tan fasulye tohumu getirip yarıya ektirirler. Sonra da ürünleri dışarıya pazarlarlar. Kasabanın tek değirmeni de onların elinde. Liman çevresindeki çok sayıda mağaza da Rumlara ait.

Göçerlikten yerleşik düzene geçmeye çalışan Türkler ise Gilindire’nin doğu ya da batısına yerleşirler. Dağlık yörelerde yaşayan göçebe halkın hayvansal ürünleri ile tabiatın sunduğu keçiboynuzu, meşe palamudu gibi orman ürünler kasabaya getirilir, Rumlar tarafından dış pazarlara satılır.

Savaş korkusu ve sahilin tehlikeli olmaya başlaması üzerine, 1915 yılında Kaymakamlığın Gilindire’den Gülnar’a taşınması macerası başlar. Birçok köyün Kaymakamlığı kabul etmemesi üzerine, Yörüklerin alış veriş yaptıkları Hanaypazarı’nda hükümet çadırları kurulur ve burası Gülnar İlçesi’nin merkezi yapılır. Bunun üzerine Gilindireli tüccarların bir kısmı oraya göçer.

1920’li yılların ortalarında Rumlar Gilindire’den ayrılınca, nüfus daha da azalır. Onlardan kalan ev ve tarlalar Maliye aracılığı ile satılır. Dışarıdan gelenler veya parası olanlar Hazine’ye kalan Rum evleri ve tarlalarını 1930’dan itibaren taksitle satın almaya başlarlar. Hazine, satılan taşınmazın taksitini yatıramayanlardan onları geri alarak ikinci bir ihaleyle başkalarına satar.

Rumların göçüyle birlikte, Gilindire’deki ekonomik işleyiş de değişime uğrar. Ticaret ve sanatla uğraşmak Türklere düşer. Bunun sonucu kentin ekonomik yapısı değişir. Dış ticaret hemen hemen durma noktasına gelir. On beş ya da yirmi günde bir uğrayan gemiler açıkta demirler, yörenin ihtiyacı olan tekel maddesi, diri tuz ve gazyağı getirir; meşe palamudu, kuru üzüm, keçiboynuzu, yağ, arpa, buğday, üzüm, fıstık ve yolcu alıp giderler. Yelkenli tekneler ise yılda bir ya da iki kez gelip canlı küçükbaş hayvanları İstanbul’a götürür. Tüm bunlar gemi ve teknelere küçük sandallarla taşınır. Bu faaliyet, kayık sahipleri ve çalışanların yanında hamallar için de önemli bir gelir kaynağıdır.

Halikarnas Balıkçısı’nın Deniz Gurbetçileri adlı romanında anlattığı gibi, Antalya ya da Mersin’e karayolu ile ulaşım oldukça güçtür: “Kentte (Gilindire’de) bir tüfekçi buldular. Bir eski tüfek namlusundan bir parça kestirmeyi düşündüler. Ama eni uymadı. Çatlağı onarmak için kaynak lazımdı. Kaynağı ya Mersin ya da Antalya’da yapabilirlerdi. O parça alınıp, karadan atla mı, deveyle mi ta o söylenen kentlere götürülüp onarılmalı sonra da gene eşekle mi atla mı, deveyle mi Gilindire’ye getirilmeliydi. Bu olacak iş değildi…”

Gilindirelide ticaret ile uğraşmak için yeterli sermaye de olmayınca, Mersin ya da başka yerlerdeki tüccarlar adına mal alınır ve gemilerle yollanır. Biraz parası olan ya da veresiye mal alıp ödemeye çalışan tüccarlar oluşmaya başlar ama limanın olmayışı, yükleme zorluğu ve maliyet artışı sonucu deniz ticareti de yapılamaz olur. Sulak arazinin olmaması halkı, hayvancılık yapmaya ya da arpa, buğday, mercimek ekmeye zorlar. Halkın yazları yaylaya gitmesi ile de nahiye terkedilmiş bir hayalet kente dönüşür.

1963–1964 yılları arasında, iş makineleri çalışmaya başlar Gilindire’de. Eski ve dar olan yol genişletilirken, deniz kenarındaki çok sayıda eski bina yıkımdan nasibini alır. Açılan bu yol binaların bir kısmına mezar olur, bir kısmını da Akdeniz'in mavi sularına iteleyiverir. Binaların yerine de kalın bir duvar çekilir. Gilindire bir deprem yaşar adeta.

1964 yılında, Soğuksu’dan Gilindire’ye bir kanal yapılır ve yıllardır boşu boşuna denize akıp giden Soğuksu Deresi’nden 40–50 metre yükseklikteki bu kanala su pompalanır. Gilindire’nin çorak arazilerinde artık güller açmaya başlar. 1965 yılında da Gilindire adı tarihe karışır. Tarihi geçmişiyle hiçbir ilgisi olamayan Aydıncık adında, önce naylon daha sonra da cam seralarıyla kristal bir kent doğmaya başlar.

Günümüzde ise Aydıncıklı üreticilere seracılığı sorarsınız, cevabı “ Dışı seni, içi beni yakar” olacaktır.

Balıkçılık

ORFOZ:

Genellikle kayalık bölgelerde yaşar. Küçük balıklar, yengeç, deniz salyangozu ve ıstakoz gibi böceklerle beslenir. Hantal bir balıktır. Yumurtlama yoluyla çoğalır.Olta ile avlanır bazen ağdaki balıkları yemek için ağa takıldığı olur.Eti beyaz çok lezzetli bir balıktır. Izgara,şiş, buğulama ve çorbası yapılır.

15-20kg olabilir. İrilerinin ağzı insanı yutacak kadar büyüktür. Örneğin 60lı yıllarda, iri bir orfozun ,Gilindire Sancak burnu mevkiinde, Bodrum’dan gelen sünger dalgıçlarından birini daldığı esnada ayağından beline kadar yuttuğu ve dalgıcın imdat işaretini verince satıha çıkarıldığı tam o sıra balığın adamı kusuğu anlatılır. Dalgıç yaralı olarak kurtulmuş.

SARGOZ:

Kayalıklarda yaşar, dişli bir balıktır. Böcek ve deniz kestanesi ile beslenir. Sert otları çok sever. Yumurta ile çoğalır. Olta ve ağla tutulur, hemen hemen her mevsimde bulunur ama ilkbaharda daha çok olur. Izgara ve tavası çok hoştur.

KUZU :

Akya olarak da bilinir. Nisan- Mayıs aylarında yumurtlar, Temmuz-Ağustos aylarında 200-300 gram ağırlığında piyasaya çıkar.Ekim ayından sonra 700-800 grama ulaşır. Bir kilonun üstündekilere Avcı denir ve 5 kilonun üstüne çıkanları olur.
70li yıllarda 140 kiloluk bir avcının yakalandığını söyleyenler var. Şiş, ızgara ve buğulama yapılır, ufaklarının tavası güzel olur.

MERCANGİLLER:

FANRİ (TRANÇA):

Derindeki kayalıklarda yaşar, sert damaklı ve dişli bir balıktır. Ot ve böceklerle beslenir; olta ile avlanır nadiren ağa takılır. Pembemsidir ve üzerinde mavi benekleri vardır. 500 gram ile 5kg arasında değişir.

SİNAVRİT:
Kayalık yerlerde yaşar, olta ile avlanır. Şiş, ızgara ve tava yapılır.

MERCAN:
Aynı familyadandır, kumsal ya da küçük taşlı yerlerde yaşar. Şiş, ızgara ve tava yapılır.

ISKAROZ:
Gri olanı erkek kırmızı olanı dişidir. Yaz mevsiminde bol bulunur. 1kg olanları vardır. Ağla yakalanır, tavası güzel olur.

SOKAR:

Ele alındığında, dikkatli olunmazsa, kılçıkları sokar ve fena acıtır. 200-300 gram ağırlığındadır. Kara sokar ve beyaz sokar olmak üzere iki tipe ayrılır. Pulsuz bir balık türüdür. İçi temizlenmeden közde pişirilene yöremizde « boklu kebap » denir. Ağa takılır ve yazın bol bulunur. Tava ve ızgarası yapılır.

LAGOS:

Kumluk yerlerde yaşayanlara kum lagosu; kayalık yerlerde yaşayanlara ise kaya lagosu denir. Olta ile her mevsimde yakalanır. 5 ile 10 kg ağırlığında olanları vardır. Tava, şiş ve ızgarası güzel olur. Kafasından çorba yapılır.

Seracılık 1962 yılında eski ve dar olan Mersin-Antalya yolu genişletilip hizmete sokulunca, deniz ticareti de yapılamaz oldu. Sulak arazinin olmaması halkı, hayvancılık yapmaya ya da arpa- buğday, mercimek ekmeye zorlamıştı. Halkın yazları yaylaya gitmesi ile nahiye terkedilmiş bir hayalet kent haline gelirdi. 1964 yılında, Soğuksu'dan Büyükalana kadar bir kanal yapıldı ve yıllardır boşu boşuna denize akıp giden Soğuksu deresinden 40-50 metre yükseklikteki bu kanala su pompalanmaya başlandı. Böylece Gilindire'nin çorak arazilerinde güller açıyordu artık.

Açık arazide turfanda sebze yetiştiriliyordu. Bunun üzerine bereketli topraklarda çalışmak üzere göçerlerin çoğu hayvancılığı bıraktı. Yayla köylüleri de Aydıncık'a akın ettiler. Bir kısmı arazi satın aldı, bir kısmı da ortakçılığa başladı. Sulu tarım alanlarında sebze, narenciye ve yer fıstığı yetiştirilse de tarımsal faaliyetler arasında birinci sırayı seracılık almaktaydı. Plastik seralar ise zamanla yerini cam seralara bıraktı.

Aydıncık daha modern bir tarımcılık anlayışıyla, önemli bir salatalık, domates ve patlıcan üretim merkezi haline gelmiştir. Günümüzde Aydıncık sulamasında 36 km. ana kanal ve 12 km. kapalı sistem borulu tersiyer kanal kullanılmaktadır. İlçenin 12.885 dekarı sulanabilen 55.589 da. tarım arazisi vardır. İlçe merkezinde oturan halkın % 80'i tarım ve tarım işçiliği ile geçinir. Akdeniz bölgesinde turfanda sebzelerin en erken çıktığı yerin Aydıncık olduğu söylenir. 1994 yılında 848 dekar cam sera varken, bu rakam 1998 yılında 1487 dekara ulaşmıştır. Cam seralarda salatalık, patlıcan ve domates yetiştirilir. Bu seralarda yılda iki kez ürün alınır. Her yıl sera alanı %10 artmaktadır. İlçe bir sera cenneti ve bu seralar da çalışmak için köylerden gelenlere ekmek kapısı olmuştur.

Açıkta üretilen sebzeler ise bakla, sivri biber, dolmalık biber, kabak, ıspanak ve bamyadır.




 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
EKONOMİ TARİHİ

İHRACAATÇI GİLİNDİRE’DEN KRİSTAL KENT AYDINCIK’A

Kuruluş mitolojisine göre, yaklaşık 4 bin yıl önce, Fenikeli Sandokos, Suriye’den Kilikya’ya gelir ve bugünkü Aydıncık’ın yerinde bir liman ve ticaret şehri olarak Celenderis’i kurar.Kelenderis’in adı, zaman içerisinde değişimlere uğrayarak Kalendria olur. 19. yüzyıl başlarında da Gilindire’ye dönüşür.
Yolu bu limana uğrayan gezginlerin verdiği bilgilere göre, Gilindire 1800’lü yıllarda, bir han ve ilkel birkaç damdan oluşan fakir bir köydür. İstanbul-Kıbrıs postası pek işlek olmayan ve hemen hemen hiç ithalatın yapılmadığı bu limanda gemiye yüklenir. Gemiler de yük ve yolcusuyla açılır denize. Suriye’ye inşaat malzemesi ya da odun olarak kullanılmak üzere kereste gönderilir. Dışsatımı oluşturan diğer kalemlerden meşe palamudu Siros Adası’na; tereyağı, peynir vb. gibi besin maddeleri ile yün ve ham deri de Kıbrıs’a satılır.

Aynı yıllarda yerleşik düzene geçmek isteyen göçer Türkler, Hacıbahattin’in batısında büyük bir köy kurarlar, adına da Purgulu derler; tarım ve hayvancılıkla geçinirler. Daha sonra tarlasını satan İskele’ye yerleşir.
Gilindire’nin halk arasındaki bir adı da İskele’dir. Küçük bir liman kasabası olan Gilindire uzun yıllar Gülnar İlçesi’ne merkezlik yapar. Vital Cuinet’nin verdiği bilgilere göre “Bu küçük kasabanın nüfusu sadece 210’dur ve halkın hemen hemen hepsi Kıbrıs ya da Alanya’dan göçüp gelen Rumlardır”.
1900’lü yılların ilk çeyreğinde Gilindire’de, tarım ve hayvancılıkla uğraşan, çoğunluğu göçer, dünyaya kapalı, Müslüman Türkler ile ekonomik yönden daha güçlü, ev ve tarla sahibi, ticaret ve zanaat yaşamını elinde tutan, uluslararası bağlantıları olan, Hıristiyan Rumlar birlikte yaşarlar.

Rumlar, liman çevresinde otururlar. Yapı ustası, demirci, kalaycı, fırıncı, ayakkabıcı, fes kalıpçısı, boyacı, berber, meyhaneci hepsi onlardan. Bazı Rum tüccarlar, Kıbrıs’tan fasulye tohumu getirip yarıya ektirirler. Sonra da ürünleri dışarıya pazarlarlar. Kasabanın tek değirmeni de onların elinde. Liman çevresindeki çok sayıda mağaza da Rumlara ait.

Göçerlikten yerleşik düzene geçmeye çalışan Türkler ise Gilindire’nin doğu ya da batısına yerleşirler. Dağlık yörelerde yaşayan göçebe halkın hayvansal ürünleri ile tabiatın sunduğu keçiboynuzu, meşe palamudu gibi orman ürünler kasabaya getirilir, Rumlar tarafından dış pazarlara satılır.

Savaş korkusu ve sahilin tehlikeli olmaya başlaması üzerine, 1915 yılında Kaymakamlığın Gilindire’den Gülnar’a taşınması macerası başlar. Birçok köyün Kaymakamlığı kabul etmemesi üzerine, Yörüklerin alış veriş yaptıkları Hanaypazarı’nda hükümet çadırları kurulur ve burası Gülnar İlçesi’nin merkezi yapılır. Bunun üzerine Gilindireli tüccarların bir kısmı oraya göçer.

1920’li yılların ortalarında Rumlar Gilindire’den ayrılınca, nüfus daha da azalır. Onlardan kalan ev ve tarlalar Maliye aracılığı ile satılır. Dışarıdan gelenler veya parası olanlar Hazine’ye kalan Rum evleri ve tarlalarını 1930’dan itibaren taksitle satın almaya başlarlar. Hazine, satılan taşınmazın taksitini yatıramayanlardan onları geri alarak ikinci bir ihaleyle başkalarına satar.

Rumların göçüyle birlikte, Gilindire’deki ekonomik işleyiş de değişime uğrar. Ticaret ve sanatla uğraşmak Türklere düşer. Bunun sonucu kentin ekonomik yapısı değişir. Dış ticaret hemen hemen durma noktasına gelir. On beş ya da yirmi günde bir uğrayan gemiler açıkta demirler, yörenin ihtiyacı olan tekel maddesi, diri tuz ve gazyağı getirir; meşe palamudu, kuru üzüm, keçiboynuzu, yağ, arpa, buğday, üzüm, fıstık ve yolcu alıp giderler. Yelkenli tekneler ise yılda bir ya da iki kez gelip canlı küçükbaş hayvanları İstanbul’a götürür. Tüm bunlar gemi ve teknelere küçük sandallarla taşınır. Bu faaliyet, kayık sahipleri ve çalışanların yanında hamallar için de önemli bir gelir kaynağıdır.

Halikarnas Balıkçısı’nın Deniz Gurbetçileri adlı romanında anlattığı gibi, Antalya ya da Mersin’e karayolu ile ulaşım oldukça güçtür: “Kentte (Gilindire’de) bir tüfekçi buldular. Bir eski tüfek namlusundan bir parça kestirmeyi düşündüler. Ama eni uymadı. Çatlağı onarmak için kaynak lazımdı. Kaynağı ya Mersin ya da Antalya’da yapabilirlerdi. O parça alınıp, karadan atla mı, deveyle mi ta o söylenen kentlere götürülüp onarılmalı sonra da gene eşekle mi atla mı, deveyle mi Gilindire’ye getirilmeliydi. Bu olacak iş değildi…”

Gilindirelide ticaret ile uğraşmak için yeterli sermaye de olmayınca, Mersin ya da başka yerlerdeki tüccarlar adına mal alınır ve gemilerle yollanır. Biraz parası olan ya da veresiye mal alıp ödemeye çalışan tüccarlar oluşmaya başlar ama limanın olmayışı, yükleme zorluğu ve maliyet artışı sonucu deniz ticareti de yapılamaz olur. Sulak arazinin olmaması halkı, hayvancılık yapmaya ya da arpa, buğday, mercimek ekmeye zorlar. Halkın yazları yaylaya gitmesi ile de nahiye terkedilmiş bir hayalet kente dönüşür.

1963–1964 yılları arasında, iş makineleri çalışmaya başlar Gilindire’de. Eski ve dar olan yol genişletilirken, deniz kenarındaki çok sayıda eski bina yıkımdan nasibini alır. Açılan bu yol binaların bir kısmına mezar olur, bir kısmını da Akdeniz'in mavi sularına iteleyiverir. Binaların yerine de kalın bir duvar çekilir. Gilindire bir deprem yaşar adeta.

1964 yılında, Soğuksu’dan Gilindire’ye bir kanal yapılır ve yıllardır boşu boşuna denize akıp giden Soğuksu Deresi’nden 40–50 metre yükseklikteki bu kanala su pompalanır. Gilindire’nin çorak arazilerinde artık güller açmaya başlar. 1965 yılında da Gilindire adı tarihe karışır. Tarihi geçmişiyle hiçbir ilgisi olamayan Aydıncık adında, önce naylon daha sonra da cam seralarıyla kristal bir kent doğmaya başlar.

Günümüzde ise Aydıncıklı üreticilere seracılığı sorarsınız, cevabı “ Dışı seni, içi beni yakar” olacaktır.

Balıkçılık

ORFOZ:

Genellikle kayalık bölgelerde yaşar. Küçük balıklar, yengeç, deniz salyangozu ve ıstakoz gibi böceklerle beslenir. Hantal bir balıktır. Yumurtlama yoluyla çoğalır.Olta ile avlanır bazen ağdaki balıkları yemek için ağa takıldığı olur.Eti beyaz çok lezzetli bir balıktır. Izgara,şiş, buğulama ve çorbası yapılır.

15-20kg olabilir. İrilerinin ağzı insanı yutacak kadar büyüktür. Örneğin 60lı yıllarda, iri bir orfozun ,Gilindire Sancak burnu mevkiinde, Bodrum’dan gelen sünger dalgıçlarından birini daldığı esnada ayağından beline kadar yuttuğu ve dalgıcın imdat işaretini verince satıha çıkarıldığı tam o sıra balığın adamı kusuğu anlatılır. Dalgıç yaralı olarak kurtulmuş.

SARGOZ:

Kayalıklarda yaşar, dişli bir balıktır. Böcek ve deniz kestanesi ile beslenir. Sert otları çok sever. Yumurta ile çoğalır. Olta ve ağla tutulur, hemen hemen her mevsimde bulunur ama ilkbaharda daha çok olur. Izgara ve tavası çok hoştur.

KUZU :

Akya olarak da bilinir. Nisan- Mayıs aylarında yumurtlar, Temmuz-Ağustos aylarında 200-300 gram ağırlığında piyasaya çıkar.Ekim ayından sonra 700-800 grama ulaşır. Bir kilonun üstündekilere Avcı denir ve 5 kilonun üstüne çıkanları olur.
70li yıllarda 140 kiloluk bir avcının yakalandığını söyleyenler var. Şiş, ızgara ve buğulama yapılır, ufaklarının tavası güzel olur.

MERCANGİLLER:

FANRİ (TRANÇA):

Derindeki kayalıklarda yaşar, sert damaklı ve dişli bir balıktır. Ot ve böceklerle beslenir; olta ile avlanır nadiren ağa takılır. Pembemsidir ve üzerinde mavi benekleri vardır. 500 gram ile 5kg arasında değişir.

SİNAVRİT:
Kayalık yerlerde yaşar, olta ile avlanır. Şiş, ızgara ve tava yapılır.

MERCAN:
Aynı familyadandır, kumsal ya da küçük taşlı yerlerde yaşar. Şiş, ızgara ve tava yapılır.

ISKAROZ:
Gri olanı erkek kırmızı olanı dişidir. Yaz mevsiminde bol bulunur. 1kg olanları vardır. Ağla yakalanır, tavası güzel olur.

SOKAR:

Ele alındığında, dikkatli olunmazsa, kılçıkları sokar ve fena acıtır. 200-300 gram ağırlığındadır. Kara sokar ve beyaz sokar olmak üzere iki tipe ayrılır. Pulsuz bir balık türüdür. İçi temizlenmeden közde pişirilene yöremizde « boklu kebap » denir. Ağa takılır ve yazın bol bulunur. Tava ve ızgarası yapılır.

LAGOS:

Kumluk yerlerde yaşayanlara kum lagosu; kayalık yerlerde yaşayanlara ise kaya lagosu denir. Olta ile her mevsimde yakalanır. 5 ile 10 kg ağırlığında olanları vardır. Tava, şiş ve ızgarası güzel olur. Kafasından çorba yapılır.

Seracılık 1962 yılında eski ve dar olan Mersin-Antalya yolu genişletilip hizmete sokulunca, deniz ticareti de yapılamaz oldu. Sulak arazinin olmaması halkı, hayvancılık yapmaya ya da arpa- buğday, mercimek ekmeye zorlamıştı. Halkın yazları yaylaya gitmesi ile nahiye terkedilmiş bir hayalet kent haline gelirdi. 1964 yılında, Soğuksu'dan Büyükalana kadar bir kanal yapıldı ve yıllardır boşu boşuna denize akıp giden Soğuksu deresinden 40-50 metre yükseklikteki bu kanala su pompalanmaya başlandı. Böylece Gilindire'nin çorak arazilerinde güller açıyordu artık.

Açık arazide turfanda sebze yetiştiriliyordu. Bunun üzerine bereketli topraklarda çalışmak üzere göçerlerin çoğu hayvancılığı bıraktı. Yayla köylüleri de Aydıncık'a akın ettiler. Bir kısmı arazi satın aldı, bir kısmı da ortakçılığa başladı. Sulu tarım alanlarında sebze, narenciye ve yer fıstığı yetiştirilse de tarımsal faaliyetler arasında birinci sırayı seracılık almaktaydı. Plastik seralar ise zamanla yerini cam seralara bıraktı.

Aydıncık daha modern bir tarımcılık anlayışıyla, önemli bir salatalık, domates ve patlıcan üretim merkezi haline gelmiştir. Günümüzde Aydıncık sulamasında 36 km. ana kanal ve 12 km. kapalı sistem borulu tersiyer kanal kullanılmaktadır. İlçenin 12.885 dekarı sulanabilen 55.589 da. tarım arazisi vardır. İlçe merkezinde oturan halkın % 80'i tarım ve tarım işçiliği ile geçinir. Akdeniz bölgesinde turfanda sebzelerin en erken çıktığı yerin Aydıncık olduğu söylenir. 1994 yılında 848 dekar cam sera varken, bu rakam 1998 yılında 1487 dekara ulaşmıştır. Cam seralarda salatalık, patlıcan ve domates yetiştirilir. Bu seralarda yılda iki kez ürün alınır. Her yıl sera alanı %10 artmaktadır. İlçe bir sera cenneti ve bu seralar da çalışmak için köylerden gelenlere ekmek kapısı olmuştur.

Açıkta üretilen sebzeler ise bakla, sivri biber, dolmalık biber, kabak, ıspanak ve bamyadır.




 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
1999 yılında, Aydıncık'ın doğusundaki Gemi Durağı Mevkii’nde, çobanlar tarafından dünyanın belki de sekizinci harikası sayılabilecek bir mağara bulundu.

Balıkçı teknesiyle bir saatlik yolculuktan sonra, karada elli metre kayalara doğru yürünüyor. 80cm yüksekliğinde, 60cm eninde bir girişin önüne varılıyor. MTA raporuna göre, giriş ağzı deniz düzeyinden 46m yukarıda bulmaktadır. MTA'dan gelen bir ekip gerekli incelemeleri yapmış, yapılması gerekenleri ve önerilerini bir rapor halinde yetkili mercilere sunmuştur. Şu ana kadar sadece denizden ulaşılan mağaraya karadan erişebilmek için 2000 yılında Aydıncık- Silifke Karayolunun yaklaşık 10. kilometresinden 3 kilometrelik bir yol yapılacak, taşıtlar bu yolun sonuna park edecekler, buradan mağaraya kadar yaya gidilecekti. Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünce yol yapımına başlanmış ancak daha sonra ara verilmiştir. 2004 Mayısında yol yapım çalışmaları tekrar başlamış ve günümüzde yolun kabası açılmış ama henüz asfaltlanmamış olduğu için, mağaranın üstüne kadar sadece altı yüksek araçlarla gidilebilmektedir. Oradan da güçlükle, dağdan inilerek, girişe ulaşılıyor.

user62gilimaara2a70b87tp7.jpg


user62gilimaara3a71834ef3.jpg



Toplam uzunluğu 555m olan dünyanın belki de sekizinci harikası sayılabilecek bu mağaranın içi, her türden damlataş oluşumları (sarkıt, dikit, sütun, duvar ve perde damlataşları, akma taşlar, mağara iğnesi) ile kaplıdır. Dev boyutlara ulaşan ve görünümleri son derece güzel olan bu damlataşlar, genişliği yer yer 100, tavan yüksekliği 18 metreye ulaşan ana galeriyi çok sayıda salon ve odaya ayırmıştır.

Gilindire Mağarası’nın sonunda genişliği 18–30, uzunluğu 140, tavan yüksekliği 35–40, derinliği 5–47 metre olan büyük göl bulunmaktadır. Gölün kenarında sarkıt, dikit, sütun ve mağara iğneleri yer almaktadır. Göl, deniz ile aynı düzeydedir ama deniz seviyesinden 47m daha derin olup ayrıca denizden yatay olarak 240m uzaktadır. Gölün ilk 10 metresinde acı su, sonraki derinliklerde de tuzlu su yer almaktadır. Göl içerisinde sıcaklık hemen hemen aynıdır. Gilindire Mağarası'nın çok sıcak ve nemli bir havası vardır.

Giriş ağzının dar ve basık olması nedeniyle, dışarıyla hava alış verişinin olmadığı mağaranın bu havası yaz ve kış mevsiminde önemli bir değişikliğe uğramamaktadır. Ancak girişten son bölüme doğru sıcaklık kademeli olarak düşmekte, buna karşılık mutlak nem artmaktadır. Nisan 2000 ayında MTA uzmanlarınca ölçülen sıcaklık ve mutlak nem değerleri, mağaranın önünde 28 derece, nem %37; gölün kenarında sıcaklık 22 derece, nem %91'dir.

Gilindire Mağarası, Kültür Bakanlığı Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca 25. 01. 2000–3608 gün ve sayılı karar ile taşınmaz kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilmiştir. Mağarada, M.Ö. 5000–3000 yıllarına tarihlenebilecek yonca yapraklı testi kırıkları bulunmuştur.

2006 yılında gerekli tüm izinler alınmış ve M.T. A tarafından hazırlanan mağaranın aydınlatılması ve iç düzenlemeleri için mimari uygulama projeleri de Mersin Valiliğine ulaştırılmıştır.

İlçe ekonomisine çok büyük bir katkı sağlayacak olan bu tabiat harikasının turizme açılması için ödenek beklenmektedir.
 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
1999 yılında, Aydıncık'ın doğusundaki Gemi Durağı Mevkii’nde, çobanlar tarafından dünyanın belki de sekizinci harikası sayılabilecek bir mağara bulundu.

Balıkçı teknesiyle bir saatlik yolculuktan sonra, karada elli metre kayalara doğru yürünüyor. 80cm yüksekliğinde, 60cm eninde bir girişin önüne varılıyor. MTA raporuna göre, giriş ağzı deniz düzeyinden 46m yukarıda bulmaktadır. MTA'dan gelen bir ekip gerekli incelemeleri yapmış, yapılması gerekenleri ve önerilerini bir rapor halinde yetkili mercilere sunmuştur. Şu ana kadar sadece denizden ulaşılan mağaraya karadan erişebilmek için 2000 yılında Aydıncık- Silifke Karayolunun yaklaşık 10. kilometresinden 3 kilometrelik bir yol yapılacak, taşıtlar bu yolun sonuna park edecekler, buradan mağaraya kadar yaya gidilecekti. Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünce yol yapımına başlanmış ancak daha sonra ara verilmiştir. 2004 Mayısında yol yapım çalışmaları tekrar başlamış ve günümüzde yolun kabası açılmış ama henüz asfaltlanmamış olduğu için, mağaranın üstüne kadar sadece altı yüksek araçlarla gidilebilmektedir. Oradan da güçlükle, dağdan inilerek, girişe ulaşılıyor.

user62gilimaara2a70b87tp7.jpg


user62gilimaara3a71834ef3.jpg



Toplam uzunluğu 555m olan dünyanın belki de sekizinci harikası sayılabilecek bu mağaranın içi, her türden damlataş oluşumları (sarkıt, dikit, sütun, duvar ve perde damlataşları, akma taşlar, mağara iğnesi) ile kaplıdır. Dev boyutlara ulaşan ve görünümleri son derece güzel olan bu damlataşlar, genişliği yer yer 100, tavan yüksekliği 18 metreye ulaşan ana galeriyi çok sayıda salon ve odaya ayırmıştır.

Gilindire Mağarası’nın sonunda genişliği 18–30, uzunluğu 140, tavan yüksekliği 35–40, derinliği 5–47 metre olan büyük göl bulunmaktadır. Gölün kenarında sarkıt, dikit, sütun ve mağara iğneleri yer almaktadır. Göl, deniz ile aynı düzeydedir ama deniz seviyesinden 47m daha derin olup ayrıca denizden yatay olarak 240m uzaktadır. Gölün ilk 10 metresinde acı su, sonraki derinliklerde de tuzlu su yer almaktadır. Göl içerisinde sıcaklık hemen hemen aynıdır. Gilindire Mağarası'nın çok sıcak ve nemli bir havası vardır.

Giriş ağzının dar ve basık olması nedeniyle, dışarıyla hava alış verişinin olmadığı mağaranın bu havası yaz ve kış mevsiminde önemli bir değişikliğe uğramamaktadır. Ancak girişten son bölüme doğru sıcaklık kademeli olarak düşmekte, buna karşılık mutlak nem artmaktadır. Nisan 2000 ayında MTA uzmanlarınca ölçülen sıcaklık ve mutlak nem değerleri, mağaranın önünde 28 derece, nem %37; gölün kenarında sıcaklık 22 derece, nem %91'dir.

Gilindire Mağarası, Kültür Bakanlığı Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca 25. 01. 2000–3608 gün ve sayılı karar ile taşınmaz kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilmiştir. Mağarada, M.Ö. 5000–3000 yıllarına tarihlenebilecek yonca yapraklı testi kırıkları bulunmuştur.

2006 yılında gerekli tüm izinler alınmış ve M.T. A tarafından hazırlanan mağaranın aydınlatılması ve iç düzenlemeleri için mimari uygulama projeleri de Mersin Valiliğine ulaştırılmıştır.

İlçe ekonomisine çok büyük bir katkı sağlayacak olan bu tabiat harikasının turizme açılması için ödenek beklenmektedir.
 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
Günümüzde sabit fiyatlı, gruplarla yapılan ve önceden planlanmış tatil türü olan paket turlara alternatif olarak daha hareketli, katılımcı ve bireysel tatillere yönelim artmaktadır.Turizmde çevre boyutunun gittikçe önem kazanmasıyla, kitlesel karakterde yapılan klasik turizm anlayışı artık geçerliliğini kaybetmek üzeredir. Turistlerin gittikleri ülkelerin doğa koruma ve çevre sorunlarına duyarlı oldukları gözlenmekte; bu durum ise, turizmin kitlesel karakterden uzaklaşıp bireysel bir nitelik kazanmakta olduğunu göstermektedir. Bu nedenle şimdiden değişik tür turizm aktivitelerinin (dağ-doğa yürüyüşü, av, mağara, kış turizmi, turizm amaçlı sportif faaliyetler, ornitoloji (kuş gözlemciliği), foto safari, kültür turizmi, atlı doğa yürüyüşü, kamp ya da karavan turizmi, yat turizmi, arkeolojik turlar gibi) geliştirilmesi yönünde çalışmalar başlatılmalıdır.

1- DENİZ VE SU SPORLARI:

Deniz, kum ve güneşin en güzeli bizde. Aydıncık kıyıları ve limanı yelkencilik için çok uygun olduğundan burada DENİZ SPORLARI (DALGIÇÇILIK-SU KAYAĞI- SÖRF) İLE İLGİLİ BİR OKUL AÇILABİLİR.


2- TARİHİ VE ARKEOLOJİK TURİZM:

Bunun için Aydıncık’taki arkeolojik kazıların bir noktada yoğunlaştırılması, işe yarayan buluntuların bir an önce turizme kazandırılması gerekmektedir.


3- KÜLTÜR VE SOSYAL YAŞAM TURİZMİ:

A) SARIKEÇİLİLER Aydıncık’ta ayrı bir renktir. Onlarım yaşam biçimleri, yemekleri, giyim kuşam tarzları bir cazibe haline getirilebilir.

B) SERACILIK ve sera ile uğraşanları yakından tanımak isteyenler için önemli bir turizm alanı haline getirilebilir.

C) KÖY YAŞAMI da aynı şekilde çekici olabilir.

4- DOĞA VE DAĞ TURİZMİ:

Yöremizin endemik bitkileri, mevsimine göre, doğa severlerin ve botanikçilerin ilgisini çekebilir. Dağa tırmanma, foto safari, botanik bahçesi, bitki müzesi ilginç olabilir. Yamaç paraşütü için de iki adet kalkış pisti yapıldı.

5- MAĞARACILIK:

Aydıncık yöresinde gerek karada, gerekse denizde çok sayıda mağara bulunmaktadır. Bunlar bir an önce turizme kazandırılmalıdır.

6- AVCILIK

Avlanma yasağı dışında kalan zamanlarda, avlanması yasak olmayan türler için örneğin YABAN DOMUZU avı düzenlenebilir.
Uygun zamanlarda ve yasak olmayan bölgelerde olta, ağ gibi araçlarla BALIK TUTMA ŞAMPİYONALARI düzenlenebilir.

SORUNLAR VE ÖNERİLER:

1- ULAŞIM turizmde çok önemli bir unsurdur. KISA SÜRMELİ VE UCUZ OLMALIDIR ki diğer bölgeler ile REKABET edilebilsin. Bu da 300 km.’ye kadar “kara yolu” bunun üstündeki mesafe için “havayolu” demektir.

Turizm çevrenizden en fazla 200-300 km. uzaklıktaki alanda yaşayanları cezp etme ile başlar, daha uzakta yaşayanlara doğru hizmeti sunma ile devam eder. Bu nedenle Mersin-Antalya D-400 yolu bir an önce sürücüleri ve yolcuları yormayacak hale getirilmelidir. Bu bağlamda Silifke (Taşucu) Aydıncık- Anamur arasında feribot seferleri ya da gemi yolculuğu gündeme getirilebilir.

2- KONAKLAMA için konforlu ve 100-150 kişiyi aynı anda barındırılabilecek bir otelimiz şimdilik yok. Tarihi ve doğal özellikleri ile turizm cazibe merkezi olan ilçenin eksiği olan konaklama tesisi sorunu bir an önce çözülmelidir.

Tüm bunlar da küçük bir belediyenin tek başına yapacağı işler değildir. Bunun için de Aydıncıklıların, tüm kişisel, ekonomik ve siyasi çıkarlardan uzak, bu amaçla bir araya gelmeleri gerekmektedir. Konuyu bilen kişilerden küçük küçük komisyonlar kurulmalı. Oluşturulacak konuları başka il ya da ilçelerin nasıl çözdükleri araştırılmalı. Sonra da yapılacak bir plan ve proje çerçevesinde devletten ya da Avrupa Birliği Fonlarından maddi destek sağlanmalıdır.
 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
Günümüzde sabit fiyatlı, gruplarla yapılan ve önceden planlanmış tatil türü olan paket turlara alternatif olarak daha hareketli, katılımcı ve bireysel tatillere yönelim artmaktadır.Turizmde çevre boyutunun gittikçe önem kazanmasıyla, kitlesel karakterde yapılan klasik turizm anlayışı artık geçerliliğini kaybetmek üzeredir. Turistlerin gittikleri ülkelerin doğa koruma ve çevre sorunlarına duyarlı oldukları gözlenmekte; bu durum ise, turizmin kitlesel karakterden uzaklaşıp bireysel bir nitelik kazanmakta olduğunu göstermektedir. Bu nedenle şimdiden değişik tür turizm aktivitelerinin (dağ-doğa yürüyüşü, av, mağara, kış turizmi, turizm amaçlı sportif faaliyetler, ornitoloji (kuş gözlemciliği), foto safari, kültür turizmi, atlı doğa yürüyüşü, kamp ya da karavan turizmi, yat turizmi, arkeolojik turlar gibi) geliştirilmesi yönünde çalışmalar başlatılmalıdır.

1- DENİZ VE SU SPORLARI:

Deniz, kum ve güneşin en güzeli bizde. Aydıncık kıyıları ve limanı yelkencilik için çok uygun olduğundan burada DENİZ SPORLARI (DALGIÇÇILIK-SU KAYAĞI- SÖRF) İLE İLGİLİ BİR OKUL AÇILABİLİR.


2- TARİHİ VE ARKEOLOJİK TURİZM:

Bunun için Aydıncık’taki arkeolojik kazıların bir noktada yoğunlaştırılması, işe yarayan buluntuların bir an önce turizme kazandırılması gerekmektedir.


3- KÜLTÜR VE SOSYAL YAŞAM TURİZMİ:

A) SARIKEÇİLİLER Aydıncık’ta ayrı bir renktir. Onlarım yaşam biçimleri, yemekleri, giyim kuşam tarzları bir cazibe haline getirilebilir.

B) SERACILIK ve sera ile uğraşanları yakından tanımak isteyenler için önemli bir turizm alanı haline getirilebilir.

C) KÖY YAŞAMI da aynı şekilde çekici olabilir.

4- DOĞA VE DAĞ TURİZMİ:

Yöremizin endemik bitkileri, mevsimine göre, doğa severlerin ve botanikçilerin ilgisini çekebilir. Dağa tırmanma, foto safari, botanik bahçesi, bitki müzesi ilginç olabilir. Yamaç paraşütü için de iki adet kalkış pisti yapıldı.

5- MAĞARACILIK:

Aydıncık yöresinde gerek karada, gerekse denizde çok sayıda mağara bulunmaktadır. Bunlar bir an önce turizme kazandırılmalıdır.

6- AVCILIK

Avlanma yasağı dışında kalan zamanlarda, avlanması yasak olmayan türler için örneğin YABAN DOMUZU avı düzenlenebilir.
Uygun zamanlarda ve yasak olmayan bölgelerde olta, ağ gibi araçlarla BALIK TUTMA ŞAMPİYONALARI düzenlenebilir.

SORUNLAR VE ÖNERİLER:

1- ULAŞIM turizmde çok önemli bir unsurdur. KISA SÜRMELİ VE UCUZ OLMALIDIR ki diğer bölgeler ile REKABET edilebilsin. Bu da 300 km.’ye kadar “kara yolu” bunun üstündeki mesafe için “havayolu” demektir.

Turizm çevrenizden en fazla 200-300 km. uzaklıktaki alanda yaşayanları cezp etme ile başlar, daha uzakta yaşayanlara doğru hizmeti sunma ile devam eder. Bu nedenle Mersin-Antalya D-400 yolu bir an önce sürücüleri ve yolcuları yormayacak hale getirilmelidir. Bu bağlamda Silifke (Taşucu) Aydıncık- Anamur arasında feribot seferleri ya da gemi yolculuğu gündeme getirilebilir.

2- KONAKLAMA için konforlu ve 100-150 kişiyi aynı anda barındırılabilecek bir otelimiz şimdilik yok. Tarihi ve doğal özellikleri ile turizm cazibe merkezi olan ilçenin eksiği olan konaklama tesisi sorunu bir an önce çözülmelidir.

Tüm bunlar da küçük bir belediyenin tek başına yapacağı işler değildir. Bunun için de Aydıncıklıların, tüm kişisel, ekonomik ve siyasi çıkarlardan uzak, bu amaçla bir araya gelmeleri gerekmektedir. Konuyu bilen kişilerden küçük küçük komisyonlar kurulmalı. Oluşturulacak konuları başka il ya da ilçelerin nasıl çözdükleri araştırılmalı. Sonra da yapılacak bir plan ve proje çerçevesinde devletten ya da Avrupa Birliği Fonlarından maddi destek sağlanmalıdır.
 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
Bugünkü Aydıncık, bir zamanlar Gülnar İlçesi’nin merkezi olan Gilindire’nin devamıdır. Çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş olan İlçenin tarihî adı ise Kelenderis’tir. Mitolojiye göre, Kelenderis, denizcilik ve ticarette çok ilerlemiş Fenikelilerden Sandakos tarafından, üç bin yıl önce, bir liman ve ticaret şehri olarak kurulmuştur. Kente daha sonra Hititler, Asurlular, Sisamlılar, Selefkoslar, Mısırlılar, Romalılar, Emeviler, Ermeniler, Karamanoğulları ve Osmanlılar hâkim olmuştur.

Kelenderis ilk parlak dönemini M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda yaşamış. Kendi parası M.Ö. V. yüzyılda görülmeye başlamış ve Büyük İskender’in Anadolu’ya gelişine kadar sürmüştür. M.Ö. 425–400 yıllarına tarihlenen gümüş bir Kelenderis sikkesinin ön yüzünde şaha kalmış bir atın üstünde yan oturmuş bir süvari; arka yüzünde ise başını sağa çevirmiş ve diz çökmüş vaziyette bir keçi bulunmaktadır.


user67mozaikweb936bfedc0.jpg


“ Akdeniz kıyısında, Anamur-Silifke arasında, kurulmuş olan Aydıncık’ta ( eski Kelenderis) 1974 Ağustos ayında Orman İşletmesinin bahçesinde bir hafriyat sırasında Ptolemaios’lara ait bir hazine tesadüfen bulunmuştur. 60–65 adet olan altın paradan sadece 17 tanesi Silifke Müzesi’de bulunmaktadır.
Hazinede iki tip para vardı: birincilerin ön yüzünde Ptolemaios II’nin hem karısı hem de kız kardeşi olan Arsinoe II'nin figürü; arka yüzünde ise bolluk simgesi bir çift boynuz yer almakta. İkinci tip paranın bir yüzünde Ptolemaios I ve karısı Berenice’nin portreleri, diğer yüzünde ise Ptolemaios II ile karısı Arsinoe II'nin figürleri bulunmaktadır.

Aydıncık’ta bulunan bu hazinenin toprağa gizlenme tarihi ve koşulları belirlemek gerekirse, en yeni para M.Ö. 261 yılında darp edilen Arsinoe octodrahmisidir. Durumları bu paraların elden ele pek dolaşmadığını gösteriyor. Ptolemaios II Kilikya’yı M.Ö.270 yıllarına doğru ele geçirdi ve “ ikinci Suriye savaşı” (M.Ö.261–256) sırasında kaybetti. Büyük bir olasılıkla da hazine bu çatışmaların sonuna doğru toprağa gömüldü .” (Alain Davesne; Aydıncık’ta Ptolemaios Hazinesi; X. Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu Bildiri Özetleri, 23–27 Mayıs 1988; sayfa 72–73; T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü. Fransızca aslından çeviren Mustafa Yalçıner).

Romalılar yöreye hâkim olurca, Kelenderis Limanı’ndan önemli ölçüde yararlanılmış ve burası Roma'nın vazgeçilmez bir ticaret şehri olmuştur. Romalılar zamanında kent imar olmuş, şato, saray, suyolları, hamam ve limanı ile mükemmel bir şehir özelliği taşıyordu.


user67parattenkazalan93mp5.jpg


Roma İmparatoru Tiberius, M.S. 17’de Cn. Calpurnius Pison’u Suriye valisi olarak atar. Bir süre sonra General Germanicus ile Vali anlaşmazlığa düşer. Germanicus, Pison’u Suriye’den kovar. M.S. 19 yazında Pison Ege denizindeki İstanköy (Kos) adasına sığınır. 10 Ekim 19 tarihinde General Germanicus Antakya’da ölür. Bunun üzerine Pison eski görevine geri dönmek ister ama yeni vali Sentius, Germanicus’u zehirletmekle suçlanan Pison’un Suriye’ye geri dönmesine izin vermez. Akdeniz’de dolaşan Pison Kelenderis’te Sentius ile karşılaşır.

[2,80] LXXX. Tüm girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasına karşın, Pison koşulların kendisine sunduğu en iyi önlemleri alır ve Kilikya’daki Celenderis kalesi’ni ele geçirir. Asker kaçakları, acemi erler, Plancina’nın esirleri ve kendi adamları ile Kilikya’daki küçük prensliklerden yollanan askerlerden roma lejyonuna denk askeri bir birlik oluşturur. Kendisine de İmparator’un vekili unvanını verir. Kendisini eyalete İmparatorun atadığını ve oradan lejyonlar tarafından kovulmadığını bilakis geri çağırdıklarını ama buna Sentius’un, mesnetsiz iftiralar atarak kişisel kini nedeniyle, karşı çıktığını söyler. Savaşta görürüz der; Sentius’un askerleri, bir zamanlar baba dedikleri, adalet söz konusu olunca oldukça adil, harp söz konusu ise gayet güçlü olduğunu bildikleri, Pison’u karşılarında görünce savaşa girmeyebilirler. Pison, yarım adanın boyun kısmında, ulaşılması oldukça güç bir yükseklikte bulunan kalenin surları önüne askerlerini konuşlandırır. Sentius’un paralı askerleri, ihtiyat askerleri desteğinde, ilerlemeye başlar. Bir tarafta mesleği askerlik olan cesur askerler, diğer tarafta ulaşılması oldukça zor bir mevki ile korkak, birbirlerine güven duymayan hatta (alelacele toplanmış taş, sopa vs. hariç) silahsız askerler. Savaş başlar ve kısa bir zaman sonra Kilikyalılar kaçıp kaleye sığınırlar.

[2,81] LXXXI. Pison az ileriye demir atan savaş gemilerine karşı bazı girişimlerde bulunur ama başarılı olamaz. Kaleye girer, surların tepesinden Romalı askerlere isimleriyle hitap ederek bazen de vaatlerde bulunarak onları isyana teşvik eder. Kafaları o kadar karıştırır ki 6. lejyonun bayraktarı onun tarafına geçer. Bunun üzerine Sentius, trompet ve borazanları çaldırtır; surlara yürümelerini, merdiven kurmalarını en yüreklilerin saldırıya geçmesini, diğerlerinin ise makinelerle mızrak, taş, alevli ok fırlatmalarını emreder. Sonunda Pison inadından vazgeçip silahlarını teslim edeceğini ancak İmparator’un Suriye’ye kimi atayacağına karar verene kadar kalede kalmak istediğini bildirir. Şartı kabul edilmez ve Pison’a gemi temin edilir, Roma’ya kadar güvenliği sağlanır.

Fransızca’dan çeviren Mustafa Yalçıner.
Bizanslılar devrinde de imar olan kent, çağının en güzel ve medenî yörelerinden birisi olmuştur. Yöre 11. yüzyılda Ermenilerin eline geçmiş. 1228 yılında Karamanoğlu Alâeddin Bey’in komutanlarından Ertokuş Bey Kelenderis Kalesi'ni Ermeniler’den temizleyerek buraya doğudan gelen Türkler’i yerleştirmiştir. Gülnar Hatun'a bağlı Oğuz boyları Horasan Bölgesi'nin Merv Kenti'nden göçerek Toroslar’a gelip yerleştikleri için yöremize Gülnar adı verilmişti. 1461 yılında Silifke ve Mut ile birlikte Gülnar da Fatih Sultan Mehmet döneminde, Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı yönetimine katılmıştır. Kelenderis adı da değişiyordu. Kalendria, Kelendri, Gelendir, Gilindir derken Gilindire’ye dönüşmüştü.

1867 Vilayet Nizamnamesi'nin getirdiği yeni yönetsel bölümlenme uyarınca, İçel Sancağı'nın kazaları şunlardı: Anamur, Mut, Silifke ve merkezi Kilindria olan Gülnar.

«1877 Devlet Salnamesi'nde, İçel Sancağı, merkezi Silifke'ye taşınarak, Adana Vilayetine bağlanmıştır. 1892'de yine Adana Vilayetine bağlı olan İçel Sancağı’nın Ermenek, Mut, Gülnar ve Anamur olmak üzere 4 kazası vardı » (Yurt Ansiklopedisi. 1982, Cilt 5)

«İlginç olan tek yerleşim yeri kaza merkezidir: Kilindria, eski Celenderis, Anamur’un 37Km doğusunda, Silifke’nin ise 62Km. güney batısında güzel bir koydadır ancak buradaki üç ada gemilerin limana girişini zorlaştırmaktadır. Bu küçük kasabanın nüfusu sadece 210’dur ve halkın hemen hemen hepsi Kıbrıs ya da Alanya’dan göçüp gelen Rumlardır. İnşaat malzemesi ya da odun olarak kullanılmak üzere kereste ticareti yapılır. Bunlar Suriye’ye ihraç edilir. İhracatı oluşturan diğer kalemlerden meşe palamudu Syra’ya ( Siros Adası ); tereyağı, peynir vb. gibi besin maddeleri ile yün ve ham deri Kıbrıs’a gönderilir. Hemen hemen hiç ithalat yapılmıyor denilebilir. İskelenin ithalat ve ihracatla birlikte gümrük geliri 60.000 kuruştur.

Kasabada bir cami, bir tekke, bir ortodoks kilisesi, bir medrese ile iki okul var. Çevrede 1950 adet asma bulunmaktadır.

Kaymakam ile Orman işletmesi, Maliye, Gümrük ve Tekel memurları Kilindria’da ikamet etmektedirler. Burası kaza ve yerel yönetimin merkezidir ayrıca burada bir de Asliye Hukuk Mahkemesi vardır.

Kilindria, antik Celenderis şehrinin kalıntıları üzerine kurulmuştur. Celenderis’in Fenikeliler tarafından kurulduğu kabul ediliyor hatta kuruluşu için mitolojiye bile atıfta bulunuluyor. Hal böyle iken, kıyı boyunca uzanan kalıntılar arasında eski çağlardan kalma hiçbir ize rastlanmıyor. En eski eser Romalılara ait. Mevcut olanların çoğu ise Orta Çağ’dan kalmadır. Bu çağda Venedikliler ve Rodoslular Kilikya kıyılarında uzun süre kaldıkları için Celenderis çok kalabalık ve çok önemli bir kentti. Kalıntılardan görülebilenler su kemeri ve yıkık bir şato ile muhteşem lâhitlerdir. Lâhitlerin çoğu hâlâ sapa sağlam ve kapaklı. Antik kentin merkezinde, kıyıda, kocaman yontma taşlardan yapılmış, içerisine dört ana yöne bakan dört kapıdan girilen bir yapı yükselmektedir”. (Vital Cuinet, La Turquie d’Asie, Tome 2, Paris, Ernest Leroux, Editeur, 28, Rue Bonaparte, 28; 1891, sayfa 80-81). Bu sayfaları çeviren Mustafa Yalçıner.

1900'lü yıllarda Adana valilik, Silifke mutasarrıflık, Gilindire ilçe, Zeyne bucak merkezi iken, Gülnar yörüklerin alım satım yaptıkları bir köydü.

Gilindire’nin nüfus yapısı ve halkının gelir kaynakları hakkında elimize geçen ilk yazılı belge, Vital Cuinet’nin 1891 yılında Paris’te Ernest Leroux tarafından basılan La Turquie d’Asie adlı eserinin 2.cildidir. Burada yazar şu bilgileri vermektedir: «Bu küçük kasabanın nüfusu sadece 210’dur ve halkın hemen hemen hepsi Kıbrıs ya da Alanya’dan göçüp gelen Rumlardır».

Tanin Gazetesi yazarlarından Ahmet Şerif 1910 yılında Gilindire ile ilgili olarak şunları yazar: «Halk İslam ve Rum'dur. Rumlar daha kalabalıktır. İki taraf birbirleriyle pek güzel geçiniyorlar, diyebilirim ki, burası bir birlik örneğidir».
Her iki yazarın da belirttiği gibi, 1900’lü yılların ilk çeyreğinde zaman zaman ezan, zaman zaman çan sesinin duyulduğu küçük bir yerleşim yeridir Gilindire.
1915 sonlarında kaza merkezini emin yerlere taşımak üzere memurlar yola çıktı, değişik yerler denendikten sonra nihayet 27 Mayıs 1916 tarihinde Anaypazarı’nı kaza merkezi yaptılar. Gilindire’nin ileri gelen tüccarları da ilçe merkezine göçtü.

M. Remzi GÜRCAN ise Kaymakamlığın Gilindire’den Gülnar’a taşınmasıyla ilgili olarak 23–3–1953 tarihli Dünya Gazetesi’nde şunları yazmıştır:

« Birinci Cihan Harbinden sonra, 8 Teşrinievvell 1331 tarihinde Dahiliye Nezaretinden vilâyet vasıtasiyle kaymakamlığa gelen şifreli bir emirnamede, sahilin tehlikeli olduğundan bahisle,« kuyatıresmiyenin mahfuz mahallere kaldırılması » emrolunmuş. Bunun üzerine kaymakam Gani Bey (Urfa) samimi görüştüğü arkadaşları ile istişarede bulunarak, bilumum memur ve ailelerini ve resmî kayıtları ihtiva eden evrak ve defterleri develere yükleterek, 14 teşrinisani 1331 tarihinde hükûmeti (muvakkaten) Gilindire’den Anaypazarına nakletmiş ve o tarihten bu ana kadar Gülnar’ın merkezi Anaypazarı olmuştur. »

1924 yılında sancak örgütü kaldırılınca, merkezi Silifke olmak üzere İçel ili meydana getirildi. 1933'te merkezi Silifke'de olan eski İçel ili, Mersin ili ile birleştirildi ve vilayet merkezi Mersin'e alındı. Silifke, Anamur ve Gülnar ilçeleri de İçel'e bağlandı.

1920’li yılların ortalarında Rumlar da Gilindire’den ayrılınca nüfus azaldı. Onlardan kalan ev ve tarlalar Maliye aracılığı ile satıldı. Dışarıdan gelenler veya parası olanlar Hazine’ye kalan Rum evleri ve tarlalarını 1930’dan itibaren taksitle satın aldılar.

1963–1964 yılları arasında eski ve dar olan yol genişletilirken, deniz kenarındaki çok sayıda eski bina yıkımdan nasibini aldı. Açılan bu yol binaların bir kısmına mezar olmuş bir kısmını da Akdeniz'in mavi sularına iteleyivermişti. Binaların yerine kalın bir duvar yapıldı. Gilindire'de deprem olmuştu adeta.
1964 yılında, Soğuksu’dan Gilindire’ye bir kanal yapıldı ve yıllardır boşu boşuna denize akıp giden Soğuksu deresinden 40–50 metre yükseklikteki bu kanala su pompalanmaya başlandı. 1965 yılında da Gilindire adı tarihe karıştı. Kasabanın yeni adı artık Aydıncık oldu. Gülnar İlçesi’ne bağlı bir bucak olan Aydıncık’ta 1972 yılında İskele Belediyesi kuruldu.

Aydıncık 3392 sayılı kanuna göre 19 Haziran 1987 tarihinde ilçe oldu. Ayrıca bu kanunla İskele Belediyesi’nin adı da Aydıncık Belediyesi’ne dönüştürüldü.
Aydıncık, elektriğe Mart 1980, evlerde içme suyuna ise Mayıs 1984 kavuştu.

KİLİSE VE TİYATRO

Kilisenin 19.yüzyıl yapıldığı sanılmaktadır. Canlı kaynaklardan almış olduğumuz bilgilere göre, Rumlar Gilindire’den göçmeden önce bu kiliseyi kullanıyorlarmış. Tiyatro bölümünde kazısı biten tabakalarda Roma dönemine kadar ulaşılmıştır.

user67kilisevetiyatrob1hq1.jpg



DÖRTAYAK ANIT MEZARI

user67drtayakweb9999b2kl9.jpg



İri yarı dört adet ayağı olduğu için, halk tarafından « Dörtayak » diye adlandırılan bir anıt mezardır. Düzgün kesme taşlarla ve harç kullanılmadan yapılmıştır. Tarihin derinliklerinden günümüze sağlam biçimde ulaşan, 8 metre yüksekliğindeki anıtın M.S. 2. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kaptan Beaufort'un CHELİNDREH ( eski Kelenderis) limanı haritasında CENOTAPH yani bir kişi anısına yaptırılan ancak söz konusu kişinin içinde gömülü olmadığı boş mezar olarak işaretlenmiştir. “Antik kentin merkezinde, kıyıda, kocaman yontma taşlardan yapılmış, içerisine dört ana yöne bakan dört kapıdan girilen bir yapı yükselmektedir” (Vital Cuinet, La Turquie d’Asie, Tome 2, Paris, Ernest Leroux, Editeur, 28, Rue Bonaparte, 28; 1891). “Kentin merkezinde, her biri dört ana yöne bakan ve içerisine bu dört kapıdan da girilebilen bir anıt vardır. Kocaman yontma taşlardan yapılmış olup konik bir biçimde yükselmektedir. En üst kısmı ise çok güzel bir kornişle süslüdür…” (Victor Langlois, Voyage dans la Cilicie, Paris,1861, chez Benjamin Duprat).

GİLİNDİRE KALESİ

İskelenin güneyinde en üst kısmı denizden yaklaşık 25 m. yüksekliğinde, batıdan doğuya doğru ise yaklaşık 200 m. uzunluğunda bir yarımada üzerindedir. Romalı iki vali Pison ile Sentius M.S. 19’da bu kalede savaşmışlar. 1226'da Selçuk Türkmenleri’nden Ertokuş Bey ile Çavlı Bey Gilindire Kalesi'ni Ermenilerden temizleyerek buraya doğudan gelen Türkleri yerleştirmiştir. Pirî Reis (1521) haritasında Kelenderis koyundaki burnun üzerinde bir kale göstermektedir. Cem Sultan Rodos Adası’na bu limandan gitmiştir.Kaptan Beaufort’un (1818) çizdiği Kelenderis limanı haritasında yarımada üzerinde sekizgen planlı bir kule ile yıkık bir şato işaretlenmiştir. Kilikya limanı ve Gilindire Kalesi ile ilgili ayrıntılı bilgi, J. Carne’nin 1836 yılında yayımlanan “Suriye, Kutsal Toprak, Küçük Asya Vs “ adlı kitabındaki W.H. Bartlett’e ait bir gravürden çıkartılabilir.

Bu gravür, bugünkü limana inen yol üzerinden bakılarak çizilmiş ve Kıbrıs'a gidecek bir posta yelkenlisini ve kentin limanı ile buradaki yarımada üzerinde bulunan kalıntıları göstermektedir. Kilikya limanı tasvirinde görülen sur duvarları ve kuleden günümüze sadece surların temel taşları ulaşabilmiştir. Gilindire’nin Gülnar İlçesinin merkezi olduğu yıllarda Kaymakamlık binası bu yarımada üzerindeydi. Yine son yıllara kadar PTT binası da buradaydı.

HAN YIKIĞI

Limana yakın “Han Yıkığı” adı verilen yerde 1992 yılında bir zemin mozaiği bulunmuştur. 7x3=21 m2 olan mozaik Kelenderis kentinin M.S. 5. yüzyıldaki panaroması açısından eşsiz bir örnektir. Mozaik üzerindeki görüntünün 3x3 m.lik panosunda M.S. 5. yüzyıldaki Kelenderis'in kent manzarası ile içerisinde iki yelkenlinin bulunduğu limanı betimlenmiştir.

MEZARLAR

Batı Mezarlığı denilen, Orman işletmesi odun deposuyla Çamlıbel Düğün Salonu arasında kalan bölgede pek çok yeraltı oda mezarları bulunmuştur. Bunun yanında çukur ve tonozlu mezarlar da dikkat çeker. Mezarlarda ele geçen, M.Ö.5 ve 4. yüzyıllara tarihlenen küp ve amforaların Fenike ve Pers kökenli olarak kabul edilmektedir. Merkez Mahallesi’nde, Mersin- Antalya karayolu kenarında, Jandarma karakolu civarında ayrıca Karaseki Caddesi üzerinde tonozlu mezarlar hâlâ mevcuttur.

ROMA HAMAMI

M.S. 4. yüzyılda ya da 5.yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiştir. 1962 yılında eski ve dar olan Mersin- Antalya yolu genişletilirken, hamamın bir kısmı yıkılmıştır.



Alıntılardır. No_Name tarafından düzenlemişlerdir.
 

Colinmccay

Yönetici
27 Haz 2009
6,995
11,988
Bugünkü Aydıncık, bir zamanlar Gülnar İlçesi’nin merkezi olan Gilindire’nin devamıdır. Çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş olan İlçenin tarihî adı ise Kelenderis’tir. Mitolojiye göre, Kelenderis, denizcilik ve ticarette çok ilerlemiş Fenikelilerden Sandakos tarafından, üç bin yıl önce, bir liman ve ticaret şehri olarak kurulmuştur. Kente daha sonra Hititler, Asurlular, Sisamlılar, Selefkoslar, Mısırlılar, Romalılar, Emeviler, Ermeniler, Karamanoğulları ve Osmanlılar hâkim olmuştur.

Kelenderis ilk parlak dönemini M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda yaşamış. Kendi parası M.Ö. V. yüzyılda görülmeye başlamış ve Büyük İskender’in Anadolu’ya gelişine kadar sürmüştür. M.Ö. 425–400 yıllarına tarihlenen gümüş bir Kelenderis sikkesinin ön yüzünde şaha kalmış bir atın üstünde yan oturmuş bir süvari; arka yüzünde ise başını sağa çevirmiş ve diz çökmüş vaziyette bir keçi bulunmaktadır.


user67mozaikweb936bfedc0.jpg


“ Akdeniz kıyısında, Anamur-Silifke arasında, kurulmuş olan Aydıncık’ta ( eski Kelenderis) 1974 Ağustos ayında Orman İşletmesinin bahçesinde bir hafriyat sırasında Ptolemaios’lara ait bir hazine tesadüfen bulunmuştur. 60–65 adet olan altın paradan sadece 17 tanesi Silifke Müzesi’de bulunmaktadır.
Hazinede iki tip para vardı: birincilerin ön yüzünde Ptolemaios II’nin hem karısı hem de kız kardeşi olan Arsinoe II'nin figürü; arka yüzünde ise bolluk simgesi bir çift boynuz yer almakta. İkinci tip paranın bir yüzünde Ptolemaios I ve karısı Berenice’nin portreleri, diğer yüzünde ise Ptolemaios II ile karısı Arsinoe II'nin figürleri bulunmaktadır.

Aydıncık’ta bulunan bu hazinenin toprağa gizlenme tarihi ve koşulları belirlemek gerekirse, en yeni para M.Ö. 261 yılında darp edilen Arsinoe octodrahmisidir. Durumları bu paraların elden ele pek dolaşmadığını gösteriyor. Ptolemaios II Kilikya’yı M.Ö.270 yıllarına doğru ele geçirdi ve “ ikinci Suriye savaşı” (M.Ö.261–256) sırasında kaybetti. Büyük bir olasılıkla da hazine bu çatışmaların sonuna doğru toprağa gömüldü .” (Alain Davesne; Aydıncık’ta Ptolemaios Hazinesi; X. Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu Bildiri Özetleri, 23–27 Mayıs 1988; sayfa 72–73; T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü. Fransızca aslından çeviren Mustafa Yalçıner).

Romalılar yöreye hâkim olurca, Kelenderis Limanı’ndan önemli ölçüde yararlanılmış ve burası Roma'nın vazgeçilmez bir ticaret şehri olmuştur. Romalılar zamanında kent imar olmuş, şato, saray, suyolları, hamam ve limanı ile mükemmel bir şehir özelliği taşıyordu.


user67parattenkazalan93mp5.jpg


Roma İmparatoru Tiberius, M.S. 17’de Cn. Calpurnius Pison’u Suriye valisi olarak atar. Bir süre sonra General Germanicus ile Vali anlaşmazlığa düşer. Germanicus, Pison’u Suriye’den kovar. M.S. 19 yazında Pison Ege denizindeki İstanköy (Kos) adasına sığınır. 10 Ekim 19 tarihinde General Germanicus Antakya’da ölür. Bunun üzerine Pison eski görevine geri dönmek ister ama yeni vali Sentius, Germanicus’u zehirletmekle suçlanan Pison’un Suriye’ye geri dönmesine izin vermez. Akdeniz’de dolaşan Pison Kelenderis’te Sentius ile karşılaşır.

[2,80] LXXX. Tüm girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasına karşın, Pison koşulların kendisine sunduğu en iyi önlemleri alır ve Kilikya’daki Celenderis kalesi’ni ele geçirir. Asker kaçakları, acemi erler, Plancina’nın esirleri ve kendi adamları ile Kilikya’daki küçük prensliklerden yollanan askerlerden roma lejyonuna denk askeri bir birlik oluşturur. Kendisine de İmparator’un vekili unvanını verir. Kendisini eyalete İmparatorun atadığını ve oradan lejyonlar tarafından kovulmadığını bilakis geri çağırdıklarını ama buna Sentius’un, mesnetsiz iftiralar atarak kişisel kini nedeniyle, karşı çıktığını söyler. Savaşta görürüz der; Sentius’un askerleri, bir zamanlar baba dedikleri, adalet söz konusu olunca oldukça adil, harp söz konusu ise gayet güçlü olduğunu bildikleri, Pison’u karşılarında görünce savaşa girmeyebilirler. Pison, yarım adanın boyun kısmında, ulaşılması oldukça güç bir yükseklikte bulunan kalenin surları önüne askerlerini konuşlandırır. Sentius’un paralı askerleri, ihtiyat askerleri desteğinde, ilerlemeye başlar. Bir tarafta mesleği askerlik olan cesur askerler, diğer tarafta ulaşılması oldukça zor bir mevki ile korkak, birbirlerine güven duymayan hatta (alelacele toplanmış taş, sopa vs. hariç) silahsız askerler. Savaş başlar ve kısa bir zaman sonra Kilikyalılar kaçıp kaleye sığınırlar.

[2,81] LXXXI. Pison az ileriye demir atan savaş gemilerine karşı bazı girişimlerde bulunur ama başarılı olamaz. Kaleye girer, surların tepesinden Romalı askerlere isimleriyle hitap ederek bazen de vaatlerde bulunarak onları isyana teşvik eder. Kafaları o kadar karıştırır ki 6. lejyonun bayraktarı onun tarafına geçer. Bunun üzerine Sentius, trompet ve borazanları çaldırtır; surlara yürümelerini, merdiven kurmalarını en yüreklilerin saldırıya geçmesini, diğerlerinin ise makinelerle mızrak, taş, alevli ok fırlatmalarını emreder. Sonunda Pison inadından vazgeçip silahlarını teslim edeceğini ancak İmparator’un Suriye’ye kimi atayacağına karar verene kadar kalede kalmak istediğini bildirir. Şartı kabul edilmez ve Pison’a gemi temin edilir, Roma’ya kadar güvenliği sağlanır.

Fransızca’dan çeviren Mustafa Yalçıner.
Bizanslılar devrinde de imar olan kent, çağının en güzel ve medenî yörelerinden birisi olmuştur. Yöre 11. yüzyılda Ermenilerin eline geçmiş. 1228 yılında Karamanoğlu Alâeddin Bey’in komutanlarından Ertokuş Bey Kelenderis Kalesi'ni Ermeniler’den temizleyerek buraya doğudan gelen Türkler’i yerleştirmiştir. Gülnar Hatun'a bağlı Oğuz boyları Horasan Bölgesi'nin Merv Kenti'nden göçerek Toroslar’a gelip yerleştikleri için yöremize Gülnar adı verilmişti. 1461 yılında Silifke ve Mut ile birlikte Gülnar da Fatih Sultan Mehmet döneminde, Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı yönetimine katılmıştır. Kelenderis adı da değişiyordu. Kalendria, Kelendri, Gelendir, Gilindir derken Gilindire’ye dönüşmüştü.

1867 Vilayet Nizamnamesi'nin getirdiği yeni yönetsel bölümlenme uyarınca, İçel Sancağı'nın kazaları şunlardı: Anamur, Mut, Silifke ve merkezi Kilindria olan Gülnar.

«1877 Devlet Salnamesi'nde, İçel Sancağı, merkezi Silifke'ye taşınarak, Adana Vilayetine bağlanmıştır. 1892'de yine Adana Vilayetine bağlı olan İçel Sancağı’nın Ermenek, Mut, Gülnar ve Anamur olmak üzere 4 kazası vardı » (Yurt Ansiklopedisi. 1982, Cilt 5)

«İlginç olan tek yerleşim yeri kaza merkezidir: Kilindria, eski Celenderis, Anamur’un 37Km doğusunda, Silifke’nin ise 62Km. güney batısında güzel bir koydadır ancak buradaki üç ada gemilerin limana girişini zorlaştırmaktadır. Bu küçük kasabanın nüfusu sadece 210’dur ve halkın hemen hemen hepsi Kıbrıs ya da Alanya’dan göçüp gelen Rumlardır. İnşaat malzemesi ya da odun olarak kullanılmak üzere kereste ticareti yapılır. Bunlar Suriye’ye ihraç edilir. İhracatı oluşturan diğer kalemlerden meşe palamudu Syra’ya ( Siros Adası ); tereyağı, peynir vb. gibi besin maddeleri ile yün ve ham deri Kıbrıs’a gönderilir. Hemen hemen hiç ithalat yapılmıyor denilebilir. İskelenin ithalat ve ihracatla birlikte gümrük geliri 60.000 kuruştur.

Kasabada bir cami, bir tekke, bir ortodoks kilisesi, bir medrese ile iki okul var. Çevrede 1950 adet asma bulunmaktadır.

Kaymakam ile Orman işletmesi, Maliye, Gümrük ve Tekel memurları Kilindria’da ikamet etmektedirler. Burası kaza ve yerel yönetimin merkezidir ayrıca burada bir de Asliye Hukuk Mahkemesi vardır.

Kilindria, antik Celenderis şehrinin kalıntıları üzerine kurulmuştur. Celenderis’in Fenikeliler tarafından kurulduğu kabul ediliyor hatta kuruluşu için mitolojiye bile atıfta bulunuluyor. Hal böyle iken, kıyı boyunca uzanan kalıntılar arasında eski çağlardan kalma hiçbir ize rastlanmıyor. En eski eser Romalılara ait. Mevcut olanların çoğu ise Orta Çağ’dan kalmadır. Bu çağda Venedikliler ve Rodoslular Kilikya kıyılarında uzun süre kaldıkları için Celenderis çok kalabalık ve çok önemli bir kentti. Kalıntılardan görülebilenler su kemeri ve yıkık bir şato ile muhteşem lâhitlerdir. Lâhitlerin çoğu hâlâ sapa sağlam ve kapaklı. Antik kentin merkezinde, kıyıda, kocaman yontma taşlardan yapılmış, içerisine dört ana yöne bakan dört kapıdan girilen bir yapı yükselmektedir”. (Vital Cuinet, La Turquie d’Asie, Tome 2, Paris, Ernest Leroux, Editeur, 28, Rue Bonaparte, 28; 1891, sayfa 80-81). Bu sayfaları çeviren Mustafa Yalçıner.

1900'lü yıllarda Adana valilik, Silifke mutasarrıflık, Gilindire ilçe, Zeyne bucak merkezi iken, Gülnar yörüklerin alım satım yaptıkları bir köydü.

Gilindire’nin nüfus yapısı ve halkının gelir kaynakları hakkında elimize geçen ilk yazılı belge, Vital Cuinet’nin 1891 yılında Paris’te Ernest Leroux tarafından basılan La Turquie d’Asie adlı eserinin 2.cildidir. Burada yazar şu bilgileri vermektedir: «Bu küçük kasabanın nüfusu sadece 210’dur ve halkın hemen hemen hepsi Kıbrıs ya da Alanya’dan göçüp gelen Rumlardır».

Tanin Gazetesi yazarlarından Ahmet Şerif 1910 yılında Gilindire ile ilgili olarak şunları yazar: «Halk İslam ve Rum'dur. Rumlar daha kalabalıktır. İki taraf birbirleriyle pek güzel geçiniyorlar, diyebilirim ki, burası bir birlik örneğidir».
Her iki yazarın da belirttiği gibi, 1900’lü yılların ilk çeyreğinde zaman zaman ezan, zaman zaman çan sesinin duyulduğu küçük bir yerleşim yeridir Gilindire.
1915 sonlarında kaza merkezini emin yerlere taşımak üzere memurlar yola çıktı, değişik yerler denendikten sonra nihayet 27 Mayıs 1916 tarihinde Anaypazarı’nı kaza merkezi yaptılar. Gilindire’nin ileri gelen tüccarları da ilçe merkezine göçtü.

M. Remzi GÜRCAN ise Kaymakamlığın Gilindire’den Gülnar’a taşınmasıyla ilgili olarak 23–3–1953 tarihli Dünya Gazetesi’nde şunları yazmıştır:

« Birinci Cihan Harbinden sonra, 8 Teşrinievvell 1331 tarihinde Dahiliye Nezaretinden vilâyet vasıtasiyle kaymakamlığa gelen şifreli bir emirnamede, sahilin tehlikeli olduğundan bahisle,« kuyatıresmiyenin mahfuz mahallere kaldırılması » emrolunmuş. Bunun üzerine kaymakam Gani Bey (Urfa) samimi görüştüğü arkadaşları ile istişarede bulunarak, bilumum memur ve ailelerini ve resmî kayıtları ihtiva eden evrak ve defterleri develere yükleterek, 14 teşrinisani 1331 tarihinde hükûmeti (muvakkaten) Gilindire’den Anaypazarına nakletmiş ve o tarihten bu ana kadar Gülnar’ın merkezi Anaypazarı olmuştur. »

1924 yılında sancak örgütü kaldırılınca, merkezi Silifke olmak üzere İçel ili meydana getirildi. 1933'te merkezi Silifke'de olan eski İçel ili, Mersin ili ile birleştirildi ve vilayet merkezi Mersin'e alındı. Silifke, Anamur ve Gülnar ilçeleri de İçel'e bağlandı.

1920’li yılların ortalarında Rumlar da Gilindire’den ayrılınca nüfus azaldı. Onlardan kalan ev ve tarlalar Maliye aracılığı ile satıldı. Dışarıdan gelenler veya parası olanlar Hazine’ye kalan Rum evleri ve tarlalarını 1930’dan itibaren taksitle satın aldılar.

1963–1964 yılları arasında eski ve dar olan yol genişletilirken, deniz kenarındaki çok sayıda eski bina yıkımdan nasibini aldı. Açılan bu yol binaların bir kısmına mezar olmuş bir kısmını da Akdeniz'in mavi sularına iteleyivermişti. Binaların yerine kalın bir duvar yapıldı. Gilindire'de deprem olmuştu adeta.
1964 yılında, Soğuksu’dan Gilindire’ye bir kanal yapıldı ve yıllardır boşu boşuna denize akıp giden Soğuksu deresinden 40–50 metre yükseklikteki bu kanala su pompalanmaya başlandı. 1965 yılında da Gilindire adı tarihe karıştı. Kasabanın yeni adı artık Aydıncık oldu. Gülnar İlçesi’ne bağlı bir bucak olan Aydıncık’ta 1972 yılında İskele Belediyesi kuruldu.

Aydıncık 3392 sayılı kanuna göre 19 Haziran 1987 tarihinde ilçe oldu. Ayrıca bu kanunla İskele Belediyesi’nin adı da Aydıncık Belediyesi’ne dönüştürüldü.
Aydıncık, elektriğe Mart 1980, evlerde içme suyuna ise Mayıs 1984 kavuştu.

KİLİSE VE TİYATRO

Kilisenin 19.yüzyıl yapıldığı sanılmaktadır. Canlı kaynaklardan almış olduğumuz bilgilere göre, Rumlar Gilindire’den göçmeden önce bu kiliseyi kullanıyorlarmış. Tiyatro bölümünde kazısı biten tabakalarda Roma dönemine kadar ulaşılmıştır.

user67kilisevetiyatrob1hq1.jpg



DÖRTAYAK ANIT MEZARI

user67drtayakweb9999b2kl9.jpg



İri yarı dört adet ayağı olduğu için, halk tarafından « Dörtayak » diye adlandırılan bir anıt mezardır. Düzgün kesme taşlarla ve harç kullanılmadan yapılmıştır. Tarihin derinliklerinden günümüze sağlam biçimde ulaşan, 8 metre yüksekliğindeki anıtın M.S. 2. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kaptan Beaufort'un CHELİNDREH ( eski Kelenderis) limanı haritasında CENOTAPH yani bir kişi anısına yaptırılan ancak söz konusu kişinin içinde gömülü olmadığı boş mezar olarak işaretlenmiştir. “Antik kentin merkezinde, kıyıda, kocaman yontma taşlardan yapılmış, içerisine dört ana yöne bakan dört kapıdan girilen bir yapı yükselmektedir” (Vital Cuinet, La Turquie d’Asie, Tome 2, Paris, Ernest Leroux, Editeur, 28, Rue Bonaparte, 28; 1891). “Kentin merkezinde, her biri dört ana yöne bakan ve içerisine bu dört kapıdan da girilebilen bir anıt vardır. Kocaman yontma taşlardan yapılmış olup konik bir biçimde yükselmektedir. En üst kısmı ise çok güzel bir kornişle süslüdür…” (Victor Langlois, Voyage dans la Cilicie, Paris,1861, chez Benjamin Duprat).

GİLİNDİRE KALESİ

İskelenin güneyinde en üst kısmı denizden yaklaşık 25 m. yüksekliğinde, batıdan doğuya doğru ise yaklaşık 200 m. uzunluğunda bir yarımada üzerindedir. Romalı iki vali Pison ile Sentius M.S. 19’da bu kalede savaşmışlar. 1226'da Selçuk Türkmenleri’nden Ertokuş Bey ile Çavlı Bey Gilindire Kalesi'ni Ermenilerden temizleyerek buraya doğudan gelen Türkleri yerleştirmiştir. Pirî Reis (1521) haritasında Kelenderis koyundaki burnun üzerinde bir kale göstermektedir. Cem Sultan Rodos Adası’na bu limandan gitmiştir.Kaptan Beaufort’un (1818) çizdiği Kelenderis limanı haritasında yarımada üzerinde sekizgen planlı bir kule ile yıkık bir şato işaretlenmiştir. Kilikya limanı ve Gilindire Kalesi ile ilgili ayrıntılı bilgi, J. Carne’nin 1836 yılında yayımlanan “Suriye, Kutsal Toprak, Küçük Asya Vs “ adlı kitabındaki W.H. Bartlett’e ait bir gravürden çıkartılabilir.

Bu gravür, bugünkü limana inen yol üzerinden bakılarak çizilmiş ve Kıbrıs'a gidecek bir posta yelkenlisini ve kentin limanı ile buradaki yarımada üzerinde bulunan kalıntıları göstermektedir. Kilikya limanı tasvirinde görülen sur duvarları ve kuleden günümüze sadece surların temel taşları ulaşabilmiştir. Gilindire’nin Gülnar İlçesinin merkezi olduğu yıllarda Kaymakamlık binası bu yarımada üzerindeydi. Yine son yıllara kadar PTT binası da buradaydı.

HAN YIKIĞI

Limana yakın “Han Yıkığı” adı verilen yerde 1992 yılında bir zemin mozaiği bulunmuştur. 7x3=21 m2 olan mozaik Kelenderis kentinin M.S. 5. yüzyıldaki panaroması açısından eşsiz bir örnektir. Mozaik üzerindeki görüntünün 3x3 m.lik panosunda M.S. 5. yüzyıldaki Kelenderis'in kent manzarası ile içerisinde iki yelkenlinin bulunduğu limanı betimlenmiştir.

MEZARLAR

Batı Mezarlığı denilen, Orman işletmesi odun deposuyla Çamlıbel Düğün Salonu arasında kalan bölgede pek çok yeraltı oda mezarları bulunmuştur. Bunun yanında çukur ve tonozlu mezarlar da dikkat çeker. Mezarlarda ele geçen, M.Ö.5 ve 4. yüzyıllara tarihlenen küp ve amforaların Fenike ve Pers kökenli olarak kabul edilmektedir. Merkez Mahallesi’nde, Mersin- Antalya karayolu kenarında, Jandarma karakolu civarında ayrıca Karaseki Caddesi üzerinde tonozlu mezarlar hâlâ mevcuttur.

ROMA HAMAMI

M.S. 4. yüzyılda ya da 5.yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiştir. 1962 yılında eski ve dar olan Mersin- Antalya yolu genişletilirken, hamamın bir kısmı yıkılmıştır.



Alıntılardır. No_Name tarafından düzenlenmişlerdir.
 
Son düzenleme:
Üst