
RENKLİ TÜRKÇE FUTBOL
Ben küçükken herkes küçük değildi biliyorum. Ama "Biz küçükken..." diye lafa başlamayı çok severim. Çünkü uydurma bir şey değildir bu, gayet anlamlı gerekçeleri vardır. O küçüklük özlemeye ve anmaya değerdir hep. İstisnasız herkesin küçüklüğü böyledir. Ama gönlü futbola düşmüşlerin sokaklarında seksenlerin yeri ayrıdır. Çünkü seksenli yıllarda bu ülkenin sokakları futbol oynamaya çok müsaittir. Başka kuşakların çocuklarını seksenlerden ayıran bir şey vardır. Çünkü 'öteki' kuşakların zamanında sokaklar sadece futbol oynayanları ağırlamaz. Yürümekle de aşınmayan o yollarda futbol tali kalır hep. Oysa biz seksenlerde büyüyenler insanların yürümeye korktuğu o gıpgıcır asfaltların tek sahibiydik bir bakıma. Şimdilerde kendileri 'ayırılan' yerlerle sınırlı gençlik ise ne yazık ki bu hissiyata en uzak güruhtur. Çünkü bizim kuşak için Halı Saha'da öğrenilen futbol futbol değildir. Sokaksız kalmış olanlar, sokağın futbolunu anlamazlar. Lakin seksenler başkadır. O psikolojiyi bir tek küçüklüğü ellilerde, altmışlarda yaşayanlar anlar belki bir de.
Ama onlar da anılarıyla nesnel bir ilişki kuramayacak kadar mesafesizler...
İşte sokaklarında futbolun oynandığı, araba geçince oyunun durdurulduğu, taşlardan kalelerin yapıldığı, mahalle maçlarında Arjantin formasının tercih edildiği, mekapların krampon muamelesi gördüğü o yıllarda futbol üzerine yazılmış neredeyse hiçbir şey yoktu. Tekrarlıyorum, hiçbir şey. Aklımda iki şey kalmış. Biri Milliyet Çocuk'taki çizgi-band "Şimşek Santrfor Kai". Diğeri de Halit Kıvanç'ın çevirisiyle Beckenbauer Futbol Okulu. "Milliyet Çocuk" koleksiyonumu kaybettim. Ama diğerini hala saklarım. Altın Kitaplar'ın o ciltli klasiklerinden biri olan o kitabı kaç kere okuduğumu söylesem, 'Komplo Teorisi' filmindeki Mel Gibson'ın Catcher in the Rye takıntısını taklit ettiğimi sanırsınız.
İşte o kitapsızlık içinde arkadaş vekaletiyle bir kitap düşmüştü elime. Birinci hamur kağıda bol resimli. Yabancı dilde. Sanırım İspanyolca. Bir tür spor almanağı. Nasıl özenmiştim okurken. Geri verirken de ciddi ciddi kapkaç hesapları yapmıştım. İsmini bile hatırlamadığım o kitap sevdirdi bana sporu ve spor üzerine okumayı, belki de yazmayı. Oynandığı kadar okurken de güzel olabilirmiş bu oyun dedim ilk kez.
Geçenlerde Ayaktopu Futbolun Öyküsü kitabı elime geçtiğinde birden o günleri hatırladım. Birinci hamur kağıda, renkli, ama bu sefer bir de Türkçe bir futbol kitabı görmek gözümü kamaştırmıştı. Üstelik son derece iyi kotarılmış bir emekle, nedir bu oyun, nereden çıkmıştır, nasıl gelişmiştir, neden İngiliz oyunudur. Tatlı tatlı, kısa kısa anlatıyor Alfred Wahl, Cem İleri'nin çevirisiyle. Bir resimli roman tadında hemen hüplettim kitabı. Hatta insan iki tane alıp birisini kesip doğramak bile istiyor. Küçüklük hevesleriniz kabarıyor işte. Güzel kokan kitapları hatırlıyorsunuz. Oyunun melanetlerini unutuyorsunuz. Sanki futbol hâlâ sokaktaki haliyle kalmış gibi geliyor.
Kaynak: Radikal Gazetesi
Yazar: Bağış Erten
Son düzenleme: