Galip Tekin - Ustamı bir de benden dinleyin : Şıvan Okçuoğlu

abartman

Onursal Üye
13 Ocak 2011
2,000
11,943
Galip Tekin'i anlatan çok detaylı bir yazı... 'de yayınlandı, gözünüzden kaçabilir diye...

Yıl 1997, yer Arnavutköy, Galip Tekin'in evindeyiz, yanımızda kız arkadaşlarımız, toplamda dört kişiyiz. Evin penceresinin önünde bir tablo gibi duran eşsiz boğaz manzarasını izleyip sohbet ederken, ''Sana öyle bir şey göstereceğim ki, bir daha başka yerde zor görürsün'' diyerek çekmeceye uzanıp bir kutu çıkarıyor. Kutunun içerisinde üzerinde gamalı haç ve Almanca bir yazı bulunan iri bir kama çıkarıyor. İri ve ağır bıçağın üzerinde, hafızam beni yanıltmıyorsa Almanca ''silahım onurumdur,'' ya da ona benzer bir şeyler yazıyor. Geçmişte bir nazi subayına ait olan kama, seneler boyunca elden ele dönüp dolaşıp nihayet Galip Tekin'in eline ulaşmıştı.

Ölüm haberleri üzücüdür, daha üzücü olanı ise, bir ölümsüzün aramızdan ayrılışının haberidir. Bugün bulduğum bir haberi Odatv'ye bildirmekle yetinirken, ustamın ölüm haberini yazmaya elim gitmedi, yine de bugün ve gelecekte anısını canlı tutmak ise hem vazifemdir hem de borcum. Ergenlik yıllarımda bir süre yanında takıldığım, bana çok şey katmış ustamı iyisiyle kötüsüyle benden dinleyin istedim.

ŞEKER GİBİ BİR YÖNÜ VARDI

6 Temmuz 2017, usta çizer Galip Tekin'in vefat haberini aldığımız, benimle birlikte çok sayıda genç çizerin de kahrolduğu gün olarak tarihe geçti, ustam nice insanın elinden tutmuş, kimine ihtiyacı olan ivmeyi kazandırırken, benim gibi bazılarımızı çöplüklerden bulup çıkarmıştır. Ustam öyle hakkında iki satır vefat haberi yazılmakla yetinilecek insan değildi, trajik hayat hikayesi eşliğinde biçimlenen karakteri ile nev-i şahsına münhasır bir insan, büyük bir yetenekti, aynı zamanda gizemli ve karanlık bir karakter olarak bilinirdi. Galip Tekin'i tanımayanlar, onu gördüklerinde belirgin bir tedirginlik yaşayabilir, bu enteresan bakışları olan insandan önceleri ürkebilirlerdi, fakat tanıştığınızda şeker gibi bir yönü olduğunu görebilirdiniz.

Gençliğinde çizgisi Oğuz Aral ekolüne yakınken, ustamın ilerleyen yıllarda tarzı adeta mutasyon geçirerek daha ziyade Fransız çizerlerden Jean ''Moebius'' Giraud ve Enki Bilal ekolüne doğru kaydı fakat ustasının etkisinden de bütünüyle asla çıkmadı, ustamın en sevdiği çizer bu ikisinden ilerleyen yıllarda Moebius adını alan ve geçtiğimiz yıllarda kanser yüzünden hayatını kaybeden Jean Giraud'du. Giraud'un hikayelerinin Spagetti Western'den uzaklaşarak fantastik bilim-kurgu tarzına kaymasından çok etkilenmişti ve bu çizerin Arzach adlı karakterine bayılırdı. 1998'de, ''Hocam İnternet diye bir şey var başın da vakit geçiriyorum, orada ne takma isim kullanayım?'' diye sorduğumda, bana 'Arzach' ismini önermişti, seneler boyunca o isimle bilindim, anıldım. Ustam bu karakterin ''yalnız savaşçı'' hallerinden hoşlanırdı.

İNTERNETTEN HOŞLANMAZDI

Fakat internetten pek hoşlanmazdı, Sinan Çetin'le birlikte çalıştığı ve senaryo yazdığı döneme kadar ustamın önünde bilgisayar bir defa dahi görmedim, hikayelerinde uzay gemilerine, teknolojik unsurlara fazlasıyla önem veren ustam kişisel hayatında bilgisayarlardan pek hoşlanmazdı, interneti sevmediğini, orada varlık göstermek istemediğini söylerdi. Hatta, kendisine cep numarasından telefon açmadan önce ilk olarak SMS gönderip kendimizi tanıtmamızı ve az sonra arayacak şu numaranın bize ait olduğunu belirtmemizi isterdi, ''Galip ağabey, ben Şıvan, 2dk sonra sizi bu numaradan arayacağım'' yazmazsam eğer o telefon açılmazdı, açmazdı. Yine de telefon konusunda daha sık görüştüğü insanlara bu kadar ''eziyet'' etmediğini tahmin ederim.

1 Mayıs 2017 günü Londra'ya uçarken yolda ''hass..tir!'' diyorum kendi kendime, Galip Tekin'le son bir kez görüşmemiş olmamın sıkıntısı yol boyunca içimi kaplıyor, ülkemi terk ederken ailemle de son bir kez görüşmedim, fakat ustam vaktinde bana öyle bir şey vermişti ki, o günden sonra tüm hayatım o hediyenin ışığında biçimlendi, o bana her zaman ''ben bir şey yapmadım, sen kendin başardın'' dese de, kendimi borçlu hissediyorum. Gitmeden önce görüşseydim eğer, Türkiye'den ayrılacak olmama kızacağını tahmin ederim.

Son yıllarda ziyadesiyle değişmiş, mülayim bir karaktere dönüşmüştü ustam, ancak bir zamanlar Nietzsche'nin ''kendini yakan kor alevi'' gibi, hem kendisini hem düştüğü yeri yakardı, gel-gitli bir kafası vardı, yanlış bir an denk gelirseniz sizi epey tersler ve zorlardı, fakat keyfi yerindeyse size çok şey katardı. Son yıllarda, bilhassa ''cinayet'' suçlaması ile girdiği hapisten çıktıktan sonra, iyice sakin ve mülayim bir karakter kazanmıştı.

GALİP TEKİN’LE İKİ DEFA TANIŞTIM

Galip Tekin'le bu hayatta iki defa tanıştım, biri çizimleri vasıtasıyla kendisine duyduğum hayranlıktır, diğeri ise Balık Rum Hastanesi'nde, her ikimiz de bağımlılık tedavisi gördüğümüz esnada, yüzyüze gerçekleşen tanışmamızdı. 20 yıldan fazla olmuş, henüz 18 yaşımdaydım ve uyuşturucu batağındaydım, Galip ağabeyin sorunu ise alkoldü. Doktorlar odamda çizim yaptığımı görünce, alt katta alkol bölümünde yatmakta olan Galip Tekin'le beni tanıştırmaya karar verdiler, sanırım bu olay hayatım boyunca başıma gelen en iyi şeydi. O büyük ustayla tanışmak, sohbet etmek ilerleyen yıllarda ışığı da karanlığı da canıma can kattı.

Galip Tekin normal şartlarda hiç içmezdi, sürekli sarhoş gezdiğini sanan varsa yanılır, ancak dönem dönem kafası karışır, sıkıntılı hissetmeye başlar, bir şeylere kafayı takar ve girdiği depresyonun etkisiyle günden bir-kaç şişe viski içmeye başlardı, sonunda alkol komasına girene kadar içer ve nihayetinde Balıklı Rum Hastanesine kaldırılana kadar durmazdı. Böyle anlarda birkaç defa yanında bulunmak zorunda kaldım, her biri enteresan hikayelerdi.

UFACIK BİR STÜDYO DAİRESİ VARDI

Seneler evvel, henüz 2000'lerden önce bir gece ustamı arıyorum, ev telefonunu yanıtlıyor ve sesimi duyunca hemen taksiye atlayıp yanına gitmemi söylüyor, kız arkadaşımla birlikte olduğumu ancak cebimizde paramız olmadığını işitince, ''gelin ben vereceğim'' diyor, gecenin bir köründe taksiye atlayıp gidiyoruz. Kendisini evde körkütük sarhoş buluyoruz, ev viski şişeleri ile dolu, asker gibi dizerdi şişeleri, bana iki şişe daha aldırttı ve çay bardağı ile sürekli fondip yaparak içiyordu. Enteresan olan, o güne kadar iki sene yanında takılmış ancak bir kez daha içtiğini görmemiştim. Sanıldığı gibi uyuşturucu da kullanmazdı, ilerleyen yıllarda alkole dayanma gücünü de yitirmiş, iki bira içse sarhoş olmaya başladığını, bu sebeple içmek istemediğini söylerdi. Yine de içmeyi hayat boyu bütünüyle bırakabilecek gibi görünmüyordu.

Arnavutköy'de ufacık bir stüdyo dairesi vardı, daire ufaktı ancak muhteşem bir boğaz manzarasına karşıydı. Evin hikayesi de enteresan, kendisi anlatmıştı, ustam henüz genç bir çizerken, Gırgır dergisinde çizgiği yıllarda, derginin tirajı iyi olduğu için hepsi iyi paralar kazanırlarmış. Oğuz Aral birgün bakmış ki, Galip Tekin kazandığı para büyük olmasına rağmen değerini bilmiyor, savurup bitiriyor hepsini, geri alamayacağı borçlar veriyor millete, Oğuz Aral da sinirlenip muhasebeye emir vermiş, ''Bundan böyle bu it'e hayati ihtiyaçlarını karşılamasına yetecek kadar para ödensin, geri kalanı biriktirilecek,'' demiş, ustam aynen böyle söylerdi. Galip hocam bu duruma karşı çıkmayınca, eline iki kuruş verip geri kalanını biriktirmeye başlamışlar, sonunda bu biriken para ile Arnavutköy'de ikamet ettiği dairesi satın alınmış, ''Oğuz Aral o kararı almamış olsa ben biriktirip alamazdım'' derdi. Yanlışım yoksa eve kombi taktırmaya para kalmayınca, onu da Oğuz Aral karşılamış.

2000’DEN ÖNCE SAYI 30-40 CİVARINDAYDI

Galip ustam, alkol problemi olduğunu bilir, inkar etmezdi, ancak bu sabah akşam içtiği manasına da gelmemeli, uzun dönemler hiç içmediği, sonra hayatın yükünü omuzlayamadığı noktada alkolü bir kaçış noktası olarak gördüğünü söyleyebilirim, belki de başkalarının ilgisini çekmenin bir yoldu bu, gerek arkadaşları, gerek hastane yetkilileri çok sever ve ilgilenirlerdi. Gidip hastaneye yatmak iyi gelirdi ustama, önceleri AMATEM'de yatarmış, Balık Rum Hastanesi açılırken kurumun ilk hastası olmuş, hastane henüz resmen açılmadan önce ustam gidip yatan ilk hastalarıymış. Hastaneye yatış sayısından laf açılınca, insanların işittikleri oranı duymaktan dolayı yüzlerine yansıyan şaşkınlığı görüp eğlenirdi.

Galip Tekin kaç defa içtiği ya da kafası bozulduğu için hastaneye yatmıştır derseniz, 2000'den önce sayı 30-40 civarındaydı, belki daha da fazla, ben diyeyim 60, siz deyin 70 defa belki de yatmıştır, ''kafamı dinliyorum burada'' der, çıktığında bir süre içmekten uzak dururdu. Son yıllarda yine yatıyor muydu bilmiyorum.

Bağımlılar kolay akıllanmıyorlar, kendisiyle tanıştığım Balıklı Rum'a 2000'lerden önce, ilk seferinden iki sene sonra bir daha yattım, hastanede olay çıkarınca beni yarı delilerin yanına kapamışlar, kendimi bir anda hastane şartlarından çıkmış, akıl hastanesi şartlarında tutuklu bulunduğum bir ortamda buluverdim. Yalvardım yakardım çıkarmadılar, çevremdeki herkes yarı yarıya deli ve aklını kaçırmıştı, haftalarca orada yatmak zorunda kalırken bir gece patırtılar eşliğinde uyku ilacının etkisinden sıyrılarak yatağımdan fırladım. Odamın küçük penceresinden baktığımda koridorun öteki ucuna karga-tulumba birisini taşıdıklarını gördüm, beş, belki de altı kişi, bir adamı kollarından, bacaklarından tutmuş, baygın görünen kişiyi odaya sokuyorlardı.

KULAKLARIMA İNANAMADIM

Yarım saat sonra merakıma yenik düştüm, neler olduğunu sormak için hemşirelerin bölümüne gittim, önce söylemek istemediler, ardından getirilen kişinin Galip Tekin olduğunu, çok sarhoş bir halde, baygın yattığını söylediler. Kulaklarıma inanamadım, biraz ayılana kadar bekledim ve sabah yanına gittim, beni gördüğüne hem şaşırdı hem sevindi, günlerce akıl hastalarının yanında birlikte kaldık ve sohbet ettik, bir kez daha hastanede karşılaşmamıza güldük, Galip abi için ben genç ve yaramaz bir çocuktum fakat beni başkaları ile ''hastane arkadaşım'' diye tanıştırırdı, ve bu tip bir arkadaşlığın onun için özel ve önemli olduğunu söylerdi. O geceden sonra hayattan, fantastik hikayelerden, çizgi romandan ve daha nice şeyden bahsettiğimiz ilginç birkaç günden sonra ustam geldiği hızla hastaneden ayrıldı ve hayatına geri döndü, ben de o son defadan sonra akıllandım ve kendime düzen verdim, ustam kötü alışkanlıklarımdan kurtulmamda çok yardımcı oldu ve bana özgüven kazandırdı.

Ustam henüz çocukluk yıllarında, okuldan eve döndüğü bir gün kapıyı açtığında babasının intihar etmiş bedeni ile karşılaşmış. Babası, bir anlaşmazlık sonucunda ortağını vurmuş, sonra da intihar etmiş. İntiharın sebebi muhtemelen olayın kan davasına dönüşmesini engellemek içindi, babasının kendi kafasına kurşun sıkmış cansız bedeni ile karşılaşan çocuk yaştaki Galip Tekin'in psikolojisi bu olaydan büyük ölçüde etkilenmiş ve muhtemelen o karanlık yönünün ardında bu olayın etkisi yatmaktadır.

Bu olayın ardından ustam ailesiyle birlikte İstanbul'a taşınır, seneler sonra tanışıp arkadaş olduğu, birlikte proje geliştirdikleri Mustafa Altıoklar'ı önce tanımasa da, sonra birlikte öğrenirler ki seneler önce intihar etmeden önce babasının vurduğu ortağı, Altıoklar'ın meğer amcasıymış. Hayatı da hikayeleri gibi enteresan ve gizemli olaylarla doluydu. Ustamla tanışanlar, onda oldukça gizemli, ürkütücü ve insanı tedirgin edici bir yanı olduğunu rahatlıkla görebilirlerdi. Hani şu bazı komedyenler gibi değildi, sahnede çok komiktirler fakat sahne arkasında ciddi insanlar olarak karşımıza çıkarlar, hayır! Galip Tekin, garip, ürkütücü hikayeler çizen garip ve gizemli, ürkütücü bir adamdı, kendi neyse dışarı yansıttığı da aynıydı, hayatı üzerinden, yaşadığı trajediler, korkuları, esiri olduklarının etkisiyle sanatı biçimlenmişti.

OĞUZ ARAL, KENDİSİNİ DİZGİNLEMEYİ BAŞARMIŞTI

Galip ağabey, bir defasında Ataköy'de bulunan ve İstanbul'un herhalde ilk alışveriş merkezi sayılması gereken Galleria'nın arazisinin bir zamanlar kendisine ve ailesine ait olduğunu, bu merkezin yapılması için arazinin kendilerinden satın alındığını söylemişti, bu konuşmayı yaptığı esnada yanımızda annem ve galip ağabeyin annesi de bulunmaktaydı. Eğer yanlışım yoksa, ilerleyen yıllarda Kemancıya ortak olmasını sağlayan paranın kaynağı da bu arazi satışı olmuştu.

Ustam, kendi ustası Oğuz Aral'dan hep iyi bahsederdi ve sıklıkla adını anardı. Babasının intiharının ardından Oğuz Aral baba boşluğunu doldurmuş, Galip Tekin'e özel bir ilgi göstermişti. Kısa süre öncesinde çizim yapacak malzeme alacak parası olmadığı için Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden ayrılan ustam, Oğuz Aral'ın yanında hem baba şefkatini ve otoriterliğini bulmuş, hem de ustasının yanında iyi paralar kazanmıştı. Ustamla tanışmadan önce ailem çizim yapmama karşı ya kayıtsız kalıyor ya da hoşlanmıyorlardı. Galip ağabey ile tanışmamız aile boyu oldu ve ustam onları bir konuda ikna etti; benim gibi yetenekli çocuklar sorunlu olurlar ve çevrelerinde kolay anlaşılmazlardı. Kendisi bu konuda iyi bir örnekti ancak seneler önce ustası Oğuz Aral, kendisini anlamış ve dizginlemeyi başarmıştı.

ONUN SAYESİNDE ÖZGÜRCE ÇİZİM YAPABİLMEYE BAŞLADIM

Galip Tekin'in ''yetenekli'' olduğumu söylemesi ve çizim yapmaya ağırlık vermemi öğütlemesi, yetmezmiş gibi bana ustalık yapabileceğini söylemesi ve haftada bir-iki yanına uğramamı istemesi ailem üzerinde olumlu yönde dönüştürücü bir etkide bulundu ve sanata olan yatkınlığım artık daha fazla baskılanmak yerine desteklenir hale geldi. Galip ustam sayesinde özgürce çizim yapabilmeye başladım ve hatta bana bir de çizim masası alındı, karikatürist olarak devam etmesem de görsel sanatlar alanındaki asıl mesleğime Galip Ustamın sağladığı itki ile yönelebildim. Fakat profesyonelliğe ilk adım attığımda çizmeye başladığım dergiyi beğenmedi ve kızarak beni yanından kovdu, bir süre de ısrarla gitmeme rağmen beni odasına almadı ve açıkça bana ''s.ktir git, gözüm görmesin, boktan dergilerde çizen boktan heriflerle işim yok'' dedi.

Bu tarz sözlerine, çıkışlarına hiç bozulmazdım, içerlemezdim, o an üzülürdüm fakat sonra kızgınlık taşımazdım. Galip ağabey bizim için her an her şeyi yapabilecek türde bir insandı, onun davranışlarını olumlu-olumsuz diye ayırıp kendisine dair yargılarda bulunmak bize düşmezdi. Bu denli büyük bir ustanın her türlü kaprisini kaldırırdık, o da bunun farkındaydı.

Galip Tekin'in ortağı olduğu Kemancı'da ufak, kutu gibi bir odası vardı, haftada 1-2 gün o odaya gider, masanın bir ucundaki sandalyeme oturur ve bütün gece kendisiyle birlikte çizim yapar, sohbet eder, çalışmasını izler, hatta bazen bana verdiği çizimle ilgili ufak görevleri yerine getirirdim. Bu odanın kapısı, dönemin sayısız başarılı çizerinin ağırlandığı, tanıdık müşterilerin selamlaşmaya girdikleri, küçüklüğünden beklenmeyecek oranda insanı aynı anda ağırlayan, renkli bir dünyaya açılırdı. Bu odanın kapısı, Galip Tekin'in hikayelerinde sıklıkla karşımıza çıkan, bir dünyadan başka bir dünyaya açılan, aslen boyutlar arası bir geçit olup da dışarıdan normal gibi görünen bir kapı gibiydi, ardında neyle karşılaşacağınızı bilemezdiniz üç kişinin zor sığdığı odada 6 kişinin parti yaptığını da gördüm, afet gibi güzel bir kadının oturup ustamla sohbet ettiğini de, gösteri ve sanat dünyasının ünlü isimlerini de. Nice güzel ve kabiliyetli insanla tanıştık ustamızın odasında, Galip ağabey üzerinden gelişen sayısız güzel dostluk bugün halen sürmektedir.

EN GARİP VE FARKLI İNSAN

Bu hayatta tanıdığım en garip ve farklı insan, sırtı iki-büklüm olmuş şekilde masaya kapanmış, dünyanın en ilginç hikâyelerini çizişini ilgi ile izlerdim. En büyük sıkıntısı 1 hafta içerisinde 1.5 sayfa hikayeyi yazıp çizmek ve mürekkeplemek zorunda oluşuydu. Galip Tekin'in hikâyelerini dizilerde, filmlerde kullananlar oldu ancak o alanda asla çizgi romanda yakaladığı büyük çıkışı yakalayamadı. Zaten yeni nesil fantastik korku tarzında çizgi hikâyelerine eskisi kadar ilgi duymuyorlardı, ustamın şöhreti asla sönmedi, fakat hikâyeleri bir noktadan sonra alışkanlıklar ve yaşanan kültürel değişimler sonucunda popülerliğini bir ölçüde yitirdi. İnternet öncesi dönem gençler için mizah dergileri çok önemli bir kaçış noktası olduğu gibi, gençlerin kültürel hayatlarının vazgeçilmez bir unsuruydu. Her hafta o haftanın mizah dergilerini okuyup karikatürleri ve hikayeleri adeta ezberleyen gençlerin yerine internetle birlikte dergiyi almayıp sadece ''en komik'' içeriği internet üzerinden paylaşan bir nesil gelince, ustamın 1.5 sayfalık, incik boncuk detaylarla dolu sayfalar dolusu öyküleri cep telefonu ekranlarında, Facebook'un itinayla küçülterek yaydığı fotoğraflarda rağbet görmez, paylaşılmaz oldu. Halen de internette hakkında yeterli bilginin ve eserinin bulunamıyor olması üzücüdür.

O TEKLİFİ SEVE SEVE KABULLENDİM

Galip ağabeyin hayal gücü inanılmazdı, mizahi bir üslupla başladığı bilim-kurgu hikâyelerini zamanla mizah değil korku unsuruyla süslemeye başlamıştı, bu tarzı darbe döneminde sorun yaşamasını engelledi, ancak farklı tipte sorunlar karşısına her daim çıkardı, bir hikâyesinde de bahsettiği ''birader sen şu hikâyende aynı benim karıyı çizmişsin, ne iş lan?'' diye karşısına çıkan adam gibi, ya da peygamberi astronot kıyafetiyle çizince dincilerin dellenmeleri ve tehdit etmelerini sayabiliriz, son yıllarda ise Boğaziçi Üniversitesi'nde dersler veriyor, yeni nesil çizerler yetiştiriyordu, iki kuzenim de benim gibi Galip ustamın tornasından geçti, aile boyu ışığından, bilgisinden faydalandık, borcumuz çok büyük ne yapsak ödeyemeyiz. Tırnaklarımızla kazıdığımız sanatın kapısını önümüze ardına kadar açarak hayatımıza yön vermemize yardımcı olurdu. Bir defasında bana hiç beklenmedik bir anda garip ve gizemli bir şekilde, ''o kişi sen olur musun?'' diye sordu. ''Hangi kişi Galip ağabey?'' diye şaşırdığımda, ''benim ardımdam çizgimi sürdürecek kişi,'' yanıtını verdi. O gün duygusal bir anında ifade ettiği bu teklifini seve seve kabullendim, çizgim de ustamın çizgisinin adeta kopyası haline gelmişti, fakat yanından ayrılıp profesyonel mecralara kaymaya başladığımda bu konuda çok eleştirildim, sadece ben değil, çizgimi o denli kendi çizgisine benzettiği için ustam da eleştiriliyordu. ve çizgimin değişmesi gerektiği, ustamı bu denli taklit edemeyeceğim, aksi halde karikatür piyasasında ikinci bir Galip Tekin'e ihtiyaç olmadığı söylendi, çizgimi değiştirdiğimde ise ustam bu duruma biraz bozuldu ve daha fazla çizgilerimi gidip kendisine göstermemi istemediğini söyledi.

Geçtiğimiz senelerde Galip Tekin'in hayatı bir başka cinayet olayıyla daha sarsıldı, iddialara göre anlaşmazlık içerisinde olduğu eski ortaklarından birini öldürtmeye çalışmış, ancak ''kiraladığı'' iddia edilen katilin silahı tutukluk yapınca koşarak kaçması gerekmiş. Hedefteki kişinin hayatı kurtulurken zanlı yakalanmış, sorguda Galip Tekin'in adını verince ustam bir süre hapiste yatmış, katil ifadesini değiştirince serbest bırakılmıştı.

GERÇEKTEN ORTAĞINI ÖLDÜRTMEYE ÇALIŞMIŞ MIYDI

Galip Tekin gerçekten ortağını öldürtmeye çalışmış mıydı? Bu soruyu kendisine soracak cesarete asla sahip olamadım, sorsam da ne yanıt verirdi bilinmez, ancak en azından mimiklerinden belki okuyabilir, belki gerçekte söylemek isteyip söyleyemediği bir şey varsa anlayabilirdim, fakat sormak içimden gelmedi. Sormayışımın sebebi, Galip ağabeye böyle bir şeyi yakıştıramayacağımdan ve eğer yapmışsa hayalimdeki figür zarar göreceği için değil, bilakis benim kafamdaki galip Tekin imajına sorunlu olduğu eski ortağını öldürtmek yakışır, bence bu büyük insanın zihninde dışarı yansıttığından daha büyük ve derin bir karanlık vardı. Ölüm, ustamın hayatının ana temalarından biriydi, hikayelerini okuyanlar, karakterlerini genelde ne tip acımasız ve vahşi sonların beklediğini çok iyi bilirler. Sadece kendisi hakkında bir yargıya varmak üzere onu sorgulamaya çalıştığımı düşünmesini istemedim, hatta bilakis kendisine karşı o kadar rahat davrandım ki, dünyanın geri kalanını öldürse de ona olan saygımı kaybetmeyeceğimi belki de görmüştür.

Ustam öldü diye badem gözlü olacak değil, biz onu o karanlık, ürkütücü, gizemli, ve hatta bazen dehşet verici haliyle sevdik. Karakterini, yaşamını eleştirmek, değiştirmeye çalışmak bizim vazifemiz değildi, şimdi kendisine pembe bir portre çizmeye çalışmak gibi bir aptallık da yapacak değilim.

Düzenli ziyaretlerimden birinde, ustamı odasında bulamayarak kendisini sorduğum Kemancı'da görevli bir kişi, ''Bar bölümüne bak, orada sızmış halde, oradan kaldırmamıza yardımcı olursan sevinirim çünkü bizi dinlemiyor ve içerisi müşteri kaynıyor,'' dedi. Barda mı? Cumartesi akşamı, Kemancı insan kaynıyor ve Galip Ağabey bar bölümünde, yetmezmiş gibi bir de orada sızmış durumda mı yani? Olacak iş değil ancak doğruydu, yanına gittim, kulağına eğildim, ''Abi, sızman sorun değil ama burada karizman çiziliyor'' dedim, aklıma söyleyebilecek başka hiçbir şey gelmedi.

GALİP TEKİN BİR ANDA AYAKLANDI

Saatlerdir uğraşıp kaldırmadıkları Galip Tekin bir anda ayaklandı, ''Karizmamın çizilmesini istemem,'' dedi, yine de yürüyebilmesi için koluna girmemize izin verdi, birlikte odasına gittik ve kendisini orada uykuya dalmış halde bıraktık.

Bir defasında, istemsizce de olsa façamın çizilmesini, dövdükleri kişileri komaya sokmaları ile nam salan Kemancı'nın korumalarından sıkı bir dayak yememi engelledi. 22 yaşlarımda bir gece yanımda arkadaşlarımla eğlenirken, Kemancı'nın korumalarından biriyle kavga ettim ve adamın suratınca bira bardağı kırdım, suratı kan revan içerisinde kalıp boydan boya yırtılınca ancak kafam açıldı ve başıma gelebileceklere uyandım. Öteki korumalar beni yaka paça tutup merdiven arasına götürdüler ve biri şöyle iyice gerinip burnumun üzerinde okkalı bir yumruk patlatarak muhtemelen simamı sonsuza kadar değiştirmek üzereyken... Merdivenlerin tepesinde asık suratı ve çatık kaşları ile elleri belinde duran Galip Tekin ortaya çıkarak ''Dur!'' diye emretti, korumalar beni dövmek için toplaşırken aralarından biri haberi ustama uçurmuş, ''senin öğrenciyi fena dövecekler'' demiş. Mekanın koruması, sahibinin emreden sesini işitince kaskatı kesildi ve dev gibi adamın balyoz gibi yumruğunu suratımın orta yerine yemekten son anda kurtuldum, o gece beni oradan attırdı ve yaklaşık 3-4 sene boyunca bir daha ne benimle konuştu, ne de mekanına girmeme izin verdi. Yine de sonra barıştık, bu tip olaylara kızardı ama, hayatın doğal akışından da sayacak kadar fazla bela gelişmişti çevresinde, kızsa da sonra affediyordu, yine de seneler sonra bile arada ''adamın suratını boydan boya yırttın eşşoğlueşek'' diye söylenirdi.

DAYAĞI SONUNA KADAR HAK ETMİŞTİM

O gece orada dayağı sonuna kadar hak etmiştim, arkadaşlarının suratını yırtmış olmam korumaları çılgına çevirmişti ve ustam orada olacakların sonucunda komaya dahi girebileceğimi biliyor ve tanışık oldukları anneme bu konuda hesap vermek istemiyor olmalıydı ve muhtemelen hayatımı ''bağışladı''. Çıkardığım olaylar nedeniyle beni toplamda üç defa Kemancı'dan yaka paça attırdı ama her seferinde daha sonra bağışladı, bir insana çılgınca şeyler yaptıran ve başını büyük belalara sokan o itkiyi iyi tanıyordu ve anlıyordu.

Sevenleri kadar düşmanları da çoktu ustamın, bu sebeple pek yalnız yürümezdi yolda, bir zamanlar Kemancı'nın popüler olduğu yıllarda, ustamı yanında ve arkasında korumalarıyla İstiklal'de Galata yönünde yürümekte olduğunu görebilirdiniz, izin vermediği sürece korumalar kimseyi yanına yaklaştırmazdı, ilerleyen yıllarda Kemancı'nın ardından yanında çizer dostları ya da öğrencileri olmadan sokakta yürüdüğünü pek göremezdiniz, düşmanları tarafından sokak ortasında öldürülme korkusu vardı, bazı dönemler 'ne olacağı belli olmaz'' diyerek yanında dolaşmamıza izin vermediği olurdu, sokağın karşısındaki bir mekanda çorba içmeye giderken dahi Kemancı'dan birkaç koruma yanında olurdu.

Galip Tekin'in hikayeleri 1980 darbesinin kısıtlayıcı ortamında şöhret kazandı, derin bir depresyon ve ağır baskı altındaki Türk halkı kaçışı mizahta bulmuştu, bilhassa Galip Tekin'in paralel ve karanlık evrenlerinde gerçekleşen ürküntü verici gizemli hikayeler okuyucunun ilgisini çekmişti, politik ortam o yıllarda korku hikayelerine son derece uygundu ve Galip Tekin ülkesinde yaşanan bazı olayları yaratıkların kol gezdikleri paralel dünyaların içerisine gizleyerek veriyordu.

Seneler önce, Gırgır'dan koparak Hıbır'ı kuran arkadaşlarının aksine Galip Tekin ustasını terk etmemiş, birlikte Dıgıl dergisini çıkarmışlardı, Hıbır ve Dıgıl, bir dönem Gırgır'dan aldıkları enerjiyle Türk mizahında önemli mihenk taşları haline gelirken, Dıgıl daha sonra batmış, Hıbır ise bir süre daha yoluna devam edebilmişti. Daha sonra Galip Tekin'i uzun süre Leman sayfalarında görmeye başladık. Fantastik, bilim kurgu ve korku hikayeleri ile kazandığı ünü Leman'ın güç kaybetmesi ile bir ölçüde yıprandı, fakat aynı dönem doğru bir hareket yaparak çizgi hikayelerinden oluşan bir albüm yayınladı.

UZAY GEMİSİ ÇİZEBİLMEK İÇİN ÖNCE GÜZEL BÖCEK ÇİZEBİLMEK GEREKİRDİ

Leonardo da Vinci, resimle ilgili tuttuğu notları arasında, çizerin hiçbir şeyi akıldan çizmemesi gerektiğini söyler, Galip Tekin de çizgi romanlarını hazırlarken yanında ansiklopediler, çeşitli fotoğraflar bulundururdu, ancak bazı şeyler vardı, o denli çok çizmişti ki akıldan muhteşem bir detaylandırma ile çizebilirdi, köpek-balıkları ve akrepler, uzay gemileri, savaş gemileri... Bunların başında gelir, ustamın böyle vahşi, saldırgan, ölümcül canlılara olan ilgisi çok fazlaydı. Aynı zamanda, var olmayan şeyleri var olan şeylere bakarak çizmemi öğütlerdi, ustama göre güzel uzay gemisi çizebilmek için önce güzel böcek çizebilmek gerekirdi, çünkü uzay gemileri en güzel böcek vücutları referans alınarak çizilirdi.

Aradan geçen seneler içerisinde çizim yapma teknikleri de değişime uğradı, Galip Tekin, bazı öteki çizerler gibi bilgisayarda çizmeye yönelmedi ancak uzun yıllar zorlukla bulabildiği ve ısrarla kullandığı Horoz marka Fransız yapımı tarama ucunu kullanmaya devam etti. Tarama ucu tekniği Galip Tekin'in çizgisine çok yakışıyordu, fakat bir noktada o da pes etti ve bulması günden güne daha zor hale gelen bu uç yerine mürekkepli kalemleri tercih etmeye başladı. Mürekkepli kalemler kağıda bastırıldıklarında bir nebze de olsa çizgi değeri verebiliyorlardı ancak bu konuda tarama ucu kadar başarılı değillerdi, bu geçişin yaşandığı o yıllarda Galip Tekin'in çizgisinde tarama ucundan kaleme geçişin etkisiyle belirgin bir çizgi değeri değişikliği dikkat çekmektedir.

DİNDAR OLDUĞUNU SANMIYORUM, FAKAT İNANÇLI İNSANDI

Yanında kaldığım süre içerisinde bana bazı karamizah enteresan şeyler söylediği de olurdu, o yıllarda henüz yaşadığı hayata göre genç bir görünümü vardı, nasıl genç kalmayı başardığına dair sorulara ''ruhumu şeytana sattım, ne istersin diye sordu, genç görünmek dedim,'' diyerek muzipçe gülerdi. Dindar olduğunu sanmıyorum, fakat inançlı insandı Galip ağabey, yanında dini inkar edecek olursak ''çarpılırsınız dikkatli olun,'' der, yine gülerdi, güldü diye önemsemediğini sanarak devam ederseniz, gittikçe daha sert ve endişeli bir şekilde uyarmaya ve bu konuların şakaya gelmeyeceklerini söylemeye devam eder, sonunda bir şekilde konuyu değiştirtmeyi başarır ya da değişmezse sıkıntısını belli eder, ama sizinle bu konularda tartışmazdı, onun inancı kendineydi, başkasına dayatmazdı. Allah'a, peygamberlere, cinlere inanırdı fakat sanırım bunların arkasında bizim bilemediğimiz, bize anlatılmayan daha gizemli başka hikayeler olduğuna inanırdı, uzaylılar gibi, gökten astronot kıyafetiyle yere inen peygamber hikayeleri çizerdi. Dünyadaki yaşamın kaynağının uzaydan gelen gelişmiş canlılardan mütevellit olduğu kurgusunu sıklıkla hikayelerinde kullanırdı.

Hikayesinde çizdiği hayaletler, cinler, uzaylılar, kendince varlığından kuşku duymadığı şeylerdi, zihninin içinde sürekli gizemli, karanlık şeyler döndüğünü, bunların birleşerek o karanlık hikayelerinin ortaya çıktığından bahsederdi.

Din ve uzaylılar gibi konseptleri birbirleriyle harmanlayarak ortaya çıkardığı hikayelerini yoğun bir tarama örtüsü ile ziyadesiyle karanlık ve gizemli bir hale getirirdi, karmaşa çizmekte ustaydı, ağzına kadar dolu bir çöplük dahi çizse, çöplerin kutunun üzerine öylesine çizilmediğini, ustaca ve üzerinde düşünerek yerleştirildiklerini görebilirdiniz, 1700'lerin yelkenli büyük savaş gemilerini çizmekte gösterdiği ustalık ve detaylara verdiği önem dikkat çekiciydi. Sadece Türkiye'de değil, bilhassa Avrupa'da çizimleri büyük ilgi görürdü ve beğenilirdi, bir dönem Fransa gibi ülkelerden aldığı davetle sergilere katılıyordu, Avrupalı büyük çizerlerle yakın dostluklar geliştirmişti. Türkiye'de çizgisi beğenilse de asıl ilgi çeken hikayeleri gibiydi, Avrupa'da ise çizgi daha çok ilgi çekiyordu.

DETAY İŞLEMECİLİĞİ İLE DİKKAT ÇEKERDİ

Çizgisinde kimlerden esinlendiğini görebilmek mümkündü ancak o kaynakları kopyaladığını söylemek imkânsız, çizgisi kimliği haline gelecek denli kendine has unsurlar barındırıyordu, yine de bazen çizgisine en belirgin tadı veren taramasını daha fazla çizmekten kurtulmak için kullandığı da görülüyor ve kafası çizmek için yeterince rahat değilse, hikayelerini gittikçe daha izbe ve karanlık mekanlarda geçirip ortamı karanlığa boğduğuna tanık olmak mümkündü. Yine de, en çalışmaktan kaçtığı anlarda dahi, başkasının kolaylıkla yanına yaklaşamayacağı bir detay işlemeciliği ile dikkat çekerdi.

Ustamın öldüğünü ilk duyduğumuzda ilk aklımıza gelen şey intihar olabileceği ihtimaliydi, bu kötü haberin tek güzel yanı belki de intihar etmemiş oluşudur, ustamızı hayatla daha fazla başa çıkamayacağı ölçüde yalnız bıraktığımızı düşünmek kahredici olurdu, fakat yanında milyonlarca insan bile olsa Galip Tekin yalnız bir insandı, kendine has bir dünyası vardı ve o dünyaya bir ölçüde dahil olabilirdiniz, herkes farklı ölçüde, ancak kimse o dünyaya bütünüyle girmeyi başaramazdı.

Henüz 58 yaşında gerçekleşen bir ölüm zamansız ölüm olarak adlandırılmalıdır. O yaşta kalp krizinden ölmek, aile kurmamış yalnız insanların sıklıkla karşılaştıkları tipte bir ölüm şeklidir diyebiliriz. Belki anında müdahele edilebilmiş olsa halen hayatta olabilir ve belki gelecekte kendisine daha iyi bakardı. Yine de, konu kendine iyi bakmak olunca, ustam bu konuda pek özenli davranmazdı ve pek aile kurabilecek kafada bir adam değildi.

Kemancı'dan ortağı ve yakın dostu Zeki de birkaç sene önce genç sayılabilecek bir yaşta aramızdan ayrılmıştı, ustam eğlence sektörüne girdiği zaman Türk çizgi-romancılığına kattıkları kadar, 90'ların sonları ve 2000'lerin başlarında İstanbul'da gece hayatının en önemli noktalarından biri sayılan Kemancı ile gece hayatına da fark katmıştı.

KENDİSİYLE SON GÖRÜŞMEM

Galip Tekin, soyadının aksine oldukça tekinsiz görünen, ürkütücü, delici bakışları ile insanın kanını dondursa da, sevdikleri ile de bir o kadar samimi ve sıcaktı. Bilhassa 2000'lerden sonra çok sayıda genç sanatçının gelişimine katkı sağladı, tornasından geçen gençler, bugün görsel sanatların farklı alanlarında başarılı işler çıkarmak üzere dört yana dağılmış durumdalar. Yine de düşününce, Boğaziçi'nde kendisini ziyaret etmek için katıldığım bir dersi, ufak bir grubun katıldığı, mitevazı bir odada gerçekleşiyordu. Kendisiyle son görüşmem orada gerçekleşti ve tekrar buluşup sohbet etmek istesek de mümkün olmadı.

Evinin müze haline getirilmesi ve çalışmalarının dağılarak kaybolmak yerine bir yerde sergilenmesi, ardından gerçekleşebilecek en sevindirici şey olacaktır fakat ülkemiz şartlarında, hele ki mevcut iktidarın döneminde bu ne kadar mümkün, tahmin etmek güç.

Galip Tekin, hem üstün sanatsal becerileri, hem de aileden kalanlar sayesinde son derece rahat ve konforlu bir yaşam sürebilir istese büyük bir aile kurabilirdi. Ancak o kafasının içerisinde taşıdığı ve dönem dönem kendisini oldukça rahatsız eden bazı anılar, olaylar ve ilişkiler örgüsü içerisinde kendi kendisini tüketmiş, trajedilerle dolu bir hayat sürmüştür. Belki de elinde olmadan yaşamak zorunda kaldığı bazı şeyler onu genç yaşta hayata küstürmüştür. Yaşadığı hayatın omuzlarındaki yükünün etkisi görünümüyle kendini ele verirdi.

Bize ''62'den Galip Tekin çizmeyi'' öğreten hocamızı son yolculuğunda saygıyla anar, iyisiyle, kötüsüyle kendisiyle olan anılarımızı ve kendisinden aldığımız bilgilerle ömür boyu kendisini anımsayıp anımsatacağımıza söz veririz.



Şıvan Okçuoğlu
 

scanfan

Yönetici
25 Eyl 2013
7,211
75,311

Alıntıladığım paragraftaki aynı olayı 2011 yılında verdiği bir röportajda Mustafa Altıoklar da anlatmış, aşağıda:


Mustafa_Alt_oklar_Galip_Tekin.jpg

6ysgppq.jpg


Jpeg resmin text olarak çözümlemesi:
Mustafa Altıoklar:
“Kanımla film çektim”

Mithat Alam Film Merkezi Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011

Bir de Galip Tekinle ilgili güzel bir anekdotunuz var galiba.
Mustafa Altıoklar: Anlatayım. Konya’daki o sinemacı Haşan Amcamın bir ortağı vardı. Bir gün bir haber geldi “amcam vurdular" diye. 14 yaşında filanım ben, ortağı amcamı vurmuş ve intihar etmiş aynı odada. Amcam İstanbul’dan gelmiş, o sırada ortağı da gelmiş, sinemacıyla birlikte oturmuşlar. Sonra çantasından bir tabanca çıkarmış, amcamın yanından geçerken çat diye çakmış kafasından. Sinemacıyı kovmuş, kapıyı kilitlemiş, içerde bir sigara yakmış, dışarıda millet toplanmış, ne oluyor diye. Sonra çenesine dayamış tabancayı, küt! İkisi birden gitmiş. Bu herhalde 1973 yılı talandı. 1992’lerdeyiz, Hayal Kahvesi’ne takıldığımız dönem, Denize Hançer Düştü’nün ön çalışmaları veya çekimleri var. Eyyvah Eyvah filmlerini çeken Hakan Algül de asistan o sırada, benim de çok yakın arkadaşım. Hakan’la biz her gece Beyoğlu gecelerine akıyoruz. Ben o zaman İstanbul’da oturmuyorum, evim Ankara’da. Burada arkadaşlarımın evinde filan kalıyorum. Hayal Kahvesi en çok gittiğim yerlerden biri, bir diğeri de Kemancı. Hayal Kahvesi kapanıyor, Kemancı’ya gidiyoruz. Kemancı’nın ortaklarından biri de Galip Tekin o zaman. Ben adama hastayım, karikatürlerini on yıldır takip ediyorum. Tanıştık Galip’le, kambur filan, kendini karikatürlerde çizdiği gibi bir herif. Tuhaf davranıyor ama ben anlam veremiyorum, huyu suyu böyle galiba, diyorum. Üç yıl böyle geçti, ben onu gördükçe “naber baba?” diyorum, sarılıyorum, o bana içki ısmarlıyor, öyle geçiyor yıllar. 1995 yılı geldi, Hezarfen’in kanatlarını yaptıracağız. Galip’e gittim ben yine, Kemancı’ya, “abi sen çizsene şu kanatları" dedim. Yarasanın anatomisi diğer kuşlara oranla insana daha yakın olduğu için, ona göre bir kanat modeli dizayn etmesini istiyorum. Galip kanatları çizdi, aldım o çizimleri, götürdüm kanatları yapacaklara verdim.

Çekimler başladı. Galip’le ara sıra konuşuyoruz, değişiklikler yapıyoruz. Bir de Akasya Aslıtürkmen var, o sırada konservatuarın oyunculuk bölümünde, birinci sınıfta. Hezarfen’in kız kardeşini oynuyor. Akasya’nm teni bildiğiniz porselen beyazıdır. Bir gün sete geldi Akasya, porselenden de beyaz olmuş suratı. “Kızım hasta mısın, ne oldu?” “Yok bir şey" diyor ama her hali tuhaf. “Ya Mustafa, sana bir şey soracağım. Haşan diye biri var mı sizin ailede?", “Var tabii, ne oldu?" dedim. Suratı bir tuhaf oldu, “ne iş yapıyor?” dedi. “Eczacı” dedim. “Başka Haşan Altıoklar yok mu?” diyor hâlâ. “Vardı” dedim, “amcam vardı ama öldü.” “Mustafa biliyor musun,” dedi, “Galip’in babası senin amcanı öldürmüş!" Akasya o günlerde bir arkadaşıyla kavga etmiş, Galip’in evinde kalıyor. Akşamları konuşurlarken Galip bir akşam Akasya’ya anlatıyor. İşte o akşamın sabahında da sete geliyor, rengi bembeyaz. Hemen Galip’i aradım tabii. “Oğlum saçmalama” dedim “tuhaf şeyler geçiyorsa aklından, unut onları. Hemen geliyorum akşam ben oraya". Gittim, sarıldık filan birbirimize. Bizim cephemizde öyle kan davası gibi şeyler yoktur. Bu hadise Galip 13 yaşındayken oluyor. O da Konya Lisesi’nin ortaokulunda öğrenci. Dersteyken kapı çalıyor, müdür geliyor, “Galip, baban hastanede, yaralandı, seni bekliyorlarmış” filan diyor. Galip hastaneye bir gidiyor, morgda babanın kafası paramparça. Galip’e gösteriyorlar cesedi, eline de bir tabanca veriyorlar. “Tak bunu beline, Altıoklar ailesi çok geniş ailedir, belli olmaz...” Haşan amcam da hakikaten çok sevilirdi ama öyle bir alışkanlığı olan bir sülale değil bizimkisi. O korku, muhtemelen bizim şimdi çizgilerini çok sevdiğimiz Galip Tekin’i yaratıyor aslında. O Galip Tekinle biz, biraz önce anlattığım Konya’daki makine dairesinde filmleri birlikte seyretmişiz. Projeksiyon makineleri kömürle çalışır çocuklar, kömür yakarlar, azaldığı zaman kömür değmez birbirine, Galip orada atılan kömürlerle başlıyor karikatür çizmeye. Aradan yıllar geçiyor, bir gün -şimdi hikâyeyi onun cephesinden anlatıyorum- diyorlar ki “bir adam geldi Ankara’dan, film çekecekmiş.” Adının Mustafa Altıoklar olduğunu duyunca o da düşünüyor, “ortada bir Mustafa Altıoklar dolaşıyor ama neden dolaşıyor acaba?" diyor.​
 
Son düzenleme:

savok

Admin
30 Eki 2009
19,991
83,634
Kasımpaşa
Arkadaş bu kadarı da filmlerde olur derler ya...
Valla oluyormuş...
Yani ben şimdi yazıyı keyifle okudum...
Arkadaş okuyunca keyiflenmem lazım ya daha bir üzüldüm...
Türk filmleri gerçekmiş ya...
Işıklar içersinde yatsın Galip TEKİN usta.
 
12 Şub 2010
15,006
543,709
Şivan Okçuoğlu'nun yazısını dün ODATV de okumuştum. Mustafa Altıoklar röportajını da şimdi okumuş oldum.
Bir araya getiren dostlara teşekkürler.
Şu cumartesi sabahı derinlere gitmeyeyim; Orhan Dündar usta ile bugünkü buluşmamızda fazlasıyla felsefe yükleneceğim zaten:)
Sevgili doktorumun şarkısını dinleyeyim ben.
 
Üst