Mülksüzler - Ursula K. Le Guin

Doktor Kim

Aktif Üye
17 Mar 2011
325
14,124
Mülksüzler / Ursula K. Le Guin
Çevirmen : Levent Mollamustafaoğlu
Orijinal ismi The Dispossessed
Yayınevi: Metis
G. Yayın Yönetmeni: Bülent Somay
Grafiker: Semih Sökmen
348 sayfa / 1. Baskı
Yayın Tarihi: Aralık 2003

“Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerle kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığımız el de boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir… Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim’i satın alamazsınız. Devrim’i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır, ya da hiçbir yerde değildir.” Sayfa:256


Mülksüzler – Ursula K. Le Guin ‘Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir.’
54773mulksuzlerthedisposseessedursulakleguin.jpg
,
mulksuzlerim1.jpg


9781857988826.jpg


288875433857f746fc9ao.jpg



Mülksüzler / Ursula K. Le Guin 4 MB PDF:



Mülksüzler / Ursula K. Le Guin 4 MB PDF:



19 Ekim 2008 *Bilim Kurgu Kitaplar, ABD
Mülksüzler, Ursula K. Le Guin tarafından 1974′de yazılmış ütopik bir bilimkurgu romanıdır. Mülksüzler 1975′de bilimkurgu dünyasının 2 büyük ödülü olan Hugo ve Nebula ödüllerini almıştır.
Mülksüzler uzun süre bilim kurguya dahil edilmemiştir. Türkiye’de de bilim kurgu serilerine dahil edilmesi 90 lı yıllardaki basımlarıyla gerçekleşmiştir.Bu yapıta kadar bu denli politik göndermeler yapılan bir bilim kurgu eserine nadiren rastlanır.Türkiye’de de bütün sosyal katmanlardan okuyucu bulan eser kapitalizmin keskin eleştirisi olarak popülerliğini korumaktadır. Romanın konusu, ‘Annares’ ve ‘Urras’ adlı bir ikili dünya sisteminde geçer. Annares Odo’cu anarşistlerin, Urras ise kapitalist ve devletçilerin dünyasıdır. Hikaye Shevek adlı bir Annaresli’nin Urras’a gidişiyle başlar.
Le Guin, Mülksüzler için “ikircikli ütopya” ifadesini kullanır. Bunun en önemli nedeni, romanın, bir ütopyadaki ideal toplum veya ideal yaşam resmini yaratmamasıdır. Anarres, anarşist bir idealle yaşayan bir toplumu resmeder; ancak Anarres kurak, verimsiz ve zor yaşam koşulları sunan bir dünyadır. Urras da aksine verimli toprakları olan ve kolay yaşama olanakları sağlayan bir dünyadır; ancak burada da kapitalist ve totaliter bir rejim süregelmektedir. Ayrıca Anarres’de Shevek’in bilimsel merakı sonucunda keşfettiği bir teorinin yayımlanması, Urraslılar’ın işine yarayacağı gerekçesiyle reddedilir. Keza, Shevek’in, kitabın sonunda öğrenildiği üzere, Urras’a gitme nedenlerinden biri de budur. Bu bağlamda ne anarşist bir ütopyadan ne de devletçi bir ütopyadan bahsedilemez.
anarresmapbrb.jpg


urras.jpg

Le Guin, Mülksüzler için; “Romanım Mülksüzler, kendilerine Odocu diyen küçük bir dünya dolusu insanı anlatıyor. İsimlerini toplumlarının kurucusu olan Odo’dan alıyorlar; Odo romandaki olaylardan kuşaklarca önce yaşamış, bu yüzden olaylara katılmıyor, ya da yalnızca zımnen katılıyor, çünkü bütün olaylar aslında onunla başlamıştı.”

“Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak…”
imagenursula16rs01.jpg

Ursula K. Le Guin’in Hayatı
Ursula Kroeber Le Guin, 1929′da Kaliforniya’da doğdu. Babası ünlü antropolog Alfred Kroeber, annesi ise yazar Theodora Kroeber’dir.
Massachusetts-Radcliffe College'tan sonra Columbia Üniversitesi’ni bitirdi. "Fransa'da Ortaçağ ve Rönesans Dönemi Edebiyatı" üzerine yüksek lisans yaptı. 1951'de tarihçi Charles A. Le Guin ile evlendi. Üç çocuk dünyaya getirdi. Halen ABD'nin Oregon eyaletinde yaşamaktadır.
Bilimkurgu türünde yazmaya 60'li yıllarda başladı. İlk öyküsü 1962'de yayınlandı. Pek çok üniversitede ders verdi, çeviri, derleme ve makaleleri yayınlandı. Le Guin, 1969′da yazmış olduğu “Karanlığın Sol Eli” adlı romanıyla Bilimkurgu dünyasının 2 büyük ödülü olan Hugo ve Nebula ödüllerini aldıktan sonra ün
kazanmıştır. Ayrıca, 1974′te yazmış olduğu ütopik bilimkurgu romanı Mülksüzler ile 1975′de yine Hugo ve Nebula ödüllerini almıştır. Bilimkurgu ve fantastik kurgunun yanı sıra şiir ve çocuk kitapları da bulunmaktadır.
LeGuin, teknolojik gelişmelerin değil, politika, toplumbilim ve psikolojinin öne çıktığı ve alternatif toplum biçimlerinin sorgulandığı bilimkurgu yaklaşımının en önemli temsilcilerindendir.
Eserleri arasında özellikle Yerdeniz Üçlemesi ya da sonradan eklenen dördüncü kitapla Yerdeniz Dörtlemesi (ing. Earthsea Quartet) çok ciddi hayran kitlesine ulaşmıştır. Bu serinin 3. romanı olan “En Uzak Sahil” (The Farthest Shore) kitabıyla 1973 yılında Çocuk Kitapları için verilen ABD milli ödülü (National Book Award) kazamıştır.

Eserleri
Romanları
* Gifts, 2004
* Earthsea 5: The Other Wind, 2001
* The Telling, 2000
* Always Coming Home, 1985
* Earthsea 4: Tehanu, 1990
* The Eye of the Heron, 1983
* The Beginning Place, 1980
* Malafrena, 1979
* Very Far Away from Anywhere Else, 1976
* The Word for World is Forest, 1976
* The Dispossessed, An Ambiguous Utopia, 1974
* Earthsea 3: The Farthest Shore, 1972
* The Lathe of Heaven, 1971
* Earthsea 2: The Tombs of Atuan, 1970
* The Left Hand of Darkness, 1969
* Earthsea 1: A Wizard of Earthsea, 1968
* City of Illusion, 1967
* Planet of Exile, 1966
* Rocannon’s World, 1966

Öykü Kitapları
* Changing Planes, 2003
* The Birthday of the World, 2002
* Tales from Earthsea, 2001
* Unlocking the Air, 1996
* Four Ways to Forgiveness, 1995
* A Fisherman of the Inland Sea, 1994
* Searoad, 1991
* Buffalo Gals, and Other Animal Presences, 1987
* The Compass Rose, 1982
* Orsinian Tales, 1976
* The Wind’s Twelve Quarters, 1975

Makaleler
* The Wave in the Mind, 2004
* Steering the Craft, 1998
* Dancing at the Edge of the World, 1992
* The Language of the Night, 1989

Şiirler
* Sixty Odd, 1999
* Going Out with Peacocks, 1994
* Blue Moon Over Thurman Street (Roger Dorband’la birlikte), 1994
* Wild Oats and Fireweed, 1988
* Hard Words, 1981
* Wild Angels, 1974

Türkçe’de LeGuin
* Yerdeniz Dizisi
* Öteki Rüzgar (The Other Wind), 2004
* Yerdeniz Öyküleri (Tales from Earthsea), 2001
* Tehanu (Tehanu), Ocak 1996
* En Uzak Sahil (The Farthest Shore), Temmuz 1995
* Atuan Mezarları (The Tombs of Atuan), Nisan 1995
* Yerdeniz Büyücüsü (Wizard of Earthsea), Eylül 1994 Metis, Çeviri: Çiğdem Erkal İpek
* Uçuştan Uçuşa (Changing Planes) Metis, 2004 Çeviri: Çiğdem Erkal İpek
* Başka Bir Yer,K Kitaplığı, 2002, Çeviri: Cem Akaş
* Hep Yuvaya Dönmek (Always Coming Home), Ayrıntı, 2002, Çeviri: Cemal Yardımcı
* Bağışlanmanın Dört Yolu (Four Ways to Forgiveness), Metis, 2001, Çeviri: Çiğdem Erkal İpek
* Kadınlar Rüyalar Ejderhalar (Makaleler), Metis, 1999, Çeviri: Deniz Erksan
* Dünyaya Orman Denir (The Word for World Is Forest), Metis, Eylül 1996, Çeviri: Özlem Dinçkal
* Rocannon?un Dünyası (Rocannon’s World), Metis, 1995, Çeviri: Tuba Çele
* Her Yerden Çok Uzakta (Very Far Away from Anywhere Else), İmge Kitabevi, 1995, Çeviri: Semih Aközlü
* Başlama Yeri (The Beginning Place), İletişim Yayınları, Haziran 1995, Çeviri: Can Eryümlü
* Balıkçıl Gözü (The Eye of the Heron), Metis, Haziran 1995, Çeviri: Tuba Çele
* Hayaller Şehri (City of Illusions), (Yeni baskısı Yanılsamalar Kenti adıyla yapılmıştır), İmge Kitabevi, 1994, Çeviri: Meltem Tayga
* Karanlığın Sol Eli (The Left Hand of Darkness), Ayrıntı Yayınları, Ekim 1993, Çeviri: Ümit Altuğ
* Atmacanın Türküsü (Wizard of Earthsea ve The Tombs of Atuan bir kitapta toplanmış), Ne Yayınları, Ekim 1992, Çeviri: Barış Karaoğlu, Gülsüm Ramazanoğlu
* Gülün Günlüğü (The Wind?s Twelve Quarters ve The Compass Rose?dan alınan öyküler), Ayrıntı Yayınları, Mart 1992, Çeviri: Ümit Altuğ
* Mülksüzler (The Dispossessed: An Ambiguous Utopia), Metis, Ocak 1990, Çeviri: Levent Mollamustafaoğlu
* Sürgün Gezegeni (*), İthaki, Ağustos 1999, Çeviri: Ayşe Gorbon
Yaşamöyküsünün Kaynağı:

YAZARLA SÖYLEŞİLER
Ursula K. Le Guin: “Hepimizin aklında takımadalar var”
Çeviri: Ayşe Boren, Virgül, Sayı 71, Mart 2004
Ursula K. Le Guin’in okurlarının sorularını yanıtladığı bu söyleşi, yazarın web sitesinden alınmıştır.

Nicholas Lezard “Rowling daktilo edebiliyor, ama Le Guin yazabiliyor,” diye yazdı. Harry Potter dizisinin olağanüstü başarılarını göz önünde bulundurarak Lezard?ın bu yorumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok fazla bir fikrim yok. O kadar çok yetişkin eleştirmen birinci Harry Potter kitabının “inanılmaz özgünlüğünden" dem vurup durunca ben de tüm bu yaygaranın kaynağı nedir diye merak edip kitabı okudum. Kafam hâlâ karışık: “Okul romanı”yla ters düşen hareketli bir çocuk fantazyası, o yaş grubu için iyi bir eğlence, ama üslubu sıradan, hayal gücü açısından yaratıcılıktan uzak ve ahlaki olarak oldukça zalim.

Etkili büyünün bir yolu olarak “hakiki isimler” keşfetme fikri nereden geldi? Sizi Yerdeniz üçlemesinde bunu bu kadar merkezi bir tema olarak kullanmaya iten neydi?
Büyüde çok eski bir düşüncedir bu, tüm dünyada vardır. Çocukken J. G. Frazer'ın Altın Dal (Golden Bough) serisinden parçalar okumuştum. Herhalde bu fikirle orada karşılaşmışımdır. Bir yazarın, kelimeleri birer araç olarak kullanmak durumunda olan bir sanatçının, isimlendirmeyi büyü, kelimeleri kudret olarak görmesi çok doğal.

Yerdeniz kitaplarının hafızalarda en çok yer eden imgelerinden biri “taştan duvar” ve ölülerin gri dünyası. Bir gölgeli umutsuzluk dünyası fikri bilimkurguda sıklıkla ortaya çıkıyor. Aklıma gelenler Philip K. Dick'in “mezar dünya”sı, C. S. Lewis'in The Great Divorce'undaki boz bulanık kasaba ve son olarak Philip Pullman'ın His Dark Materials'ındaki ölüler diyarı. Sanırım tüm bunlar antik çağlara dayanıyor, Tevrat'taki “Şeol”a (musevi inancına göre ölen kişi "şeol" denen başka bir dünyaya gider. ruhu ise mezarda kalır.) yapılan göndermeler veya Yunanlıların ölüler ülkesi anlayışı.

Sizce neden bu kadar çok yazar ölüm hakkında bu terimlerle konuşmuşlar ve bu konunun Yerdeniz'de bu kadar sıklıkla ortaya çıkmasının bir sebebi var mı?
Yerdeniz'in karanlık, kuru, değişmez öteki dünyasının temelleri Yunan-Roma'daki Hades fikrine, Dante'den bazı imgelere ve Rilke'nin ağıtlarından birine dayanıyor. Hiçbir şeyin değişmediği, “âşıkların sessizlik içinde birbirlerinin yanından geçtiği” bir gölge ve toz diyarı. Bu, ölümden sonra kişisel varoluşun neye benzeyeceği hakkında oldukça yaygın bir düşünüş şekli, modern bir anlayış olduğunu söylemek pek mümkün değil. Umarım, Öteki Rüzgâr’da taştan duvarın yıkıldığını, tüm o toz ve sessizlik dünyasının “değiştiğini, geri dönmemecesine değiştiğini” fark etmişsinizdir.
Mülksüzler için karşıkültürün özgürlükçü komünal ethos'unun bir manifestosu deniyor.
Ben şöyle derdim: Mülksüzler bir anarşist ütopyacı roman. İçindeki düşünceler pasifist anarşist gelenekten geliyor. Kropotkin vs. Aynı şey 60'ların ve 70'lerin sözümona karşıkültürünün düşünceleri için de geçerli.

O zamanların karşıkültürünü şimdi nasıl değerlendiriyorsunuz? Dönüp baktığınızda iyi ve kötü tarafları nelerdi? Sizce 68'liler yaşlandıkça bilgeleştiler mi? Hâlâ aynı tür idealizmi paylaşıyor musunuz (tabii eğer paylaştıysanız), yoksa umutlarınız ve görüşleriniz başka bir şekle mi büründü?
60'ların ve 70'lerin cömertliğini severdim. Geleceğe karşı taşıdıkları sorumluluk hissi kuvvetliydi. Bazı insanlar için bu sorumluluk hissi şimdi de kuvvetli: Yeşiller'de, şirketleşme karşıtı hareketlerde, savaş ve Bush karşıtı hareketlerde… Çoğu insan yaşlandıkça akıllanmıyor, sadece yaşlanıyor.

Taoizm takip ettiğiniz bir yol mu? Bireyselciliği bastırıp geleneksel kökleri yüceltmeyi amaçlayan bir anlayış değil mi? Yani 68'lilerin ideallerinin ve vasiyetlerinin bir antitezi?
Taoizm iki şeydir: Birincisi Mao Tse-Tung'un inanılmaz kültürel despotizmi tarafından neredeyse tamamen kökü kurutulan bir din; ben bu din hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorum. Ötekisi bir felsefe, daha doğrusu son derece devrimci ve tamamen kurumsallaşma karşıtı bir düşünme biçimi. (İki bin yıl boyunca radikal kalmak kolay iş değil, ama Lao Tzu bunu başardı.) Din hakkında bilgi edinmek istiyorsanız bir rahip bulmanız gerekecek. Düşünme biçimi hakkında bilgi edinmek istiyorsanız Lao Tzu'yu ve Chuang Tzu'yu okuyun.

Belki çağdaşlarınızdan biraz farklı olduğunuzu hissediyorsunuz?
Yetmiş dört yaşında bir kadın neden herhangi birine ayak uydurmak istesin ki? Askerde falan mıyım?
Geçen sene verdiğim Ütopya Edebiyatı dersinde Mülksüzler'e de yer verdim. Tartışmamızın çoğu kitabın alt başlığı etrafında döndü: “İkircikli bir Ütopya.” Eleştirmenler bu başlığın hem Anarres'in hem de Urras'ın farklı şekillerde ütopyacı olduklarını anlatmak için kullanıldığını savunuyorlardı. Fakat bu bizi tatmin etmedi çünkü Urras çok kasvetli ve baskıcı görünüyordu. Anarres, tüm arızalarına rağmen, ütopya geleneğine çok daha uygun görünüyordu. Neden bu alt başlığı seçtiniz?
Urras mı kasvetli ve baskıcı? Tüm o gösterişli mağazalara, lezzetli yemeklere, kolay sekse ve tavana vurmuş kapitalizme rağmen mi? Ben Urras'ın da Anarres'in de kendilerine göre meziyetleri ve hataları olduğunu düşündüm, böylelikle belli bir noktaya kadar ikisi de birbirleri için iyi birer örnek teşkil edebilirlerdi. Ama tabii ki benim kalbim Anarres'ten yana. Bu yüzden de bu ütopya diğerleri gibi kural koyucu olmak yerine belirsiz. Çelişkili. İki el de hünerli, iki elin de sunabilecekleri farklı.

Bir hikâyeyi yazmaya nereden başlıyorsunuz? Önce değinmek istediğiniz konuyu bulup bu konuyu canlandırabilecek dünyayı ve karakterleri sonradan mı yaratıyorsunuz? Yoksa dünyalar ve karakterler beraberlerinde konularını da mı getiriyor?
Evet. Çoğunlukla. Aslında insanlar ve konular bir küme ya da düğüm halinde hep beraber geliyorlar ve hikâyeyi yazmak da bu düğümü çözmek anlamına geliyor.
Ben ve kardeşlerim Yerdeniz kitaplarını okurken hikâyeye çok “dahil” edildiğimizi hissettik. 1970'lerin İngiltere'sinde büyüyen siyah çocuklardık ve çok erken yaşlarda, Yüzüklerin Efendisi ya da Dune gibi kitapların (ne kadar çok seversek sevelim) bizi içlerine almadıklarını, hatta dışladıklarını fark ettik. Ged'i koyu tenli olarak tasvir ediyorsunuz; ben ve kardeşlerim seneler boyunca onun siyah olup olmadığını tartıştık.
Ged'i koyu kahverengimsi-kızıl olarak görüyorum ve kitaptaki tüm diğer insanları da (Karglar ve Serret hariç) kahverengi, kahve-kızıl veya siyah olarak. Bir başka deyişle, Takımada'da standart olan “renkli insanlar,” beyazlar ayrıksı kaçıyor. Kargad Adaları'nda ise tam tersi geçerli. Ged'in ne kadar koyu tenli olduğuna karar vermek size düşüyor! Neden olmasın? Kuralları okuyucular koyar, değil mi? Ama kapak illüstratörleri beni deliye döndürüyorlar, herkesi illa da beyaz yapmak istiyorlar. Sanırım beyaz insanların çoğu, çoğu bilimkurgu ve fantazya kitabımdaki çoğu insanın beyaz olmadığını anlamakta güçlük çekiyor. Şaşmamak lazım.

Yerdeniz hikâyelerinin ilham kaynağı neydi, politik düşünceleriniz mi, hayal gücünüz mü, yoksa sadece iyi bir hikâye anlatma ihtiyacı mı?
Bunu itiraf etmekten nefret ediyorum ama fikir bir yayıncıdan geldi. On bir yaş ve üstü için bir fantezi kitabı yazmamı istedi. “Çocuklar için hiç yazmadım, nasıl olur bilmiyorum” dedim. Sonra eve gidip çocuklar hakkında düşündüm. Oğlan çocukları. Bir oğlan büyü yapabilen sakallı bir adama nasıl dönüşüyor? Ve kitap ortaya çıktı… Tekrar düşününce, Ged'in hiçbir zaman sakalı olmadı.
Yerdeniz üçlemesinin daha derin boyutunu her zaman takdir etmişimdir, özellikle de yaşam ve ölümün doğasının tasavvur edilişini. En Uzak Sahil'de Ged'in ölümden sonra yaşam hakkında Cob'a verdiği mesaj: “Burada toz ve gölgeden başka bir şey yok. Orada ise o, toprak, güneş ışığı, ağaçların yaprakları, kartalın uçuşu. Yaşıyor. Ve ölmüş olan herkes, canlı…” Bu bende yer etti, babam öldüğü zaman benim için çok büyük bir teselli oldu.
Bunu söylediğiniz için teşekkür ederim. Yerdeniz Büyücüsü İngiltere'de piyasaya çıktıktan kısa süre sonra bir bilimkurgu dergisinde hakkında bir eleştiri yazısı çıktı. Eleştirmen kitabı “teselli edici” ve “cesaretlendirici” olmakla suçlamıştı. Tamam, eğer teselli yapaysa, cesaret temelsizse böyle bir eleştiri haklıdır, peki ama teselli ve cesaret, tanımları gereği yapay, temelsiz, aptalca, gevşek, anlamsız, çocukça? duygusal mıdırlar? Yazarlar sadece zalim dürüstlükleriyle tehdit etmek, dehşete düşürmek, bunaltmak için mi varlar: Dürüstçe umut vermeye hakkımız yok mu?
Eleştirmene mektup yazıp ne düşündüğümü ve bu konuda Tolkien'in de bana arka çıkacağına inandığımı söyledim. O da bana kibar bir cevap yazdı, kitabın çocuklar için yazılmış olduğunu göz önünde bulundurmamış olduğunu söyledi. Anladığım kadarıyla çocukları teselli etmeye izin var ama yetişkinleri yok.
Sanırım bu tavır şöyle garip bir inançtan kaynaklanıyor: Ortalama okuyucu o kadar mutlu, o kadar enayice inançlı, o kadar aptalca güven dolu ki ortalama yazarın yegâne vazifesi okuyucusunu hayatın zor ve acılarla dolu olduğuna ve hiçbir teselli bulunmadığına ikna etmek. Benim tanıdığım çoğu yetişkin, hayatın zorluklarının zaten farkındalar ve sanattan bu bilgiyi hem onaylamasını hem de bir umut teşkil etmesini bekliyorlar.

Seneler önce Endonezya'ya seyahat ettim. O takımadanın Yerdeniz'in ilham kaynağı olabileceğini düşündüm. Eğer değilse, nedir?
Hepimizin aklında takımadalar olduğunu düşünüyorum.
Yazdıklarınızın çoğu, kurgulanmış toplumlar üzerine yapılmış antropolojik çalışmalar olarak tanımlanabilir. Babanızın bir antropolog olduğunu biliyorum; hâlâ antropoloji okuyor musunuz ve özellikle takdir ettiğiniz antropologlar var mı?


Claude Lévi-Strauss kafamı oldukça meşgul etmiştir, aynı şeyi Clifford Geertz için de söyleyebilirim.

Anarres yerleşimcilerinin sade, anti-materyalist, devrimci ruhları bana biraz, idealist Avrupalı sosyalist ve anarşistler tarafından kurulan kibutzları hatırlattı. Kitabı yazarken aklınızda bu veya başka deneysel topluluklar var mıydı?
Evet, Anarres'i kurgularken kibutzlar hakkında bilgi topladım. Daha önemli bir kaynak ise Amerikalı pasifist anarşist Paul Goodman ile kardeşinin çalışmalarıydı.

En Uzak Sahil'de Çevik Atmaca'nın maceralarla dolu bir hayatı vardı; Tehanu'da ise hayatı belalarla doluydu. İki kitap arasında on sekiz yıla yakın bir süre geçtiğinin farkındayım, aradan geçen bu zamanın Yerdeniz'i ve sakinlerini tekrar gözden geçirmenize nasıl yardımcı olduğunu (ya da bunu nasıl zorlaştırdığını) anlatabilir misiniz?

Kısaca, En Uzak Sahil ile Tehanu arasında geçen on yedi sene içerisinde feminizm yeniden doğdu ve ben on yedi yaş büyüdüm. Bu sırada da oldukça çok şey öğrendim. Öğrendiğim şeylerden biri de fahri ya da sahte bir erkek gibi değil, bir kadın gibi yazmak oldu. Bir kadının bakış açısından Yerdeniz, bir erkeğin bakış açısından göründüğünden çok farklı görünüyordu. Yapmam gereken tek şey onu, güçsüzün, fakirleştirilmişin (kadınlar, çocuklar, gücünü çarçur edip “sıradan” bir insan gibi yaşamak zorunda kalan bir büyücü) bakış açısından tasvir etmekti. Ged'i cezalandırdığım için beni azarladılar. Oysa ben onu ödüllendirdiğimi sanıyordum.

Sizce Tao'nun ruhunu en iyi şekilde temsil eden modern yazarlar kimler?

Gerçekten bilmiyorum. Sanırım José Saramago'nun romanlarının bana bu kadar çok hitap etmesinin bir sebebi de onun insanlarının olaylarla beraber ilerlemesi, onları kontrol etmeye çalışmaması " yapmadan yapıyorlar." Körlük'ün başkarakteri olan kadın benim için gerçekten büyük bir kahraman.

Birisi Endonezya'nın Yerdeniz'i ilham edip etmediğini merak etmiş, bu bana ilginç geldi çünkü ben orayı Antik Yunan'ı hayal ettiğim gibi canlandırmıştım, hem manzara hem de kültür açısından. Size ait bir şeyi insanların kafalarında nasıl canlandırdıklarını duymak garip olmalı, yoksa kitap yayımlandıktan sonra tüm bunların sizin olmaktan çıktığını mı hissediyorsunuz?

Şey, evet, kısmen sizin oluyorlar, kalanı ise okuyucunun.. Bu reddedilemez ve engellenemez. Peki bu benim kafamda onları değiştiriyor mu? Kesinlikle hayır. Sizinki Yunan, benimki değil, fark etmez. Bir çok Yerdeniz var, birçok takımada; söylediğim gibi, hepsi kafalarımızın içinde. Benim Yerdeniz'imin neye benzediğini görmek isterseniz Sicilya adalarına veya sisli bir sabah vakti California'nın kuzey sahillerindeki Trinidad adlı küçük koya gidebilirsiniz. Ama ben bu iki yeri Takımada'yı kafamda kurduktan çok sonra gördüm. “Ah! Evet! Burası tıpkı Batı Burnu'na benziyor” diyebilmek güzeldi.

Yerdeniz'de yaşayan halkları belli insan kültürlerini temel alarak mı oluşturdunuz?

Hayır. Yerdeniz bildiğimiz Endüstri Devrimi öncesi fantezi dünyalarından bir tanesi. Takımada'da yaşayanlar çiftçi/tüccar, köy/küçük şehir insanları, tıpkı 19. yüzyıl öncesinde yaşayan herkes gibi. (Ama büyüleri işe yarıyor, bu da onları biraz farklı kılıyor!) Çölde yaşayan Karg'lar ise daha savaşçı, daha dindar bir halk ve büyü yapmıyorlar.

Neden tüm büyücüleri erkek yapıp hepsinin de eline kocaman değnekler verdiniz? Meslektaşım Freud bunun arkasında yatan sebebi öğrenmek için can atardı.

Fahri bir erkek yerine bir kadın gibi yazmayı öğrenmek hakkında yukarıda söylediklerimi okuyabilirsiniz. Freud'a da benden bir puro gönderebilirsiniz.

Karanlığın Son Eli hakkındaki şimdiki fikirlerinizi merak ediyorum.

Üzerinden neredeyse otuz beş yıl geçti. Uzun süredir hoş, yakışıklı ve yetişkin bir kitap. Kendi hayatını kazanıyor, kendine ait bir duruşu var; annesinin onun için yapabileceği tek şey iyiliğini dilemek.

Yarattığınız dünyalar ve gezegenler arasında en çok sevdiğiniz hangisi? Ben özellikle beş bin yıldır hiç savaşmamış olan ve neredeyse tüm mimari ve teknolojisinin (mesela trenler) çok eski olduğu O'dan hoşlanıyorum. Dörtlü evlilikler de kulağa ilginç geliyor, tabii zor oldukları da kesin…

Güzel bir soru. Sürekli geri dönüp durduğuma göre herhalde en çok Yerdeniz'i seviyorum. Eskiden Orsinia'ya gitmekten çok keyif alırdım, ama şimdi oraya giden yolu bulamıyorum. Bu beni endişelendiriyor.
O'yu da seviyorum. Orada kendimi oldukça rahat hissettim. Dörtlü evlilikler ve her şey… Duygusal açıdan kendi hayatlarını zorlaştırıyorlar ama kontrolden çıkmış, üzerine düşünülmemiş karışık teknolojinin (otomobil, uçak, silahlar, elektronik haberleşme, genetik müdahale vs) bunu yapmasına izin vermiyorlar. Aynı zamanda nüfusu da kontrol altında tutuyorlar.
Bizim yaptığımız gibi, her şeyin önce bir ihtiyaç, sonra bir zorunluluk, en nihayetinde de tam bir çöplük haline gelmesine izin vermektense karışık teknolojiden istediğini alıp ihtiyacı olmayanı geri çevirebilecek cesarete ve karakter sağlamlığına sahip bir toplum hayal etmek hoşuma gidiyor.
Hep Yuvaya Dönmek'teki Na Vadi'si herhalde en çok yaşamak isteyeceğim yer, sanırım bunun sebebi çocukluğumun tüm yazlarında orada yaşamış olmam.

Ursula K. Le Guin:
“Yazdıklarımın çoğunun komik olduğunu sanıyorum”
Söyleşi: Steven Robert Allen, Çeviri: Bülent Doğan, , 8 Temmuz 2004

Ursula Le Guin herhangi bir kategoriye dahil edilmesi son derece güç bir yazar olsa da, bu durum insanları denemekten vazgeçirmedi. Genellikle bilimkurgu ya da fantastik kampına dahil edildi, fakat her iki kategori de yıllar boyunca yarattığı eserlerin oluşturduğu bütünün hakkını vermeye yetmedi, yetmiyor.
Evet, Mars'tan Venüs'e kadar hemen her çocuk onun artık bir klasik haline gelmiş olan Yerdeniz fantastik üçlemesini şu ya da bu zamanda okumuştur. Evet, Le Guin Karanlığın Sol Eli ve Mülksüzler gibi ciddi temalara sahip yaratıcı kitaplar yazarak bilim kurgu türünü düştüğü umutsuzluk çukurundan düzlüğe çıkardı. Ama Le Guin aynı zamanda çok beğenilen öykü, edebiyat eleştirisi, çocuk ve şiir kitapları da kaleme aldı; çok yetenekli ve titiz bir çevirmen olarak ün saldı (Tao Te Ching'in çevirisi için 40 yıl uğraştı örneğin).
Uçuştan Uçuşa (Changing planes) adlı kitabını geçtiğimiz yıl yayımlayan Le Guin'in, zamanında kadri bilinmemiş büyük Şili'li şair Gabriela Mistral'ın şiirlerinin çevirisi de yakın zamanda yayımlandı.

Edebi açıdan büyücülerle ilgilendiğiniz için sormak istiyorum: Harry Potter'ları okudunuz mu, okudunuzsa haklarında ne düşünüyorsunuz?
Birinci Harry Potter'ı okudum. Aşina olduğum iki biçimin hoş ve canlı bir karışımı gibi görünmüştü bana; bunlardan birincisi iğrenç/aptal/zalim ebeveynlere sahip yetenekli/sevgi uyandıran çocuk ikincisi de İngiliz yatılı okul hikâyeleri. Gerçi bu iki konunun eskiliği yüzünden kafam karışmıştı, çünkü kitap orijinal olduğu için övülüyordu. Sıradan insanların aşağı görüldüğünü, adeta insandan sayılmadığını, o harika büyücü halkın ise şiddet de içerdiği söylenebilecek yarışmalar için yeteneklerini kullandıklarını görmekten pek hoşlandığımı söyleyemem. Bu tema, özel güçleri olan özel bir gruba dahil olma yolundaki çocukluğa ait arzuya oynuyor, fakat ahlaki açıdan söyleyebileceğim en hafif şey, yaratıcı olmadığıdır.

Anne-babanız seçkin antropologlardı. Sizin yazmanız üzerindeki etkilerinden söz eder misiniz?
Babam antropologtu, annem yazardı. Okuma ve yazma, her ikisinden de büyük zevk alma konusunda bana çok iyi örnek oldular.
Ayrıca babam bana bir yazar olmak istiyorsam başka bir işten geçinmeye yeterli ücret kazanmamı ya da böyle bir ücret kazanan birisiyle evlenmemi öğütlemişti ki çok değerli bir öğüt, tüm genç yazarlara aynı şeyi yapmalarını salık veririm.

1929'da Berkeley'de doğdunuz. Berkeley'in radikal siyasi gelenekleri romanlarınızın temalarını seçmenizde etkili oldu mu? Eğer olduysa, nasıl?
1930 ve 40'larda Berkeley küçük bir üniversite kasabasıydı, herkes herkesi bilirdi, büyümek için çok güzel bir yerdi. Radikal olmaktan ziyade liberaldi diyebilirim. Hitler ve Mussolini'den kaçan pek çok sığınmacı oraya geldi (U.C. Berkeley'in hoş karşılama basiretini gösterdiği entelektüeller). Muhtemelen bazıları radikaldi, ama genelde antifaşisttiler. Hepsi de harika insanlardı. En sevdiğim çocukluk arkadaşım Alman-Yahudi bir sığınmacı ailenin en küçük oğluydu. Fakat sizin sözünü ettiğiniz radikal geleneğin oluştuğu 60'lardan çok önce ayrıldım oradan. Sonrasında Oregon'da, sessiz ve huzurlu bir şehir olarak bilinen Portland'da oturdum. Gerçi sık sık düzenlenen büyük protestolar yüzünden Baba Bush burayı "Küçük Beyrut" olarak adlandırmıştı ve Oğul Bush da ancak Darth Vader kıyafetleri içindeki korumalarla bu şehre girebiliyor.

Biraz da Gabriela Mistral'den söz edelim. Onunla ilgilenmeye nasıl başladınız? Mistral'in şiirlerini çevirirken beklenmedik sorunlarla karşılaştınız mı?
Arjantinli şair dostum Diana Bellessi bana Mistral'in şiirlerinin toplandığı ince bir kitap gönderdi. Okuyunca şiirlerine bayıldım.
Bir şairi çok beğeniyorsanız ve başka bir dilde yazmışsa, onu kendi dilinizde de okumak için çılgınca bir istek duyuyorsunuz ya da en azından ben duyuyorum. Bu yüzden hayatım boyunca çeviri yaptım.
İspanyolca'yı evde öğrendiğim düşünülürse, İspanyolca ile Gabriela'yı birlikte öğrendim denebilir. (Aslında düzyazı ile başladım. Angelica Gorodischer'in o muhteşem öykü kitabı Kalpa Imperial'i çevirdim.) İspanyolcayı epeyce okuyorum, ama konuşmayı becerebildiğim söylenemez.
Mistral kolay bir şair değil, kimi yerlerde Neruda'dan bile daha çetrefil olabiliyor. Bazen İngilizcede kesinlikle bir müzik yaratmayacağına kanaat getirdiğim şiirleri bıraktığım oluyordu. Ama bu yıllar boyu aşkla yapılacak bir iş ve bana büyük keyif verdi. Bu sayede Gabriela'yı onu tanımayanlara da ulaştırabileceğimi umuyorum.

Uçuştan Uçuşa nasıl karşılandı?
İnsanlar benim mizah duygusuna sahip olduğumu fark ettiği için özellikle memnun oldum. Yazdıklarımın çoğunun komik olduğunu sanıyorum ama birçok kişi, bilim kurgu gördükleri zaman onun kasvetli olacağını düşünüyorlar ve siz ne yaparsanız yapın büyük bir ciddiyetle okuyorlar.

Öykü yazmanın roman ya da şiir yazmaktan farkı nedir sizce?
Birincisi: Öykülerin yazması da okuması da şiirden (çoğu şiirden) uzun sürer ve romandan kısa sürer. Bunu boşuna söylemiyorum. Eserin gücü ve yapısı açısından büyüklüğü çok önemli ve bir eserin yazarın hayatının ne kadarını işgal ettiği de onun yazarlığı açısından değer taşıyor.
İkincisi: Genellikle öyküleri ve romanları baştan sona bir kerede yazarım ve sonra dönüp gerektiği kadar düzeltirim veya yeniden yazarım. Şiirler çok kısa bir zaman içinde yazılabilir, fakat onlar üzerindeki çalışma "her seferinde birazcık, bir kelime, bir mısra"yıllar sürebilir. Bu yüzden şiirler başka yükümlülüklerle dolu hayatımıza nispeten iyi uyum sağlarlar.
Düzyazı için zaman ayırmak ise daha zordur. Çok daha uzun bir kesintisiz zaman dilimine ihtiyaç vardır. Örneğin bir öykü için en az üç dört gün gerekir. Roman aylar ya da yıllar alır, bu yüzden o uzunlukta bir iş için düzenli olarak boş zamana ihtiyacınız olur. Mesela çocuklar küçükken geceleri yazardım. Kocam da o saatleri işte geçirerek bana yardımcı oluyordu ve günde birkaç saatimi kitabımın dünyasında yaşamaya ayırabiliyordum.
Bir yazar olarak en güçlü ve en zayıf yönlerinizin neler olduğunu düşünüyorsunuz?
İmla konusunda bilgisayarımdaki imla kontrolü programından daha iyiyim; dilbilgisi, sözdizimi ve yazdığım cümlelerin sesi konusunda da çok az kuşkularım var. Tasvir etme konusunda iyiyim. Olaylar dizisi yaratmak konusunda çok iyi olduğum söylenemez, olaylar genellikle hikâyenin yazımı sırasında beliriyor ve "sürekli aksiyon" yaratmak beni çok sıkıyor, bu yüzden hiç o şekilde yazmıyorum. Bunun ötesini de okuyucularımın yargısına bırakıyorum.

Geçmişe baktığınızda en iyi kitaplarınızın hangileri olduğunu düşünüyorsunuz? Ya da en kötü kitaplarınız hangileriydi?
En iyi kitap daima bir sonrakidir.
En kötüsü de tam ortasında olduğunuz kitaptır. Kitabın ortasına geldiğinizde şöyle düşünürsünüz: "İmdat! İmdat! Bunun içinden nasıl çıkacağım? Ne yapıyorum? Ne yapmayı planlamıştım?" Ama bir süre sonra işler yine yoluna girer.

Hangi yönünüzle hatırlanacaksınız? Hangi yönünüzle hatırlanmak isterdiniz?
Yazdıklarımla... İnsan okur.org.

“Farklı güneşlerin ışıkları farklıdır, ama tek bir karanlık vardır.”

“Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen, hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, yaşamlar… Ama yakından bakıldığında bir dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur. Günden güne yaşam daha da zorlaşır, yorulursun, ritmi kaçırırsın. Uzaklığı ararsın -ara vermeyi. Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan geçiyor.”

Mülksüzler / Ursula K. Le Guin

“Bizi bir araya getiren şey, acı çekmemizdir. Sevgi değil. Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dönüşür. Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerde kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz, çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir.”
— Ursula K. Le Guin - Mülksüzler

Acı var.
Gerçek.
Ona yanlış anlama diyebilirim ama varolmadığını veya herhangi bir zamanda yok olacağını varsayamam.
Acı çekme yaşamımızın koşulu.
Başına geldiği zaman farkediyorsun, onun gerçek olduğunu anlıyorsun.
Tabii ki tıpkı toplumsal organizmanın yaptığı gibi, hastalıkları iyileştirmek, açlık ve adaletsizliği önlemek doğru bir şey.
Ama hiçbir toplum varolmanın doğasını değiştiremez.
Acı çekmeyi önleyemeyiz.
Şu acıyı, bu acıyı dindirebiliriz ama acıyı dindiremeyiz.
Bir toplum ancak toplumsal acıyı -gereksiz acıyı- dindirebilir.
Gerisi kalır. Kök, gerçek olan. Buradaki herkes acıyı öğrenecek.
Eğer elli yıl yaşarsak, elli yıldır acıyı biliyor olacağız.
En sonunda da öleceğiz, bu doğamızın koşulu.
Herhangi bir mutluluk çok basit gibi geliyor.
Yine de her şeyin, bu mutluluk arayışının, bu acı korkusunun tümüyle bir yanlış anlama olup olmadığını merak ediyorum.
Ondan korkmak veya kaçmak yerine onun içinden geçilebilse, aşılabilse.
Arkasında bir şey var.
Acı çeken şey benlik; benliğin ise yok olduğu bir yer var. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.
Ama gerçekliğin, rahatlık ve mutlulukta görmediğim, acıda gördüğüm gerçeğin, acının gerçekliğinin acı olmadığına inanıyorum.
Eğer içinden geçebilirsen, eğer sonuna kadar ona dayanabilirsen.
Yüz kişiden biri, bin kişiden biri sonuna kadar gidiyor.
Ta en sonuna kadar.
Geri kalanlar ya mutluluk taklidi yapıyor, ya duyarsızlaşıyor.
Acı çekiyoruz, ama yeterince değil.
Bu yüzden de boş yere acı çekiyoruz.
#Ursula K. Le Guin #mülksüzler
urrasandanarresbyashmael.jpg


alaska698crc1.jpg

ZAMANGEZGİNİ
BAYHUN ÖNTÜRK
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

gurcansarı

Çeviri & Balonlama
10 Tem 2010
587
3,700
istanbul
1998 de okudum yerdeniz serisini ve o zamandan beri ursula yı fantastik yazarı değil daha çok siyasal, sosyal saptamalar ve önermeler yapan bir yazar olarak değerlendirmiştim.
bu kadar kapsamlı bir tanıtım ve bilgilendirme umarım bir kaç arkadaşımıza da bu yazarın kitaplarını okuma isteği verir.
ellerine sağlık muhteşem olmuş.
tekrar görüşüp konuşma dileğiyle hocam.
 

direnc11

Yönetici
11 May 2009
10,090
36,767
İstanbul
Bu kitap muhakkak okunması gereken kitaplardan bir tanesidir bana göre. Kitabı edinip, elinize alarak okumanızı özellikle tavsiye ediyorum.

Sevgili üstadıma hatırlatma ve değerli tanıtımı için çok teşekkür ediyorum.
 

cngz1

Aktif Üye
3 Ara 2011
388
9,653
İstanbul
Bu kitap muhakkak okunması gereken kitaplardan bir tanesidir bana göre. Kitabı edinip, elinize alarak okumanızı özellikle tavsiye ediyorum.

Sevgili üstadıma hatırlatma ve değerli tanıtımı için çok teşekkür ediyorum.

Değerli dostum kitabı elimize alıp okumamızı tavsiye etti. Bende buna uyacağım. Alıp okuyacağım. Paylaşım için teşekkürler Zamangezgini
 
Üst