Carsten Jensen - Biz Boğulanlar

Otacı

Süper Üye
5 Tem 2016
808
12,365
Carsten Jensen - Biz Boğulanlar
fXIGbk.jpg

Avrupa ve Amerika'da 1.000.000 Okura Ulaşan Destansı Masal!


"Bir palavracının uydurduğu bir masal, bir neslin destanına dönüşüyor. Melville'in ve Steinbeck'in bayılacağı, okumaya doymayacağı, bir kasabanın moderniteyle mücadelesinin hikâyesi."
-Washington Post-

"Biz Boğulanlar, daracık kanallardan geniş okyanuslara doğru açılan, zaferler ve mağlubiyetlerle paramparça olan mücadeleler halkasında dünya edebiyat tarihine meydan okuyan bir yapıt. Geniş omurgalı yelkenlisiyle usul usul Tolstoy'a yaklaşıyor!"
-New Republic-

"Bir anıt bu! Bir türkü bir destana dönüşürken tarihle şakalaşıyor, bize göz kırparken ona çimdik atmayı başarıyor!"
-Wall Street Journal-

Son zamanların en önemli Avrupalı yazarlarından Carsten Jensen'den baş döndürücü bir drama, bir destan. Biz Boğulanlar; ironik, çarpıcı, sürükleyici ve zekice. On dokuzuncu yüzyılın ortalarından İkinci Dünya Savaşı'na doğru yelkenlerini açan bu roman, Deniz'in hikâyelerini okura aktarırken oldukça renkli yazınsal teknikler kullanıyor. Kara'nın bahtsız kaderini, onun endüstriyelleşmesini, savaşlarını, acımasızlığını şiirsel bir düşe dönüştürüyor, bize hiç de yalan söylemeden yaşamımızın koca bir düş olduğunu hatırlatıyor. Her şey bittiğinde okuru şu soruyla başbaşa bırakıyor, Jensen: "Sahi, yaşanan her şey bir düş değil mi?"

Biz Boğulanlar

Jensen'in kaynakçasında Melville, Stevenson, Conrad ve Homeros gibi yazarların kitapları var, ben bir iki tane daha eklemek isterim. Direkt ilham vermemiş olabilir ama kesinlikle Marquez var, bir şehrin geçirdiği değişimin biraz daha az büyüsüzünü Marstal'da görmek mümkün. Marquez'in şehrinin kuruluşunu ve trenle tanışmasını hatırlayın. Marstal, Danimarka'nın sayısız adalarından birinde yer alan yalnız bir liman şehri, 1848-1945 arasındaki gelişimini izleyeceğiz.

Pal Sokağı'nın şirin çocukları bu kitapta da var, tek fark sokaklarının denizlerden ibaret olması. Moby Dick'ten elbette fazlaca yararlanılmış ama Melville'in Efsunlu Adalar adlı, bol parçalı uzun öyküsü zannediyorum ki metnin biçim olarak da karşılığıdır. Conrad'ın karakterlerindeki iktidar hırsı, bilinmeyen dünyayla kurulan iletişim ve bu iletişimin yarattığı değişim olduğu gibi kullanılıyor. Jensen, memleketinin hikâyesini, tarihini başka metinlerin yardımıyla tekrar kurguluyor.

Kabaca üç neslin anlatıldığını söyleyebiliriz, ilk iki nesil baba-oğuldan müteşekkil ama üçüncüsü, fikrimce aralarındaki en şanssız nesil, oğlun manevi evladı ve arkadaşları. Kronolojik anlatıda ilk bölümler daha eski hikâyeleri içerdiği için gerçeğin yorumlanmasına daha açık, zaten daha ilk cümleden bir adamın havaya uçup ayaklarının üzerine konduğunu öğreniriz. Adama peygamber muamelesi yaparlar, neler neler. Mevzunun ilerlemesiyle gerçeğe yaklaşırız, şiirsel anlatı kendini ara ara sezdirse de yerini daha gerçekçi bir ifadeye bırakır.

Şehrin endüstrileşmesiyle ilgili bir hadiseye bağlıyorum, makineleşme ve insanın yanlış tercihleri, doğanın müziğinin duyulmasını engelliyor. Sürgün Gezegeni'nde ve Cthulhu Mitosu Öyküleri'nden birinde geçer; doğa, yaratmadığı öğelere karşı düşmanlık besler ve onların yaşamalarına müsaade etmez. Öldürülen şiirin sesi, şehrin zenginliğini ifade eden gemilerin yavaş yavaş ortadan kaybolmasıyla, denizde kaybolan veya savaşta ölen insanların acısıyla dinmeye yüz tutar.

Özellikle büyük savaşların zamanında karakterlerin çıldırmaya yüz tuttukları bölümler nefes kesici ölçüde gerçekçidir. Makineleşme sonucu karakterlerin her biri dişli haline gelir, birbirine geçen parçalar yavaş yavaş kırılmaya başlar ve metnin sonunda hepsi çöker.

Roman dört bölümden oluşuyor, sonlara doğru geçmişin imgesel anlatısının yerini gerçeğin mutlak görüntüsü alıyor. Çok farklı meseleler var, roman adeta tipik bir Opeth şarkısı; tek şarkının içerdiği riff'lerden bir albümlük malzeme çıkartılabilir, bu romandan da beş roman çıkarmış aslında. Öykü benzeri bölümlerle bağlanan bir anlatıyı tercih etmiş Jensen. Rengarenk bir destan. 800 sayfalık epik, gösterişli bir serüven.

Anlatıcı mevzusu da ilginç, zaman zaman hikâyesini kendi anlatan karakterlerin sesini duyarız ama çoğunlukla birinci çoğul şahsın kullanıldığı bir anlatı vardır. Boğulanlar mı konuşur, şehir mi konuşur bilmem ama ben anlatıcının şehrin ruhu olduğunu düşünmekten keyif alıyorum.

Bunu gerçekten okumanız lazım.

Yandeks
Pdfcs 5,3MB:
Epub 1,3MB:

Mediafire
Pdfcs 5,3MB:
Epub 1,3MB:
 

eankara

Onursal Üye
24 May 2010
995
5,901
Güzel sunumunuz , romanı okumaya yönlendirdi beni Sn. @Otacı . Sunumunuz içeriğinde Pal Sokağı Çocukları ve de Moby Dick gibi efsane romanlardan bahsetmeniz, bu ilginçliği daha da artırdı. Üstüne bir de Opeth grubunu okuyunca kitabı indirdim !! Romanı, beğeneceğimi sanıyorum , beğenirsem arşivime sunumunuzu da ilave edip, yazarın diğer romanlarını araştırmayı planladım. Ayrıca, romanın çok zengin kaynakçası da dikkat çekmeyecek gibi değil.

Teşekkürler, @Otacı
 

dedo11

Onursal Üye
8 Nis 2013
1,875
5,110

Sayın Otacı ;

İnsan mesleğinin araçları ile dünyayı algılamaya alışır. Yaşamı çok sık kullandığı araç veya aletle dünyayı algıladığını dikkat ederseniz görürsünüz. Sürekli çivi çakan biri olmayacak şeyleri "çivi" veya "çekiç" ile açıklamaya çalıştığını görebilirsiniz. Bu güne dek dikkat etmediyseniz bundan sonra lütfen dikkat ediniz... Şaşıracaksınız. Bu eğitimli kişiler arasında da bunun geçerli olduğunu göreceksiniz. Bir elektrik mühendisi kendi terimleri ile her konuya yaklaşma alışkanlığı içindedir , inşaat mühendisi kendi mesleğini dünyayı algılamaya yatkındır , makina mühendisi her şeyi makine gibi görmeye yatkındır , bir kimyacı size yabancı ama onun mesleğinin terimleri ile dünyaya bakar .
Marx : "Bir kulübedeki insanla bir saraydaki insan aynı şeyleri düşünmez.. Aynı şekilde düşünmez..." der...
[ Şu Marx'a bak hele neler söylüyor Saray diyor, kulübe diyor, bunların ayrı şekilde düşündüğünü söylüyor ... Günümüzde söylese birileri "Atın içeri" demez miydi? ]
Bunları neden söylüyorum ? Lütfen aşağdaki alıntıyı okuyunuz :


"Isaksen pusulaya bakmış, rotayı çizmişti. Ve hayatın yollarında, hem de en zorlu durumlarda, ne mükemmel dümen tuttuğumuzu fevkalede etkileyici kelimelerle ifade etmişti. Yalnız
dümencilik sanatının önemli bir özelliğini es geçmişti. Dümencinin gözleri yalnız pusulada değildir, yelkenlerdedir ve bulutlardadır ve rüzgarın yönündedir, akıntının ve denizin rengindedir, aniden karşısına çıkabilecek çatlayan bir dalgadadır, zira ilerideki bir resifin habercisi olabilir. Bir buharlı gemide böyle olmayabilir. Fakat bir yelkenlide böyledir, dolayısıyla bir yelkenliyle yolculuk, hayat yolculuğuna daha yakındır : Nereye gideceğini bilmek yetmez, zira hayat yolu, tıpkı bir yelkenlinin rotası gibi, neredeyse yalnızca tali yollardan ibarettir ve bu yollarda etraf ya birden süt liman olur ya da birden fırtınalar patlar."

Bu satırlar romanın 503. Sayfasından...

Bu tümceler yazılıp duvara asılacak kadar güzel , benim için....


Yine çok güzel bir eser sunuyorsun , yine bu eseri okumamıza neden olacak güzelim bilgileri sunuyorsun!!!!!!


Var ol, sağ ol, sağlıklı ol !!!!!! Dostlukla kal....









 
Üst