ROBERT E. HOWARD/ÖYKÜ/ SİYAH KENAN DİYARI... Bölüm 2

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Siyah Kenan Diyarı öyküsü ikinci bölümü... Bu öykü Gizemli Güneybatı Öyküleri kategorisinde yer alıyor. Çevirdikçe paylaşıyorum. Yani gerisini hala bilmiyoruz... İlk bölüm için bakınız:

http://www.cizgidiyari.com/forum/hu...-siyah-kenan-diyari-bolum-1-a.html#post651191

Ve kaldığımız yerden devam...

2. TULAROOSA’DAKİ YABANCI
Çeyrek kan melez kızı bana ilk gösteren acayip parıltı kaybolmuştu. O kafa karışıklığı arasında onu unutmuştum. Fakat el yordamıyla yola dönerken, kaynağı konusunda nafile tahminle zaman harcamadım. Gizem çamlıklardan gelmişti, ağaçların arasında uçan ruhani ışık da onun bir parçasıydı.
Atım hırladı ve yularına asıldı, ağır, nemli havada asılı duran kan kokusundan korkmuştu. Toynaklar yoldan aşağı takırdadı, artan ışıkta bedenler cisimleşti. Sesler kimlik sordu.
“Kim o? Çık da seni vurmadan önce adını söyle!”
“Dur Esau!” Seslendim. “Benim–Kirby Buckner!”
“Kirby Buckner, gökgürültüsü adına!” diye bağırdı Esau Bride tabancasını indirerek. Öbür süvarilerin uzun, sağlam bedenleri arkasında belirdi.
“Bir silah sesi işittik,” dedi Mc Bride. “Bir haftadır her gece –Ridge Jackson’u öldürdüklerinden beri– yaptığımız gibi, Grimesville etrafındaki yollarda devriye geziyorduk.”
“Ridge Jackson’u kim öldürdü?”
“Bataklık zencileri. Tüm bildiğimiz bu. Ridge, bir sabah erkenden ormandan çıktı ve Komutan Sorley’in kapısını çaldı. Komutan benzinin kül rengi olduğunu söylüyor. Komutana Tanrı aşkına onu içeri almasını, ona anlatacak korkunç bir şeyleri olduğunu bağırmış. Neyse, Kaptan kapıyı açmaya davranmış ama o merdivenlerden inemeden önce dışarıdaki köpekler arasında müthiş bir dalaş işitmiş ve Ridge zannettiği bir adam feryat etmiş. Kapıya vardığında, darbe almış kafasıyla avluda yatan ölü bir köpek dışında hiçbir şey bulamamış, diğer köpekler de çıldırmış haldeymiş. Ridge’yi daha sonra evden birkaç yüz metre ötede çamların arasında bulmuşlar. Yolun ve çalıların yarılma biçimine bakılırsa, dört beş adam tarafından oraya kadar sürüklenmiş olsa gerek. Belki onu çekmekten yorulmuşlardı. Her halükarda başına vurup pelteye çevirmişler ve orada yatar halde bırakmışlar.”
“Lanet olsun bana!” mırıldandım. “Neyse, biraz geride çalıların içinde yatan bir çift zenci var. Onları tanıyor musunuz görmek isterim. Ben tanımıyorum.”
Bir dakika sonra şu an söken şafak içinde ağaran ufak açıklıkta duruyorduk. Siyah bir beden keçeleşmiş çam iğnelerinin üstünde, başı bir kan ve beyin havuzu içinde seriliydi. Ufak açıklığın öbür tarafında yerde ve çalıların üstünde büyük kan lekeleri vardı ama yaralı siyahi kaybolmuştu.
McBride ayağıyla leşi çevirdi.
“Saul Stark’la gelen zencilerden biri,” diye mırıldandı.
“O da kim oluyor?” diye sordum.
“Sen nehrin aşağısına gittikten sonra taşınan tuhaf zenci. Güney Carolina’dan geldiğini söylüyor. Neck’teki eski kulübede yaşıyor… Bilirsin, hani Albay Reynolds’un zencilerinin yaşamlarını sürdürdüğü salaş yer.
“Esau,” dedim, “Benimle Grimesville’ye at sürmeye ve giderken bu işi anlatmaya ne dersin. Geri kalanınız etrafta devriye gezip, çalıların içinde yaralı bir zenci bulabilir mi bakabilir.”
“Çok gecikmeden ortaya çıkmanı bekliyordum,” diye beyan etti McBride, ikimiz ağaran yolda at sürerken. “Genelde Kenan Diyarı’nda olup bitenleden geri kalmamayı başarırsın.”
“Ne oluyor?” Sorguladım. “Ben hiçbir şey bilmiyorum. Bana orada sıkıntı olduğu haberini ihtiyar bir siyah kadın New Orleans’ta ulaştırdı. Haliyle elden geldiğince hızla eve döndüm. Üç yabancı zenci yolumu kesti–” Acayip şekilde kadından söz etmeye meyilli değildim. “Şimdi de bana birilerinin Ridge Jackson’u öldürdüğünü söylüyorsun. Tüm bunlar ne demek oluyor?”
“Bataklık zencileri Ridge’i ağzını kapamak için öldürdü,” diye ilan etti McBride. “Tek izah tarzı bu. Komutan Sorley’in kapısını çaldıklarında hemen arkasında olmalılar. Ridge yaşamının çoğunda Komutan Sorley için çalıştı; yaşlı adamı çok fazla düşünüyordu. Bataklıkta bir tür iblislik mayalanmaktaydı, Ridge de Komutanı uyarmak istedi. Tek izah tarzı bu.”
“Neye dair uyaracaktı onu?”
“Bilmiyoruz,” diye itiraf etti McBride. “Hepimizin gergin olmasının nedeni bu. Bir ayaklanma olsa gerek.”
O kelime herhangi bir Kenan Diyarı sakininin yüreğine soğuk bir korku salmaya yeterliydi. Siyahlar 1845’te ayaklanmıştı; ne o isyanın kızıl dehşeti unutulmuştu, ne de ondan önceki, kölelerin ayaklandığı ve Tularoosa’dan Kara Nehir sahillerine dek ateş ve katliam yaydığı üç daha küçük isyan. Siyah ayaklanmasının korkusu, o unutulmuş, geri kalmış ülkenin derinliklerinde pusudaydı hep. Daha çocukken beşiklerinde emiyorlardı onu.
“Sana bir ayaklanma olabileceğini düşündüren nedir?” diye sordum.
“Zencilerin hepsi tek bir şey için tarlaları terk etti. Goshen’de hepsinin işleri var. Bir haftadır Grimesville’de tek zenci görmedim. Kasaba zencileri ayrıldılar.
“Kenan Diyarı’nda hala iç savaş günlerinde doğan bir imtiyazı barındırıyoruz. ‘Kasaba Zencileri’ eski günlerin ev hizmetkarlarının torunları ve çoğu Grimesville içinde veya yakınında yaşıyor. Dere boyunda, bataklık kıyısında veya Tularoosa’daki Goshen zenci köyünde yaşayan ‘Bataklık Zencileri’ne nazaran fazla sayıda değiller. Bunlar evvel zamanın tarla ırgatlarının torunları ve ev uşaklarının doğasını arıtan münbit uygarlıktan nasiplerini almamışlar. Afrikalı ataları kadar ilkel halde duruyorlar.”
“Kasaba zencileri nereye gittiler?” diye sordum.
“Kimse bilmiyor. Bir hafta önce ayrıldılar. Muhtemelen Kara Nehrin aşağısında gizleniyorlar. Eğer razı edersek geri döneceklerdir. Eğer edemezsek Sharpsville’ye sığınacaklar.”
Sanki ayaklanmanın gerçekliği ispatlanmış bir olguymuş gibi, doğallığını bir parça korkunç buldum.
“Eee, ne yaptınız?” diye sordum.
“Yapabileceğimiz çok fazla şey yok,” diye itiraf etti. “Zenciler Ridge Jackson’u öldürmek haricinde açıktan bir hareket yapmadı biz de onu kimin yaptığını veya niye yaptıklarını kanıtlayamadık.
“Hırsızlık haricinde hiçbir şey yapmadılar. Fakat güçlü şüpheler bunlar. Bunun arkasında Saul Stark’ın olduğunu düşünmekten kendimizi alamıyoruz.”
“Kim ki bu adam?” diye sordum.
“Bildiğim her şeyi sana zaten anlattım. Neck’teki o eski, terk edilmiş kulübeye yerleşme izni aldı; bir zencinin konuştuğunu işitmekten hoşlanacağımdan daha iyi İngilizce konuşan muazzam iri bir zenci iblis. Fakat yeterince hürmetkar. Onunla üç-dört Güney Carolina zencisi ve kızı mı, kızkardeşi mi, karısı mı ya da neyi olduğunu bilmediğimiz esmer tenli bir kız da vardı. Bir sefer haricinde Grimesville’de bulunmamış ve o Kenan Diyarına geldikten birkaç hafta sonra da zenciler acayip hareket etmeye başladı. Gençlerden bazıları Goshen’e gitmeyi ve bir gösteri yapmak istedi ama umutsuz bir riske girmek olurdu bu.”
Büyükbabalarımız tarafından bize anlatılan Grimesville’den bir cezalandırma seferinin evvelce nasıl pusuya düşürüldüğü ve o vakitler kaçak köleler için bir buluşma yeri olan Goshen’i maskeleyen yoğun çalılıklar arasında boğazlandığını, dahası başka bir kızıl elli grubun bu pervasız istila tarafından savunmasız bırakılan Grimesville’i yakıp yıktığına dair korkunç öyküyü düşündüğünü biliyordum.
“Saul Stark’ı yakalamak, tüm adamları kullanmayı gerektirebilir,” dedi Bride. “Biz de kasabayı savunmasız bırakmayı göze alamıyoruz. Fakat yakında mecbur kalacağız – selam, o da ne?”
Ağaçlardan çıkmış, Kenan Diyarı’ndaki beyaz nüfusun ortak merkezi olan Grimesville köyüne girmek üzereydik. Gösterişli değildi. Düzgün, beyaz badanalı kütük kulübeler hayli boldu. Ufak kır evleri, o taşra demokrasisinin kaba aristokratlarını barındıran büyük eski moda evlerin etrafında kümeleniyordu. Tüm ‘Ziraatçı’ aileleri ‘Kasaba’da yaşıyordu. Memleket, onların kiracıları, beyaz veya siyah olsun, ufak, bağımsız çiftçiler tarafından mesken tutuluyordu.
Ufak bir kulübe, yolun derin ormandan dolana dolana çıktığı noktada duruyordu. İçinden tehditkâr tonda sesler geliyordu ve uzun, sırık gibi bir adam elinde tüfeğiyle kapıda duruyordu.
“Nasılsın Esau!” bu adam bizi selamladı. “Vay canına, bu Kirby Buckner! Seni gördüğüme sevindim Kirby.”
“Neler oluyor Dick?” diye sordu McBride.
“Bir veledi zina zenciyi yakaladık, onu konuşturmaya çalışıyorduk. Bill Reynold onu gündüz vakti kasabanın etrafında dolanırken görmüş ve enselemiş.”
“Kim ki o?” diye sordum.
“Tope Sorley. John Villoughby bir kamçı almaya gitti.”
Koyu bir küfürle atımdan atladım ve peşimde McBride ile içeri yürüdüm. Çizmeler ve silah kemerleri giymiş yarım düzine adam eski kırık bir bankta sinen hazin bir figürün etrafında toplanmıştı. Tope Sorley (ecdadı kölelik günlerinde sahipleri olan ailenin ismini almıştı) acınası bir görüntüydü o anda. Derisi kül rengiydi, dişleri kasılmalarla takırdıyordu ve gözleri başının içine geri devrilmeye çalışıyor gibiydi.
“İşte Kirby!” diye bağırdı adamlardan biri, ben grubun arasından ite kaka ilerlerken. “Kalıbımı basarım bu zenciyi konuşturacaktır!”
“İşte kamçıyla John da geliyor!” biri bağırdı ve Tope Sorley’in titreyen bedeninden bir ürperti geçti.
“Tope,” dedim, “Yıllarca babamın çiftliklerinden birinde çalıştın. Bir Buckner sana adaletli olmak haricinde herhangi bir şekilde davrandı mı?”
“Yok, beyim,” alçak sesle geldi cevap.
“Öyleyse niye korkuyorsun? Neden konuşmuyorsun? Bataklıklarda bir şeyler dönüyor. Biliyorsun, biz de kasabadaki tüm zencilerin kaçtığını, Ridge Jackson’un niye öldürüldüğünü, bataklık zencilerinin niye böyle esrarengiz şekilde hareket ettiğini anlatmanı istiyoruz.”
“O kahrolasıca Saul Stark’ın Tularoosa üzerine ne tür bir halt hazırladığını da!” diye bağırdı adamlardan biri.
Tope, Stark’tan bahsedilmesi üzerine kendi içine büzülür gibi oldu.
“Yapamam,” ürperdi. Beni bataklığa atar!”
“Kim?” diye sordum. “Stark mı? Stark bir cinci mi?”
Tope kafasını ellerine gömdü ve cevap vermedi. Elimi omzuna koydum.
“Tope,” dedim. “Konuşursan seni koruyacağımızı bilirsin. Konuşmazsan, Stark’ın bu adamların davranacağından daha kaba davranabileceğini zannetmem. Şimdi çıkar baklayı–nedir tüm bunlar?”
Umutsuz gözlerini kaldırdı.
“Siz-hepiniz burada kalmama izin verecek,” ürperdi. “Ve beni koruyacak, problem bittiğinde de uzaklara gitmek için bana para verecek.”
“Bunların hepsini yapacağız,” Hemen kabul ettim. “New Orleans veya her nereye istiyorsan oraya gitmek için ayrılmaya hazır olana dek bu kulübede kalabilirsin.”
Tope teslim oldu, çöktü ve kelimeler solgun dudaklarından döküldü.
“Saul Stark bir cinci. Buraya memleketin çok uzağında olması yüzünden geldi. Kenan Diyarı’ndaki tüm beyaz ahaliyi öldürmeyi amaçlıyor–”
Gruptan bir hırıltı yükseldi, tehlikeyi koklayan kurt süresinin gırtlağından kendiliğinden yükselene benzer bir hırıltıydı bu.
“Kendisini Kenan Diyarı’nın kralı yapmak istiyor. Beni Mistah Kirby geçti mi bakmak üzere casusluğa yolladı. Mistah Kirby’in Kenan Diyarı’na dönmekte olduğunu bildiğinden, adamları yolda önüne çıkmaya yolladı. Zenciler haftalardır Tularoosa üzerine voodoo yapıyor. Ridge Jackson Komutan Sorley’e anlatacaktı; bu yüzden Stark’ın zencileri onu yere yıkıp onu öldürdüler. Bu Stark’ın çıldırmasına yol açtı. Ridge’yi öldürmek istemiyordu; onu Tunk Bixby ve diğerleriyle bataklığa atmak istiyordu.”
“Sen neden söz ediyorsun?” diye sordum.
Epey uzakta, bir kuşun çığlığı gibi tuhaf, tiz bir çığlık yükseldi. Fakat böyle bir kuş daha önce hiç şakımamıştı Kenan Diyarında. Tope sanki cevap gibi bağırdı ve kendi içine büzüldü. Gerçek bir korku felci içinde ranzanın üstüne yığıldı.
“Bir sinyaldi bu!” diye bağırdım. “Birazınız oraya gidin.”
Yarım düzine adam teklifimi yerine ketirmeye koşturdu, ben de Tope’nin ifşaatlarını yenilemesini sağlama görevine döndüm. Yararsızdı bu. Bir tür korkunç korku dudaklarını mühürlemişti. Vurulmuş bir hayvan gibi ürpererek yatıyor, sorularımızı işitir gibi bile görünmüyordu. Kimse kamçıyı kullanmayı teklif etmedi. Zencinin dehşetten felç olduğunu herkes görebiliyordu.
Az sonra araştırmacılar boş ellerle döndü. Kimseyi görmemişlerdi, kalın çam iğnelerinden kilim bile hiç ayak izi göstermiyordu. Adamlar beklentiyle baktı bana. Albay Buckner’in oğlu olarak liderlik benden bekleniyordu.
“Ya şimdi Kirby?” diye sordu McBride. “Breckinridge ve diğerleri daha yeni geldiler. Senin doğradığın şu zenciyi bulamamışlar.”
“Bir tabancayla vurduğum başka bir zenci vardı,” Dedim. “Belki o dönmüş ve ona yardım etmiş olabilir.” Yine de kendimi esmer kızdan bahsetmeye ikna edememiştim. “Tope’yi yalnız bırakın, belki bir süre sonra korkusuyla baş edebilir. Her zaman kulübede bir nöbetçi bırakmak iyi olacak. Bataklık zencileri Ridge Jackson gibi onu da ele geçirmeye çalışabilir. Kasaba etrafındaki yolları gözlesek daha iyi, Esau; bazıları ormanlarda gizleniyor olabilir.”
“Yapacağım. Şimdi eve dönmek ve yakınlarını görmek istersin diye düşünüyorum.”
“Evet. Ve bu oyuncakları da bir çift 44’lük ile değiştirmek istiyorum. Sonra atımı sürecek ve taşra halkına Grimesville’ye girmelerini söyleyeceğim. Eğer bu bir ayaklanma ise ne zaman başlayacağını bilmiyoruz.”
“Yalnız başına gitmeyeceksin!” diye itiraz etti McBride.
“Benim için her şey yolunda,” diye cevapladım sabırsızca. “Tüm bunlar hiçbir şey ifade etmeyebilir ama en iyisi güvenli tarafta kalmak. Taşra halkının peşinden gitmemin nedeni bu. Hayır, kimsenin benimle gitmesini istemiyorum. Zenciler kasabaya saldıracak kadar çıldırdıysa, sahip olduğunuz her adama ihtiyacınız olacak. Fakat eğer ben bataklık zencilerinden bazılarını tutup, onlarla konuşabilirsem, herhangi bir saldırı olacağını sanmıyorum.”
“Onlardan eser bulamayacaksın,” diye tahmin etti Mc. Bride.
 
Üst