Franz Kafka'nın bürokratik totalitarizm karşısında bireyin çaresizliğini anlattığı öykü çizgiromana uyarlandı. Türkiye'de NTV yayınları tarafından çizgili haliyle yayınlanan bu eseri okuyanlar, Çizgi romanın ana akım olarak edebiyat ve görsel sanatların ortak paydasını oluşturduğu izlenimine kapılmıştır mutlaka.
Gerçekten de çizgilerle anlatılan ünlü roman, orijinal halinde olduğu gibi insanı bunaltan, totaliter bürokratik çarklar karşısında çaresiz kalmış modern insanın dramını aynı etkiyle, kimi bakımdan fazlasını da katarak anlaşılabilir şekilde anlatıyor. Ne için yargılandığını, kendisini kimin yargıladığını, savunma için nasıl olanaklar bulabileceğini bilmeden, bir taş ocağında, 31 yaşına bastığı gün iki kamu görevlisi tarafından kafasından vurularak öldürülen Joseph K ile duygusal bir akrabalık kurmadan duramazsınız.
Dava'nın çizgi romanının görsel başarısı, çizgiromanda taytlı kahramanlar devrinin yerini başka bir şeye bırakmaya başladığının göstergesi gibi adeta. Belki bunu edebiyatta yeni bir alan açıldığı, görsel sanatların üç boyutuna dördüncü bir boyut eklendiği gibi yorumlamak da mümkün olabilir.
Ne kadar tayt giyiyor olsalar da çizgiroman kahramanlarının, gündelik yaşamla daha da iç içe girdiği bir dönemin eşiğindeyiz. Süpermen evlendi, Peter Parker evlendi. Peter Parker'in Spider Man kostümü içinde çocuk yapmak isteyen Mary Jane ile sıkıntılarını başka bir kostümlü kahramana aktardığı anıtsal bölümü okuyanlar, çocuğun mutant mı, yoksa normal bir insan mı olacağını bilmemenin yarattığı insanca kaygıları ne güzel anlatır.
Bu forumu paylaşanlar bu satırların yazarının Conan ve Robert E. Howard konusuna yakınlığını biliyordur herhalde. Çizgi romanın bu en bıçkın kahramanı, Kara Yabancı öyküsünün sonunda, "uygar dünyada insanların bir tahıl silosuna yaslanmış veya yiyecek satan bir dükkanın kapısında açlıktan ölebileceğini" anlatırken, aslında bir modernizm eleştirisi yapmaktadır. Cimmerialı Fil Kulesi'nde, işkence görmüş bir ucubenin karşısında, insanlığın tüm kabahatleri kendi sırtına yüklenmiş gibi hisseder. Başka bir öyküsünde, "anlamadıkları şeyleri yok sayan uygar insanları" eleştirir. Barbar Conan öyküleri, temelde modernizm eleştirisinden başka bir şey değildir ama kılıç ve kaslara fazlaca takılan okur, anlatının bu boyutundan bilerek veya bilmeyerek uzakta kalmayı tercih etmiştir.
Gerek Comics, gerek Fumetti, gerekse de Frankofonlar, bugün gündelik insanların özdeşleşmesi için daha olağan kahraman modelleri ortaya koymaya çalışıyor. Karakalem, çinileme ve renklendirme işlemleri, çeyrek yüzyıl önce hayal edilemeyen bir seviyeye ulaştı. Bunda bilgisayar teknolojisinin de büyük katkısı oldu. Önümüzde yeni bir çağ açılıyor.
Bizim jenerasyon (Tevellüt 68) ve daha büyüklerimiz, çizgiroman okuru sıfatını çocukken kazandı. Türkiye'de, hatta dünyanın büyük bölümünde çizgiroman sektörü sadece küçük çocuklar ve teenage-yeniyetme diye tabir edilebilecek bir kesime hitap edebildi o yıllarda. Dünyada ve Türkiye'de yayınevleri ya ruhsal karmaşaları ve komplike durumları bu yüzden basite indirgedi, ya da nasıl olsa satıyor diye kalitenin önemini ikinci planda tutmayı tercih ettiler.
Hangisi olursa olsun, 2000'li yıllarla birlikte Çizgiroman Rönesansı diyebileceğimiz bir döneme girdiğimize inanıyorum. Bunun Türkiye'deki yansımalarını daha görmemiş olabiliriz ama burada da sık sık atıfta bulunulan yazar ve çizerlerimiz sayesinde ilk kıvılcımın yakıldığını düşünüyorum. Hani devletlerin kuruluş, yükseliş ve çöküş dönemleri vardır ya. Edebi ve sanatsal akımlar da böyledir. Hepsinin birer tarihi vardır. Belki farkına varmayanlar vardır. Çizgiromanın ilk çağı tamamlandı, dahası şu anda rönesans döneminin kuruluş aşaması tamamlandı bile...
Artık sosyal meseleleri, savaş ve barış, varoluş, insan ve evren konuları bu dal içinde ifade edilebiliyor. Tek kare bir yağlıboya tablonun verdiği derinliğin çok daha fazlasını vaad eden olanaklar var burada.
Resmi, otoriteye sırtını dayayan bakış açısı ne derse desin, nasıl aynı negatif nazarlara muhatap olmuş caz müziğinin bugün 'Gerçek Sanat' olarak kabul gördüyse, Çizgiromanın da bu seviyeye erişebileceğine--hatta erişmekte olduğuna--yürekten inanıyorum.
Mağara resimleriyle başlayan resim sanatı La Jokond'a-Mona Lisa'ya, Ayvazovski'ye ulaştıysa; Yanık Njal'ın Sagası, Dede Korkut Hikayeleri, Nibelungen efsanesiyle başlayan anlatılar Tolstoy'a, Kafka'ya, Thomas Wolfe'ye, John Fowles'e, Hemingway'a ulaştıysa, yeniyetmelere hitap eden çizgi romanın, yetişkinlere hitap etmeye başlamasıyla neden bu alanda benzeri bir dönüşüm yaşanmasın? Hedeflemek yeterli, bir gün bu noktaya gelinebilir.
Çizgiromanın rönesansında, elinde kılıç, belinde silah olmayan kahramanların yükselişine de dikkat çekmek gerek. Sıradan bir insan olan, wolkswagen kullanan, klarnet çalan Dylan Dog temelde sıradan bir insandır. Hatta uçaktan fena halde korkar. Mister No fena halde savaş karşıtıdır. Meyhane kavgalarında tutuklanır ve gönül ilişkilerinde fazlasıyla dikkatsizdir. Bu örnekler, giderek çizgiromanın insanı daha fazla eksenine aldığını gösteriyor.
O halde artık vurduğunu indiren, yenilmez kahramanların yerini, gündelik hayatın ikilemleri içinde savrulan sıradan insanların alma vakti geldi. Zira ne kadar sıradan gözükseler de, her bir insan özeldir ve canını bir ulus, bir ülke için seve seve verecek kahramanlar hep vardır. Bunu en iyi bilen de Türkiye insanıdır. Çizgiromanın genel konsepti içinde bu yönde daha fazla olanak bulacağını, bu sayede popüler kültür alanından kabul gören bir sanata dönüşeceğini, değerlerin yükselip düşmesinde çizgi romanın da belirleyici olabileceğini gözden uzak tutmamakta yarar var.
Gerçekten de çizgilerle anlatılan ünlü roman, orijinal halinde olduğu gibi insanı bunaltan, totaliter bürokratik çarklar karşısında çaresiz kalmış modern insanın dramını aynı etkiyle, kimi bakımdan fazlasını da katarak anlaşılabilir şekilde anlatıyor. Ne için yargılandığını, kendisini kimin yargıladığını, savunma için nasıl olanaklar bulabileceğini bilmeden, bir taş ocağında, 31 yaşına bastığı gün iki kamu görevlisi tarafından kafasından vurularak öldürülen Joseph K ile duygusal bir akrabalık kurmadan duramazsınız.
Dava'nın çizgi romanının görsel başarısı, çizgiromanda taytlı kahramanlar devrinin yerini başka bir şeye bırakmaya başladığının göstergesi gibi adeta. Belki bunu edebiyatta yeni bir alan açıldığı, görsel sanatların üç boyutuna dördüncü bir boyut eklendiği gibi yorumlamak da mümkün olabilir.
Ne kadar tayt giyiyor olsalar da çizgiroman kahramanlarının, gündelik yaşamla daha da iç içe girdiği bir dönemin eşiğindeyiz. Süpermen evlendi, Peter Parker evlendi. Peter Parker'in Spider Man kostümü içinde çocuk yapmak isteyen Mary Jane ile sıkıntılarını başka bir kostümlü kahramana aktardığı anıtsal bölümü okuyanlar, çocuğun mutant mı, yoksa normal bir insan mı olacağını bilmemenin yarattığı insanca kaygıları ne güzel anlatır.
Bu forumu paylaşanlar bu satırların yazarının Conan ve Robert E. Howard konusuna yakınlığını biliyordur herhalde. Çizgi romanın bu en bıçkın kahramanı, Kara Yabancı öyküsünün sonunda, "uygar dünyada insanların bir tahıl silosuna yaslanmış veya yiyecek satan bir dükkanın kapısında açlıktan ölebileceğini" anlatırken, aslında bir modernizm eleştirisi yapmaktadır. Cimmerialı Fil Kulesi'nde, işkence görmüş bir ucubenin karşısında, insanlığın tüm kabahatleri kendi sırtına yüklenmiş gibi hisseder. Başka bir öyküsünde, "anlamadıkları şeyleri yok sayan uygar insanları" eleştirir. Barbar Conan öyküleri, temelde modernizm eleştirisinden başka bir şey değildir ama kılıç ve kaslara fazlaca takılan okur, anlatının bu boyutundan bilerek veya bilmeyerek uzakta kalmayı tercih etmiştir.
Gerek Comics, gerek Fumetti, gerekse de Frankofonlar, bugün gündelik insanların özdeşleşmesi için daha olağan kahraman modelleri ortaya koymaya çalışıyor. Karakalem, çinileme ve renklendirme işlemleri, çeyrek yüzyıl önce hayal edilemeyen bir seviyeye ulaştı. Bunda bilgisayar teknolojisinin de büyük katkısı oldu. Önümüzde yeni bir çağ açılıyor.
Bizim jenerasyon (Tevellüt 68) ve daha büyüklerimiz, çizgiroman okuru sıfatını çocukken kazandı. Türkiye'de, hatta dünyanın büyük bölümünde çizgiroman sektörü sadece küçük çocuklar ve teenage-yeniyetme diye tabir edilebilecek bir kesime hitap edebildi o yıllarda. Dünyada ve Türkiye'de yayınevleri ya ruhsal karmaşaları ve komplike durumları bu yüzden basite indirgedi, ya da nasıl olsa satıyor diye kalitenin önemini ikinci planda tutmayı tercih ettiler.
Hangisi olursa olsun, 2000'li yıllarla birlikte Çizgiroman Rönesansı diyebileceğimiz bir döneme girdiğimize inanıyorum. Bunun Türkiye'deki yansımalarını daha görmemiş olabiliriz ama burada da sık sık atıfta bulunulan yazar ve çizerlerimiz sayesinde ilk kıvılcımın yakıldığını düşünüyorum. Hani devletlerin kuruluş, yükseliş ve çöküş dönemleri vardır ya. Edebi ve sanatsal akımlar da böyledir. Hepsinin birer tarihi vardır. Belki farkına varmayanlar vardır. Çizgiromanın ilk çağı tamamlandı, dahası şu anda rönesans döneminin kuruluş aşaması tamamlandı bile...
Artık sosyal meseleleri, savaş ve barış, varoluş, insan ve evren konuları bu dal içinde ifade edilebiliyor. Tek kare bir yağlıboya tablonun verdiği derinliğin çok daha fazlasını vaad eden olanaklar var burada.
Resmi, otoriteye sırtını dayayan bakış açısı ne derse desin, nasıl aynı negatif nazarlara muhatap olmuş caz müziğinin bugün 'Gerçek Sanat' olarak kabul gördüyse, Çizgiromanın da bu seviyeye erişebileceğine--hatta erişmekte olduğuna--yürekten inanıyorum.
Mağara resimleriyle başlayan resim sanatı La Jokond'a-Mona Lisa'ya, Ayvazovski'ye ulaştıysa; Yanık Njal'ın Sagası, Dede Korkut Hikayeleri, Nibelungen efsanesiyle başlayan anlatılar Tolstoy'a, Kafka'ya, Thomas Wolfe'ye, John Fowles'e, Hemingway'a ulaştıysa, yeniyetmelere hitap eden çizgi romanın, yetişkinlere hitap etmeye başlamasıyla neden bu alanda benzeri bir dönüşüm yaşanmasın? Hedeflemek yeterli, bir gün bu noktaya gelinebilir.
Çizgiromanın rönesansında, elinde kılıç, belinde silah olmayan kahramanların yükselişine de dikkat çekmek gerek. Sıradan bir insan olan, wolkswagen kullanan, klarnet çalan Dylan Dog temelde sıradan bir insandır. Hatta uçaktan fena halde korkar. Mister No fena halde savaş karşıtıdır. Meyhane kavgalarında tutuklanır ve gönül ilişkilerinde fazlasıyla dikkatsizdir. Bu örnekler, giderek çizgiromanın insanı daha fazla eksenine aldığını gösteriyor.
O halde artık vurduğunu indiren, yenilmez kahramanların yerini, gündelik hayatın ikilemleri içinde savrulan sıradan insanların alma vakti geldi. Zira ne kadar sıradan gözükseler de, her bir insan özeldir ve canını bir ulus, bir ülke için seve seve verecek kahramanlar hep vardır. Bunu en iyi bilen de Türkiye insanıdır. Çizgiromanın genel konsepti içinde bu yönde daha fazla olanak bulacağını, bu sayede popüler kültür alanından kabul gören bir sanata dönüşeceğini, değerlerin yükselip düşmesinde çizgi romanın da belirleyici olabileceğini gözden uzak tutmamakta yarar var.