Makale - Beyaz gömlekli ölüm ya da 267/41’in izini sürmek - Sevil Atasoy

toxine

Onursal Üye
11 Mar 2013
997
3,280
Tespit edilemedi
11
Delil Avcısı

Sevil Atasoy
20 Kasım 2005

Beyaz gömlekli ölüm ya da 267/41’in izini sürmek


İz sürenler aslında aynı kişinin peşindeydiler de, birbirlerinden haberleri
yoktu.

Bir bölümü, 1940’ların ilk yıllarında Viyana’nın ünlü Spiegelgrund
Yurdu’na yerleştirilen küçük akrabalarına ne olduğunu araştırıyor, bir
bölümü hemen yurdun yanındaki hastaneye yatırılan çocuklarının neden
öldüğünü öğrenmeye çalışıyordu. Meslektaşları ise, insan beyni ile ilgili
bu denli önemli araştırma bulguları yayınlayan, ünü Avusturya’yı çoktan
aşmış doktorun, yüzlerce olguyu nereden bulduğunu merak ediyordu.
Birbirlerinden haberleri olsaydı, aynı kişiyi aradıklarının farkına varacak
ve onu yargıç önüne çıkartmak için 60 yıl beklemek zorunda
kalmayacaklardı. Aslında, çıkartmış olmaları da pek işlerine yaramadı.
800 kadar engelli çocuk üzerinde bilimsel araştırmalar yapmak ve
ailelerin haberi olmaksızın ötanazi uygulamakla suçlanan Dr. Heinrich
Gross, 21 Mart 2000 günü duruşma salonunda sadece yarım saat
kaldı. Avusturya Bilim ve Sanat Yüksek Şeref Madalyası’nı taşıyan ünlü
psikiyatrın, 90’ına yaklaştığından ve bunadığından
yargılanamayacağına karar verildi. Doktor, mahkeme salonunu Sosyal
Demokrasi Partisi’nden eski dostları ile sohbet ederek terk etti.

HİTLER’İN KARDEŞİ İLE NİŞANLI BAŞHEKİM

Ağustos 2005’te Moskova arşivlerinde ulaşılan yeni belgeler, Dr.
Heinrich Gross’un 1940-45 arasında Spiegelgrund’da öldürdüğü
çocuk sayısının, tahminlerin çok üzerinde olduğunu gösterdi.

Uzun yıllar boyunca izini sürenler arasında Bayan Pernegger de vardı.

Bayan Pernegger, 16 Kasım 1941 günü bir erkek çocuk doğurdu.
Çocuğun ‘akrosefalodaktili’si vardı, yani kafasının tepe kısmı biraz sivri,
el parmaklarının arası da perdeliydi, tıpkı ördek ayağı gibi. Gerçi
üzülmüştü ama olsun, iyi bir Hıristiyandı, ailesinde zaten sağır-dilsizler
de vardı, demek Tanrı küçük Günther’in böyle olmasını istemişti.

Altı hafta sonra bir doktor, kendisini ziyarete geldi, kusurları düzeltmek
üzere çocuğu Avrupa’nın en büyük ve en modern sağlık kuruluşu olan
Spiegelgrund’a götüreceğini bildirdi. Çok sevinen Pernegger’ler,
çocuklarını 267/41 protokol numarasıyla 15. kliniğe yatırdılar.

2 ay sonra eve bir mektup geldi. Günther, beslenme bozukluğu
göstermiş, akciğer iltihabı tanısı konduktan 6 gün sonra, 25 Ocak
1942’de ölmüştü. Klinik şefi Dr. Heinrich Gross ve başhekim Dr. Erwin
Jekelius üzüntülerini bildiriyordu. Benzeri mektuplar alan yüzlerce aile,
çocuklarının ölmeyip, klinik şefi tarafından öldürüldüğünü yıllar sonra
öğrendiler. Ağustos 2005’te de başhekim Jekelius’un, Adolf Hitler’in
kızkardeşi Paula’nın nişanlısı olduğu ortaya çıktı.

ÖLÜ ÇOCUKLAR MAKALELERE GİRDİ

1942 yılında Dr. Heinrich Gross, Viyana Biyoloji Derneği üyelerine
‘akrosefalodaktili’si olan üç aylık bir erkek çocuğun kafatası ve beyin
bulgularını sundu. Savaş sona erdi. Dr. Gross, 1952’de aynı olguyu bu
kez Morfoloji Yıllığı adlı Almanca dergide makale olarak yayınladı. İlk
bilimsel yayınına konu olan ‘protokol No: 267/41’ aslında Günther
Pernegger’di. Gerçek ölüm nedeni ise hiç kimseyi ilgilendirmiyordu.

Bunu izleyen 35 yıl boyunca Doktor Gross, kimi zaman tek başına,
kimi zaman Viyana Üniversitesi Nöroloji Enstitüsü Başkanı ve 70’li
yılların rektörü Prof. Dr. Franz Seitelberger ya da psikiyatr Hans Hoff
gibi ünlü hekimlerle birlikte, yüzlerce doğumsal kusurlu çocuğun, ölüm
öncesi ve sonrası tıbbi bulgularını içeren 40 kadar yayına imza attı.
Almanya’nın ünlü Max Planck Beyin Araştırmaları Enstitüsü gibi
merkezler, onun gönderdiği beyin preparatları ile araştırmalar yaptı, yeni
hastalıklar buldu, yeni tanı yöntemleri geliştirdi. Viyanalı doktor
Gross’un çocuklara ait hasta kayıt bilgilerine, fotoğraflara, idrar, kan
ve omurilik sıvısı analizlerine, hava ensefalografi sonuçlarına, otopsi
bulgularına, beyin preparatlarına nasıl ulaştığını soran olmadı. Nöroloji,
psikiyatri, genetik hızla ilerliyordu.

267/41 SAYILI DOSYADAKİ EL YAZISI

1998’de Viyana Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan ve savaş
dönemindeki sağlık uygulamalarını incelemek üzere görevlendirilen
araştırma komisyonu, Spiegelgrund Hastanesi’nin bodrumunda,
kavanozlar içerisinde, yüzlerce beyin ve histopatolojik inceleme için
hazırlanmış binlerce preparata el koydu. Beyinlerden biri, 267/41
protokol sayılı Günther Pernegger’e aitti.

Aynı yıl, o sırada Spiegelgrund’un 3. psikiyatri kliniğinin şefliğini yürüten
Dr. Heinz Pfolz’un evi arandı ve 267/41 dahil olmak üzere 232 hasta
çocuk dosyasına el kondu. Çocuklarda denenen tanı yöntemleri, aşı ve
ilaçlar, ölüm şekli ve otopsi bulguları gayet titizlikle kaydedilmişti ve
çoğunda Heinrich Gross’un el yazısı ile kaleme aldığı notlar vardı.
Böylelikle, Gross başta gelmek üzere, Nazileri destekleyen birçok
hekimin mesleklerinde nasıl yükseldiği, biraz gecikerek de olsa,
kanıtlanmıştı.

HARTHEIM TASARRUF DEFTERİNDEKİ 267/41

27 Haziran 1945 günü, yüzbaşı Charles Haywood Dameron, 6824
sayılı savaş suçları araştırma timi komutanı olarak girdiği Avusturya’nın
Linz kenti yakınlarındaki Hartheim Şatosu’nda, metal kutu içerisinde
39 sayfalık bir defter buldu. Önce ne olduğunu anlamadı, sonra 9.
sayfayı okudu: 1 aylık et tasarrufu 112.437 kilo, 10 yılda 13.492.440
kilo, 36.429.588 Reichmark.

İleriki sayfalarda öldürülen kişiler sayesinde ekmek, sebze, tereyağ ve
patatesten edilen tasarrufun dökümü vardı. İzleyen günlerde
Almanya’da buna benzer 614, Polonya’da 85, Avusturya’da 31 ve
Çekoslovakya’da 10 defter bulundu. Defterlerde kimin, nereden
gönderildiği de kayıtlı olduğundan, savaş sonrası kurulan Nürnberg
Mahkemesi, bunları 3. Reich’ın en az 200 bin kişiye sistematik
ötanazi uyguladığının kanıtı olarak kullandı.

Avusturya Hükümeti, 21 Mart 2001’de, Amerikalı hukukçu Charles
Haywood Dameron’a, Hartheim istatistiklerini bulduğu için Şeref
Madalyası verdi. Bundan birkaç yıl önce de, Alman Araştırma Kurumu
ve Tabipler Odası, binlerce hastaya ait bilgiyi devlet arşivine aktardı.
Aralarında Adolf Hitler’in akrabası akıl hastası Aloisa’nın ve
Spiegelgrund’dan getirilen 267/41, yani küçük Günther Pernegger’in de
adı vardı.

DOKTORUN GERÇEK YÜZÜNÜ BİR HASTASI ORTAYA ÇIKARDI

Dr. Heinrich Gross, Spiegelgrund Hastanesi 15. pavyonun şefliğinden
sonra başhekimliğe kadar yükseldi. Hatta kendisi için ‘Ludwig
Boltzmann Sinir Sistemi Kusurlarını Araştırma Enstitüsü’ kuruldu.
Sadece 1958-78 arasında 12 bin kez mahkemelere adli psikiyatri
alanında bilirkişilik yaptı. Sosyal Demokrat Akademisyen, Düşünür ve
Sanatçılar Birliği’nin ve Avusturya Sosyal Demokrasi Partisi’nin de
saygın bir üyesi olan Gross, 1975’te Avusturya bilim ve sanat şeref
madalyası ile onurlandırıldı. 1979’un sonlarına doğru, Friedrich Zawrel,
alkolik ve komünist bir babanın oğlu olduğundan 10 yaşındayken
yatırıldığı Spiegelgrund Hastanesi’nde yaşadıklarını ‘Kurier’ gazetesinin
bir muhabirine anlattı. Zawrel, hastaneden kaçarak kurtulan birkaç
çocuktan biriydi. O günden sonra doktorun şansı biraz döndü, partiden
çıkartıldı, meslektaşları ile davalık oldu, hastaneden emekli edildi ancak
90’lara kadar bilirkişilik yapmayı sürdürdü. Toplumun baskısı üzerine
Avusturya hükümeti, Heinrich Gross’a verdiği şeref madalyasını 25
Mart 2003’te geri almak zorunda kaldı.

UNUTTURULMAYA ÇALIŞILSA DA YAPILANLARI ASLA
UNUTMAMALIYIZ

Bugün birçok kişi, Heinrich Gross ve onun gibi Nazi savaş suçlarına
katkıda bulunan hekimler hakkında bilgi toplamaya devam ediyor. Tıp
dünyası ise, bu hekimlerin adlarını unutturmaya çalışıyor.

Örneğin ‘Reiter sendromu’ yerine, ‘reaktif artrit sendromu’ denmesini
istiyorlar. Çünkü Reiter, Hitler’in sağlık bakanıydı, zorunlu kısırlaştırma
ve ötanazi uygulamalarını hararetle desteklemiş, Buchenwald
Konsantrasyon Kampı’nda 250 kişiyi tifo deneyleri sırasında
öldürmüştü.

Eduard Pernkopf’un ünlü anatomi atlasının okutulmamasını istiyorlar.
Çünkü atlas, Naziler tarafından asılan 1377 kişinin otopsileri sırasında
çizildi.

Haydi bunları unuttuk diyelim, ama insanoğlunun fırsat bulduğu takdirde,
bilimsel araştırma uğruna neler yapabileceği hiç unutmaya gelmez.

Uluslararası görevimle ilgili olarak Viyana’da bulunduğum bu kasım ayı
içerisinde, hem Viyana merkez mezarlığının 40. adasına gömülen
kavanozlardaki beyinlerin toplu mezarını, hem de eski Spiegelgrund
şimdiki Otto Wagner Hastanesi’ndeki daimi sergiyi ziyaret etme
fırsatını buldum. Ayrıca, Viyana Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün eski
ve yeni yöneticileri ile bu olayları görüştüm. Kitapçılarda çocuk
ötanazisine ayrılmış özel bölümleri inceledim ve gördüm ki, en azından
Avusturyalılar bu karanlık geçmişlerinin her dakikasını aydınlatmaya
çalışıyorlar ve onu unutturmamakta kararlılar.

Hitler’in doktorlara değil doktorların diktatöre ihtiyacı vardı

Almanya ve Avusturya’nın bazı bilim çevreleri, akıl hastalarının ve her
türlü kalıtımsal kusuru olanın kısırlaştırılmasının yeterli olmadığını,
bunlara rıza aranmaksızın ötanazi uygulanmasının gerektiğini 1900’lerin
başından beri savunmaktaydı. 1920’de hukukçu Karl Binding ile
psikiyatr Alfred Hoche, ‘Die Freigabe der Vernichtung lebensunwerten
Lebens’ (Yaşanmaya Değmez Yaşamların Yokedilmesinin Serbest
Bırakılması) adlı kitabı yayınladı. Bunu pek çok Alman ve Avusturya
üniversitesi bünyesinde ‘Kalıtımın ve Irkın Korunması’ kürsülerinin
kurulması izledi.

Avusturya doğumlu Adolf Hitler, 1 Eylül 1938’de ötanazi emrini
imzaladığında, zaten 400 bin kişi zorla kısırlaştırılmıştı ve ‘ırkın
temizliği’ dersi, tıp fakültelerinde okutulmaktaydı. Görülüyor ki,
ötanaziyi uygulatmak için Hitler’in doktorlara ihtiyacı yoktu, ötanazi
uygulamak için doktorların Hitler gibi bir diktatöre ihtiyaçları vardı.

Berlin Tiergarten Caddesi 4 numaralı adreste kurulan ötanazi
merkezinin psikiyatrları, merkezin adresi nedeniyle T4-Eylemi adı verilen
operasyon çerçevesinde, tüm ebe ve doktorlara, mongolizm, mikro ve
hidrosefali, el ve ayaklarda oluşum kusuru görülen tüm doğumları ve akıl
hastalarını bildirme zorunluluğu getirdiler. Daha sonra bu bildirim
zorunluluğunun kapsamı çok genişletildi. Almanya, Avusturya,
Çekoslovakya, Polonya psikiyatri klinikleri başta gelmek üzere, bütün
hastane, bakımevi, yurt, yuva ve okullardan kendilerine gönderilen
formları, bulguları, fotoğrafları büyük bir özenle incelediler ve
‘yaşanmaya değmez’ yaşamlar sürdüren 200 bin kadar her yaştan, her
dinden, her ırktan kadın ve erkeğin morfin, lüminal, karbonmonoksit,
hidrosiyanik asit ya da açlığa terk gibi yöntemlerle öldürülmesine karar
verdiler.

Bu ‘asalak’ insanların ortadan kalkmasıyla ırkın temizliği sağlanacak,
ayrıca et, yağ, sebze, patates ve bunlara bakmak zorunda olan
insanların iş gücünden de tasarruf edilecekti.

2003 yılında, Viyana devlet arşivlerinde savaştan kalma
‘Kalıtımsalbiyoloji Listeleri’ bulundu. Bu listelerde, 500 bini ‘asosyal’
olarak tanımlanan alkolik, homoseksüel, madde bağımlısı olmak üzere
‘yaşanmaya değmez yaşam’ sahibi 700 bin kişinin adı var!

Kiliselerin baskısı üzerine, Hitler 1941’de T4-Eylemi’ne resmen son
verdiyse de, Berlin’e bildirimde bulunan sağlık kuruluşlarından
üniversiteler ile işbirliği yapanlar -örneğin Spiegelgrund Çocuk
Hastanesi- ötanaziyi, bilimsel araştırma uğruna, savaş sonuna kadar
gizlice sürdürdü. Cinayetleri işleyenler, tıpkı Dr. Heinrich Gross gibi,
bulgularını yıllarca Avrupa’nın en saygın bilimsel dergilerinde yayınladılar
ve ikinci kariyerlerinde, dernek, kürsü, enstitü başkanı, başhekim,
dekan, rektör oldular.

---

Prof. Dr. Sevil Atasoy - Delil Avcısı - Önceki Makale
Görür görmez şıp diye tanıyanlar

---
 
Üst