Makale - Görür görmez şıp diye tanıyanlar - Sevil Atasoy

toxine

Onursal Üye
11 Mar 2013
997
3,280
Tespit edilemedi
10
Delil Avcısı

Sevil Atasoy
13 Kasım 2005

Görür görmez şıp diye tanıyanlar


29 Temmuz 2005 Cuma gecesi, Konya-Karaman anayoluna çıkmakta
olan otomobilin önünü kesen arabaya koşulmuş atla ilgili haberi
hatırlıyor musunuz?

Hani, otomobildeki genç Gürcü bayan, erkek arkadaşlarından birini
öldüren, diğerini kaçarken sırtından vuranları tarif edememişti de, far
ışığında gördüğü halde ‘Atın rengini net olarak hatırlıyorum. Nerede
görsem tanırım, adamlar da pis kokuyordu’ deyince, pek çok at
arabasının bulunduğu Yeni Mahalle, Tatlıcak Mahallesi, Sedirler Caddesi
ve Aslım Çöplüğü civarındaki evlere operasyon yapılmış, eşkale uyan beş
at ve araba bulunmuştu. Polis, olay yerindeki bir çift arkasına basılmış,
sivri burunlu erkek ayakkabısını, bu beş evden birinin kapısını açan
hanıma göstermiş, ‘A, eşimin ayakkabıları. Nereden buldunuz?’ demesi
üzerine, 48 saat içinde, biri hırsızlıktan, diğeri yağma, yol kesme, adam
kaldırma, cebren ırza geçme suçlarından sabıkalı iki arkadaşı
tutuklamıştı. Konya Emniyeti’nin elindeki deliller, elbette sadece alnı
beyaz lekeli atla, burnu sivri ayakkabıları tanıyanların görgü tanıklığı
değildi. Ama bu bilgiler sayesinde soruşturmayı doğru yönlendirebildiler
ve failleri yakalayabildiler. Suçluyu görünce hatırlayanlar çok olur da, at
hatırlayanına daha önce hiç rastlamamıştım. Neyse, anlatmak istediğim,
‘görünce şıp diye tanıyanlar’ değil, ‘şıp diye tanıdığını zannedenler’ ve
bunun yol açtıkları hakkında.

İNSAN YÜZÜNÜ HATIRLAMAK

Kendilerine saldıran at arabacılarını değil de, atı tanıyan genç kadını
hatırlamamış olabilirsiniz ama, 5 Ocak 2005 akşamı İstanbul,
Okmeydanı’nda bıçak tehdidiyle tecavüze uğradığı söylenen hemşirenin,
kibrit ışığında gördüğü saldırganın robot resmini çizdirebildiği,
sokaklarda yatıp kalkan bir berduşun da, bu resme benzerlik nedeniyle
tutuklandığı haberlerini belki unutmamışsınızdır. Alınan sperm ve kan
örneklerinin DNA analizleri, hemşirenin üzerindekileri tutmayınca, üç
güne kalmadan ‘pardon’ denmişti.

Ünlü işadamını Eyüp Sultan Mezarlığı’nda öldürmekten tutuklanan küçük
çocuğun da şanssızlığı, görgü tanıklarının onu işaret etmesiydi.
Küçüğün suçu kabullendiği ve akıl hastası olduğu bile söylendi. Neyse ki
kısa zamanda katil olmadığı ortaya çıktı, ona da ‘pardon’ dendi,
okuluna döndü ve sınıfını takdirname ile geçti.

KÜÇÜK BİR DENEY

Polis, savcı ve psikologların çoğunlukta olduğu, ‘ceza ve hukuk
davalarında bilimsel deliller’ adlı lisansüstü dersimde, görgü tanıklığına
hangi koşullarda güvenilebileceğine bir örnek olarak, her yıl şu basit
deneyi yaparım. Bambaşka bir konu hakkında konuşurken, derslik kapısı
açılır ve içeriye Adli Tıp Enstitüsü çalışanlarından biri girer, yanımdaki
masanın üzerinden bir kitap alıp, bana bir kağıt verir, sandalye
üzerindeki çantayı alır. Bu arada ben konuşmamı kesmem, o da hiç
sesini çıkartmaz ve girdiği yoldan aynen dışarı çıkar. 15 dakika sonra
öğrencilerime, ders sırasında olağandışı bir durumu fark edip
etmediklerini sorarım. Hemen her zaman, öğrencilerin sadece bir bölümü
içeriye birisinin girdiğini hatırlar. Bir kağıda, birbirleriyle konuşmadan,
gördükleri kişiyi tarif etmelerini isterim. İnanın, hiçbiri tam olarak tarif
edemez. Hatta etekli olana pantolonlu, sarışın olana esmer diyen bile
olur.

BAŞKA ŞEYLER HATIRLAMAK

Tabii bir de başka başka şeyleri görüp, unutmayanlar var. Örneğin
mağdur, emniyette talimatla pantolonları indirilen 4 şüpheliden birini,
‘Saldırganın cinsel organı küçüktü. O kişi bu kişi’ diyerek teşhis
etmişti. Tutuklanan kişi, DNA testi yapılıp, o olmadığı anlaşılıncaya
kadar, tam 82 gün cezaevinde kalmıştı.

İnsanların görgü tanıklığına dayalı olarak haksız yere suçlanması, bir
süre sonra hata yapıldığının anlaşılması kabul edilemez. Kişinin üzerinde
oluşturulan yıkımın telafisi nasıl mümkün olabilir? Neyse ki, yukarıdaki
örneklerde, hatadan hızla dönülmüştür. Ya haksız yere on yıllarını
cezaevlerinde geçirenlere ne demeli? İşte size ders alınması gereken
birkaç olay.

OLAY 1

Cezaevinden, 18 yıl boyunca korunan kıl sayesinde çıkabildi

29 Temmuz 1985 günü Steven Avery, önce ailesiyle birlikte alışverişe
çıktı, sonra babasının inşaatında çalıştı, akşama kadar da ailesi ve 5
çocuğu ile kentin değişik yerlerinde dolaştı.

Aynı gün akşamüstü, sahilde genç bir kadın acımasızca dövüldü, ırzına
geçildi, neredeyse ölüyordu. Muayenesinde sperm bulunamadı. Tırnakları
arasından doku alındı, cinsel organı üzerinde bir erkek kılı görüldü. O
tarihte teknik olanaksızlıklar nedeniyle doku ve kılda bir araştırma
yapılamadı, ancak delil olarak muhafaza edildi. Tedavi edildikten sonra
polis kadına birçok fotoğraf gösterdi ve aralarında saldırganın bulunup
bulunmadığını sordu. Kadın birini teşhis etti. Bu Steven Avery’ydi.

Tutuklanan Avery’nin üzerinde bulunan bir saç telinin mikroskop ile
yapılan incelemesinde -o tarihte daha DNA analizleri yoktu - saldırıya
uğrayan kadına ait olduğu bildirildi. 16 kişi o gün Steven ile birlikte
olduğuna ve saldırgan olamayacağına dair tanıklık ettiyse de Avery
1986 Mayıs’ında, bir tek tanık ve tam yapılamamış bir saç teli analizi
ile 32 yıla mahkum oldu.

Israrla sürdürdüğü talebi üzerine, 10 yıl sonra, mağdurun tırnakları
arasında bulunan dokudan DNA analizi yapıldı. Başka birine ait DNA
özellikleri saptandı. Ancak bu veri davanın yeniden görülmesi için yeterli
bulunmadı.

2003 yılında, kadının üzerindeki kılın DNA analizi yapıldı. Avery’ye ait
olmadığı anlaşıldı. Ulusal DNA veribankası tarandı ve ırza geçme suçları
nedeniyle 60 yıllık mahkumiyetini çekmekte olan Gregory Allen adlı bir
kişiye ait olduğu ortaya çıktı.

11 Eylül 2003 günü, Steven Avery, 18 yılını geçirdiği Stanley
Cezaevi’nden özgür bir insan olarak çıktı. Saldırıya uğrayan kadının
üzerindeki kıl 18 yıl muhafaza edilmemiş olsaydı, 14 yıl daha yatacaktı.

OLAY 2

Aleyhine üretilen delille 20 yıl yattı

Temmuz 1982’de genç bir kadın, işten eve döndü, yatak odasına girdi,
elbise dolabından dışarı fırlayan birinin saldırısına uğradı. Dövüldü ve
ırzına geçildi. Saldırgan kaçtıktan hemen sonra kadının eşi eve geldi,
polise haber verdi. Yatak odasında bir pantolon, pipo, dairenin
anahtarına benzer bir anahtar, çarşaf üzerinde bir leke bulundu. Kadın,
adamın zenci, çok koyu tenli ve kısa saçlı birisi olduğunu hatırladı,
hastaneye götürüldü, muayene edildi, üzerinden deliller toplandı.

Kadın ve üç komşusu kendilerine gösterilen fotoğraflar arasından
Bernard Webster adlı bir zenciyi teşhis ettiler. Webster, üç başka
zenci arasına yerleştirilerek kadınlara gösterildi. Yine tanıdılar.
Webster tutuklandı, henüz 18 yaşındaydı.

1982 yılında DNA analizi henüz bilinmiyor, kan grupları araştırılıyordu.
Kadının kan grubu ‘B’, kocanın ‘O’, Webster’inki ‘A’ydı. Baltimor polis
kriminal laboratuvarı uzmanı Concepcion Bacasnot, çarşaf üzerindeki
lekede ‘A’ ve ‘B’ antijenleri buldu ve bunu kadın ile Webster’ın vücut
sıvılarının bir karışımı olarak yorumladı. Lekenin, AB grubu bir erkeğe ait
olabileceğinden ise hiç söz etmedi.

Mahkeme Webster’in suçu işlediğine karar verdi ve 30 yıla mahkum
etti. Yıllar boyunca Webster suçsuz olduğunu tekrarladı, DNA analizi
istedi.

2001 yılında mağdurun muayene edildiği hastanede muhafaza edilen 3
adet vajinal yayma preparatında DNA analizi yapılmasına karar verildi.

Örneklerde ne kadının, ne de Webster’ın DNA’sı vardı. Maryland
Eyaleti DNA bankası tarandı ve gerçek saldırganın Darren Powell
olduğu anlaşıldı.

2004 başında Baltimor polisi, lekeyi inceleyen uzmanın başkaca
hataları olabileceğinden hareketle, imzası bulunan 480 rapora ait bütün
örneklerde DNA analizi yapmaya başladı.

OLAY 3

Yaptım diyerek suçu üstlenenler olabilir

‘Gördüm’ ya da ‘yaptım’ diyen çok olur. Önemli olan bunları bilimsel
delillerle desteklemektir.

10 Ekim 1994’te, Selimiye Camii yanındaki Zehrimar Mezarlığı’nda,
tecavüz edilmiş ve iple boğularak öldürülmüş olarak bulunan üniversite
araştırma görevlisi ile ilgili cinayet davası, bu duruma iyi bir örnektir.

Hırsızlık ve teşhircilikten sabıkalı cinayet zanlısı marangoz, suçun tüm
ayrıntılarını anlatınca, başkaca bir delil aranmaksızın ömür boyu hapse
mahkum edilmişti. Yıllar sonra otopsi sırasında alınan ve saldırganın
sperm hücrelerini içeren örneklerin, Edirne Tıp Fakültesi’nde korunduğu
anlaşıldı. DNA analizi yapıldı ve spermlerin marangoza ait olmadığı
ortaya çıktı. Halbuki bu inceleme, çok daha önce yapılabilirdi. Böylelikle
ne marangoz yıllarca cezaevinde kalmış olur ne de ölenin DNA profilini
belirlemek amacıyla, Hacıumur Kabristanı’ndaki mezarı 10 yıl sonra
açılarak kemik ve diş örnekleri alınırdı.

Ayrıca olayda birden fazla saldırgan olabilirdi. Bilimsel delillerle bu çok
önemli konuya cevap aramak da mümkündü.

Tanıklığa güvenmek için ne yapmalı?

Tanıklığın değeri tartışılamaz. Unutmamak gerekir ki, İncil’de Hz. İsa’nın
nasıl geldiğini, neler yaptığını anlatanlar, görgü tanıklarının tanıklıklarına
dayanmışlardır.

Kimi zaman işlenen bir suçla ilgili olarak da, elde sadece bir ya da
birkaç tanık bulunur. Bu durumda önemli olan, soruşturmayı yürütenlerin
tanıklığa hangi koşullarda ve ne dereceye kadar güvenebileceğini
bilmeleri ve güvenilir bir tanıklık için gerekli önlemleri almalarıdır.

Pek çok şey hatırlanır. Saldırganın silahı hangi eliyle tuttuğu, otomobilin
rengi ya da konuşulanların içeriği gibi. Eksik ya da yanlış bir bilgi,
sadece soruşturmayı yanlış yönlendirip vakit kaybettireceğinden,
kanaatimce çok büyük zararlara yol açmaz.

Ama görgü tanıklığı ile kişilerin robot resimlerinin çizilmesi ve daha
sonra fotoğraflar veya yanyana dizilmiş kişiler arasından teşhis edilmesi
hatalı olduğunda, suçsuz bir kişiyi yıllarca hapsetmek mümkündür.

Teşhis, ‘gördüm’ diyenin kişisel özelliklerinden başlayarak, suçun
niteliğine, saldırganın elinde silah bulunup bulunmadığına, gösterilen
fotoğraf ya da kişilerin sayısına, aralarında gerçek failin bulunup
bulunmadığına ve gösterilme süresi ve tekniğine varıncaya kadar sayısız
parametreden etkilenir.

Kimi ülkelerde tanık ifadelerini almanın ya da fotoğraf ve yanyana
sıralanmış kişiler arasından teşhisin artık standartları var. Çok
sayıdaki bilimsel araştırmaya dayanan bu standartlara uyulmadığı
takdirde, mahkemeler aktarılanlara itibar etmiyor.

Umarım en kısa zamanda ülkemizde de benzeri standartlar geliştirilir ve
yurdun her köşesinde aynen uygulanır.

---

Prof. Dr. Sevil Atasoy - Delil Avcısı - Önceki Makale
Dopingde can pazarı

---
 
Üst