Makale - Dopingde can pazarı - Sevil Atasoy

toxine

Onursal Üye
11 Mar 2013
997
3,280
Tespit edilemedi
9
Delil Avcısı

Sevil Atasoy
6 Kasım 2005

Dopingde can pazarı


Beş yıl sonra sizi öldüreceğini bilseniz, bu süre içinde gireceğiniz bütün
yarışları kazandıracak, üstelik doping kontrollerinde bulunmayacak bir
maddeyi kullanır mıydınız?

Bu soruyu 1992 yılında Goldman ve Klatz, dünya çapında derece
sahibi 198 sporcuya sordular ve 103’ünden ‘Evet’ cevabı aldılar.
Dayanıklılık, performans, fizik görünüm, şöhret ve para uğruna canını
vermeye razı insanlar olduğu sürece, bedenler üzerinde oynanan
oyunlar, erkeklik hormonu, anabolik steroid, kan dopingi, eritropoietin,
büyüme hormonu, gen dopingi gibi madde ve yöntemlerle alabildiğine
sürecek. Bir de farkında olmadan dopinglenenler var. Hatta dopingin
hükümetler eliyle sistematik biçimde uygulandığı örnekler bile yaşandı.

Nüfusu 17 milyonu ancak bulan Doğu Almanya, 1972 Münih
Olimpiyatları’nda 20 altın madalya aldı. Bu sayıyı 4 yıl sonra
Montreal’de ikiye katladı. Bu başarı, komünist rejimin sporcuya verdiği
değer ve desteğin kanıtı olarak kullanıldı.

Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılması ile birlikte, altın madalyalı yüzücüler
Kornelia Ender ve Barbara Krause konuştu. 13 yaşından beri
kendilerine, vitamin adı altında bir anabolik steroid olan Oral-Turinabol
verildiğini ve erkeklik hormonu testosteron iğneleri yapıldığını söylediler.
Bunu, çorap söküğü gibi başkaları izledi.

70 ve 80’lerde, yaklaşık 10 bin Doğu Alman sporcunun ‘mavi bakla’
denen Oral-Turinabol kullandığı ortaya çıktı.

Gülleci Heidi Krieger’in önce sesi kalınlaştı, vücudunda kıllar çıkmaya
başladı, nihayet 98’de cinsiyet değiştirerek erkek oldu ve adını
Andreas olarak değiştirdi. Halen Avrupa genelinde verilen tek anti-
doping ödülü onun adını taşıyor.

Karaciğer kanseri, organ kusurları, psikolojik hastalıklar, hormonal
değişiklikler ve kısırlık nedeniyle mağdur olan 160 Doğu Alman sporcu,
bu yaz mavi baklayı imal eden Jenapharm ilaç fabrikasına karşı
tazminat davası açtı. Jenapharm, o dönem hükümetinin, ilacın yan
etkilerinden haberdar olduğunu öne sürüyor.

DOPİNG KONTROLÜ İLKOKULDAN BAŞLASIN

Steroid ya da başka doping maddelerinden zarar görenlerin sayısı pek
çok. Bir İngiliz doktorun vitamin diyerek verdiği steroidi, yıllar boyu
kullanmak zorunda kalan Amerikalı ağır sıklet boksörü Robert Hazelton,
12 Nisan 2005’te Amerikan Temsilciler Meclisi’nde konuştu ve
doping kontrol yasalarının sertleşmesini, ilkokullardan başlayarak
kontrol yapılmasını talep etti. Hazelton, tekerlekli sandalyeye bağlı,
çünkü birbiri ardı sıra geçirdiği 49 ameliyatla, her iki bacağı,
parmaklarından başlayarak, kalçalarına kadar azar azar kesilmiş.

Doping yasalarını elden geçiren pek çok ülke var. Örneğin İspanya,
doping maddesi satan, veren ve kullanana 6 ayla 2 yıl arasında hapis
cezası getirmeye çalışıyor. Kendisine doping maddesi verenin adını
bildirenin cezası azaltılacak. Dopinge karışan kulüpler kapatılacak ve
yeni oluşturulan İspanyol Dopingle Mücadele Ajansı, ülke genelinde
dopingin önlenmesi, denetimi ve soruşturmasından sorumlu olacak.

Bilinçli biçimde uygulanan dopingin yaygınlığı, isim sorulmaksızın yapılan
anketlerle anlaşılır. Örneğin İtalyanlar, bu teknikle ülkelerinde büyük
bölümü amatör, yarım milyon sporcunun doping yaptığını hesaplamışlar.
Spor salonlarına giden 200 bin Alman’ın düzenli biçimde anabolik
steroid kullandığı biliniyor.

TÜRKİYE’DE KAÇ KİŞİ DOPİNGLİ

Türkiye’de böyle çalışmaların sayısı az olmakla birlikte, Cumhuriyet
Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı’ndan Dr. Levent Özdemir ile
arkadaşlarının, Journal of Sports Science and Medicine (Spor Bilimi ve
Tıbbı) dergisinde, 2005 yılında yayınladıkları araştırma ciddi ipuçları
veriyor.

Sivas’ta yaşayan 2 bin 280 lisanslı sporcudan rastlantısal olarak
seçtikleri ve 89’u milli olan 433 sporcuya uyguladıkları ankete göre,
sporcuların yüzde 14.5’i, doping ve performans artırıcı madde
kullanıyor.

SİVAS’TA DOPİNG ANKETİ

Ülkemizde 1.5 milyon kadar lisanslı sporcu, amatör ve profesyonel
liglerde 180 bine yakın futbolcu ve 385 bin dolayında lisanslı öğrenci
var. Eğer Sivas’taki verilerden yola çıkarsak, ülke genelinde, sadece bu
sayılan gruplar arasında bile, 250-300 bin kişinin, Dünya Anti-Doping
Ajansı WADA’nın 2005 listesine giren bir madde kullandığı
varsayılabilir.

Elbette bu hesap yanlış. Çünkü Sivas değerleri, ülkenin bütününe
genellenemez. Tıpkı uyuşturucu madde kullanımında olduğu gibi, doping
de sosyal, kültürel, ekonomik pek çok faktöre bağlı, ayrıca yapılan spor
branşı ve rekabetin derecesi ile de yakından ilgili. Gerçek sayılara
ulaşabilmek için daha fazla araştırma gerekiyor.

GALATASARAY 5 - NEUCHATEL 0

Sahaya girdik, hastane hastane, diye tezahürat başladı

Galatasaray’ın, 1988 sonbaharında Şampiyon Kulüpler Kupası’nda
İsviçre takımı Neuchatel Xamax ile oynadığı efsanevi maçı
futbolseverler unutmuyordur. Benim ise, unutmam hiç mümkün değil.
Çünkü o maçı, Ali Sami Yen’in saha kenarından seyrettim.

Galatasaray, ekim ayı içinde İsviçre’de Neuchatel Xamax’a 3-0
yenilmişti. Mustafa Denizli ‘Biz bunlara İstanbul’da 5 atarız’ diyorsa
da, kimse inanmıyordu.

UEFA’nın İstanbul’da doping kontrolü isteyeceği lafı dolaşıyordu. O
tarihte bir doping kontrol laboratuvarımız yoktu. Futbol Federasyonu
beni aradı. Adli Tıp Kurumu’nda, doping listesindeki maddelerin
birçoğunu, canlıların ve ölülerin örneklerinde zaten arıyorduk.

15 kişilik bir ekip ve usulüne uygun idrar alabilecek her türlü düzenekle
stada gittik. Soyunma odalarına yakın bir mahalde istasyon kurduk.
Stattaki uğultu, kulakları sağır edecek boyuttaydı. Futbolculardan
önce, merdivenlerden birbiri ardı sıra beyaz gömlekli kadın ve erkeklerin
çıktığını gören seyirci, birdenbire ‘Hastane... Hastane...’ diye
tezahürata başladı. Maç boyunca da ara ara tekrarladı.

Galatasaray, Neuchatel’i 5-0 yendi. UEFA da doping kontrolü
istemedi.

Daha sonraki bir dönemde, Atıcılık ve Avcılık Federasyonu Başkanı
Metin Sertoğlu’nun başvurusu üzerine, İstanbul’daki uluslararası bir
Trap ve Skeet Şampiyonası’nda doping kontrolü yaptık.

Türkiye Doping Kontrol Merkezi’nin kurulması için yıllar geçti. Nihayet
2001’de, Hacettepe Üniversitesi ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
arasında yapılan bir protokolle resmen kuruldu. Halen WADA
akreditasyonu bulunan 18 Avrupa laboratuvarından biridir ve ülkemizin
doping analizlerini yapmaya yetkilidir.

UYUŞTURUCU-DOPİNG İLİŞKİSİ

İsveç polisine göre Türkler piyasada etkili

60’lardan beri, uyuşturucu dağıtım ağlarının aynı zamanda doping
maddeleri karaborsasını da kontrol ettiğine ilişkin duyumlar alınır. Bunun
ilk somut kanıtı, İtalyan jandarmasının 1997’de ülkenin kuzeyindeki
spor salonlarına karşı yürüttüğü operasyonlarda ele geçti. Tutuklanan
54 kişinin, öğrencilere bir yandan kas geliştirici hormon, diğer yandan
uyuşturucu temin ettiği anlaşıldı.

Aralık 2000’de, İtalya’da 6 vücut geliştiricinin ölümü ile birlikte
başlayan Bolonya Operasyonu, olayın boyutunu gözler önüne serdi. 119
spor salonuna düzenlenen baskınlarla piyasa değeri 5 milyon Euro’yu
bulan 101 farklı doping maddesi ele geçti. Sporcudan polise,
hemşireden banka müdürüne 287 satıcı tutuklandı. Bunlardan 41’inin, 8
farklı Avrupa ülkesinin vatandaşı olduğu ve uyuşturucu ticaretinin yanı
sıra doping maddelerini de pazarladıkları ortaya çıktı.

Bu tarihten sonra güvenlik birimleri, ele geçen tablet, toz, ampul gibi
örneklerde sadece uluslararası sözleşmelerle denetlenen uyuşturucuları
değil, anabolik steroid, büyüme hormonu, eritropoietin gibi yaygın
biçimde kullanılan doping maddelerini de aramaya başladılar.

Benzer şekilde, ellerinde fazla miktarda doping maddesi bulunduranlar,
bir de uyuşturucu ticareti açısından sorgulanıyor. Europol verilerine
göre, doping maddesi operasyonları kapsamında, geçen yıl Avrupa’nın
değişik ülkelerindeki laboratuvar, ev ve depolarda el konan maddelerin,
ağırlıkça yüzde 18’i eroin ve kokaindi.

Avrupa polisi şimdilik, piyasaya yasadışı yollarla sürülen doping
maddelerinin sadece binde 5’ini yakalayabiliyor. Bu çerçevede en sert
mücadeleyi veren İsveç polisi, yakaladığı doping maddelerinin, değişik
Avrupa ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Mısır ve Tayland menşeili olduğunu
ileri sürüyor. Uyuşturucu kaçakçılığında Türklerin rolü malum, anlaşılan o
ki, buna bir de doping maddeleri ekleniyor.

EPO SAVAŞLARI

Her doping testi her zaman doğru çıkmayabilir

Eritropoietin, ya da kısaca EPO, böbreklerce sentezlenen ve kemik
iliğinin daha fazla alyuvarlar yapmasını sağlayan bir hormondur.
Dışarıdan EPO alınırsa, alyuvarların sayısı, dolayısıyla dokulara taşınan
oksijen miktarı artar. Oksijen demek, enerji ve dayanıklılık demektir, bu
nedenle EPO kullanmak dopinge girer.

Doğal EPO ile, dışarıdan alınan EPO’nun elektrik yükleri birbirinden
farklıdır. 2000 yılında, Fransız Chátenay-Malabry ulusal anti-doping
laboratuvarı, idrarda yanyana bulunan bu iki EPO’yu izoelektrik
odaklama tekniğiyle ayırmayı başardı.

Ancak bu yaz, Fransızların geliştirdiği yöntemle elde edilen EPO
sonuçları yüzünden ortalık öylesine birbirine girdi ki, WADA, eylül
sonuna doğru, konuya açıklık getirmeye çalışan bir bildiri yayınladı.

EPO’ya Türk sporcuların idrarlarında da rastlandığından, konu bizce
ayrı bir önem taşıyor.

1 Eylül 2004’te Knokke Triatlonu’nu kazanan Belçikalı atlet Rutger
Beke’nin idrarında EPO saptandı. Israrla doping yapmadığını
tekrarlayan Beke, çareyi dünyanın bu alanda önde gelen bilim
adamlarından yardım istemekte buldu. Araştırmacılar 10 ay sonra,
Beke’nin ağır fiziksel etkinlikten sonra idrarıyla alfa 1-antikimotripsin
(Alfa1-ACT) adlı proteini attığını, bunun da izoelektrik odaklama tekniği
ile yapılan analizde, dışarıdan alınan EPO’ya benzemesi nedeniyle
yanlışlığa neden olduğunu açıkladılar. Uzun incelemelerden sonra,
Beke’nin cezası kaldırıldı. Beke de, WADA’nın yanı sıra, Gent ve Köln
Laboratuvarlarına karşı tazminat davası açtı.

İspanyol Virginia Berasategui Luna ve Iban Rodriguez Martinez,
idrarlarında EPO bulunduğundan ceza alan başka iki triatloncu. Ancak
her ikisinin de tıpkı Beke gibi, aşırı egzersiz sonunda idrarlarında alfa1-
ACT çıkıyor ve her ikisinin de cezaları kaldırıldı.

LANCE ARMSTRONG EPO’LU MUYDU?

Doping kontrollerinde ‘A’ ve ‘B’ diye işaretleyerek iki ayrı kaba idrar
alınır ve mühürlenir. ‘A’ örneği pozitif çıkarsa, ‘B’ örneği bir başka
laboratuvarda yeniden incelenir. Fransız ulusal anti-doping laboratuvarı,
geçen yılın sonlarına doğru, eski yarışmalardan arta kalan ve -20
derecede muhafaza edilmiş ‘B’ örneklerini yeniden incelemeye başladı.
Günlük spor gazetesi l’Equipe, her nasılsa sonuçları ele geçirdi ve 23
Ağustos 2005’te, Fransa bisiklet turunu 7 kez üst üste kazanmış
Amerikalı Lance Armstrong’un, 1999 Fransa Turu’nda EPO dopingi
yaptığını birinci sayfadan duyurdu.

Dondurulmuş örneklerde EPO çalışılıp çalışılamayacağı, Fransız, Alman
ve Kanada ulusal laboratuvarlarını birbirine düşürdü. Pozitif sonuca,
Armstrong’un 1996’dan beri gördüğü testis kanseri tedavisinin yol
açabileceği de ileri sürülünce, işin içinden çıkılamadı.

Bütün bunlara ek olarak, bir de 1964 Kış Olimpiyatları’nın 2 altınlı Finli
kayakçısı Eero Mantyranta gibi, DNA’sındaki mutasyon sayesinde
normalin üzerinde EPO sentezleyen kişilerin de olabileceği ve yakın bir
gelecekte gen dopingi ile EPO’su fazla süper atletlerin ortaya çıkacağı
anlaşıldığından, bazıları doping kontrolünden öylesine sıkıldı ki, bundan
böyle dopingli ve dopingsiz sporcuların ayrı ayrı yarıştığı iki ayrı
olimpiyat düzenlenmesini teklif edenler bile oldu.

---

Prof. Dr. Sevil Atasoy - Delil Avcısı - Önceki Makale
Kuş, kaplumbağa ve köpekbalığı dedektifleri

---
 
Üst