Makale - Pensin ucundaki 5.2.1.1 kodlu pubik kıl - Sevil Atasoy

toxine

Onursal Üye
11 Mar 2013
997
3,280
Tespit edilemedi

Pensin ucundaki 5.2.1.1 kodlu pubik kıl

Sevil Atasoy
2 Ekim 2005

Prof. Dr. Sevil Atasoy kimdir?


İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi’nden mezun oldu. Biyokimya
alanında uzmanlık ve tıp bilimleri doktorası yapan Sevil Atasoy, 1976
senesinde biyokimya uzmanı oldu. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp
Enstitüsü öğretim üyesi görevi yaptı.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde öğretim üyeliğinin yanı sıra, 1980-93
arasında Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Kimyasal Tahliller İhtisas
Dairesi başkanlığı, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün 1987-
2005 yılları arasında müdürlüğünü yürüttü. Ayrıca 2009 senesine
kadar öğretim üyeliğini sürdürdü.

Sevil Atasoy, 2005-10 arasında Birleşmiş Milletler Uluslararası
Uyuşturucu Kontrol Kurulu'nun başkanlığını yaptı.

2016 senesinin Nisan ayında 2017-2022 dönemi için Uluslararası
Uyuşturucu Kontrol Kurulu üyeliğine tekrar seçildi.

Kitapları:
Bu Ayak İzi Senin DR. Watson
Labirent/ Adli Bilimlerin Gizemli Dünyası
Karanlığa Yolculuk
Yeraltındaki Melekler Yerüstündeki Şeytanlar
Her Çikolata Yenmez ve Başka Tatsız Öyküler
Acayip İşler

2005-2009 yılları arası, Hürriyet gazetesinde haftalık adli bilim
yazıları kaleme aldı. İngilizce, Almanca ve Fransızca bilen Atasoy,
Hürriyet gazetesinin Pazar ekinde “Delil Avcısı” adlı sayfada 250
kadar gerçek suç öyküsü yayınladı.

---


Delil Avcısı
Pensin ucundaki 5.2.1.1 kodlu pubik kıl


Kimilerine göre şansımız vardı. Bana göre, işin şansla uzaktan yakından
ilgisi yoktu. Sadece ne arayacağımızı biliyorduk ve neredeyse elimizle
koymuş gibi bulmuştuk.

8 yıl önce bir kasım sabahı, İstanbul’un daracık bir sokağındaki 4 katlı
apartmanın zemin katına, iki kişinin ölü bulunduğu olay yerini incelemek
üzere, Ersi Kalfoğlu, Hülya Yükseloğlu ve Tanıl Başkan ile birlikte
girdiğimde, sadece Türkiye için değil, dünyanın hemen her ülkesi için bir
istisna olduğumuzun farkındaydım. Bir kere polis değildik. Jandarma
değildik. Üniversite mensubuyduk. Bizlerin delil toplamak üzere
görevlendirilmesine pek sık rastlanmaz. İkincisi, olay yerine bizden önce
üç ekip girmişti. Olay yerinin birkaç kez incelenmesi -Batı ülkelerinde
sıklıkla yapılırsa da- o tarihte bizim ülkemiz için pek alışılmış bir
uygulama değildi. Cinayetlerin üzerinden iki ay geçtiği halde, İstanbul
Barosu’na kayıtlı bir avukat hanım sayesinde ev kapalı duruyordu.
Özetle, bizim durumumuz büyük bir istisnaydı. Bu olay yeri ile ilgili
çalışmalarımızı, uluslararası kongrelerde sunduk. İyi bir örnek
oluşturduğundan polis, savcı ve avukatların eğitimlerinde kullandık. Ama
hepsinden önemlisi, zemin katın küf ve kan kokusu hálá burnumuzda.

OLAYIN ÖYKÜSÜ

HERKESİN AKLINA İLK O GELDİ

3 Eylül’ü dördüne bağlayan gece, kapıyı anahtarıyla açan genç adam,
önce yanan ışıkları, daha sonra iki metre kadar önünde, salonla mutfak
kapısı arasında, büyük bir kan gölü içinde, yerde yatanları fark etti.

Annesinde kısa tayt şort, sıyrılmış penye, kız kardeşinin altında
eşofman, üzerinde tişört vardı. ‘Bunu mutlaka o yapmıştır’ diye
düşündü.

Diğer tüm akrabalar da ‘O yapmıştır’ deyince, asayiş büro amirliği,
annenin 9 aydır birlikte yaşadığı ve cinayetlerden 15 gün önce bu eve
taşındığı söylenen, imam nikahlısı, 50 yaşındaki sondaj makinesi
imalatçısını, Türkiye genelinde ve Interpol üzerinden aramaya başladı.

18 yaşındayken Manisa’da birini öldürdüğü, cezaevine girdiği, firar
ettiği, yurtdışına kaçtığı, orada bir kadını bıçakla öldürdüğü, yasadışı
yollarla ülkeye geri döndüğü ve üç yıl önce de Manisa’da tabancayla
başka birini öldürdüğü söylendi. Üstelik, genç adamın, bir süre önce
annesinden boşanan babası da kayıptı.

Bunları okurken imalatçının, 2002 yılında yakalanan ve ‘1983 yılında
Mehmet Ali Ağca’nın kaçmasına yardım ettim. Ailemden dört,
İstanbul’da da tanımadığım iki kişiyi öldürdüm’ diyen ‘Manisa canavarı’
olduğunu zannetmeyin. Bu, başka birisi.

YARAYI FARK EDEN DİKKATLİ SAVCI

Ülkenin dört bir yanında yürütülen arama faaliyetleri, Manisa’dan gelen
bir teleksle durduruldu. İmalatçı, teslim olmuş ve cezaevine konmuştu.
Teslim olma nedeni bu çifte cinayet değildi, üç yıl önceki cinayetiydi.

İlk savunmasında, ana-kızla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını, o
evde hiç kalmadığını, bulunan eşyaların hiçbirinin kendisine ait olmadığını
söyledi. Daha sonra 3 Eylül akşamı evde olduğunu, yiyip içtiğini kabul
etti. İstanbul’dan otobüsle yola çıktığını, Ankara ve İzmir üzerinden
Manisa’ya geldiğini, başka bir suç nedeniyle teslim olduğunu anlattı.

Bir televizyon kanalında cezaevinden mahkemeye götürülüşünü izleyen
savcı, sağ avucunun içerisindeki yarayı fark etti. Bu durumu, ‘20-25
gün önce yemek pişirirken tuttuğum tencereden yandı, kesinlikle bıçak
yarası değil’ şeklinde açıkladı.

Zaman zaman belleğini kaybettiğini, psikiyatrlara gittiğini ifade ettiyse
de, Adli Tıp 4. İhtisas Kurulu’na göre, kasten adam öldürme suçunun
tam cezai ehliyetine sahipti.

CİNAYETİ ASLA KABUL ETMEDİ

11 ay sonra, anneyi ‘kasten öldürmekten’ 24 yıl, kızı ise ‘suç delilini
ortadan kaldırmak maksadıyla öldürmekten’ idam cezası aldı.
Duruşmadaki iyi hali nedeniyle, 24 yıl 20 yıla indirildi. İdam ise, ilk yılı
geceli gündüzlü bir hücrede tecrit edilmek sureti ile müebbet ağır hapis
cezasına çevrildi. İmalatçı, ana-kızı öldürdüğünü hiçbir zaman kabul
etmedi.

DELİL 1

Evdeki özel eşyalar

Cinayetler üzerine, 2 polis memuru ve 2 komiser yardımcısı, gece
yarısını 2 saat geçe, bildirilen adrese geldiler. Parmak izleri aldılar,
ölenlerin yaralarını saydılar, yerlerini belirlediler ve olay yeri inceleme
raporlarına ‘Çevre araştırmasında şahsın bıçak ve giysileri Bostancı
araştırma görevlileri tarafından alındığından eşyalar gelene kadar
beklenmiş, eşyalar geldiğinde şahsın çamaşırlarından kan numuneleri
alınmış, bayanlardan yara içinden kan mukayeseleri alınmış, kan
numuneleri, olay yeri krokisi karakol görevlilerine teslim edilmiş, bıçak
zapt edilerek karakol görevlilerine teslim edilmiş, video, fotoğraf, kroki
çizimleri yapılmış bunlar haricinde herhangi bir şey zapt edilmemiştir’
diye yazdılar ve gittiler.

15 gün sonra, 2 polis memuru ölenlerin akrabalarıyla yeniden eve girdi.
Sanığa ait olduğu söylenen, siyah örgülü kar başlığından, pembe çiçekli
banyo havlusuna, numaralı gözlükten, kırmızı tespihe varıncaya kadar
eşyalarına el koydular. Sanık, ‘Evle ilgim yok’ demişti ama, belli ki nesi
var nesi yok toplayıp gelmişti. Canavar Tohumu ile Sarı Esirler adlı
kitaplarını, ayrıca el yazılarının ve imzasının bulunduğu defterini bile
alarak. Yalan söylüyordu. O evle bir ilgisi vardı. Geride kalanlar,
eşyaları tanıyordu. Ama bu durum, sadece yalan söylediğinin deliliydi,
kadınları öldürdüğünün değil.

DELİL 2

Bardaktaki parmak izi

Olay yerindeki parmak izleri, ölenlerin ve sanıktan cezaevinde alınan on
parmak izi ile karşılaştırıldı. Salondaki masa üzerindeki bardak ve
tabakta sanığın sağ el işaret parmağının izi ve anneye ait izler bulundu.
Annenin 100 mililitre kanında 229 miligram, bir başka deyişle 2.29
promil etil alkol saptandı. Sanığın bardaktaki parmak izi, onun evde
bulunduğunu kanıtlıyorsa da, cinayetlerden sorumlu tutmuyordu.

DELİL 3

Yamulmuş bıçak

Olay yerinde, yamulmuş, kanlı bir bıçak bulundu. Önce Bostancı
araştırma görevlileri tarafından alınan, daha sonra olay yeri inceleme
ekibine teslim edilen bıçak, 11.5 santim uzunluğunda, tek ağızlı, oluksuz,
sivri uçlu, delici ve kesici vasıfta namlusu bulunan, siyah plastik
kabzeli, zorlanma nedeniyle namlusu kabze dip kısmından eğilmiş bir
ekmek bıçağıydı.

Otopsi raporları, anne üzerindeki 41 yaradan 17’sinin, kız üzerindeki 18
yaradan 13’ünün ‘müstakilen öldürücü’ nitelikte olduğunu ve her ikisinin
de kesici-delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar ve iç organ
delinmesinden gelişen iç ve dış kanamadan öldüğünü bildirdi.

O evde bu bıçakla ya anne, ya kız ya da her ikisinin birden öldürüldüğü
besbelli. Önemli olan, bu bıçağı kimin tuttuğu. Bu soruyu cevaplayacak
en kestirme yol, hiç kuşkusuz bıçak üzerinde sanığın parmak izlerini
bulmaktı. Bulunamadı. Bulunsaydı bile, karşılaştırmaya elverişli nitelikte
olmayabilirdi. Hatta, sanık o evde yaşadığından, evvelce bıçağı tutmuş
olabileceğini, bu nedenle üzerinde parmak izlerinin bulunduğunu, ancak
kadınları öldürmediğini söyleyerek kendini savunabilirdi.

Bıçak kanlıydı. Kriminal polis laboratuvarının ekspertiz raporuna göre,
bıçak üzerindeki kan grupları, anneninki ile uyumluydu. Bu bıçakla, en
azından annenin öldürüldüğü artık kesindi. Ama bıçağı tutan kimdi?

DELİL 4

Sağ eldeki yara

Sanığın sağ avucunun içindeki iyileşmekte olan, tencereden yandığını
söylediği yaranın ne zaman meydana geldiği, muayenede kesin olarak
saptanamadı. ‘Yüksek ihtimalle kesici-delici aletle oluştuğu’ bildirildi.
Büyük bir olasılıkla, benzer durumlarda sıklıkla rastlandığı gibi, sanık,
bıçaklamalar sırasında kendi elini de kesmişti. Bıçak üzerinde,
anneninkinin yanı sıra, sanığın kanı da bulunsaydı, çok değerli bir delil
oluşturacaktı. Dosya içerisinde buna ait herhangi bir analiz bulgusu
yok. Sanırım bıçakta sanığın kanı hiç aranmadı. Esasen aransaydı bile,
sadece kan grubu incelemesi ile kesin kimliklendirme zaten yapılamazdı.

DELİL 5

Etraftaki kan lekeleri

Bıçak dışında, evdeki eşyaların bir çoğunda kan vardı. Polis; pantolon,
fanila, külot, atlet ve kesilerek şort haline getirilmiş kot pantolon
üzerindeki kanların insana ait kan lekeleri olduğunu ve annenin kanı ile
uygunluk gösterdiğini bildirdi. Buralarda kızın kanı bulunmadı. Tanıklar,
eşyaların sondaj makinesi imalatçısına ait olduğunu söylüyordu. Ama bu
iddianın bilimsel bir delile ihtiyacı vardı.

EN GÜÇLÜ DELİL

2 ay sonra gittik, 6 saat çalıştıktan sonra bulduk

Cinayetlerden 2 ay sonra eve girdiğimizde her yer karmakarışıktı.
Kanepe üzerinde, yerlerde, elektrik prizlerinin etrafında, perdelerde,
ekmek torbasında, hatta sokak kapısı dışındaki basamaklarda bile kan
lekesi vardı.

Üzerinde her iki kadının kanı olan, aynı zamanda giyenin ya da tutanın
kimliğini belirleyebilecek bir tek cisim arıyorduk. Bu hedefe yönelik
olarak 6 saat süren çalışmalar sonunda 41 biyolojik delil topladık.
Sanığın kanını cezaevinde, kendimizin imal ettiği, posta ile
gönderdiğimiz ‘kan örneği alma kiti’ne aldırdık. Bugün olsa kan bile
aldırmaz, sadece yanak içinden sürüntü aldırırdık. Ölenlerin kanlarını
ise, Adli Tıp Kurumu Kimya Dairesi’nden temin ettik. Ellerinde
toksikolojik analizden arta kalan ve muhafaza edilen kan vardı.

8 yıl önce, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün
laboratuvarlarında DNA analizleri yapabiliyorduk ve bu teknolojinin
Türkiye’de çok şey değiştireceğinden emindik. Bütün örneklerde DNA
düzeyinde 11 genetik bölge inceledik. Şimdilerde bunların sayısı daha da
arttı ve çalışılan bölgelerin bazıları değişti. Bugün Türkiye’nin tüm
kriminal laboratuvarlarında artık DNA analizleri yapılabiliyor. Oysa,
olayın gerçekleştiği tarihte sadece kan grupları incelenebiliyordu.

Mahkemenin gönderdiği bıçak üzerinde bizden önce çeşitli incelemeler
yapılmış ve bunlar için örnek alınmıştı. Buna rağmen, bıçakta birden
fazla kişinin DNA’sını bulduk. Bunlardan biri, polis kriminalin de
saptadığı gibi anneye aitti, miktar olarak diğerlerinden çok fazlaydı ve
bazı bölgelerde diğerlerinin genetik özellikleri örtüyordu. Bu nedenle,
diğerlerini o günkü koşullarımızla kimliklendiremedik. Ayrıca o tarihlerde
henüz ‘amelogenin’ adlı DNA bölgesi kriminal amaçlara yönelik olarak
incelenmiyordu. Dolayısıyla kan lekelerinin bir kadına mı, yoksa erkeğe
mi ait olduğu anlaşılamıyordu. Mutfak perdesi üzerindeki lekede, hem
annenin, hem de kızın DNA’sını bulduk. Sanığı bulamadık.

Ancak bunların hiçbirinin ne o gün, ne de bugün benim için önemi yok.
Önemli olan sadece, pensin ucunda gördüğüm 5.2.1.1. kodunu
verdiğimiz kıldı. Bu pubik kılı, bel lastiğinin ön kısmına kan bulaşmış bir
erkek çamaşırının ağ kısmında bulduk. İç çamaşırı, bizden önce olay
yerine girmiş olanların eşyalar yığdığı, çift kişilik karyolanın üzerindeki
spor çantasındaydı. Lekeli bölümden avuç içi kadar bir parça daha
önce polislerce kesilerek alınmıştı. Çamaşırla ilgili olarak raporumuzda
şu bilgi var:

Kod 5.2: Erkek iç çamaşırının bel lastiği üzerindeki kan lekeleri: Yüzde
99.999 olasılıkla I.K ve A.K’ya (anne ve kız) ait.

Kod 5.2.1.1: Aynı iç çamaşırın iç ağ bölgesindeki pubik kıl: Yüzde
99.998 olasılıkla H.P’ye (sondaj makinesi imlatçısı) ait.

Beynimizde, sondaj makinesi imalatçısının her iki kadını öldürdüğünü
kanıtlamıştık.

---

Prof. Dr. Sevil Atasoy - Delil Avcısı - Önceki Makaleler
Zor ve gizemli bir dünyaya hoş geldiniz
Maynuşların dünyasına düşen Madrid bombası

---
 
Son düzenleme:
Üst