Sevda Tepesi ve ‘Valentino Vahit’ ile ‘Vaniköy Güzeli Belkıs’ın öyküsü..

Otacı

Süper Üye
5 Tem 2016
782
11,931
Küçüksu Sevda Tepesinden Boğaziçi - 1960'lar...

10440656-755569341193395-1884235403251821108-n.jpg


Sevda tepesi, Kandilli mahallesi, Üsküdar / İstanbul

Sevda Tepesi'ni anlamak için Kıbrıslı Ailesi'ni ve Kıbrıslı Yalısı'nı bilmemiz gerekiyor. Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa'nın Kandilli'deki yalıya 'Kıbrıslı Yalısı' deniyordu. Yalının hemen ardı sıra Kandilli sırtlarına doğru uzanan koru da Kıbrıslı Ailesi'nindi. Korunun en tepesindeki yer 'Sevda Tepesi' olarak anıldı. Ama tarihsel kronolojiyi karıştırmayalım. Bu isimle anılması yıllar sonra oldu. Önceden Ömür Tepesi olarak anılıyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında içinde bir çay bahçesi vardı. Türk sinemasına plato görevi görüyordu.

CUMHURİYET DERGİ 14 NİSAN 1991 SAYI 266

75496084-999685437037474-1433610356273446912-n.jpg


Sevda Tepesi’ne adını veren öykü... Bundan tam altmış yılönce yaşanmış hazin bir aşk öyküsü, İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında, Küçüksu’daki Sevda Tepesi’ne adını vermiş. Şimdi gelin, bu hazin aşkı ve kurbanları ‘Valentino Vahit’ ile ‘Vaniköy Güzeli Belkıs’ın öyküsünü, o günleri yaşamış bir tanığın ağzından ve Cumhuriyet arşivlerinden izleyelim...

“Bir yaz günüydü. Kapıda oynarken rahmetli pederimi elinde gazeteler ile eniştemle beraber üzgün bir vaziyette eve geldiklerini gördüm. Babam üzgündü. Soramadım da. Eve girdiler. Annemi çağırdılar. Babam, ‘Çok acı bir haber, Vahit’i kaybettik, hem de intihar,’dedi. Annem, ‘Nasıl olur,’ diye karşılık verdi. Belkıs Hanım’la birlikte intihar etmişler. Gazeteler böyle yazıyordu!’ Valentino Vahit’le Belkıs Safer’in hazin aşk öyküsü bu acı cümlelerle hitam buluyor.

Ya öykünün başlangıcı?
Bu öyküyü 1985 yılında Mehmet Yaşin’le “Cumhuriyet Siyaset” için “Bir Pazar Günü İstanbul’u yazarken Sevda Tepesi’nde Ömürtepe restoranda dinlemiş ve yazmıştım. (21 Nisan 1985) Şimdi tuhaf bir rastlantı, öykünün tanıklarından, Vahit Bey’in amcasının kızı Müfide Bolulu karşımda.

Müfide Hanım o günleri anlatıyor: Çamlıktepe’ye çıkmışlar o akşam. Abim, ‘Şimdi dönerim anneciğim’ diyerek evden çıkıyor. Kandilli’de bir bakkal İsmail Efendi var. Belkıs Hanım da ‘Anne, ben İsmail Efendi’den bir çikolata alıpgeleyim,’ diye evden ayrılıyor. Yengem bekliyor, gelen giden yok. Herhalde diyorlar Belkıs’la bir yere gittiler. Geceyarısı oluyor yine haber yok. Amcam, Eminönü komiseriydi. Merak ediyor, yengeme, ‘Bak bakalım tabancam yerinde mi?’ diyor. Yengem bakıyor, Vahit kendi tabancasını bırakmış, babasmınkini almış. Merakları iyice artıyor. Çok hassas bir av köpekleri var. Ona elbiselerini koklatıyorlar. Polise gidiyor amcam. Ama o saate kadar bir olay olmamış...”

Müfide Hanım hâlâ o günlerin heyecanı içinde. Olay sanki dün olmuş gibi terü taze. Ağaran saçlarının gölgesi yüzüne düşüyor. Gözlerinin ucunda iki yaş damlası. Söze biraz ara verse kazağının yenine soktuğu oyalı mendiliyle gözlerinin yaşını silmeye çalışıyor. Soru sormak istemiyorum, Müfide Hanım anlatıyor:

“Sabahleyin gün ağarırken Vaniköy sırtlarından bir köyden sütçü bir kadın iniyor. Vahit’le Belkıs o gece çamların altında eğlenmişler. Mehtaplı bir geceymiş. Ve ikisi de bütün mektuplarını yanlarına almışlar. Onları bir kelimesi dahi okunamayacak şekilde küçük parçalar halinde yırtmışlar. İki ağacın altında iki küçük tepe halinde duruyormuş mektuplar. Sütçü kadın önce yatıyor sanmış bunları. Ama gün ağarınca kanı görmüş ve yanlarına koşmuş. Vahit önce Belkıs’ı kalbinden vurmuş ve subay ceketini çıkarıp ayaklarını sarmış. Başını da bir taşla yükseltmiş. Ondan sonra da kendisi onun karın kısmına doğru oturmuş, ağzından sıkmış. Kurşun beyninden çıkmış. Kadın hemen Kandilli’ye gelmiş. Olayı anlatmış. ‘Eyvah,’ demişler, ‘Bunlar Vahit’le Belkıs herhalde...”

Müfide Bolulu’nun anlattığına göre Belkıs ailenin tek kızı, bir erkek kardeşi var. Vahit ise Kuleli’yi yeni bitirmiş; ölmeden iki ay önce... ilk aylığını alınca Belkıs’a bir elbise almış, ikinci aylığıyla da annesine bir gramofon, ölüm kuşu saçlarına konmadan tayinini bekliyor Vahit. Aralarındaki ilişkiyi soruyorum Müfide Hanım’a... “Mesela bir pikniği hatırlıyorum. Mısır pişerdi Küçüksu’da, büyük kazanlarda. Tam okula gideceği zaman yanımızdan kalkar, Belkıs Hanımların yanına giderdi. O kadar ki her iki aile de normal karşılıyordu bunu. Ama yengem, Vahit’i Bursa’dan bir kızla nişanlamaya kalktı. Belkıs şöyle dermiş: ‘Vahit nişanlansın. Bursa’ya gideceğim, o nişanlandığı hanımın kapısı önüne oturacağım, bütün geçirdiğimiz günleri anlatacağım ona. Herhalde onun da bir kalbi vardır.’ Evet hep böyle dermiş..!’ Belkıs’ın ailesini soruyorum. Abisi verem olmuş. Annesine felç gelmiş. Babası zaten daha önceden ölmüş. “Aile tamamen yok olmuş gitmiş,” diyor Müfide Hanım.

Vahit’e getiriyorum sözü. Vahit, ailenin tek çocuğu. Babası Emin Efendi Kurtuluş Savaşı gazilerinden, madalyası var. Savaşta İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırıyormuş. Vahit, gerçekten Rudolf Valentino’ya benziyor. Valentino’nun çevirdiği son film, ölünce yarım kalıyor. Arkadaşları film şirketine Vahit’in resmini gönderiyorlar. Onlar da Vahit’i çağırıyorlar, fakat Vahit askerliği çok sevdiğinden bu çağrıyı kabul etmiyor. İki aile de varlıklı. Bu olaydan sonra Vahit’in annesi kanser oluyor. Belkıs’ın ailesi gibi Vahit’in ailesi de acılar içinde yaşıyor uzun yıllar. Müfide Hanım hâlâ anıların sonu gelmez koridorlarında.

“Gençliğimde” diyor, “romanlar yazılırdı. ‘Dizlerine Kapansam’romanında da bu konu geçiyor. Orada da gençler merak ediliyor. Ve romanda şöyle yazıyor: ‘Aman sonları Belkıs’la Vahit’e benzemesin.’

”İşte tam 60 yıl önce yaşanan hazin bir aşkın günümüzdeki öyküsü. Başka söze ne hacet!

Vaniköy’de müthişbir aşk faciası...

Şimdi 60 yıl öncesine dönüp Vahit’le Belkıs’ın öyküsünü o günlerin Cumhuriyet gazetesinden izleyelim. Cumhuriyet 4 Temmuz 1931 tarihli sayısında “ Vukuat” sütununda olayı şöyle veriyor: “Vaniköy’de müthiş bir aşk faciası... Bir daktilo ile bir zabit; ölü olarak bulundu.” Haber şöyle: Kandilli polis merkezine koşa koşa gelen bir kadın Vaniköy’de bir ağacın altında iki ceset gördüğünü söylüyor. Yapılan araştırmada ölen genç subayın Kandillide oturan Eminönü Zabıtai Belediye Komiser Muavini Emin Efendi’nin oğlu Vahit Efendi, genç kızın ise aynı mahallede oturan Safer Bey ailesine mensup Selanik Bankası’nda çalışan daktilo Belkıs Hanım olduğu anlaşılıyor. Cumhuriyet, ertesi günkü sayısında haberi biraz daha geniş tutarak “ Boğaziçi’nin en güzel kızı nasıl ve niçin öldü” başlığıyla veriyor.“ Muhitinde büyük bir teessür uyandıran bu facia etrafında şu mütemmim malumatı aldık” diye yazan gazetede haber şöyle sürüyor: “ Belkis Hanım yirmi, yirmi iki yaşlarında, uzun boylu, yeşil gözlü bir kızdır. Kendisini tanıyanlar onu Boğaziçi’nin en güzel kızı olarak tavsif ederler. Belkıs Hanım muhitinde güzelliği kadar ciddiyeti ve tahsilinin fevkâladeliğiyle tanınmıştı. Belkıs Hanım evvelki sene Amerikan Kız Koleji’nden mezun olmuş ve Felemenk Bahrisefit Bankasına daktilo olarak girmişti. "İki gün sonra Cumhuriyet olayı bu kez birinci sayfadan resimli olarak vermeyi sürdürüyor. Belkıs Hanım’ın arkadaşlarıyla ve ailesinin fotoğrafları birinci sayfadan verilirken Vahit’le Belkıs’ın mezarları iç sayfalarda yer alıyor. “ Bütün Boğaziçi halkını müteessir eden facia” başlıklı haberde “Belkıs Hanım’ın annesi faciaya takaddüm eden hazin macerayı anlatıyor."Belkıs Hanım’ın annesi Nafia Hanım Cumhuriyet muhabirine şunları anlatıyor:“ Ben Belkıs'ın annesinden ziyade bir ablası idim... Onun bütün hislerini, düşüncelerini takip ederdim... Bu elim aşk faciası daha başlarken ben haberdar olmuştum. Bundan iki sene evvel genç bir mekteplinin kendisine koruda tesadüf ederek izdivaç teklif ettiğini söylemişti, iki yavrunun mesut olmaları için elimden geldiği kadar çalıştım. ”Cumhuriyet'teki üç günlük dizi-haber şu cümlelerle son buluyor: “ Şimdi Boğaz’ın mavi sularına hazır bulunan Şehitlik tepesindeki iki bedbaht sevdazedenin mezarları sevdikleri tarafından ziyaret edilerek onlara ait hatıralar taziz ediliyor.”
REFİK DURBAŞ

73513591-999686897037328-7062956233736585216-n.jpg


BELKIS İLE VALENTİNO VAHİT

Bu akşam Kandilli’nin
Tepesinde sarhoş olacağım.
Pardösemin cebinde brandy, yakası kalkık,
Fötrümün kenarı arımdan yüzüme perde…
Varlık, yokluk adına yatıyor,
Belkıs’la Valentino Vahit
Bu kara yerde…
Bir elimde sigara,
Diğeri cepte.
Merak etmeyin cep sağlam.
Ben, Vahit gibi kıyamam
Canana
Cana…
Anam ağlar,
Canım da çok tatlıdır.
Sevdiğim kız ağlar,
Kendisi Tokat’lıdır.
Tepeden
Kandilli’ye, Hisar’a
Sonra bütün Boğaz’a,
Basacağım narayı avaz avaza…
Ayağa kalk İstanbuuul!
Servetine el koydum.
Belkıs’ı Vahit’e
Dünya malına tamahen
Vermediler..
Duy! Sevdaya saygısızlığını insanlığın.
Bu gece İstanbul’un yarısı bana,
Gerisi Vahit’e emanet.
Yarın herkesin malını teslim ederim.
Yeter, Belkıs’ın anasına
Bir gecelik servet…
Onlar,
Bu tepeye geldiler.
Bu ağacının dibinde
El ele,
Yüreklerinde birer kurşun
Sevdalarını bu tepeye gömdüler.
Vuslatsız öldüler.
İşte burası
Sevda Tepesi.

“Ah be aşıklar. Kaçıp gitseydiniz, ölüm müydü tek çaresi?” diye klasik bir yorum yapılıyor haberi okuyunca. Ama bizim bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz çok şey olmuş aralarında. Yakınları bile tam anlayamamışlar... Zaten bu olayı bu kadar ilginç kılan içinde barındırdığı bu gizem değil mi? Bundan sonra Sevda Tepesi’ne her baktığımızda onları ve aşklarını düşüneceğiz. İmkansız bir aşk yaşamadığımız için şükredelim… Günümüzün gençleri ilişkilerini hoyratça tüketirken, bundan 88 yıl önceki aşklar nasılmış düşünmesinler. Düşünmesinler, tüketsinler ne varsa. Ne de olsa çağımız tüketim çağı değil mi? Bu konuyu romanlarla irdeleyebiliriz ancak! İsteyen alttaki romanı alıp okuyarak nedenler hakkında yazılanlarla ilgili daha iyi fikir yürütüp düşünebilirler kanımca...

73515731-1000922846913733-432902054550175744-n.jpg
 
Üst