Çalınan Türk Uygarlığı ve Uyuyan Türkler

Orhan Dündar

Çizgi Roman Ustası
24 Eyl 2011
1
4
ÇALINAN TÜRK UYGARLIĞI ve UYUYAN TÜRKLER

4.01.2021
Orhan Dündar


KUR’AN’IN EMRİ: DİN/AKIL/BİLİM BİRLİĞİ

“Kur’an putperest inancı ile savaşmak için bilimi getirdi ve akla dayandı. Çünkü inanç sözcüğü bellekte ve öznel olduğu için onda yalan olur*. Bilim ise nesneldir, herkes onu bilir, onda yalan olmaz**. Kur’an’ın bilim kitabı olmasının nedeni, inancı da dinide bilime dayandırmış olmasıdır. İlk üç asır bilim insanları, öz akıllarını kullananlar, Kur’an’daki bilimle ilgili, bilimin inançtan ve dinden önemli olduğuna vurgu yapan ayetleri iyi anladılar. Kur’an’ın bilim kitabı olduğunu sözle deyimlemiş olmasalar da eylem olarak öyle davrandılar. Yoksa İslam medeniyeti doğmazdı.” *Bakara 2/23, Yunus 10/38, Hud 11/13, İsra 17/88. **İsra 17/36.

Hüseyin Atay, Ben, Destek Yayın. s.106. 2019.

“İslam medeniyetinin modern dünyaya en büyük hediyesi bilimdir... Fakat Avrupa’yı yeniden hayata kavuşturan şey sadece bilim değildi. İslam medeniyetinden gelen başka tesirlerde Avrupa hayatına ilk ışıltıları vermiştir... Avrupa’nın ilerlemesinde İslam kültürünün tesirini görmeyeceğimiz hiçbir alan yoktur. Bu tesirin bütün açıklık, büyüklük ve devam eden gücüyle kendini gösterdiği, en büyük zaferlerin kazanılmasına sebep olduğu alan, tabiat bilimleri ve bilim zihniyeti olmuştur.” “Avrupa’ya barutu ve topu veren, en iyi çelik üretimini öğreten, pusulayı, pamuktan ucuz kağıt yapımını ve matbaacılığı öğreten Müslümanlardır. Asya böylece Avrupa’yı kendisine karşı silahlandırdı, yazgının kendisine karşı dönüşünü kendi elleriyle hazırladı; ama bunun sonuçlarını duyumsayabilmesi için aradan yüzyıllar geçmesi gerekti”.

Robert Briffault (1876-1948) The Making of Hummanitye, s.190, 202, London, 1919.

"Bu gezegen üzerinde gelmiş geçmiş uygarlıklar arasında, bilimin İslam ülkelerinde en zayıf olduğu konusunda günümüzde herhangi bir kuşku yoktur. İçinde bulunduğumuz çağda, bir toplumun onurlu bir şekilde ayakta durması, doğrudan doğruya onun bilim ve teknolojideki gücüne dayandığına göre, bu zayıflığın tehlikeleri ne kadar vurgulansa azdır."

Prof. Dr. Muhammed Abdüsselam (1979 yılı Nobel Fizik ödüllü Pakistanlı Fizikçi


ÇİZGİ ROMAN İLE MEDENİYET İNŞASI

Yukarıdaki alıntıların sağlıklı bir değerlendirmesini yapmak için AVRASYA TARİHİNİ (Doğu/Batı etkileşimini) iyi bilmek gerekiyor. Tarih boyunca varlığını Türk yurdu olarak sürdürmüş olan bu coğrafya kadim Türk medeniyetinin belgelerini de içinde saklamıştır. Devamlı Altaylardan beslenen bu medeniyet sonunda modern Avrupa uygarlığının doğmasına sebep olmuştur. Avrupalılar, bilim ve teknolojide elde ettikleri gelişmelerden sonra Avrasya’yı Doğu ve Batı olarak ikiye ayırmışlardır. Asıl olarak Avrasya’nın bütününe hâkim olan Türk tarihinin Avrupalı köklerini saklamaya çalışmışlardır. Kendi medeniyetlerini yalnız Batı’nın icadı olarak göstermişlerdir. Doğu’daki Türkleri ise “medeniyet düşmanı barbarlar” olarak tarihin dışına atmışlardır. Bunu da bütün dünyaya kabul ettirmişlerdir. Daha acısı bu anlayış Türkler/Müslümanlar tarafından da kabul edilmiştir. Batı’nın Türk düşmanlığı en açık şekliyle çizgi roman ve sinemada kendini göstermiştir. Bunlar Türkiye’de de yayınlanmış ve kabul görmüştür. Hiç kimsede bunu dile getirmemiş ya da umursamamıştır. Ama bir çizgi roman sanatçısı olarak buna seyirci kalamazdım. Bizim de Batı’nın Türk düşmanlığına karşı çizgi roman ve sinema yapmamız gerekiyordu. Bu amaçla 20 yıl önce yoğun bir şekilde okuyup araştırmaya başladım. Gördüm ki bu bir medeniyet meselesiydi. Batı kendi medeniyetini “Türk düşmanlığı” üzerine kurgulamıştı. Yaptıkları çizgi roman, Sinema vd. konular onların bu çarpık medeniyet anlayışına dayanıyordu. Ama asıl gücünü sahip olduğu bilim ve teknolojiden alıyordu. Bunun için onlara bilim ve teknolojinin dayanağı olan bir medeniyet çerçevesi içinde cevap vermemiz gerekiyordu. Ama bizde bu dayanak yoktu. Tam aksine bilim ve teknoloji düşmanı bir medeniyet anlayışı vardı. Bu anlayış Türkleri Viyana kapılarına kadar götürmüş olan bilim ve teknoloji gücünü yok eden zihniyetten doğan medeniyetin devamı idi. Osmanlı Devleti’ni yıkan bu anlayış Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalmıştı. Ama hiç kimse bunun farkında bile değildi. Mesele Batı/Hıristiyan/İslam medeniyeti sarmalı içinde değerlendiriliyordu. Bunların da en önemli mesele olan bilim ve teknoloji ile hiçbir ilgisi yoktu. Çünkü modern/bilim/teknolojinin gelişimi Batı’nın icat etmiş olduğu “Yunan Mucizesi” ve “İslam medeniyeti” kavramları ile doğma haline getirilmişti. Türkler de bu doğmalara mahkûm edilerek uyutulmuştu. Türkiye’de medeniyet adına bu kavramlar arasında bir kör döğüşü yapılıyordu. Bu doğmalardan kurtulmak, bilim ve teknolojinin önünü açmak için Batı’nın oyununu bozmak gerekiyordu. Bunun üzerine bilim ve teknolojinin gerçek sahiplerini ortaya çıkartmak için tek başıma içeriye ve dışarıya karşı bir medeniyet savaşı başlattım. Başlangıcı da 2003 yılında çıkan “Medeniyetlerin Aşil Topuğu” kitabımla yaptım. Bilim ve teknolojinin yani modern/dünyevi bilimin kaynağının Türklerin dünya görüşüne dayandığını tespit ettim. Böylece ana hatlarını belirlemiş olduğum kayıp Türk medeniyetinin peşine düştüm. Gördüm ki Avrupa semalarını aydınlatan modern bilimin sahibi olan Türk bilim adamları Türk kültürüne/düşüncesine yıldızlar kadar uzaktı. Onların yerini akıl, bilim, Türk ve en önemlisi Kur’an düşmanı olan zihniyetin sahipleri almıştı. Bunun üzerine Türk bilim adamlarının kendi kültürümüzdeki yerini ve önemini göstermek için bugüne kadar 17 Türk bilim adamının hayatını anlatan çizgi romanlar* yaptım ve yapmaya devam ediyorum. Ama çalışmaların daha geniş alanlara yayılması ile bir dağınıklık oldu. Bunları toparlayacak, birbirine bağlayacak bir kaynağın eksikliğini duydum. Sonunda aradığım kaynağın çok daha fazlasını buldum. Bu kaynağın en önemli özelliği yukarda da belirttiğim gibi Avrasya tarihini bir bütün olarak anlatmasıydı. Öyle bir kaynaktı ki Avrupa Merkezli Tarih yazımını (Türk düşmanlığını) yerle bir etmekle kalmıyor, Avrupa tarihinin/medeniyetinin kaynağı olan Türk köklerini de ortaya çıkartıyordu. O kaynağın adı Murat Adji idi ve Türklere “dünya tarihini yeniden yazma/çizme” olanağı sağlıyordu. Çalışmalarım için de çok önemli tamamlayıcı bilgiler veriyordu. Artık ben şundan emindim; Türkler akla ve bilime dayanan bir Tanrı inancına ve medeniyete sahip olan ilk ve tek milleti. Doğu’dan Batı’ya ulaşan bilimin de gerçek sahibiydi. Bu Doğu’da da böyleydi Batı’da da. Diğer milletlerin tarih yazılımları bu gerçeğin üzerini kapatmak (Türk düşmanlığı) için yazılmıştı. Ancak yüzyıllardır akıl ve bilimden yoksun bırakılarak uyutulan Türkler bunu fark etmemişlerdi. Bu yazı Doğu’nun ve Batı’nın tek gerçek/dünyevi uygarlığının sahibi olan Türklerin uyanmaları ve “ÇALINAN TÜRK UYGARLIĞI”nı geri almaları/kavuşmaları için yazılmıştır. Ancak o zaman iç ve dış sorunlarını çözecek ve dünyadaki saygın yerlerini alacaktır. Bu uyanışı sağlayacak en önemli silahı Bilim Tarihçimiz Fuat Sezgin, 17 ciltlik literatürle önümüze koymuştur. Bu coğrafyaya hiç gelmemiş olan Türk bilim adamlarının bilim zihniyetini özümseyerek uyanmamızı ve uygarlığımıza sahip çıkmamızı istemektedir.
*Daha önce (Erhan Dündar ile) çeşitli kurum ve kuruluşlarca yayınlanmış olan 200 tane çizgi roman kitabımız vardı.

SİYASAL İSLAM’IN AKIL VE BİLİM (KUR’AN) DÜŞMANLIĞI

Tanrı, Kur’an’andaki gibi başlangıçtan beri insanlığa din/bilim birliğini ortaya koyan kitaplar/mesajlar göndermiştir. Putperest Araplara gelen de bu mesajın son parçasıdır (yani İslam bir Arap/kabile dini değil, evrenseldir). Kur’an, Araplara ve bütün insanlığa putperestlikten kurtulmaları için aklı ve bilimi önermiştir. Araplar da akıl ve bilime dayanarak putperestlikten kurtulacak ve insanlığa örnek olacaklardı. Ne var ki, Hz. Muhammed’den sonra iktidarı ele geçiren Emeviler, aklın ve bilimin (Kur’an’ın) düşmanı olarak “ganimet” ortaklığı üzerine kurdukları yönetim sistemiyle putperest anlayışlarını İslam cilası altında sürdürdüler. Emeviler’in akıl ve bilim düşmanlığına dayanan siyasi yönetim anlayışı İslam cilası altında yüzyıllarca sürdürülerek günümüze kadar geldi. Abdüsselam’ın vurguladığı gibi İslam ülkelerinde akıl, bilim yoksunluğuna bu anlayış sebep oldu ve olmaya da devam ediyor.

ÖN TÜRKLER'DE DİN/BİLİM BİRLİĞİ

Türkler ise Kur’an dahil bütün dinlerden önce din/bilim* birliğini yeryüzünde kavrayan ilk millet olmuştur. Dünyada maddi ve manevi bütünlüklü tek medeniyeti ve dünyevi (laik/seküler)** devlet sistemini kurmuşlardır. Tanrı inancını ve medeniyeti dünyaya yaymışlardır. Tarihte kurulan bütün Türk devletleri din/bilim birliğine dayanan dünyevi devlet sistemi üzerine kurulmuştu. Osmanlı Devleti’ de aynı temeller üzerine kuruldu. XVI. yüzyıla gelindiğinde erken modern dünyanın süper gücü olarak ortaya çıktı. “Barut İmparatorluğu” olarak çeşitli askeri teknolojik buluşların merkezi oldu. (Avrupalılar da Türklerin devlet sistemini ve teknolojisini taklit ederek modern çağlarını başlattılar.)

*Amerikalı bilim insanı Will Durant, dünyanın en eski uygarlık merkezlerinden birinin Türkmenistan da bulunan Anav kültürü (MÖ 6000) olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca uygarlığın çeşitli görünüşleri yönünden “tektanrıcılık” inancının da ilk kez Orta Asya’da ortaya çıktığını belirtmektedir. (Will Durant, Kulturgeschihchte der Menschheit. Köln, 1985, s. 109-116) *”Göklerde birçok değerli maden yataklarının sahibi Tanrı, insanlara cevheri eritip, demir elde etme yeteneği bağışladı. Altay halkı da ona ibadet etmeye başladı. Felsefe bu anlayış zemininde bina oldu, toplumla birlikte gelişip bir dünya görüşü doğurdu ve zamanla olgunlaşıp yeni yaşamın ahlaki temel değerlerini oluşturarak din haline geldi… İşte demir, tevhit inancıyla ayrılmaz bir bütün olarak Büyük Kavimler Göçü’ne eşlik etti; onun alameti, düşünce yapısı, sesi oldu. Altaylıların eritme tekniği yeni inançla eşzamanlı olarak ortaya çıktı, Kuzey Hindistan’da İran’da daha sonra Avrupa’da; Don, Dinyeper ve Ren havzasında da böyleydi. Bu bütünlük her yerde görülüyordu. Yeni uygarlık bu şekilde kendini gösteriyor, cazibe merkezi oluyordu. Ve inandırıcıydı. Onu zorla değil severek alıyorlardı. Budizm, Jainizm, Zerdüştlük, Maniheizm, Yahudilik o dönmede kendiliğinden ortaya çıkmadı. Bunlar, Türk inanç tarzının kolları, onun yeni uygarlık alanlarına açılmış uzantılardı. Bu dinler, Kavimler Göçü’nün başlarında topluma giren değişikliklerle şeklini buldu.” (Murad Adji, Kaynak Yayın. 2019, s. 31) **Türkleri, Batılılara karşı üstün kılan rasyonel dünya görüşü kendi tarihlerinin derinliklerinden geliyordu. Bu gerçeği tespit eden “Uluslararası Hukukun Kökenleri” adlı eserin yazarı Belçikalı Ernest Nys (1851-1920), laikliğin (dünyevilik) Turani bir düşünüş olduğunu kabul ediyor.

TABİAT BİLİMİ VE BİLİM ZİHNİYETİNİN GERÇEK SAHİPLERİ

Briffault’un yaptığı tespit birçok araştırmacı tarafından da ortaya konmuştur. Bu konuda en kapsamlı çalışmayı yapan ise bilim tarihçimiz Fuat Sezgin’dir. Sezgin topladığı ve yazdığı 17 ciltlik bilim tarihi literatürü ile tarihin karanlığına (bizzat Müslümanlar tarafından) gömülen “bilim hazinesini” ortaya çıkartmıştır. Başta Türkler olmak üzere bütün Müslümanlara aklın, bilimin, teknolojinin ve bu dünyanın kapılarını ardına kadar açmıştır. Bu bilim mirasına sahip çıkarak Batı dünyasına ulaşacağımızı söylüyor. Fuat Sezgin bilimi yeniden ancak Türklerin canlandıracağını belirtiyor ve uyarıyor: “Türkler uyanın, uygarlığınıza sahip çıkın!” Yani bilimin Türk uygarlığının bir ürünü olduğunu açıkça vurguluyor. İstanbul’da kurduğu müzenin gerçekte “Türk Bilim ve Teknoloji Müzesi” olduğunu belirtmiş oluyor.

Zaten Araplar da ganimet/yağma/yıkma/katliam peşinde koşmaktan bilim yapamadıklarını kabul ediyorlar. Bu gerçeği çeşitli kaynaklar doğrularken, İbn Haldun, ulusların dini anlama ve yorumlamalarında ve buna dayalı medeniyet tasavvurlarında, coğrafyanın ciddi bir role sahip olduğunu söyler ve İslam’ın bir medeniyet olarak gelişmesinde Araplardan daha çok Acemlerin (Türk ve İranlılar) rol oynadığını dile getirir. Haldun, Arapların genellikte “uygarlıktan yoksunluğu” temsil ettiklerini, bütün milletler içinde “sanata en az yatkın millet” olduklarını söylemiş; buna karşın Türklerin hem “savaş tekniklerin de hem sanat alanların da hem de ‘bilim ve bilime değer vermede’ takdire şayan” olduklarını ileri sürmüştür. Muhammed Abid el-Cabiri “Arap Aklının oluşumu” kitabında, Biruni, Battani ve Harezmi gibi bilim adamlarının Arap kültürünün dışında kaldığını ve Arap aklına bir katkısı olmadığını söylüyor. “Kayıp Aydınlanma” kitabının yazarı Frederick Starr’da bilimin Araplarla bir ilgisi olmadığını ve Orta Asya’nın binlerce yıllık birikimine dayandığını gösteriyor. Gerçekte Arapların Orta Asya’yı yağmalarken Türk medeniyetini yok ettiğini buna rağmen Türk medeniyetinin küllerinden yeniden doğduğunu belgeliyor. Murat Adji ise eserlerinde tek tanrı inancını ve bilimi dünyaya ilk yayanların Türkler olduğunu, Arapların yıktığı medeniyetlerin kökenlerinde de aynı inancın bulunduğunu gösteriyor. Türklerin yüzyıllar önce “Kavimler Göçü” ile birlik de Tek tanrı inancını ve medeniyetini Pagan Avrupa’ya götürdüğünü belgeliyor. Attila ile birlik de bütün Avrupa’ya hükmedenlerin ve daha sonra “İslam bilimi”ni sahiplenerek Avrupa’ya çağ atlatanların Türk soylular olduğunu gösteriyor. James Fergusson, 1872 yılında çıkarttığı “Tüm Ülkelerdeki Doğal Taş Anıtlar” (Rude Stone Monumets In All Conuntiras) adlı kitabında Türk uygarlığının bütün dünyaya nasıl yayıldığını kanıtlıyor. Turanlıların/Türklerin 6000 yıldan beri Avrupa’da bulunduklarını ve birçok Avrupalının atası olduğunu ortaya koyuyor. Bilimsel kanıtlarla; Turanlıların kendi gelişmiş uygarlıklarını ve inançlarını, binlerce yıl önce, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Amerika kıtası dahil bütün dünyaya yaydıklarını gösteriyor. Bununla birlikte bütün Avrupa’da “Turani Avrupa Tarih Tezi” kabul edilmişti. (Avrupalıların Türk atalarını inkâr etmeleri ise emperyalist/Hıristiyan amaçlarını gerçekleştirmek için Osmanlı Devleti’ni yıkmaya karar vermeleri ile başlıyordu.) Asırlar öncesine dayanan Türk sanatının (bilim gibi) nasıl İslam adı ile örtüldüğünü ise herkesten önce dile getiren bir Avusturyalı sanat tarihçisi olan J. Strzygowski (1862-1941)* dir. Bir yazısında:

“Türk sanatının başlangıcı çok uzak bir geçmişe kadar uzanır. Ne İran, Irak ve Suriye, Mısır ve Anadolu ve ne Bizans bu Türk sanatının asli mahiyetini değiştirmiştir.” diyor.

*j. Strzygowski, Türkler ve Orta Asya Sanatı Meselesi, Türk sanatı ve Avrupa’ya Etkisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Sanat Dizisi: 21, Ankara 1974, s.7.

AKIL VE BİLİM (KUR’AN) DÜŞMANLIĞINA DAYANAN (PAGAN) SİYASET ANLAYIŞI

Abdüsselam’ın tespit ettiği bilim yoksunluğu ise yine İslam medeniyetinin içine saklanan (siyaset uğruna) yıkıcı akıl ve bilim düşmanlığının günümüze yansıyan öteki yüzüdür. İslam dünyasındaki akıl, bilim düşmanlığı Arapçı/Emevi/Abbasi ve Farslılar tarafından siyaseten din ilmi haline getirilerek kutsallaştırılmıştır. Yine siyaseten (Kur’an’a rağmen) benimsenerek günümüze kadar gelmiştir. Siyasilerin desteği ile asırlardan beri Müslümanlara (Kur’an’ın aksine) İslam adına bu dünyaya, “tabiat bilimlerine ve bilim zihniyetine” düşman olan pagan/putperestlikle birlikte Hıristiyan/Yahudi inançları da öğretilmiştir. Bu dönüşüm Hz. Muhammed’in vefatından sonra başlatılmıştır. Kur’an’ın “Muhammed ölse yahut öldürülse gerisin geriye inançlarınıza mı döneceksiniz?” (Al-i İmran 3.144) uyarısı, Arapların kolayca putperest inançlarına dönebileceğini göstermektedir. Bu dönüş Emeviler ile birlik de birçok alanda gerçekleşmiştir. İktidarı ele geçiren Emeviler daha önceki Kur’an ve Peygamber düşmanlığını sürdürmüşlerdir. Devleti kuran Muaviye kendini Allah’ın halifesi* ilan ederek (canlı put olarak) kutsallaştırmıştır. Emevi devleti “kabileci/ırkçı” bir devlet olarak kurulmuş ve yıkılmıştır. Muaviye, devletini mücadele, birlikte yeme ve Kureyş meşruluğuna sarılma şeklinde örgütlemiştir. İslam’ı da Kureyş’in putperest inancına hapsetmiştir. Arap putperestliğine sarılarak Kur’an’ın buyruğu olan; aklın, bilimin, hür düşüncenin ve adaletin düşmanı olarak kaderci/öte dünyacı/tasavvuf karışımı bir din anlayışı uydurmuşlardır. Kur’an’ı anlamayan putperest Arapların arasında birliği sağlamak için; yağma, yıkma ve lüks içinde yaşamak üzerine kurdukları dini/siyasi sistem ile yüksek medeniyet sahibi olan komşu ülkeleri yağmalamaya/yok etmeye çıkmışlardır**. İçeride*** ve dışarda katliamlara başlamışlardır. Kadim medeniyetleri yağmalayıp yok ederken onların karşısında bir medeniyet yaratamamışlardır****. Aksine Orta Asya’daki Türk şehirlerini/zenginliğini yağmalarken aynı zamanda dünya medeniyetinin de öz kaynağı olan Türk uygarlığını yok etmişlerdir. (Yok ettiklerini daha sonra tarihin en büyük aldatmacası olarak “Arap bilimi” diye sahipleneceklerdi.)

*Dini/siyasi sistemlerini dayandırdıkları “Allah’ın Halifesi” devlet başkanlığı makamına pagan Firavun/Babil/Roma/Pers/Bizans sistemlerinin Tanrı/Kral anlayışını yerleştirerek Müslümanların başına bela etmişler ve yıkılıp gitmişlerdi. Ama geride bu pagan yönetim sistemine İslam/din kimliği kazandırarak günümüze kadar gelen bir devlet/toplum anlayışı bırakmışlardır. Bu anlayış Emeviler’den beri aklın, bilimin bu dünyanın yani tabiat bilimlerinin ve bilim zihniyetinin düşmanı olarak Müslümanlara din adına şırınga edilmiştir.

**Hz. Muhammed Tanrı’dan gelen bilgileri, bildirimi bütün toplumlara ve insanlara bildirmekle görevli olduğunu da olanak bulduğu son dönemde komşu devlet insanlarına bildirmek için mektuplar yazarak gösterdi. Onlara Kur’an’ı iletmek istedi. Ancak onları kendi buyruğuna alıp tek bir devlet yönetimi kurma amacı yoktu. Çünkü Kur’an’ın böyle bir ülküsü de yoktu. Böylelikle diğer toplum ve değişik uluslar İslam dinini bilmiş olacaklar, ancak her toplum kendi kendini yönetecektir. Hz. Muhammed’in yakınlarının anlamadığı bu değişikliği Kur’an açıkça anlatıyor.” (Atay: 199)

***Medine’de, Kur’an’ı Hz. Muhammed’den öğrenen sahabeleri öldürmüş ve Peygamberin soyunu kurutmuşlardır. Kendilerine değil de Kur’an’a saygı duyanları katletmişlerdir.

****Bu konuda Muhammed Abid el-Cabiri şu bilgiyi veriyor: “Emevller dönemindeki kabile aristokrasisi, (her zaman olduğu gibi) sanatları ve el emeği işleri küçümsüyor, onları yalnızca mevalinin işi olarak görüyordu. Şöyle diyorlardı: "Delgi (biz); terzide, öğretmenlerde ve yüncülerde olur. Çünkü onlar, zimmilerin (azınlıkların) işidir. ‘Bunun da ötesinde, ilim ve dinde derinleşmenin ‘Kureyşli"ye yakışmadığını düşünürlerdi. Çünkü o, kabilenin ‘eşrafındandı. Şöyle diyorlardı: ‘Kureyşliye; haberler ilmi, yani Arapların haberleri, günleri, öyküleri (tarih) dışında, herhangi bir ilme dalmak yakışmaz." Durum, işte böyleydi. ‘Kabile’ aristokrasisi ‘ganimet’ten geçinirken, fey ve atadan büyük servetler toplarken ve lüks içinde yaşarken, fetihe asker olarak katılsalar bile mevali "ganimet" payından yoksundu. Sanat, ev iş i, çiftçilik ve öğretim işlerinde çalışarak geçinirlerdi.” S.314.


ÇALINAN AKILCI/BİLİMCİ/TÜRK UYGARLIĞI

Emevileri yıkan Türkler ise medeniyetlerini yeniden kurmuşlardır*. Buna karşılık şeytani bir ters yüz edişle Türkler “barbar, medeniyet düşmanı” olarak gösterilirken, Türk Uygarlığı “İslam medeniyeti” kavramı ile Arapların zimmetine geçirilmiştir. Hıristiyan-İslam sarmalı içine hapsettikleri “Türk uygarlığını” binlerce yıllık Avrasyalı köklerinden kopartmışlardır. Batılıların icadı olan “İslam medeniyeti” kavramıyla “Yunan mucizesi” gibi uydurmacalar Osmanlı Devleti’ni yıkmak için kurgulanmış ve amacına ulaşmıştır.

*Starr, Arap istilasının Türkler tarafından Orta Asya düzlüklerinde durdurulmasından sonra siyasi ve kültürel bir dalganın Orta Asya’da kabararak, Batıdaki Arap merkezlerini doldurduğunu belirtiyor:

“Kuteybe ve askerlerinin Orta Asya medeniyetinin paha biçilmez hazinelerini mahvetmişlerdi ama aynı zamanda aynı kaynaktan güçlü bir kültür ve siyasi enerji akışı olmasına sebebiyet vermişlerdi. Sonunda galip gelen bu enerji Orta Asya’ya olduğu gibi hilafetin yeni başkenti Bağdat’a da yayılmıştı” (s. 184.)

TÜRK UYGARLIĞINA KARŞI; AVRUPA TARİH/MEDENİYET TEZİ’NİN İCAD EDİLMESİ

Avrupalılar XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’ni yıkmak İslam dünyasını parçalamak için Türkleri ve Türk uygarlığını ortadan kaldırmaya yönelirler. XIX. yüzyılda icat ettikleri “Hint/Ari-Avrupa Tarih Tezi” ile bir tarih/medeniyet anlayışı kurgularlar. Kendi uygarlıklarına Yunan/Roma/Yahudi kökler bulurlar. Bütün eski ve yeni uygarlıkları yok sayarak bir “Yunan mucizesi” uydururlar. Avrupa’daki Türk köklerinin üzerini örterler. Dahası Türk uygarlığının köklerini ortadan kaldırmak için de Arap/İslam tarihini kendilerine payanda yaparlar. Yine uydurdukları “İslam medeniyeti” kavramı ile Türk uygarlığını köklerinden kopartarak Arap/Acem kültürüne bağlarlar. Böylece Orta Asya’daki binlerce yıllık Türk uygarlığının bütün birikimi İslam adına kilit altına alınıp saklanmış olur. İslam medeniyeti adı altında Arap kültürüne yamanan Türk uygarlığı yok edilir. Gerçekte Arapların ve Acemlerin ortak tarihi Türk düşmanlıklarının arkasında Türk uygarlığı/inancı vardır. Siyasallaştırdıkları çarpık din anlayışını/ideolojisini hâkim kılmak için Türk uygarlığını/inancını yok ederler. Aynı zamanda Doğu’yu “öte dünyacı/kaderci/tasavvuf” sarmalı içinde karanlığa gömerler. Ne var ki Batı’ya göç eden Türk uygarlığı orada (eski kökleri ile) yeniden doğar. Batı uygarlığının ilerlemesini ve gelişmesini sağlayarak Turani/Türk Avrupa tarihinin devamında “Avrupa Türk Uygarlığı” olarak yeniden ortaya çıkar. Avrupa Türk uygarlığı, Hıristiyanlık öncesi ve sonrası ile Avrupa’ya taşınan Türklerin din/bilim birliğine bağlı dünya görüşünün bir uzantısıdır. Avrupa’da Türk uygarlığının/inancının önü Attila’dan sonra akıl, bilim ve bu dünya düşmanı olan “öte dünyacı/kaderci/mistik” Katolik ve Ortodoks kiliseleri tarafından kesilmiştir. Türk uygarlığının Asya’daki binlerce yıllık gelişimi ise (İskender, Çin, Rus, Fars, Arap, Haçlı ve Moğol yıkımlarına rağmen) devam etmiş, İslâm kimliği altında da olsa dünyayı yeniden (ışık doğudan gelir) aydınlatmıştır. Bu aydınlanma Avrupa’daki Türk uygarlığının varisleri tarafından hemen kabul görmüş ve yayılmıştır. Attila’nın torunları Katolik Kilisesi’nin “öte dünyacı” cenderesini parçalayarak/bölerek “bu dünyanın” kapısını açmıştır. Köklerindeki Türk uygarlığını yenileyerek bilim ve teknolojinin gelişimini sağlamışlardır. Onları izleyen diğer Avrupalılar ile birlik de Türk uygarlığının/sisteminin (Osmanlının terk etmiş olduğu dünyevi/laik/seküler sistem) yol göstericiliğinde dünya egemenliğini ele geçirmişlerdir. Emeviler gibi onlarda dünyayı yağmalamışlardır. Avrupalılar Arapların Emevi/kabileci/ırkçı ruhunu tekrar canlandırarak birlikte Osmanlı Devleti’ni yıkmışlardır. Önü açılan Avrupalılar başta Türklerin/Turanlıların kadim medeniyeti olmak üzere bütün medeniyetleri yok etmişlerdir. En büyük yıkımı da Türkler/Müslümanlar yaşamıştır. Karşılığında bütün dünyaya medeniyet/Hıristiyanlık götürmüşlerdir.

TÜRKLERİN/MÜSLÜMANLARIN BU DÜNYA’YA SIRTINI DÖNMESİ

Türk dünyasında ise akıl ve bilim düşmanı olan “öte dünyacı/kaderci/tasavvuf” sarmalındaki Arap ve Fars din/devlet siyaset anlayışı Orta Asya’daki aydınlanmanın sonunu getirmiştir. Arap/Fars sarmalına bir de Bizans’ın “öte dünyacılığını” katan Osmanlı Devleti de kendi sonunu hazırlamıştır. Tam olarak XVI. yüzyılda Türkler ile Avrupalılar arasında bir makas değiştirme olayı (öte dünya/bu dünya) yaşanmıştır. Avrupalılar, Osmanlıları örnek alarak Hıristiyanlığın “öte dünyacı” cenderesinden kurtulup “bu dünyaya” yönelirler. Osmanlılar ise Bizans/Arap/Fars sarmalı içinde “bu dünyayı” bırakarak “öte dünyaya” yönelirler. Böylece bilim ve teknolojiyi terk ederler. Durmuş Hocaoğlu, Osmanlı Devleti’ni yükselişten çöküşe sürükleyen bu zihniyetin yıkıcılığını şöyle izah eder:
“Bu-dünyanın (eşyanın) dünyevi bir çalışma mekanizması vardır ve o sebeple de bu-dünya ya hükmetmek, başka hiçbir yol ve yordam ile değil, bu çalışma mekanizmasının keşfedilmesi ile, yani “dünyevi bilgiler” ile mümkündür. Dünyevi bilgilere sırtını dönene, dünya da sırtını döner.”

FUAT SEZGİN’İN BİLİMSEL TESBİTİ VE UYARISI: TÜRKLER UYANIN!

Fuat Sezgin, Osmanlıların XVII. yüzyılda bilim ve teknolojiyi yani bilim zihniyetini kaybettikten sonra çöküşe geçtiklerini ancak şuurlu bir uyanış gerçekleştiremediklerini söylüyor:
“XIX. ve XX. yüzyılda yaygınlaşan bu hastalığın en şuurlu reaksiyonunu Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılındaki kuruluşundan sonra getirdiği reformlarla gösterdi. Ben o reformların gerekliliğine inanlardan biriyim. Atatürk geri kalmışlığımızı en iyi gören insandı.”
Sezgin reformların mihenk taşının “bilim” olduğunu belirtiyor. Kendi çalışmalarının başlangıcını Atatürk’ün yaptığını ve bunun ne kadar hayati önemde olduğunu şöyle izah ediyor:
“Şu kadar var ki, Atatürk bir bilim tarihçisi değildi, Müslümanların bütün insanlığın ortak bilimler tarihindeki yaratıcı yerlerini ondan sonra bir aşağılık duygusuna düştüklerini ve bunun sebeplerini bilemezdi ona yardımcı olacak bir bilim tarihçisi yoktu, ya da çok azdı. Atatürk’e bu meseleyi izah edemediler. Atatürk sadece hadiseyi gördü ancak sebeplerini öğrenemedi.”
Sezgin, Türk Tarih Tezi’nin gerçekte bilime/medeniyete yönelik olduğunu vurguluyor ama bunun yarım kaldığını belirtiyor. Bunun gelişime olumsuz etkisini şöyle belirtiyor:
“Öğrenseydi. Aradan geçen 85 sene zarfında çok büyük merhale kat etmiş olurduk.”
Atatürk’ün bilim/medeniyet hedefinin halen geçerli olduğunu vurguluyor:
“Şimdi yönelinecek en doğru hedef bütün insanlığın ortak bilimler tarihinin en az sekiz yüz yıllık evresinin yapıcıları olmak şuurunu taşıyarak bugünkü modern dünyanın geliştirilmeye devam eden işine kreatif (yaratıcı) olarak katılmak. Bunun için Türklerin medeniyetler tarihindeki yerini göstermek ve onları XVII. Yüzyılın başından beri düştükleri kompleksten kurtarmak lazım. Onun için Türkleri uyandırmak lazım. Türkiye hâlâ bugün İslam medeniyetinin en güçlü ülkesidir. İslam Dünyası da Türkiye’ye böyle bakıyor. Biz bu yaratıcılık konumumuzu tekrar yakalamalıyız.”
Fuat Sezgin bilimi yeniden ancak Türklerin canlandıracağını söylüyor ve uyarıyor:
“Türkler uyanın, uygarlığınıza sahip çıkın!” Yani bilimin Arapların/Acemlerin değil Türk uygarlığının bir ürünü olduğunu ve Türklerin yeniden bilime sahip çıkmaları gerektiğini vurgulamış oluyor.

TABİAT BİLİMİ VE BİLİMSEL ZİHNİYETİN GERÇEK SAHİPLERİ

Fuat Sezgin’in inandığı ve tespit ettiği gibi Atatürk yaptığı reformlarla uyandırmak istediği Türklere ve bütün Müslümanlara kaybettikleri bilim zihniyetine yeniden kavuşmaları için yol göstermiştir. O da şudur: “Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir: ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, doğru yoldan sapmaktır.” Atatürk’ün bu özdeyişi “Türk Uygarlığını” meydana getiren din/bilim birliğinin ifadesinden başka bir şey değildir. Türklerin din/bilim birliğini İslam kimliği altında devam ettirenler; Ebu Hanife, Mutezile, Maturidi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşt, Harezmi, Biruni, Cabir Bin Hayyan, Uluğ Bey, Ali Kuşçu gibi akıl ve bilim adamları olmuştur. Onlar din/bilim ayırıma yapmayan ve inançlarının doğrultusunda Tabiat bilimlerini ve bilim zihniyetini ortaya koyan modern bilimin öncüleridir. Binlerce yıllık Türk uygarlığının devam ettiricileri olmuşlardır. “Türk Tarih Tezi” ile de bu gerçek ortaya çıkartılarak Türk uygarlığının yenilenmesi amaçlanmıştır. Yeni eğitim sistemi ile de bu yola girilmiştir. Avrupa’nın eğitim seviyesine ulaşılmıştır. Batı’nın Türkiye Cumhuriyeti’ni de Osmanlı Devleti gibi yıkmasını önleyecek olan bilim zihniyetinin temelleri atılmış yani din/bilim birliği sağlanmıştır. Fuat Sezgin gibi öncülü olan Aydın Sayılı da bu eğitim sistemi ile yetişmiştir.

DİN/BİLİM BİRLİĞİNİN YERİNİ DOĞMALARIN ALMASI

Ancak, Atatürk’ün vefatı ile din/bilim birliği parçalanarak yeniden Şark Meselesi’ne yani Türklerin yok edilmesi sürecine geri dönülmüştür. Türk Tarih Tezi’nin yerine Türk düşmanı “Yunan Mucizesi” ve “İslam medeniyeti” uydurmacaları konarak Türk uygarlığı yok edilmiştir. Bir yanda “laiklik” adına Batıcı/Yunancı/Bizancı bir cephe oluşturulurken; bir yanda da “İslam” adına Bizanscı/Arapçı/Acemciler karşı cepheyi oluşturmuşlardır. İki tarafta Türk düşmanlığının ortak paydasında “Türk uygarlığını/Türk Tarih Tezi”ni yıkmışlardır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlının akıbetine doğru sürüklenmiştir. Gelinen bu noktada Fuat Sezgin uyarısı hayati önem arz ediyor. Onun dediği gibi “Atatürk’ün açtığı bilim yoluna tekrar girmekten başka çare yoktur. Ki o yol öz be öz Türkün malı olan akıl, bilim ve Kur’an’ın yoludur.
Çünkü, hiçbir din, hiçbir beşeri ideolojı Kur’an kadar aklı, bilimi övmemiş, lüzumuna işaret etmemiş, bu dünyayı meşru göstermemiştir. Binlerce yıllık Türk uygarlığı da bu anlayış üzerine inşa edilmiştir.

KAYNAKLAR

Ne var ki, Türkler uyansa da uyutulsa da Will Durant’ın ileri sürdüğü; Türklerin en eski uygarlığın ve tek Tanrı inancının ilk sahipleri olduğu tezi artık kanıtlanmış durumdadır. Murat Adji, bunu kökten halletmiştir. Onunla birlikte Kanıtların bazıları ve bu yazının kaynakları şunlardır;
James Fergusson, 1872 yılında çıkarttığı “Tüm Ülkelerdeki Doğal Taş Anıtlar” (Rude Stone Monumets In All Conuntiras) adlı kitabında Türk uygarlığının bütün dünyaya nasıl yayıldığını anlatıyor. Turanlıların/Türklerin 6000 yıldan beri Avrupa’da bulunduklarını ve birçok Avrupalının atası olduğunu ortaya koyuyor. Asya kökenli Turanlılar; Kristof Kolomb’dan çok önce Bering Boğazı’nı geçerek Amerika kıtasını keşfetmişlerdi. Bilimsel kanıtlar; Turanlıların kendi gelişmiş uygarlıklarını ve inançlarını, binlerce yıl önce, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Amerika kıtası dahil bütün dünyaya yaydıklarını gösteriyordu.
Thıerry Zarcone “Yeşim Taşı Yolu” kitabı ile Türklerin Doğu’dan Batı’ya din ve medeniyet taşıdığını gösteriyor. Avrupa merkezciler bunun sadece ticaret amaçlı olduğunu göstermek için adını “ipek Yoluna” çevirmişlerdi. Martin Bernal, “Kara Atena” ile Avrupalıların Türklere karşı uydurmuş olduğu “Yunan Mucizesi” yalanını yıkıyor. Onun yanı sıra Mehmet Bayraktar “Med’ler ve Türkler” ile “Bilinmeyen Bir Türk ulusu Kayaniler (Oğuzlar)” adlı kitaplarında Frederick Starr’ın “Kayıp Aydınlanma”daki bilimin merkezi olan yerlerin Turan/Türk coğrafyası olduğunu gösteriyor. Ayrıca Med’ler’in İran, Asur, Babil, Yunan ve Roma gibi uygarlıklara olan etkilerini tespit ediyor. Frederik Starr, “Kayıp Aydınlanma” kitabında Arapların Orta Asya Türk Uygarlığını nasıl yağmalayıp, yok ettiklerini anlatıyor: “Kültürlü Orta Asya toplumu nezdinde Araplar vahşi insanlardı ve bu imajı pekiştirmek için çokça örnek vaka sunuyorlardı. Bu bağlamda onlar kitapların ve dini literatürün yakılması, kültüre ve medeniyete savaş açılmasının çokça örneğini sundular.” Sonradan Türklerin medeniyetlerini yeniden nasıl yeşerttiklerini ve Avrupa’ya giden bilimin Türklerin eseri olduğunu gösteriyor. Bununla Şemsettin Günaltay’ın 1932 yılında Arap ve Acemlere mal edilen bilimin öz be öz Türklere ait olduğu bilgilerini de doğrulamış oluyor. Muhammed Abid el Cabir “Arap-İslam Aklı” ve “Arap-İslam Siyasal Aklı” kitaplarında Kur’an’ın Emeviler tarafından çarpıtılarak nasıl siyaset aracı yapıldığını, iktidarlarını: mücadele, birlikte yeme, Kureyş’in meşruluğu üzerine kurduklarını, yağma ve ganimet için savaştıklarını, bununla da Müslümanların kaderci/öte dünyacı/tasavvuf öğretisiyle akıl ve bilim düşmanı yapılarak nasıl uyutulduğunu, Harezmi, Biruni gibi bilim adamlarının Arap aklının dışında kaldığını gösteriyor. (Bugüne kadar gelen siyasal İslam’ın dine değil Arapçılığa dayandığını ortaya koyuyor). Hüseyin Atay’da “Ben” adlı kitabında Kur’an’ın yerini Arap putperestliğinin yani kaderciliğin ve tasavvufun alarak yüzyıllardır Müslümanların din adına nasıl kandırıldığını ve gerçek Tanrı inancının (Türklerdeki gibi) akla, bilime dayanması gerektiğini söylüyor. Kur’an’ın bilim kitabı olduğunu gösteriyor (Türklerin din/bilim birliği gibi). Yaşar Nuri Öztürk’ün Emevi Arapçılığının akla ve Kur’an‘a değil; eski kaderci putperest inançlarına dayandığı tezini doğruluyor. Sabri Ülgener’de eserlerinde Osmanlı kimliği altında Türklerin nasıl tasavvuf ile uyutulduğunu ve devletin çöküşe geçtiğini anlatıyor. İsmail Tokalak “Bizans-Osmanlı Sentezi”nde Türklüğün yerini nasıl Bizanslılığın aldığını anlatıyor. Durmuş Hocaoğlu “Laisizm’den Millî ve Sekülerizm’e” de Türklerin nasıl uyutulduğunu, Avrupalıların nasıl uyandığını anlatıyor. Bedri Gencer “İslam’da Modernleşme”de Avrupalıların Osmanlıyı yıkmak için Türkleri, medeniyet düşmanı barbarlar olarak göstererek nasıl Yunan mucizesi ve İslam medeniyeti kavramlarının uydurduğunu anlatıyor. Türkleri yeryüzünden kaldırmaya yönelik bu medeniyet kurgusunun uygulayıcısı İngiltere Başbakanı Gladstone’u ilk defa “Büyük Oyun” kitabında anlatan Taha Niyazi Karaca, Osmanlı’nın baş celladını teşhir ediyor. Kendini “Haçlı savaşçısı” olarak tanıtan Gladstone, Osmanlıyı yıkmakla kalmamış, “Şark Meselesi”ni kökten halletmek için Türklere cehennemin yollarını (Sevr) döşemiştir. Gladston’u ve yaptıklarını bilmeden Atatürk’ün yaptıklarını anlamak mümkün değildir. Nitekim bu anlaşılmadığı için Türklere cehennemin yolları hep açık olmuştur (Şark Meselesi, Büyük Orta Doğu Projesi olarak devam ettirilmiştir). Necdet Sumer “Sömürgeci Batı Uygarlığı ve Atatürk Cumhuriyeti”nde Atatürk ‘ün Tarih Türk Tezi’ndeki medeniyet ve bilim anlayışını Kazım Mirşan’ı destekleyen kanıtlarla yeniden değerlendiriyor. Batılıların ve Arapların Türk uygarlığını yıkmakla kalmayıp üzerini kapatarak nasıl çaldıklarını da gösteriyor. İşte bütün bunların üzerine Murad Adjı, “Turani Avrupa Tarih Tezi”nin devamını sağlıyor. İlk peygamberin Türklere geldiğini ve dini dünyaya yaydıklarını gösteriyor. (Türkler dini kılıç zoru ile değil gönül kazanarak yapıyor.) Türklerin, Musevilikten ve Hıristiyanlıktan önceki çağlarda sözü edilen “hanifler” olduğunu belirtiyor. Maide suresinin 54 ayetinde “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse şunu çok iyi bilsin; Allah öyle bir millet getirir ki Allah onları sever, onlar da O’nu severler. Müminlere karşı onurlu davranırlar. Allah yolunda cihad eder, hiçbir kınayanın kınamasına aldırmazlar. Bu, Allah’ın bir lütfudur ve onu dinleyene verir. Allah, her şeyi kuşatmıştır, her şeyi bilir.” sözündeki milletin Türkler olduğunu ortaya koyuyor. Attila’da pagan Roma’ya karşı bu görevi yerine getirmiştir. Kilise, Attila’ya “Tanrı’nın kırbacı” derken onun bir “hanif” olduğunu biliyor ama biz bilmiyoruz. Ne var ki, Türkler paganlığa karşı Tanrı inancını yakıp, yıkıp, yağmalayarak değil medeniyet götürerek yapmıştır. (Nitekim Emevileri yıktıktan sonra da Bağdat’a giderek aynı şeyi yapacaklardı). Avrupa’nın Türk kimliği dinle birlik de dili ve kültürü de yenilenerek devam etmiştir. Adji, onların Katolik ve Ortodoks Kiliseleri ile mücadele ettiklerini ve kendi kültürlerine sahip çıktıklarını belirtiyor. İşte daha sonra Avrupa’ya giden tabiat bilimlerinin ve bilim zihniyetine de onlar sahip çıkacaklardı. Çünkü Türklerin din/bilim birliği köklerini hala koruyorlardı. Araplar Orta Asya’yı yağmalamaya geldiklerinde Türkler istilacılara karşı din/bilim birliğini ve medeniyetini korumak için savaşmışlardı. Gerçek hanifler olan Türkler Arap putperestliğini İslam’ın yerine koyarak yağmaya çıkan Emevilerin de sonunu getirmişti. Pagan Romalılardan sonra onlarda Maide/54’ün lanetine uğramışlardı. Bu da ”Doğuluların ve Batılıların Rabbine yemin ederim ki onların yerine daha hayırlılarını getirmeye de gücümüz yeter! Bize kimse engel olamaz.” Mearic suresi/40-41. Ayetindeki milletin Türkler olduğunu gösteriyordu. Abbasileri iktidara getiren Türkler kültürlerini de Bağdat’a taşırlar; Arapların yıktığı medeniyetlerini yeniden inşa ederler. Türk uygarlığı Arap yıkımından önceki köklerinden beslenerek yeniden doğar. Frederick Starr’ın “Kayıp Aydınlanma”da anlattığı bilim de bu dönem sırasında üretilir. Bağdat’ta önü kesilen bilim ana yurdu Orta Asya’da devam eder. Ne var ki, ta başından beri Türklerin akılcı bilimci özgür din/bilim birliğine karşı olan Arap ve Fars karışımının öldürücü “kaderci/öte dünyacı/tasavvuf” anlayışı Farslı vezir Nizamülmülk tarafından uygulamaya konur. Siyaseten idareyi ele alarak aydınlanmanın sonunu getirir. Hakimiyetini sürdürerek bünyesine yerleştiği Osmanlı, Safavi ve Babür devletlerini de yıkıma sürükler, Türk dünyasını karanlığa boğar. Din/bilim birliğini kaybeden Türkler kaderci/öte dünyacı/tasavvuf ile Kur’an’ın karşısında yer alırlar. “Allah, aklını kullanmayanları kötülükleri ile baş başa bırakır” (Yunus/100). Ayetinin gazabına uğrarlar. Fakat onların kovaladığı tabiat bilimleri ve bilimsel zihniyet ise Avrupa’ya kaçar ve onları yok edecek dünyevi güç olarak geri döner. Bu sırada Türkler kendi akıl ve bilim düşüncesinin düşmanı olmuş “öte dünyacı” yaşama mahkûm edilerek ölüm uykusuna yatırılmıştı. Öte dünyacı uykudan uyanamadan da devletini kanını, canını kaybederek yok olmanın eşiğine gelmişti (Sevr). Türkleri yok olmaktan kurtaran Atatürk bu akıl almaz durum karşısında onları uyandırmak ister. Türkleri Orta Çağın karanlığından çıkarmaya çalışır. Meseleyi kökten çözmeye girişir. Avrupa Merkezli tarih yazımına karşı Türk tarih Tezi’ni koyar (bir asır sonra Gladston’a, Ernest Renan vd. karşı) Medeniyet savaşını başlatır. Ne var ki bu medeniyet savaşı Atatürk’ün vefatı ile son bulur. Arkasından düşmana teslim olunur. Bu teslimiyet günümüze kadar sürüp gelir. Bu da günümüzde yaşadığı sorunların kaynağı olur. Sorunları halletmek için medeniyet savaşına kaldığı yerden devam etmek zorundayız. Murad Adji’nin yıktığı Avrupa medeniyetinin yerine Türk uygarlığını yeniden inşa etmeliyiz. Murat Adji’nin medeniyet/tarih silahı içerdeki ve dışardaki bütün medeniyet doğmalarını yıkıyor. Türk uygarlığını bütün ihtişamı ile ortaya çıkartıyor. Onu da akıl ve bilimle yoğurarak yeniden şekillendirmek Türklere kalıyor.
Orhan Dündar, Türkler Uyanın, Uygarlığınıza Sahip Çıkın, Biyografi Net Yayıncılık, 2020, Ankara. (Kitabın ana tezi)

ORHAN DÜNDAR’IN ESERLERİ:

ÇİZGİ-ROMAN: (kardeşi Erhan Dündar ile birlikte) Modern bilimin öncüleri; Biruni, Harezmi, İbn-i Sina, Farabi, Cabir Bin Hayyan, Nasıruddin Tusi, Uluğ Beğ, Ali Kuşçu, Fuat Sezgin, Aziz Sancar.
Atatürk Serisi, Atatürk (belgesel), Atatürk İlkeleri, Yıldırım Kemal, Dede Korkut Serisi, Ömer Seyfettin Serisi, Nasrettin Hoca, Yüzbaşı Cemil, Keloğlan, Barbaroslar, Kıssalar, Dünya Klasikleri (4 kitap), Masallar Serisi, Evliya Çelebi (2 kitap), Baybars, Togan, Toygar, Alaaddin’in Sihirli Lambası,
DERLEME:
Hayvan Masalları (1997)
ARAŞTIRMA:
Medeniyetlerin Aşil Topuğu (2003)
Avrupa Türkleşirken/Kıyametin Türkleri (2006)
Atatürk (Bozkır) Aklı (2006)
Avrupa’nın Dünyevilik Oyunu (2007)

ÇALIŞTIĞI KURUMLAR:

Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, ATASE Başkanlığı, Atatürk Araştırma Merkezi, Tay Yayınları, Çeşitli yayınevleri ve gazeteler.
 
Üst