Demir Leblebi

bakunin

Admin
12 Mar 2009
6,307
49,877
NeverLand
italyan çizgi romanları, müptelalarının deyişiyle fumettiler, Türkiye'de her zaman popüler olmuş; Teksas ve Tommiks gibi örnekleri çizgi romanla özdeşleştirilecek kadar sevilmişlerdir. Çizgi roman yayıncılığının yaygın ve önemli bir sektör olarak varolduğu 1955-1990 döneminin en çok satan ürünleri daima onların arasından çıkmıştır. Tommiks, Teksas, Swing gibi esseGesse ürünleri ve birkaç istisnayı bir yana bırakırsak, italyan çizgi romanları bugünkü adıyia Sergio Bonelli Editore çıkışlıdır ve büyük çoğunluğu Tay Yayınları tarafından piyasaya sürülmüştür. Zagor, Mister No, Atlantis (Martin Mystère), Teks ve Alaska (Ken Parker), yerli piyasanın uzun yıllar en çok satan ve ilgi gören çizgi romanları olarak varolmuşlardır. Öte yandan seksenli yılların ikinci yarısından itibaren tüm dünyada yaşanan ve çizgi romanı etkileyen genel kriz, Türkiye'nin kendine özgü gelişmeleriyle birlikte büyüyerek birçok dizinin ve çizgi romanın kapanmasına neden olmuştur. Ceylan Yayınları matbaacılığa, Tay, boyama çocuk kitaplarına eğilmek zorunda kalmıştır. Bunu yayımlanan çizgi roman sayısının da azaldığı, gazete bayilerinde bile yer bulunamadığı doksanlı yılların ilk yarısı izleyecektir. Yetmişli yıllarda yüz binleri aşan satışları olan Zagor dahi beş bin rakamının altına düşerek kapanacaktır (1995).

Amerikalılar, çizgi roman tarihlerini, platin, altın, gümüş, bronz gibi -kendi içlerinde alt kategorileriyle birlikte- dönemlere ayırıyorlar. 1994 sonrası kimileri için Karanlık Çağ olarak geçiyor, iyimser olanlar ise Mücevher Çağı diyorlar. Anlamı şu: Onlar için kendiliğinden bir değer taşıyan bir maden yok artık, işlemek ve pazarlamak zorunda oldukları ürünler söz konusu. Öykülerin değişimi, baskı kalitesinin artması, koleksiyonculara ve azalan okuyucuya beğendirmek zorunda kalmalarıyla ilgili.

Türkiye'de de üç aşağı beş yukarı buna benzer gelişmeler yaşandı. Sarı-saman kağıtlara basılan, "ucuz" olma özelliği taşıyan çizgi romanlar, giderek daha kaliteli baskılarla sunulmaya başladılar. Medya holdinglerinin yan kuruluşları, küçük yayınevlerinin yerini aldıkları gibi çizgi romanları ve dolayısıyla fumettileri bu yeni anlayış çerçevesinde piyasaya sürdüler. Önce, italya'nın yeni gözdeleri olan çok satar Dylan Dog ve Nathan Never, AD yayıncılık tarafından çıkartıldı. Geniş aralıklarla süren yayınları on sayı kadar sonra bitti. Beklenen ilgi ve satışı yakalayamamışlardı. Bu sonuç, aslında daha ilk sayılardan ortaya çıkmıştı, "okuyucu talebi" eski dostlara "asıl" fumettilere yönelikti. "Hasta" için reçete ise hazırdı: Martin Mystere, Zagor ve Teks peşisıra arz-ı endam ettiler. Belirli bir satışı yakaladıklarından olacak yayın periyotları çok bozulmadan devam etti. Ve hemen ardından tüm eski dostlar mahalleye geri döndü: Swing, Mister No, Tommiks, Teksas, Kinowa ve Ken Parker yeniden yayımlanmaya başladı.

Bu dalgada yeni fumeltiler de gözüktü. Ama satışlarla belirginleşen genel beğenilerden farklı olmayan tercihler yapıldı. Teks ya da Misler No'yu satın alan okuyucunun alabileceği çizgi romanlar seçildi. Bunlardan biri Ken Parker'den tanıdığımız usta senaryocu Giancarlo Berardi'nin yeni kahramanı, hangi akla hizmet bilinmez "Kadın Dedektif" üst başlığıyla sunulan Julia'ydı. Yalnızca Türkiye'de değil, yayımlandığı hemen her ülkede önemli bir ilgi bulan Ken Parker dolayısıyla Berardi'nin herhangi bir üretiminin asgari bir ilgiyi sağlayacağı aşikârdı. Öyle de oldu, bugün, Julia adı Ken Parker ile birlikte anılmaya devam ediyor; Berardi hemen her röportajında her iki kahramanından bahsetmek zorunda kalıyor. Julia oldukça yakın tarihli bir kahraman. İlk kez, 1998 yılının Ekim ayında yayımlanıyor. Önemli bir farkla: Berardi, Ken Parker'daki yakın çalışma arkadaşı usta çizer Milazzosuz çıkıyor yola. Aslında Berardi'nin Julia'ya başlarken Ken Parker dizisinde birlikle çalıştığı birçok çizerle işbirliğini düşünmediği anlaşılıyor. Bonelli'nin Dylan Dog, Martin Mystere, Brendon ve Nick Raider gibi dizilerinde çalışan, birkaç istisna dışında "yıldız" olmayan çizerlerle yeni bir şeyler aradığı da aşikar. Tarz ve alışkanlıklar itibarıyla günümüzde geçecek bir öyküyü rahatlıkla çizebilecekler ilk tercih olarak düşünülmüş. Hepsinin genç, başarıya ve yeni denemelere karşı arzulu isimler olmalarıysa bir başka neden muhtemelen. Yazar-çizer kadrosunda Dylan Dog'un önemli çizerlerinden biri olan Roi Carrado ve Nick Raider senaristlerinden Gino D'Antonio dışında farklı dizilerle adını duyurmuş bir başka isim yok gibi. Siniscalchi, Dylan Dog ve Martin Mystere; Dall'Agnol ve Soldi, Dylan Dog; Caracuzzo ve Toppi, Mystere öyküleri çizmişler ama, hepsi devamlılığı olmayan sınırlı çalışmalar olmuş. Aynı kadroda Vannini ve Zuccheri gibi Ken Parker'ın son dönemlerinde Berardi ile birlikte çalışmış genç çizerler de mevcut. Ezcümle, bütün isimler, Julia'nın yıldızı Berardi'yi aşabilecek özellikler taşımıyor. En azından henüz iki yıllık yeni bir dizi için bunu söyleyebilmek oldukça güç Her ay yüz küsur sayfa ile yetiştirilmesi gereken bir dergi, geniş bir kadro ile çalışmayı gerektiriyor.

Julia öykülerine bütünlüklü olarak bakıldığında, çizgilerin öyküyü tamamlar nitelikler taşıyarak bir "dark city" atmosferi yarattığı görülüyor: Karanlıklar, gölgeler, siluetler, mutsuz ve yorgun yüzlerle dolu umarsız bir şehir. Çizgiler bu özellikli çerçeveye oturunca, çizgi romanın büyük virtüözleri olan Milton Caniff ve izleyicilerini çağrıştıracak özellikler taşıyor. Julia çizerlerini birbirine yakınlaştıran, miladı Caniff, Eisner ya da Hazard gibi "sert" fırçaların ürkütücü siyah-beyaz karşıtlıklarına dayanan atmosferi biteviye vurgulamaları. Bu, Julia'nın üzerinde ağır bir "gerilim" karanlığı yaratıyor; kabusları ve yalnızlıkları kolaylaştıran, suçları ve cezaları hazırlayan... Dylan Dog'un korku ve Nick Raider'in New York atmosferinin melezleşmiş bir biçimi belki de. Üstüne, öyküden çok Julia'nın psikolojisini yaşatan Berardi sosu. Berardi, anlatım biçimleri ve yaklaşımlarıyla geleneksel Fumetti öykülerinden çok Fransa-Belçika ekolüne yakın bir isim. Ne seyir zevkini ve okumayı kolaylaştıracak bir çizgi dengesine, ne de okuyucuyu rahatlatacak zihinsel çağrışımlara prim veriyor. Kırılıp dökülen, her defasında acılar çeken ve bunları bir türlü içinden söküp atamayan bir kadın var karşımızda. Tanıdığımız, özdeşleşmeye müsait biri değil, anlamaktan yorulmuş ve çoğunlukla "kazanamayan" bir kahraman. Cinsellik taşıyor üzerinde ama acıma, şefkat ve yardımcı olma insiyaki yaralan bir ergen daha çok. Alıştığımız Mister No uçarılığıyla hınzırlıklar, çapkınlıklar yapan, gözünü budaktan esirgemeyen yakın dostu Leo Baxter gibi değil, yumruğunu savururken. Bir tabancayı nasıl kullanacağını bilmiyor, eline aldığında ayağını vurmaktan korkuyor. En tehlikeli silahı sözleri; karşısındakini bilinçaltından tefrik eden, çözülmeye zorlayan, saldırgan ve meraklı sorular ve argümanlar kullanıyor; hepsi huzursuz edici şeyler... Konuştuğu insanlarda susmaktan çok haddi bildirmek hissiyatı uyandırıyor, bir çocuk-kadın olarak. İşini yaparken yaşadıgı soğukkanlı, sakin ve anlayışlı Julia'nın bir başına çektiği "acılar" ise okuyucuyla paylaşılıyor. O çok bilmiş kadının nasıl kıvrandığını, mahremiyetine dahil olan bizler biliyoruz. Gariptir, kahramanların psikolojilerini ilk anlatanlar Stan Lee aracılığıyla Amerikan süper-hero ekolünün takipçileri olmuştur. Sürekli kazanan ve haklı çıkan, her defasında kötülere galebe çalan, herkesin beklediği gibi yaşamaya zorlanan o kostümlü kahramanların da acılar çekebileceği, psikolojik gerilimler taşıyan bir iç dünyası olabileceğini akıl ederek ilk uygulayan Stan Lee'dir. Bizim çizgi romanla ilgili beğeni kalıplarımız olan fumetti kahramanları ise, istisna serüvenler dışında bu denli "deep"lere düşmezler. Ken Parker hariç neredeyse hepsi seriyal kahramanıdır, serüvenin tadını sunarlar her defasında. Berardi bu yüzden farklı bir yorumcudur, hem fumetti hem de "memleket" yemeklerinde. Julia'yı, gerçekçi kılan ve öykünün esası olan, yaşadığı serüvenler değil onun hayatı ve acılarıdır. Parçalanmış bir hayat yaşamaktadır. Kopan aile bağları, özlem ve endişelerle girip çıkar karelere... Uyuşturucu kullanan, mutsuz ilişkiler yaşayan kızkardeşi, erkek arkadaşlarıyla yaptığı soğuk ve her an kopmaya hazır telefon konuşmaları ve uzakta bir huzurevinde yaşayan büyükanneye yapılan haftasonu ziyaretlerini izleriz, Julia'nın, geçmişinden kalan her şey içini döktüğü ve zafiyet gösterdiği, ama bir o kadar da "kendi" olduğu mutluluk "an"larının temelini oluşturur, öte yanda, şehrin baskıcı rutinleri, sürekli çalışmak ve yaşamak zorunda olduğu "iş"lerin, bitimsiz gerçekliği vardır.

Berardi, çizgi romanın "kaçış aracı" olarak kullanılmasına karşı çıkarak şöyle diyor: "Bulutlardan inmek gerekiyor ve bu bir ihtiyaç (...) artık hayattan kaçışı ya da kopuşu canlandırmayan kitaplar, filmler ve televizyon dizileriyle karşılaşmak beklenmedik bir durum haline geldi. Sanki yaşam sürekli kılık değiştiren, her şeyden uzak tuttuğumuz bir canavar." İşte Julia'yı demir leblebi yapan da bu: Hayatın içinde kalması!

LEVENT CANTEK
 
Üst