'Joker' filminin detaylı analizi

Lami Tiryaki

Onursal Üye
21 Nis 2009
513
3,729
DİKKAT! Aşağıdaki yazı JOKER filmiyle ilgili çok detaylı sürpriz bozan(spoiler)lar içermektedir. Filmi izlememiş olanların izledikten sonra okumalarını şiddetle tavsiye ederim.

Eylül 2019 tarihinde gösterime giren Todd Phillips ve Scott Silver imzalı Joker filmi, izleyici ve yorumcuları oldukça ayrıştırmış görünüyor. Filmi nasıl yorumlayacağınız büyük oranda eseri hangi beklentiyle izlediğinize bağlı. Özellikle Batman Dark Knight misali bir DC Comics şaheser karakterini izleyip, kabınıza sığamayacağınız düşüncesiyle izlemişseniz büyük ihtimalle hayak kırıklığı yaşamışsınızdır. Ben hakkında bu kadar abartılı beklenti ve yorum okuduğum bu filmi, hiç bir beklentiye girmeden izledim…. ve ödülümü aldım!

Böyle Joker Olur mu Ya!..
“Ya acıların çocuğu adam, sonunda Joker oldu. Bu mudur yani?.. Hani suç dehası Joker’imiz? Hani hin espriler, hani, hani, hani?..” Çizgi romana bağımlı bir Joker fanı gözüyle eseri inceleyenler bu tür eleştirilerinde haklı olabilirler. Ancak bence işin aslı hiç öyle değil. Joker yapıtında çok güçlü bir sosyal arka plan önünde kişisel ve toplumsal bir pranoyanın nasıl korkunç bir gerçeğe dönüştüğü anlatılmış. Başarısız palyaço Arthur Fleck, adım adım karanlık bir dünyaya itilirken sayısız toplumsal ve felsefi mesaj verilmiş. Oya gibi özenle işlenmiş senaryo, umutsuzluğun derinliğinde yuvarlanan Arthur’la birlikte bizi de alıp alabildiğine rahatsız edici bir şekilde gösterişsiz, karanlık, kapitalist bir cehennemin dibine sokuyor. Bu filmi izlerken kendinizi ekranın karşısında hissetmeniz mümkün değil. İçinde olmak zorundasınız…

Cehenneme Giriş
Filmin daha girişinde özensiz, şatafatlı dijital efektlerden en küçük nasibini almamış, kırışık yapışkan kağıtlara benzeyen fontlarla ekrana alelade yapıştırılmış gibi duran bir JOKER yazısı görürüz. Daha ilk dakikada umutlarımızı yıkan “ne gelir ki bunu arkasından, gitsek mi artık” dedirten rahatsız edici bir jenerik yazısı var.

Film, Arthur Fleck’in Gotham City’nin kalabalık bir caddesinde bir mağaza için reklam palyaçoluğu yaparken bir grup “çocuğun” ekmek parası olan tabelasını gaspedip sonra ara sokakta Arthur’u öldüresiye dövdükleri sahneyle açılıyor. Yüzümüze bu yumruğu yedikten sonra şöyle bir toparlanıyoruz, etrafımıza çaktırmadan bakıyoruz ve “ulan nasıl bir dünyaya girdik biz böyle” diyerek kendimize dikkat ediyoruz. Sonrasında hiç acele etmeden Arthur’un dünyasında adım adım ilerliyoruz. Yaşlı annesine bakan, “ruh sağlığı bozuk” olduğu için zorunlu tedavi kapsamında gittiği ve onu dinlermiş gibi yapan sosyal görevliye her hafta konuşmak zorunda olan, aldığı ilaçlarla normal insanların arasında yaşama şansı arayan hayatın dibini bulmuş Arthur’la birlikte bizde hayatın dibinde sürünüyoruz adeta. Aslında, hayattan önce Tanrı vurmuş adama. Ağlarken kahkaha atmak zorunda olan bir adam Arthur. Anneden gelme psikopatlık genleri yerleşmiş içine. Hangi anne çocuğu taciz edilip, dövülüp, radyatöre bağlı bırakılırken hiç bir şey olmamış gibi durabilir. Onun annesi bunu yapmış. Arthur annesini öldürürken aradaki zamanı sanki sıfırlıyor gibi. Daha yeni anladım her şeyi diyor sanki. Onun ve diğer “freaklerin” sırtından bir dolu para kazanan patronu canına okurken Arthur işini kaybetmemek için bu adama yalvarmak zorunda(bakın bu abartılı gibi görünen durumu “aramızda kaçımız bu şekilde yaşıyoruz” diye sorsam çokça “evet” yanıtı alacağıma eminim).

Biz bütün bunları İzlanda’lı kadın besteci Hildur Guðnadóttir’in insanın içine değil yüreğine işleyen şahane müzikleri eşliğinde izlerken(yaşarken), dışarıda sokaklarda 70’li yılların kapitalist-sosyalist ayrışmalarının doruğa çıktığı bir cehennem hüküm sürmektedir. Gotham City’nin parlak belediye başkanı adayı Thomas Wayne, fakirlerin aslında çıban olduğundan, rahat durmadıkları için huzur kalmadığından, gerektiğinde sert önlemlerin alınması gerektiğinden dem vurmaktadır. Başkan olduğunda bu işleri “bir şekilde çözeceğini” anlatmaktadır. Nasıl? Sinema çıkışında öldürüldüğü için ağıtlar yakılan Bruce’un babasına hiç bu gözle bakmadık değil mi? Gotham City, kelimenin tam anlamıyla lanetlenmiş gibidir. Görüntü yönetmeni olağanüstü bir iş çıkarmış. İki bina arasındaki merdivenleri öylesine aşılmaz, öylesine umut yıkan bir hale getirmiş ki, Tevrat’taki Yakub’un Merdiveni’ne şahane bir anti alternatif gibi görünüyor. Aşılması neredeyse imkansız gibi olan bu merdivenden cehenneme çıkılıyor sanki. Şehrin genel görüntüsü bile özenle seçilmiş. Ortada yükselen ve kenardan alçalan binalarla şehrin silüeti insanın üzerine üzerine yürüyen bir deve benziyor. Karanlık, ürkütücü, korkutucu…

Sinema Sahnesi
Filmin bence en şiddetli mesaj barındıran en ironik bölümü bu sinema sahnesi olmuş. Sadece zenginlerin girip film izleyebileceği sürreal bir sinema salonundayız. Papyonlu ve takım elbiseli erkekler ve süslü kadınlar perdede oynayan Charlie Chaplin’in Modern Times(Asri Zamanlar) filmini izleyip kahkahalarla gülmektedirler. Arthur, görevli kılığında salona girip izleyenleri ve filmi gözler.

Asri zamanlar, Chaplin’in en sosyalist en düzen karşıtı en anarşik yapılı filmidir. Daha girişte, işçilerin beyaz koyunlarla temsil edildiği sahnede bir tek kara koyun vardır sürüde. Koyunlar koşa koşa kendilerini öğütecek işyeri isimli mezbahalara koşturmaktadırlar. Filmde gösterilen sahnede Serseri(Chaplin), sevgilisinin çalıştığı alış veriş merkezinde kaçak kalmaktadır. Sevimli serserimiz, “varlıklı kimseler gibi eğlenebilmek için” oyuncak reyonundaki patenleri giymiş paten kaymaktadır. Ancak paten kaydığı zeminin bir kenarı alış veriş merkezinin alt katlarına doğru bir boşluğa açılmaktadır ve koruması yoktur. Aşağı düşüş kesin ölümdür. Serseri, bu alanda kayıtsızca ve ustaca paten kayar. Sık sık boşluğun kenarına gelir düşecek gibi olur ve biz geriliriz(emin değilim ama Chaplin’in bu sahneyi önlemsiz ve gerçek olarak oynadığını okudum diye hatırlıyorum). Burada alış veriş merkezi kapitalist sistemin ve sömürünün simgesidir. Serseri, kaçak girerek te olsa bu düzene bir yerden yapışmaya çalışmaktadır. Ancak düzenin içinde bu tür istenmeyen “mikroplara” karşı antihistaminik tuzaklar vardır. Serseri bu tuzağa düşmeden sistemden az da olsa nasiplenmeye çalışmaktadır. İzlerken gerilmekten yüreğinizin ağzınıza geldiği bu sahneyi izleyen Gotham City’nin zenginleri, kahkahalarla gülmektedirler. Oysa gülünecek bir şey yoktur. Ve salonda gülmeyen sadece bir kişi vardır: Arthur!..

Bir ara Arthur, Thomas Wayne’in, yani üvey babasının, tuvalete gittiğini görür. Arkasından koşturup o da tuvalete girer. Parlak ve aydınlık lavaboların önünde üvey babasından bir kucak, sıcak bir gülümseme “dilenir”. Bu kadarcık bir parça bile onun bu sömürü düzenine tutunmasına yetebilecektir belki. Karşılığında suratına bir yumruk alır!

Arkham Tımarhanesi
Arthur’un Joker’e dönüşümünün trendeki zalim züppeleri öldürdükten sonra veya komşu kadını tavladıktan sonra başladığını düşünebiliriz. Bence bu doğru değildir. Bunlar dönüşümünde çok önemli ara basamaklardır.. Komşu kadınla ilişkiye başlaması aslında fazlaca holywoodvari, kolay bir yaklaşımdı. Ancak daha filmin sonlarına gelmeden bunu Arthur’un kafasında kurguladığını anlıyoruz. Senaryonun atmosfer yapısında böyle bir hata yok.

Arthur’un profesyonel dönüşümü Arkham Tımarhanesi’ni ziyaretiyle başlıyor. Cehennemin dibinde terkedilmiş gibi duran bu izbe binaya, hasta asansöründe girer. Hastaların korkunç görüntülerini, çocukluğunun anılarıyla da birleştirerek evrak istediği görevliye sorar:
-İnsan böyle bir yere nasıl düşer?
Görevli:
-Kimisi öyle doğmuştur, kimisi sonradan olmuştur… Kiminin de gidecek başka yeri yoktur. Mecburen gelirler, gibilerinden anlatır.
Cevaplar yanlıştır. Arthur insanların buraya neden düştüğünü sormuyor, nasıl düştüğünü soruyor. Çünkü onun kafasını sürekli olarak insanın karanlık taraf nasıl yuvarlandığı meşgul etmektedir. Kimbilir belki de kendi geleceğini planlamaktadır. Ve belki de bu planda Arkham Tımarhanesi insanı delirten kapitalist dünya için hem ilk, hem son duraktır.

End Credits…
Joker filmi için oturulup kitap bile yazılabilir. Her bir sekansından her bir diyalogundan sosyal, politik veya kişisel dersler çıkarılabilir. Ancak film sanatsal yönüyle de unutulmazlar arasına girmiş durumda. Joaquin Phoenix’in akıllara durgunluk veren oyunculuğunda, toplumun itici, iğrenç dip tortusu Arthur Fleck, oyuncunun sadece yüzüne değil, içine sokulmuş gibidir. O kadar iyi bir oyunculuk sergiliyor ki, usta Robert De Nero’yu görmüyoruz bile.

Christopher Nolan’ın veya Tim Burton’un Joker’iyle kendinizi özdeşleştirmeniz mümkün değildir. Sonuçta karton karakterlerdir ve arada bir perde vardır. Oysa Arthur Fleck olanca iticiliğine ve kötülüğüne rağmen herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir yaşam ve kişilik hikayesi sergiliyor. Ömer Kavur’un baş yapıtı Yusuf Atılgan’ın eseri Anayurt Oteli’ndeki Zebercet’in hikayesine çok benzer bir kurguyla izlediğimiz bu karakter, bizden olan Zebercet’ten bile daha yakınımıza yaklaşmayı başarabiliyor. Arthur’un kendini anlattığı veya savunduğu diyaloglarına dikkat edin. Diyaloglardaki gelişimi dikkatle izlerseniz. Tolstoy’un Diriliş’indeki fahişe Katyuşa’nın, hapishanede evlilik teklifini reddederken prense verdiği tarihi dersi hatırlarsınız. Toplumun dibine doğru fırlamış kişiliklerin fırsatını bulduğunda ya da fırsatını bizzat yarattığında normal insanların üzülebileceği, yaralanabileceği travmalara neden olabileceğini çok iyi anlatırlar bize. Arthur delidir. Ancak geri zekalı değildir. Gelişip kozasından çıktığında dönüşeceği suç dünyasında “deha” lakabını alacaktır. Bu doğuştan verilmemiş olabilir. Uğraşa didine, biraz da toplumun “katkısıyla” edinilmiş bir özelliktir.

Joker, salt bir sinema filmi, hele hele sıradan bir DC comics filmi değildir. Sinemanın “vertigo serisinin” en nitelikli örneklerinden birisidir. Chistopher Nolan, çizgi romanlardaki karton Joker’i alıp beyaz perdede, unutulmaz ikonik bir karaktere dönüştürmüştü. Todd Phillips ise onu perdeden çıkarıp salonda bizzat kanlı canlı önümüze koydu. Bir yere kaçamadık. Umarım devam filmini çekmeyi düşünmezler.

Selamlar
Lami Tiryaki








 
Son düzenleme:

direnc11

Yönetici
11 May 2009
10,089
36,759
İstanbul
Yazıyı okumadan teşekkür ediyorum. :)

Muhakkak öncekiler gibi son derece keyifli, doyurucu bir yazıdır.

Filmi izleyelim bir kez daha konuşuruz.
 

husmanX

Aktif Üye
16 May 2011
268
823
Hakkında bu kadar detaylı yazıldıysa demek ki seyretmeye değer bir film diye düşünüyorum. Teşekkürler...
 

sebo22

Onursal Üye
14 Tem 2009
2,081
5,432
sıkıcı bulduğum bir filmi tekrar değerlendirme ve yeniden seyretme hissi uyandıran yazınız için çok teşekkür ederim.
 

orpa

Çeviri & Balonlama
23 Tem 2015
1,316
31,007
İzmir
Sıradan bir film kanısıyla seyretmeyi düşünmediğim bir filmi
öyle bir detaylı anlatmışsınız ki üstadım, belki de 2 kere seyredebilirim...
 

uluduz

Yeni Üye
4 Eyl 2013
83
258
Sitemizde ne zamandır gerçek"nitelikli" film eleştirisi görmek pek olası değidi,sayenizde bunu gördük.Devamını da bekliyoruz.Teşekkürler
 

Kozmos

Kıdemli Üye
9 Tem 2016
213
2,324
Filme dün gittim izlediğim jokerlerin en iyisiydi.(Jack Nicholson mu daha iyi karar veremiyorum.)Joker bu sene mutlaka Oskar ödülü görür. Bilgilendirici yazınız için teşekkürler.
 
Üst