Dev yayınevinde birebir yaşadığım olayı anlatacağım size

SuatYalaz

Büyük Usta
Onursal Üye
31 May 2017
28
971
kOJXWr.png


Eeeyy Dargaud Yayınevi!

Biz ders almayız, ders veririz!

Şimdi bana: “Sen de mi… Ne hakla” demeye kalkarsanız…

Ben de size, -Rahmetli Altan Erbulak’ın deyişiyle- “35’e bakla” der çıkarım işin içinden…

Yok, yok… Zannettiğiniz gibi modaya uyarak Avrupa’ya posta koymak, horozlanmak falan değil amacım… Paris’te, Avrupa’nın dünya çapında ünlü, daha çok, “Çizgi-romanın Kâbe’si” sayılan dev yayınevinde resmen, birebir yaşadığım bir olayı anlatacağım size…

İnanıp inanmamak size kalmış… Uğur Dündar’ın ünlü piyesi gibi, “Yalandan kim ölmüş” ama, anlatacağım yalan olsa bile güzel…

Ayrıca, o kadar yalan uydurabilsem, bugün herhalde bambaşka bir yerlerde olurdum…

Sayısı 100’ü aşan, “Karaoğlan” ve “Yandım Ali”nin maceraları bile, aslında bir gerçek olaya yaslanırlar.

AVRUPALININ ÇITASI 2 METREDE İSE, SEN 2.30’U AŞMAK ZORUNDASIN…

Yıl 1971… Paris’te ikinci yılım… Geçen yıl, Karaoğlan’ın maceralarını, gençler için yayın yapan “orta boy” bir yayınevine satmıştım, “KEBİR / L’İnvencible” (Yenilmez KEBİR) adıyla yayınlanıyor, 4 kıtaya, Francophone ülkelere dağıtımı yapılıyordu…

Tamam da… Ben en üst düzey ligde, “baba”larla bilek güreşi yapmak istiyordum. Henüz, “Kabe” Dargaud’un (Dargo okunur) kapısından içeri girmemiş… "Lucky Luke" (Red Kit) çizgi filminde çalışmak için, “Büyük Şef” Gossigny'e başvurmamış…

Western yıldızı, “Bluberry”i filme almak için yazarı – bir başka “Büyük şef”- Jean Michel Charlier ile ön anlaşmayı imzalamıştım. (Ek’te)
DARGAUD%20__%20Charlier.jpg


Rahmetli Gökşin Sipahioğlu’nun, Dünyanın en güzel, en büyük bulvarı denilen Şanzelize’nin en iyi yerindeki 2 odalı, küçük Sipa Presse Foto ajansı bürosu, -henüz dünyanın en büyük 3 Foto ajansından biri olmamıştı- Türk gazetecilerin ilk uğrak yeri gibiydi. Gökşin’le, yayıncılık dönemimden tanışırdık. Benim, (Türk Penthaus’u) Salıncak dergime resim önerirdi…

Bana, “Dargau’ya git” dedi. İlgililerle, aksansız Fransızcasıyla konuştu, randevu aldı, adresi elime tutuşturdu. Metroyla iki durak ötede, ama serde acemilik var ya… Taksiciye adresi verdim, gittim…

Rue (sokak) Pascal’da, camları füme, bir dev kule yapı…

Beni bekletmeden, döner kapıdan içeri aldılar. Bir genç öne düştü, birkaç kat çıkarken “Hayret, nasıl da kolaymış” dedim içimden. “Hemen kabul ettiler. Demek ihtiyaçları var”.

Geniş bir kat… Yerden tavana cam duvar. İlerde masalar, çalışan gençler. Beni, cam bölmeyle ayrılmış “şef”in masasına götürdüler.

İki kişiydiler; el sıkıştık, üstünde büyük boy çizilmiş resimler dolu, geniş bir masaya karşılıklı oturduk.

Tanışma sırasında ilk dikkatimi çeken şey, ikisinin de adının

Fransız adı olmamasıydı… İkisi de ya Polonyalıydı ya da Çeko-Slovak…

Verdiğim küçük boy Kebir’leri incelemeye başladılar.

Onlar benim kitap sayfalarımı çevirirken, ben de, geniş masa üstündeki renkli, büyük boy çizgi-roman sayfalarına bakıyorum uzaktan…

Hayatta hiç ustam olmadığından, ilk kez görüyorum böyle yarım afiş büyüklüğünde resimli-roman sayfalarını… Ve içimden, “Vay bee… Amma ineklemişler” diyorum. Hayatta yapamayacağım bir şey…

Çok geçmedi, Çeko-Polone-Macar kırması adamlardan biri bana döndü.

Öğrencisine ders veren hoca edasıyla, -benim yaş 40, onlar da 50’lik- ben yabancıyım, onlar Fransız olmuş, kefeni yırtmışlar ya… Başladı konuşmaya:

"Mösyö Yalaz, deseniniz sağlam, yüzler, ifadeler güzel… Ama… Çalışmalarınız biraz fazla baştan savma… Tipleri çizip arka planlara, fonlara hiç özen göstermemişsiniz.

Bizimle çalışabilmeniz için şöyle çalışmanız gerek…"


Masaüstündeki büyük boy “inekleme” resimlerden birini çekti, bana göstererek:

"Bize, böyle çalışmalar gerek… Bakın, detaylar nasıl işlenmiş, "fonlar nasıl ince ince değerlendirilmiş."

Adama, lise Fransızcamla, “Ne kada ekmek, o kada halva” anlamında laflar edip, o benim yaptıklarımın bir günlük gazetede her gün yayınlanan sayfalar olduğunu, karşılığında Fransız frangı değil, Türk Lirası aldığımı, öyle fona, detaya ayıracak vaktimin olmadığını söyledim.

Elindeki resimli-roman sayfasını göstererek, noktayı koydu:

"Bizimle çalışmak istiyorsan, böyle bir örnekle gel, en iyi ödemeyi yaparız."

Adamın bana örnek diye gösterdiği resim, Homeros’un, “Ulis’in maceraları” adlı ünlü destanından bir sayfa. Filme de alınmıştı ve Ulis rolünü Kirk Douglas oynamıştı. Çizerin adı da Enric Sio… O da Fransız kökenli değil, soyadına bakacak olursak… Anası Hollandalı, babası Güney Koreli falan olabilir...

(Kimin ne kökenli olduğu hiç umurumda değildir benim. Karşımdakinin “insan” olup olmadığına bakarım. Şu yukarıda saydıklarım, havayı yansıtmak için… Paris, Babil Kulesi gibi, tüm dünya insanlarının buluşup kaynaştığı bir yer…)

"OSMANLI TOKADI"NIN TAM ZAMANI...

Enric Sio’nun çizdiği destan kahramanı Ulysse, resmen Kirk Douglas idi.

PlancheA_227018.jpg


Dargaud yöneticilerinin, bana örnek gösterdikleri çizer arkadaşımız, onun filminin fotoğraflarını toplamış, çenesindeki gamzeye kadar kopya ederek, ünlü aktörü bizimkilere Ulis diye kakalamıştı…

Önce adamlara, “Tamam Mösyö, bana bir konu verin, ben size iki sayfa resimleyip getireyim” demeyi düşündüm. İşi, rahat alırdım.

Şöyle, bir-iki saniye düşündüm… Oğlum Suat dedim, karar ver… Ya, evet efendim deyip işi alır, Dargau’nun ressamlarından biri olursun ya da bu heriflere iyi bir ders verir, işi de kaybedersin…

Gurbet elde insanın milliyetçiliği doruklara çıkıyor… Hele bir de, Ermeni Terör Örgütü ASALA’nın ardı ardına alçakça cinayetler işlediği günlerdeyseniz…

Oğlum Suat, dedim, tam yeri ve zamanı… Fırsat bu fırsat, patlat bir Osmanlı tokadı şu Frenglere!


Konu monu istemekten vazgeçtim… Aldım elime Enric Sio garibinin tablolarını… Bu kez ben başladım parmağımı sallaya sallaya konuşmaya, “Bu arkadaş var ya” dedim, “İyi bir işçi, ama çok kötü bir çizgi-romancı… Bir antiskop ressamı” dedim.

İlk “elektro-şok”u yemişlerdi. Bakakaldılar…

Antiskop"un ne olduğunu biliyorlardı. Ne demek istediğimi hemen anlamışlardı.

(Antiskop, fotoğraf stüdyolarında, küçük resimleri büyültmek için kullanılan bir âlet. Kötü ressamlar da, küçük bir resmi istedikleri büyüklükte resim masası üstüne düşürmek için kullanırlar.)

Dargaud yayınevinin, belgesel çizgi-romanlar yayınlama bürosunun üst düzey redaktör an "şef"leri “kroke” haldeydiler…

Devam ettim:

Enric Sio biraderimiz, Kirk Douglas’ın filminden topladığı fotolarla Ulysse çizmiş… Batıklardan çıkarılan antik vazolarda, Ulis’in otantik resimleri var. Onlardan yararlanması gerekmez miydi?”

Ufak bir şok daha yemişlerdi. Konuşmuyor, sadece bakıyorlardı.

Üsteledim:

Şimdi siz bana, Napolyon üzerine bir senaryo verseniz, ben gider “Jozefin” filmindeki Marlon Brando’yu çizer miyim? İmparatorun ressamı David’in tablolarındaki Napolyon’u çizerim.”

Ufak bir kıpırdanma oldu, birbirlerine dönüp bakıştılar.

Beni susturabilene aşk olsun…

Masaüstünden bir fırtına sahnesi olan sayfayı aldım… Ülis’in gemisi Odisse fırtınaya yakalanıyor, gemi kayalara çarpıp parçalanıyor… Bol sıfırlı maaş alan usta ressamımız Enric Sio, fırtına sahnesini çizmek yerine, kutuyu simsiyah boyamış, yukarıya bir satırlık, “Ansızın müthiş bir fırtına koptu” yazısını koymuş…

Ve de birkaç balon içinde: “İMDAAAT! BATIYORUZ” feryatları…

Yaaa, aslında çok yufka yürekliyimdir… Lise yıllarımda boks çalışmıştım iki yıl… Kız yüzünden, kavgalarda yüzüme yumruk yememek için…

Errol Flynn’in, “Gentlement Jim” filmi idi boks anlayışım, rehberim...

Rakibim, yumruğumu yiyip sersemleyince üstüne gitmez, kendine gelmesini beklerdim. Salonda nakavt bekleyen bizim liseliler de illet olurlardı benim bu sportmence (!) davranışıma…

O gün, o 2 “Redakteur en chef”e karşı niye o kadar acımasızdım, halen çözmüş değilim…

Enric dostumuz, kopya edecek fırtına resmi bulamadığı için, siyah kare içine feryat balonları koymuş, çıkmış işin içinden…

Adamlardan iş alabilme şansımın sıfırlandığını hissedince, “İnceldiği yerden kopsun” deyip, elime başka bir sayfa alarak devam ettim:

“Ressamınızın sinema bilgisi de yok… Ülis, kadrın solunu gösterek, ‘Şuraya bakın! Evler var’ diye bağırıyor, tayfalar kadrın sağına doğru bakıyorlar. Sinemada buna ‘ters plana düşmek’ denir.”


Garibim çocuklar, nereden bilsinler karşılarındaki iş istemeye gelen “Müslüman” Türk’ün, 10 senaryo yazıp 8’ini filme çekmiş bir yapımcı yönetmen olduğunu?

GİNA KALMADI, BRİGİTTE VERELİM…

Masada kalan resimler içinde, Ülis’in düşmanı; kudretli, güzel prensesin resmi vardı. Yanındaki evcil kaplanı tasmasından tutuyordu. Egzotik takılar, oldukça erotik giysiler içinde, ünlü İtalyan yıldızı Gina Lolobrigida, doğrusu cuk oturmuştu hain prenses rolüne… Bizim antiskop ressamı oğlan, helâl olsun, iyi kopyalamıştı güzel yıldızı…

Prenses kadrın solundan, karşısındaki Ulis’e sesleniyordu. O sayfanın altında kalmış olan resimde, tanıdık bir başka güzeli tanır gibi oldum… Sayfayı çektim aldım, ne göreyim! Aynı takılarla, aynı kostüm içinde, kaplanın tasmasını tutan Prenses Brigitte Bardot! Bu kez kadrın sağından birilerine emirler veriyor.

İki sayfayı yan yana tutarak, Dargaud’un iki şefine gösterdim, “Enric dostumuz, Gina’nın sağa doğru bakan resmini bulamamış, O yöne bakan Brigitte Bardot resmi geçmiş eline, onu kopyalamış” dedim ve sustum… İnce, uzun olanı, benim Kebir’leri bana uzatırken, benimle tanışmaktan çok memnun olduklarını, telefon numaramı ve adresimi aldıklarını, ilk fırsatta beni arayacaklarını söyledi.

Daha kısa boylu ve daha az yakışıklı olanı, beni asansöre kadar yolcu etti…

Tahmin ettiğiniz gibi… Dargaud’dan ne bir telefon geldi, ne de bir mektup!

Ama eminim ki, “gelişmekte olan” bir ülkeden gelen bir resimli-roman yazar ve çizerinin Dargaud’un 2 şefine verdiği “BD”, “La bandes-dessinées” dersi, yayınevi editörleri arasında uzun zaman konuşulmuştur.

Suat Yalaz

Odatv.com
 

KARAOĞLAN

Onursal Üye
2 Şub 2010
3,004
20,645
Gaziantep
Usta'nın ince ince dokundurmalarla espirili bir dili var.
Son dönem çizdiği Karaoğlan serisinde de bu dil iyice belirgin.
Ellerine sağlık Usta.

Yazının Odatv'deki linkini ekliyorum. Çünkü orada okuyucu yorumları var.

/odatv.com/dev-yayinevinde-birebir-yasadigim-olayi-anlatacagim-size-20031821.html
 
Son düzenleme:

ekenciz

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
13 Eyl 2009
2,991
13,508
İyi ki bu şekilde cevap vermişsiniz büyük usta. İnsan kendi inandıklarını söyleyemiyorsa insan mıdır ki zaten. Ağzınıza sağlık. Sadece hamasetle söylenmiş sözler değil, gerçeğin ve doğrunun söylendiği gerçek bir eleştiri yapmışsınız.
 

scanfan

Yönetici
25 Eyl 2013
7,211
75,311

"Suat Yalaz" ustanın bahsettiği BD "Ulysse"yi buldum, şöyle bir baktım (Fransızca okuyamam) Tam da üstadımızın tarif ettiği gibi, aman aman bir özelliği yok. Sağdan soldan kopya edilmiş resimlerle kolaj yapılmış gibi bir havası var, türlerin karışımı gibi bir şey. Zaten 26 sayfa. Bence Enric Sio'nun kendine özgü bir çizgisi yok gibi. Çizdikleri sanki okul kitapları için hazırlanmış desenlere benziyor. Onun bir "antiskop ressamı" olduğu teşhisine katılıyorum. Onu bir odaya kapatsalar ve bunları tekrar çiz deseler aynısını çizemez bence. Çizdikleri çirkin değil, hatta çok güzel şeyler ama özgün değiller. Fabrikasyon işler için uygun desinatör olabilir mamafih. Bu kadar süreyi (ve parayı) kime verseniz çizim kağıdının her noktasını oya gibi işler. Fuarlarda, panayırlarda da portre ressamları vardır, ağzımız açık saatlerce seyrederiz onların kıvrak fırçalarını. Ama çizgi romanda özgünlük bambaşka bir şey. Ayrıca bu Avrupalıların çifte standartları da her zaman midemi bulandırmıştır.

 

abolardis

Onursal Üye
12 Şub 2011
6,630
24,352
Gözbebeğimiz dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamlarından yaşayan efsane sevgili üstadımızdan yine harika bir paylaşım.
Bu anlatılarda gördüğümüz en göze çarpan durum ise üstadın çok yönlü sanatçı kimliği , kendine has duruşu , özgüveni , özüne bağlılığı ,espri anlayışı , pratik zekası ve sanatçı bakış açışı ,çok yönlülüğü.
Örnek olarak gösterilen resimlerin fotoğraflardan çalışıldığı çok açık.Bu duruşu başka türlü vermek çok zordur.Aşağı yukarı resimle uğraşan herkes bunu farkeder.Kendisine has bir tekniği olmakla birlikte çizgilerde sıcaklık yok.Bir çizgi roman için bence çizgilerin sıcaklığı çok önemlidir.Belki iyi bir belgesel çizeri olabilir ancak uzun soluklu bir çizgi romana sıcaklık katabilecek bir çizgi tekniği olmadığı kanaatindeyim.
Suat beyin çizgilerinde bir sıcaklık hissedilir bu zaten okuyucuyu kendisine bağlar.Aynı şeyi büyük usta Ferri de'de bulursunuz.Her iki sanatçıda kendisine has yorumlarıyla bir milyon resim arasında hemen farkedilebilir.Aynı zamanda imgesel çalışma yapabilmek çok büyük bir yetenektir ki yetenek üstü bir yetenektir.Bu anlamda çizgi roman ressamlığı çok farklı bir alandır kanaatindeyim.
Eleştiri getiren yayınevinin eleştirilere kapalı olmasıda ayrı bir garabet olsa da askeri deyimle KOLLUK BENDE KILLIK BENDE tarzında bir yaklaşım içinde oldukları da açıktır.
Yİnede güzel enstantaneler.Bize göre Karaoğlan hepsini haklar.
Bu arada üstadın sporcu kimliğine dair ayrıntılarla yeni yeni karşılaşıyoruz sürpriz bir biçimde.
Yazılarınızı severek okuyoruz.Umarız devamı kitap olarak ta gelir.
 

Sinan Atik

Yönetici
13 Haz 2011
2,396
6,522
Ankara
Usta bu güzel ve doğru düşüncelerini çivi gibi çakmış; lakin (kendi söylediğine göre) lise Fransızcasıyla yaptıysa yanlış anlaşılmış olma ihtimali de çok yüksek. Keşke istenilenlere uygun bir kaç sayfa çizimle gidip uygulamalı olarak gömseydi Enric Sio'yu.
Her şekilde de sefası olmuş, oh olmuş, pek de iyi olmuş :)
 

HACILI

Onursal Üye
14 Kas 2012
2,182
8,058
Saygıdeğer üstadımızın bu güzel anısını,
Yıllar önce Karaoğlan dergilerinden birinde ,
Arka sayfalarda okuyucu ile sohbet benzeri
yazışmalarında da keyifle okumuştum bu anı yazızıyı.
Filmlerdeki esas oğlanın, kötü adamları döverken
Seyirciye verdiği keyif gibi bir keyifle okumuştum o yıllarda.
İlk kez okuyormuşcasına aynı keyifle okudum.
Ellerine yüreğine sağlık değerli üstadımız.
Selam,sevgi ve saygılarımla.
 

hadon

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
10 Mar 2010
3,056
9,086
Kastamonu
Üstadım, müthiş kaleminizle bizlere aktardığınız bu harika anı için çok teşekkür ediyorum.
 

extreme

Çeviri & Balonlama
5 Eyl 2012
785
5,396
Aynen Karaoglan'in davranacagi gibi davranmissiniz üstadim, Glénat'a gitseydiniz keske o da büyük bir yayinevi bildigim kadariyle.
 

prince

Onursal Üye
20 Ağu 2012
4,469
26,994
Muazzam bir hareket olmuş üstadım. Karaoğlan kimmiş anlamışlardır.
Bu harika anınızı bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ediyorum...
 

scanfan

Yönetici
25 Eyl 2013
7,211
75,311

Suat Yalaz üstadımız "antiskop"un ne olduğunu yazısında açıklamış. Ben de bir görselini sunayım dedim. Henüz bilgisayarların, dolayısıyla da dijital projektörlerin ortaya çıkmasına çok zaman olan yıllarda, eğitimin her aşamasında hocalarımız tarafından bunlarla sayısız sunumlar yapılmıştı. Koca bir amfiye aynı anda bir görseli izletmenin en iyi yolu, bunu adı geçen aletle sahnedeki büyük perdeye yansıtmaktı (aletin diğer adları episkop, epidiyaskop, opak projektör). Evde kendim de bunun ilkel bir versiyonunu yapmıştım). Tabii o yıllarda bir de slayt (dia) projektörleri vardı, ama diaların filmleri pahalı, yıkatması daha da pahalı ve de zaman alıcıydı. Episkoplar ise çok ekonomiktiler, sadece basılı (dergi kitap) ya da yazılı/çizili materyali alete sokuyordunuz, o kadar. Tek masrafı lambalarıydı (uzun olmakla birlikte belli bir ömürleri vardı haliyle)

antiskop.jpg

 
Son düzenleme:
27 Şub 2019
2
1
adam haklı.yani detaylı çizim isteme konusunda.suat yalaz'a örnek gösterdiği sayfada detaylı . adam bunun gibi olsun demiş.ortada art niyet yok . ben olsam tamam veya çizemem derdim olur biterdi.suat yalaz karaoğlanın çizimlerinde detaya girmez,fırçayla çizilmiş gibidir (tam olarak ne ile çizdiğini bilmiyorum).ne yalan söyleyeyim karaoğlanı hiç okumazdım.sevmezdim çizimlerini çocukken.yabancı çizerler daha hoşuma giderdi.çünkü detay vardı.john buscema ile büyüdük.
 
Üst