- 31 May 2017
- 28
- 978
“”ÇİZGİ DİYARI”nın, ordinaryüs “profesör”ünü,
yeni yeni tanıyorken, onun, akılalmaz çizgi-roman tutkusunu
hayranlıkla izlemeye başlamışken... Ansızın aramızdan ayrılıvermesinin
şok’unu birtürlü üzerimden atamadığım için, bu başsağlığı
yazımı yazmakta geç kaldım… Dostlar beni bağışlasın.

Son konuşmalarımızda meğer veda ediyormuş…
“Çizgi Diyarı”na yaptığı ağabeyce sahip çıkma çalışmaları dışında,
Sanki, ömrünün son birkaç yılını, benim, nerede,
ne zaman yayınlandığını bilemediğim eserlerimi saklandıkları, kayboldukları yerlerden bulup çıkarmaya harcamıştı.
( Bu uğraşta, değerli resimli-romancımız Erhan Dündar’ın yardımlarını hep söylerdi.)
Eserlerimi bulup bulup kaydediyor, sonra bana gönderiyordu.
“Eserlerinin nerelerde olduğunu sen neden bilemiyorsun usta?
diyeceksiniz şimdi... İlk bakışta haklısınız, ama…
Bilmiyorsunuz ki... 70 yılında, “ Türkiye’de ne düşündümse yapabildim. Hele biraz da Frenk ellerinde at koşturalım.”
Deyip Fransa’ya gidince, yazıp çizdiğim eserlerin asılları yayınlanan gazetelerin arşivlerinde benim için saklandı.
İstanbul’a gelişlerimde arşivciden orijinallerimi istediğimde, bana iki üç tane son çizimlerimi verdi. “Hepsi bu mu?” diye sorduğumda:
“Ben yeni geldim, saklayabildiğim bunlar.” deniyordu.
Anlıyacağınız; benim eserlerim ( dile kolay, 65 yıllık külliyyat)
Kolayca hatırlanacak, bulunacak, tasnif edilip sergilenecek türden değil.
İşte, Halûk Yücesoy kardeşim, ömrünün son yıllarında, sanki bana bir vefa borcu varmış gibi, tutku halinde, SUAT YALAZ’ın bütün eserlerini
bulup ortaya çıkarmayı kendine “iş” edinmişti.
Son olarak Kurban Bayramı tatilinde gittiği İnegöl’den telefonla beni aramıştı. Uzun uzun konuştuktu. İnegöl’ün doğa güzelliklerini anlatmıştı.
“ Yandım ALİ’nin ‘Ferman Padişahın, İzmir Bizimdir’ macerasını arıyorum, ahdeddim bulacağım.’ diyordu.
Ben de: Haluk’cuğum, kendini fazla yorma... Onu da bir başka, daha genç bir gönüllü arkadaş bulur inşallah. Sen bize daha çok lâzımsın. diyordum…
Son olarak, İstanbul’da, benim eve yakın bir çay bahçesinde buluşmuştuk onun 6 kişilik “çizgi Diyarı komandoları” ile…
6 saatlik bir çizgi-roman sohbeti yapmış, şalgam suyu eşliğinde çiğköfte yemiştik.
Ankara’dan beni son aradığında, “Bu kez içkili bir yere götüreceğiz seni, kafaları çekerek çizgi-roman sohbeti yapacağız” demişti…
Anlaşmıştık… Ama, olmadı. Meğer onun o uzun coşkulu telefon konuşmaları meğer “ veda konuşmaları” imiş.
Çok üzgünüm.. Hepimiz çok üzgünüz.. Ama, “tabiat Kanunu”, yaşam kuralı diye de bir olgu var…
Doğuyor, büyüyor, yaşlanıyor (bazen de yaşlanmadan.. Haluk Bey gibi...) ölüyoruz.
Önemli olan... Yaşarken sevilen, sayılan, düzgün, dürüst insan olmak...
Ölünce de, sevgiyle, saygıyla uğurlanmak ve “hasretle anılmak”…

Tekrar, Hepimizin başı sağolsun. Halûk Yücesoy nurlar içinde yatsın, Yüce Tanrımız acılı eşine ve ailesine sabırlar versin.
Suat YALAZ
****