Mehmet Serdar Ateş
Onursal Üye
Dünümüz – Bugünümüz
Bizim de bir hayatımız vardı. Kara/Siyah önlük giyer, beyaz yaka takardık. Önlüğümüzün üst cebine bazen mendil konurdu. Yamalı pantolon giyerdik. Naylon kopçalı ayakkabımız olurdu. Kopçası kopar dikilirdi.
İlk gün hariç okula kendimiz giderdik. Okuldan kendi başımıza evimize gelirdik. Okulun kapısında çocuklarını bekleyen veliler hatırlamıyorum. Beni almaya gelen hiç olmadı. Karda, çamurda, yağmurda ve karanlıkta kendi başımıza gittik, kendi başımıza geldik. Hiç aile sevgisi yaşamadık zannetmeyin. Tam aksine annemiz önlüğümüzü giydirir, sağımızı solumuzu düzeltir. Çantamızı verir. Yanaklarımızı okşar, öper. “Benim oğlum okuyacak, koca adam olacak. Haydi bakalım güzel, güzel okuluna git.” Der bizi kapıdan uğurlardı. Okuldan çıkında kanatlanmış kuş gibi uçardık. Teneffüsler oyun zamanımızdı. Okulun bahçesi oyun alanımızdı. Kızlar ip atlar, yakan top oynar, biz maç yapardık. Tavşan kaç-tazı tut. Teneffüste terler, derste kururduk. Sırtımıza bez koyan olmazdı.
Bizim Cin Ali kitaplarımız vardı. Çöpten Ali’nin hikayelerini okur, çizgideki eksikleri hayal dünyamızla doldururduk.
Bizim zamanımızda sabahçı ve öğlenci şeklindeydi okul. Sabah erken kalkıp okula gitmek zor gelse de, öğleden sonramız bizimdi. Doyasıya oynardık mahallede. Öğlenci isek o zaman da okula gidene kadar hayatımız yaşardık. Çocuktuk, oyundu bizim hayatımız. Oyun oynayarak öğrenirdik hayatı. Takım olmayı, düşeni kaldırmayı, takımda kaptan olmayı yani liderliği, fert olmayı, yenmeyi, yenilmeyi. Kısacası hayatı öğrenirdik.
Çizgi roman okurduk. Tommiks, Teksas derdik genel olarak. Kahramanlık hikayeleri vardı. Zalimin karşısında dimdik duran kahramanlar, kanundan yana… Dürüstlük, erdem, düşene yardım etme vardı. Yerli kahramanlarımız da vardı. Suat YALAZ’ın Karaoğlanı, Sezgin BURAK’ın Tarkan’ı. Ne muhteşemdi o maceralar, okumazdık yaşardık. Tahta ata biner, tahta kılıç kuşanır kötülerin düşmanı olurduk.
Futbol topumuz plastik toplardan olurdu. Yani meşin yada deri topumuz olmaz/olamazdı. Para toplar plastik top alırdık. Birkaç şuttan sonra bir çalının dikeni topumuzu patlatırdı. Ancak havası inse de o topla oynamaya devam ederdik.
Bizim zamanımız yokluklar, mutluluklar tezadının birlikte yaşandığı zamandı. Simit alacak harçlığımız olmazdı. Okulda ayda bir defa simit kuyruğuna girebilsem o günü en mutlu günüm sayardım. Katkısız malzemelerle pişmiş poğaça kokularını hiç unutamam. Çoğu zaman evden önlüğümün cebine ekmek koyar da teneffüslerde ekmek yerdim. “Gören gözün hakkı var.” Der, arkadaşlarıma da ikram ederdim. Sokakta yemek yemezdik. Ekmeğe salça sürenler, reçel sürüp de yiyenler olurdu. Görgüsüz derdik. Zira olmayanların canı çekerdi.
1970’li yılların başında evimizde televizyon yoktu. O yıllardan Komiser Kolombo, Vadideki Hayat dizileri aklımda kalmış. Aklıma geldikçe utanırım, duygulanırım ve dua okurum. Her Çarşamba biz de televizyon olmadığı için komşuya Komiser Kolombo dizisi seyretmeye giderdik. Evin hanımı çay yapar yanında bisküvi ikram eder. Dizi biter, Geceye Bakış ve ardından bayrak töreni ile televizyon yayınını kapatır eve dönerdik. O komşularımız vefat ettiler. Ancak bende bir mahcupluk var ki, neden o kadar yük olduk diye aklıma geldikçe duygulanırım.
Bizim zamanımız da ilkokul beş seneydi. Zayıf, Geçer, Orta, İyi ve Pekiyi gibi notlar vardı. O zamanlar sınıfta kalmak vardı. Her sene sınıfımıza, üst sınıftan kalıp da katılanlar olurdu. Birde üst üste sınıfta kalanlar tasdikname ile okuldan uzaklaştırılırdı.
“Sanayiye de eleman lazım.” derdi öğretmenler. Sınıfta kalan arkadaşlarımıza üzülürdük. Ancak kurallar böyleydi… Sanayide işe başlayıp, çırak, kalfa ve usta aşmalarından geçip maddi kazancı okuyanlardan daha fazla olanlar var mı? Oldukça fazla var.
O yıllarda tek kanallı televizyon vardı. Günün bir saatinde bayrak töreni ile açılır, saat 24:00 da bayrak töreni ile kapanırdı. Çok nadirde olsa çizgi film olurdu. Büyük küçük herkes seyrederdi. Akıllı bıdık, ayı yogi… Bir Pazar bir gün boyunca bir adet çizgi film seyredebilmek için televizyon başında bekleyen çocuklar vardı. Her reklamı ezberleyen, izlediği filmdeki replikleri okulda tekrarlayan arkadaşlarımız oldu. Güldük, eğlendik. Şimdi bakıyorum da geçmişe, yamalıklı pantolon giysek de biz mutluyduk. Televizyon siyah-beyaz olsa da hayatımız renkliydi. Mahalleler güvenliydi. Anneler babalar daha az tedirgindi.
Mutluluğun sırrı nerede saklı? Biz bilirdik.
Bizim de bir hayatımız vardı. Kara/Siyah önlük giyer, beyaz yaka takardık. Önlüğümüzün üst cebine bazen mendil konurdu. Yamalı pantolon giyerdik. Naylon kopçalı ayakkabımız olurdu. Kopçası kopar dikilirdi.
İlk gün hariç okula kendimiz giderdik. Okuldan kendi başımıza evimize gelirdik. Okulun kapısında çocuklarını bekleyen veliler hatırlamıyorum. Beni almaya gelen hiç olmadı. Karda, çamurda, yağmurda ve karanlıkta kendi başımıza gittik, kendi başımıza geldik. Hiç aile sevgisi yaşamadık zannetmeyin. Tam aksine annemiz önlüğümüzü giydirir, sağımızı solumuzu düzeltir. Çantamızı verir. Yanaklarımızı okşar, öper. “Benim oğlum okuyacak, koca adam olacak. Haydi bakalım güzel, güzel okuluna git.” Der bizi kapıdan uğurlardı. Okuldan çıkında kanatlanmış kuş gibi uçardık. Teneffüsler oyun zamanımızdı. Okulun bahçesi oyun alanımızdı. Kızlar ip atlar, yakan top oynar, biz maç yapardık. Tavşan kaç-tazı tut. Teneffüste terler, derste kururduk. Sırtımıza bez koyan olmazdı.
Bizim Cin Ali kitaplarımız vardı. Çöpten Ali’nin hikayelerini okur, çizgideki eksikleri hayal dünyamızla doldururduk.
Bizim zamanımızda sabahçı ve öğlenci şeklindeydi okul. Sabah erken kalkıp okula gitmek zor gelse de, öğleden sonramız bizimdi. Doyasıya oynardık mahallede. Öğlenci isek o zaman da okula gidene kadar hayatımız yaşardık. Çocuktuk, oyundu bizim hayatımız. Oyun oynayarak öğrenirdik hayatı. Takım olmayı, düşeni kaldırmayı, takımda kaptan olmayı yani liderliği, fert olmayı, yenmeyi, yenilmeyi. Kısacası hayatı öğrenirdik.
Çizgi roman okurduk. Tommiks, Teksas derdik genel olarak. Kahramanlık hikayeleri vardı. Zalimin karşısında dimdik duran kahramanlar, kanundan yana… Dürüstlük, erdem, düşene yardım etme vardı. Yerli kahramanlarımız da vardı. Suat YALAZ’ın Karaoğlanı, Sezgin BURAK’ın Tarkan’ı. Ne muhteşemdi o maceralar, okumazdık yaşardık. Tahta ata biner, tahta kılıç kuşanır kötülerin düşmanı olurduk.
Futbol topumuz plastik toplardan olurdu. Yani meşin yada deri topumuz olmaz/olamazdı. Para toplar plastik top alırdık. Birkaç şuttan sonra bir çalının dikeni topumuzu patlatırdı. Ancak havası inse de o topla oynamaya devam ederdik.
Bizim zamanımız yokluklar, mutluluklar tezadının birlikte yaşandığı zamandı. Simit alacak harçlığımız olmazdı. Okulda ayda bir defa simit kuyruğuna girebilsem o günü en mutlu günüm sayardım. Katkısız malzemelerle pişmiş poğaça kokularını hiç unutamam. Çoğu zaman evden önlüğümün cebine ekmek koyar da teneffüslerde ekmek yerdim. “Gören gözün hakkı var.” Der, arkadaşlarıma da ikram ederdim. Sokakta yemek yemezdik. Ekmeğe salça sürenler, reçel sürüp de yiyenler olurdu. Görgüsüz derdik. Zira olmayanların canı çekerdi.
1970’li yılların başında evimizde televizyon yoktu. O yıllardan Komiser Kolombo, Vadideki Hayat dizileri aklımda kalmış. Aklıma geldikçe utanırım, duygulanırım ve dua okurum. Her Çarşamba biz de televizyon olmadığı için komşuya Komiser Kolombo dizisi seyretmeye giderdik. Evin hanımı çay yapar yanında bisküvi ikram eder. Dizi biter, Geceye Bakış ve ardından bayrak töreni ile televizyon yayınını kapatır eve dönerdik. O komşularımız vefat ettiler. Ancak bende bir mahcupluk var ki, neden o kadar yük olduk diye aklıma geldikçe duygulanırım.
Bizim zamanımız da ilkokul beş seneydi. Zayıf, Geçer, Orta, İyi ve Pekiyi gibi notlar vardı. O zamanlar sınıfta kalmak vardı. Her sene sınıfımıza, üst sınıftan kalıp da katılanlar olurdu. Birde üst üste sınıfta kalanlar tasdikname ile okuldan uzaklaştırılırdı.
“Sanayiye de eleman lazım.” derdi öğretmenler. Sınıfta kalan arkadaşlarımıza üzülürdük. Ancak kurallar böyleydi… Sanayide işe başlayıp, çırak, kalfa ve usta aşmalarından geçip maddi kazancı okuyanlardan daha fazla olanlar var mı? Oldukça fazla var.
O yıllarda tek kanallı televizyon vardı. Günün bir saatinde bayrak töreni ile açılır, saat 24:00 da bayrak töreni ile kapanırdı. Çok nadirde olsa çizgi film olurdu. Büyük küçük herkes seyrederdi. Akıllı bıdık, ayı yogi… Bir Pazar bir gün boyunca bir adet çizgi film seyredebilmek için televizyon başında bekleyen çocuklar vardı. Her reklamı ezberleyen, izlediği filmdeki replikleri okulda tekrarlayan arkadaşlarımız oldu. Güldük, eğlendik. Şimdi bakıyorum da geçmişe, yamalıklı pantolon giysek de biz mutluyduk. Televizyon siyah-beyaz olsa da hayatımız renkliydi. Mahalleler güvenliydi. Anneler babalar daha az tedirgindi.
Mutluluğun sırrı nerede saklı? Biz bilirdik.
Son düzenleme: