Nur Yoldaş'ın 80'lerin başında ortalığı kasıp kavuran Sultan-ı Yegâh şarkısını hatırlarsınız.
Sıradan bir hit şarkı değildi o; herkes harika ezgisi ve Nur Yoldaş'ın müthiş sesi yüzünden beğeniyor, dinliyordu ama çoğu insanın bilmediği, anlamadığı veya belki de umursamadığı derinlikleri vardı şarkının. Çok ciddi birikimlerden doğmuş bir ilk örnekti Sultan-ı Yegâh. Altında, Attila İlhan ve Ergüder Yoldaş gibi iki büyük sanatçının, iki önemli aydının imzaları vardı.
Birkaç ay önce Murtaza Abi'nin paylaştığı Hey dergilerinden birinde aşağıdaki röportaja rastlayıp, sayfalarını masaüstündeki 'Çizgi Diyarı ile Paylaş' dizinine kopyalamıştım. Bakın, SULTAN-I YEGÂH OLAYI ile ilgili neler söylemiş Attila İlhan:
"Türkiye'nin çağdaşlaşması kavramının Batılılaşması olayından farklı olduğu görüşüne vardım. Çünkü, bizim Tanzimat'tan bu yana tutturageldiğimiz yol, çağdaşlaşma olayını Batılılaşma ile karıştırmak olmuştur. Batılı ülkelerin üstyapı kurumlarını Türkiye'ye olduğu gibi aktarırsak çağdaşlaşacağımızı sanıyoruz. Oysa, o kadar ilginçtir ki, Batılılar bunu müstemlekelerinde yapıyorlar. Kendi üstyapı kurumlarını sömürgelerine taşıyor ve 'siz çağdaşlaştınız' diyorlar. Biz ise bunu gönüllü olarak yapıyoruz, bu çok feci bir şey!.. Yani Fransız gibi şiir yazmak, İngiliz müziği gibi müzik yapmak çağdaş şiiri, çağdaş müziği yakalamak olarak yorumlanıyor bizim aydınlarımızca."
"Batılılaşmayı amaç edindiğimiz için geçmiş kültürü topyekün inkar etmeyi çağdaşlaşmak sanmışız."
"Divan şiirinden bir şey alacaksın ama bu, içerik olmayacak. Divan şiirinin şeklinden, sesinden yararlanacaksın ama içeriği çağdaş olacak... Ve bundan bir sentez çıkacak."
Bunlar da Ergüder Yoldaş'ın söyledikleri:
"Ulusal kültür tezi, soyut bir kavram değildir, bir ulusun otodinamik yapısından, kendi gücü ve kendi hareket noktalarından kaynaklanması gereken bir kültür özelliği taşır... Toplum, geriden gelen kültür mirasının formlarını, içeriğini ve özünü durmadan taşır."
"Gerek halk şiirinde gerekse divan şiirinde bizi Batı'ya özendirmeyecek büyüklükte ozanlar çıkıyor ortaya... Bu, müzikte de böyle..."
"Attila İlhan, aruz dediğimiz usulü kaldırıyor, onun yerine başka bir form getiriyor. Örneğin 'Sultan-ı Yegah', 'Mütekerrir Muhammes' dediğimiz özel bir formdur. Ben bu formu yakaladım. Bunun periyodik bir özelliği var: Şiirin salınım yapısının getirmiş olduğu yinelenme, devirlenme özelliği. Bunu müziğe uyguladım."
Röportajın tamamını okumanızı tavsiye ederim:
Büyük sanatçı Ergüder Yoldaş ömrünün son yıllarında toplumdan uzaklaşıp tek başına yaşamayı tercih etti. Sürdüğü yaşama inziva denilebilir miydi bilmiyorum; çünkü gazetelerde anlatılan, köprü altı çocuklarınınkine benzer şekilde yaşadığıydı. Rahmetli'nin Defter-i Divanımız adını verdiği şarkıda (En sevdiğim şarkısıdır.), Hayalî'nin 'Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler' (O balıklar ki denizin içinde yaşar ama denizi bilmezler) sözlerinin altına eklediği 'Bir ah etsem bu dünyayı viran ederim ben' ifadesi, belki de bu kaçışının nedenleri ile ilgili bir ipucu veriyordur.
Ergüder Yoldaş, aynı şarkıda Fuzûlî'nin:
Ne yanar kimse bana âteş-î dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sâbâdan gayrı
ve Enderunlu Vâsıf'ın:
O gül endâm bir al şale bürünsün, yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün, yürüsün
dizelerine de yer vererek, sözlerle öyle nefis bir kolaj yapmış ki, her dinlediğimde yeniden, yeniden etkileniyorum.
www.youtube.com/watch?v=SUbhslHbfaU
Ne yazık ki Üstadın şairleri kıskandıracak güzellikte sözler yazdığı İşler ve Günler şarkısının (En sevdiğim ikinci şarkısıdır.) temiz, dinlenebilir bir kopyasını bulamadım. Youtube'de bulabildiğim en iyi görüntünün sesini ayrıştırarak mp3 formunda kaydettim, onu dinliyorum ama kesmiyor. Eğer elinde temiz bir kopyası olan bir arkadaşımız paylaşırsa çok dua ederim.
www.youtube.com/watch?v=VckSmIVsmL0
Sıradan bir hit şarkı değildi o; herkes harika ezgisi ve Nur Yoldaş'ın müthiş sesi yüzünden beğeniyor, dinliyordu ama çoğu insanın bilmediği, anlamadığı veya belki de umursamadığı derinlikleri vardı şarkının. Çok ciddi birikimlerden doğmuş bir ilk örnekti Sultan-ı Yegâh. Altında, Attila İlhan ve Ergüder Yoldaş gibi iki büyük sanatçının, iki önemli aydının imzaları vardı.
Birkaç ay önce Murtaza Abi'nin paylaştığı Hey dergilerinden birinde aşağıdaki röportaja rastlayıp, sayfalarını masaüstündeki 'Çizgi Diyarı ile Paylaş' dizinine kopyalamıştım. Bakın, SULTAN-I YEGÂH OLAYI ile ilgili neler söylemiş Attila İlhan:
"Türkiye'nin çağdaşlaşması kavramının Batılılaşması olayından farklı olduğu görüşüne vardım. Çünkü, bizim Tanzimat'tan bu yana tutturageldiğimiz yol, çağdaşlaşma olayını Batılılaşma ile karıştırmak olmuştur. Batılı ülkelerin üstyapı kurumlarını Türkiye'ye olduğu gibi aktarırsak çağdaşlaşacağımızı sanıyoruz. Oysa, o kadar ilginçtir ki, Batılılar bunu müstemlekelerinde yapıyorlar. Kendi üstyapı kurumlarını sömürgelerine taşıyor ve 'siz çağdaşlaştınız' diyorlar. Biz ise bunu gönüllü olarak yapıyoruz, bu çok feci bir şey!.. Yani Fransız gibi şiir yazmak, İngiliz müziği gibi müzik yapmak çağdaş şiiri, çağdaş müziği yakalamak olarak yorumlanıyor bizim aydınlarımızca."
"Batılılaşmayı amaç edindiğimiz için geçmiş kültürü topyekün inkar etmeyi çağdaşlaşmak sanmışız."
"Divan şiirinden bir şey alacaksın ama bu, içerik olmayacak. Divan şiirinin şeklinden, sesinden yararlanacaksın ama içeriği çağdaş olacak... Ve bundan bir sentez çıkacak."
Bunlar da Ergüder Yoldaş'ın söyledikleri:
"Ulusal kültür tezi, soyut bir kavram değildir, bir ulusun otodinamik yapısından, kendi gücü ve kendi hareket noktalarından kaynaklanması gereken bir kültür özelliği taşır... Toplum, geriden gelen kültür mirasının formlarını, içeriğini ve özünü durmadan taşır."
"Gerek halk şiirinde gerekse divan şiirinde bizi Batı'ya özendirmeyecek büyüklükte ozanlar çıkıyor ortaya... Bu, müzikte de böyle..."
"Attila İlhan, aruz dediğimiz usulü kaldırıyor, onun yerine başka bir form getiriyor. Örneğin 'Sultan-ı Yegah', 'Mütekerrir Muhammes' dediğimiz özel bir formdur. Ben bu formu yakaladım. Bunun periyodik bir özelliği var: Şiirin salınım yapısının getirmiş olduğu yinelenme, devirlenme özelliği. Bunu müziğe uyguladım."
Röportajın tamamını okumanızı tavsiye ederim:
Büyük sanatçı Ergüder Yoldaş ömrünün son yıllarında toplumdan uzaklaşıp tek başına yaşamayı tercih etti. Sürdüğü yaşama inziva denilebilir miydi bilmiyorum; çünkü gazetelerde anlatılan, köprü altı çocuklarınınkine benzer şekilde yaşadığıydı. Rahmetli'nin Defter-i Divanımız adını verdiği şarkıda (En sevdiğim şarkısıdır.), Hayalî'nin 'Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler' (O balıklar ki denizin içinde yaşar ama denizi bilmezler) sözlerinin altına eklediği 'Bir ah etsem bu dünyayı viran ederim ben' ifadesi, belki de bu kaçışının nedenleri ile ilgili bir ipucu veriyordur.
Ergüder Yoldaş, aynı şarkıda Fuzûlî'nin:
Ne yanar kimse bana âteş-î dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sâbâdan gayrı
ve Enderunlu Vâsıf'ın:
O gül endâm bir al şale bürünsün, yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün, yürüsün
dizelerine de yer vererek, sözlerle öyle nefis bir kolaj yapmış ki, her dinlediğimde yeniden, yeniden etkileniyorum.
www.youtube.com/watch?v=SUbhslHbfaU
Ne yazık ki Üstadın şairleri kıskandıracak güzellikte sözler yazdığı İşler ve Günler şarkısının (En sevdiğim ikinci şarkısıdır.) temiz, dinlenebilir bir kopyasını bulamadım. Youtube'de bulabildiğim en iyi görüntünün sesini ayrıştırarak mp3 formunda kaydettim, onu dinliyorum ama kesmiyor. Eğer elinde temiz bir kopyası olan bir arkadaşımız paylaşırsa çok dua ederim.
www.youtube.com/watch?v=VckSmIVsmL0
Moderatör tarafında düzenlendi: