Karanlık Efendi - Kara Küre (Öykü)

filmografi

Süper Üye
8 May 2010
1,420
2,325
istanbul
"Beliki forumun içeriğinden uzak olacak ama vakti zamanında yazmış olduğum bir öykü başlangıcını, denemesini vs. artık nasıl adlandırırsak sizlerle paylaşmak istiyorum. Konunun açılabilecek en mantıklı yerin (daha mantıklı bir yer göremedim :D) burası olduğunu düşündüğümden buraya açıyorum konuyu..."

Karanlık Efendi - Kara Küre

"Bilinmeyenle bilineninin içinde, hem bütün ırklardan hem de hiç birinden olan yüce güçler vardır evrende. Sen onlara "TANRI" diyorsun insanoglu."
Sath'in Kutsal Kitabı

-1-

Sessiz bir suret Zephyr hanının arka masalarından birinde gölgeler içinde tek başına oturmuş etrafına bakınıyordu.Han Ramar Krallığı'nın Dargon kasabasının en eski hanı idi. Kasabanın en işlek ve en çok tercih edilen hanlarından değildi fakat her zaman dolu olurdu. Dargon'daki diğer hanlardan daha ucuz olması ve eski bir geçmişe sahip olması bunun nedenlerinden biri olabilirdi. Tabii ki bu ucuzluk kötü içki, yemek ve yatacak yeri getirmiyordu beraberinde.
Zephyr'in sahibi olan Torlor, hanı sadece arkadaşları ile birlikte olabilmek için ve yeni kişilerle tanışabilmek için işletiyordu. Babası öldükten sonra kendisine kalan hanı eski haliyle korumuş ve arkadaşları ile toplandıkları bir yer haline getirmişti. Bu hanı işletmek onun için bir işten çok bir hobi sayılırdı. Zaten hana yabancı birileri az gelirdi. Gelenlerin çoğu da karınlarını doyurup ayrılırlardı. Bu nedenle hanın odaları daima boş olurdu. Gelenlerin hepsi ya Torlor'un arkadaşları yada Dargon kasabasının sakinleriydi.Yalnız bir hafta önce hana bir yabancı gelmişti ve bir oda istemişti. Yabancı Torlor'a biraz garip gelmişti. Sanki peşinde birileri var gibiydi. Handan hiç çıkmadığı halde kılıcını yanından hiç ayırmıyordu. Her gün uyandığı gibi hanın arka masalarından birine oturuyordu ve düşüncelere dalıyordu. Sipariş vermek haricinde kimseyle konuşmuyordu.
Torlor'un gözü yine hanın arka masasındaki yabancıya kaydı. Her zaman ki gibi oturmuş sessizce etrafı izliyordu. Gözü arada bir hanın kapısına doğru kayıyordu. Kılıcı yanında duvara yaslanmış duruyordu. Nedense kılıcın üstü bir bezle kapatılmıştı. Torlor yabancıya bakıp düşünürken yabancının da ona baktığını fark etti. Yabancı eli ile önündeki kupayı işaret edince Torlor düşüncelerinden sıyrıldı. Etrafına bakınıp Sracker'ı aradı.
"Sracker, yabancıya bir Kraspa(Papatya şarabı) götür." diye bağırdı Torlor.
Yarımelf, Torlor'un sesi ile irkilerek ayağa kalktı. "Tamam, götürüyorum." dedi usulca.
Sracker yıllardır Torlor'un yanındaydı. Annesi şehirde yaşayan elflerdendi, babası ise Ramar şövalyelerinden bir insan. Babası öldükten bir kaç ay sonra Sracker doğmuştu. Sracker doğmadan önce annesi Dargon kasabasına bazı akrabalarının yanına yerleşmişti. Sracker 13 yaşlarında iken babasının üzüntüsüne dayanamayan anneside ölmüştü. Bundan sonra Sracker'ı Torlor yanına almış ve büyütmüştü.
Sracker arkadaşlarının yanından ayrılıp hanın mutfağına doğru yöneldi. Bir kupa Kraspa doldurup çıktı. Masaların arasından arkada oturan yabancıya bakarak ilerlemeye başladı. Tam hanın kapısının önüne geldiği sırada kapı büyük bir gürültü ile açıldı. Sracker elindeki kupayı düşürmemek için sıkıca kavrayıp kapıya doğru döndü. Torlor yabancının ani hareketini gördü. Elinde kılıcı ayakta olan yabancıya baktı. Kılıcın üstündeki örtü hala açılmamıştı. Handaki herkes susmuş ve kapıya doğru dönmüştü.
Sracker ilk önce kapının dışarıdaki fırtına nedeni ile kendiliğinden açıldığını düşünmüştü. Fakat sonradan kapının dışında kara bir suret belirdi. Yavaşça hana doğru ilerledi ve içeri girdi. Suret içeri girer girmez kapı arkasından yavaşça kapandı. Hana büyük bir sessizlik çökmüştü. Handaki herkes kapının önünde duran siyah cübbeli surete doğru dönmüştü.
Sracker ilk andaki şoku üzerinden atıp kendini biraz toparlayabilmişti. Önünde duran sureti inceleyip bir şeyler söylemesini bekledi. Siyah cübbeler içindeki suretin bir büyücü olduğunu düşündü veya Güneyde bilinmeyen topraklarda yaşadıkları söylenen Kara Rahiplerden biri olabilirdi. Sracker uzun süre devam eden sessizlikten sonra kendini de hayretler içinde bırakan bir cesaret ile " Ne istiyorsun Kara kişi ? " diye sordu. Cümlesinin sonu biraz tereddütle çıkmıştı ağzından. Ama karşısındaki bu karalar içindeki kişiye ne diye hitap edeceğini bilmiyordu.
Siyah cübbeli suret Sracker'ın söylediklerini duymuş ve kukelatasının altındaki yüzünden kimsenin görmediği bir sırıtış geçmişti. "Zincorn'u arıyorum. Ama sen onu nereden bileceksin ki " diye düşündü suret. Hala hanı inceliyordu. Hanın tahta masaları yaşını belli edecek kadar yıpranmıştı. Fakat üstündeki işlemeler ile hala çok güzel olduğu bir gerçekti. Suret bir an bu işlemeleri yapmak için uğraşacak kimse kalmadı bu topraklarda diye düşündü. Eskiyi özlüyordu suret. Hem de çok. Sonra birden aklına yapması gereken iş geldi. Şimdi anıları düşünmenin zamanı değildi. Suret düşüncelerinden sıyrılıp hanın arka masalarından birine bakıp "İşte orada." diye düşündü ve Sracker'ın elinde kupası ile az önce gitmekte olduğu masaya doğru yavaşça ilerlemeye başladı.
Zincorn siyah cübbeli suretin kendine doğru yaklaşmakta olduğunu görünce kısa bir tereddütle eli kılıcını örten beze gitti ve birden zihninde bir ses duydu.
"Kılıcın örtüsünü açma ben beklediğin kişiyim Zincorn. " dedi zihnindeki ses ve Zincorn'un bezi tutan eli gevşedi. Suret Zincorn'un masasının önüne gelmişti ve sadece ikisinin duyabileceği bir sesle "İndir kılıcını artık, yeterince dikkat çektin zaten" dedi.
Zincorn kılıcını yanındaki duvara yaslarken "Ben mi dikkat çektim" diye düşündü. Sonra sandalyesine oturarak sessizce suretin göremediği yüzüne baktı.

****************

Laudaria babasının çalışma odasındaki masanın başında durmuş, masanın üstündeki siyah kaplı büyü kitabına bakıyordu. Elini yavaşça kitabın üstüne getirdi ve kitabı koruyan büyüyü etkisiz hale getirmek için gereken sözleri söylemeye başladı. Kitap soluk mavi bir ışık ile parladı ve sonra yeniden eski halini aldı. Laudaria'nın suratından bir sırıtma geçti. Kitabın korumasını kaldırabilmişti. Elini kitabın siyah deri kapağında biraz gezdirdikten sonra kitabı açarak aradığı büyüyü buldu.
Laudaria heyecanla büyünün sözlerini içinden okumaya başladı. Uzun zamandır bu anı bekliyordu. Her şey istediği gibi gidiyordu. Buraya kadar hiç bir sorun çıkmamıştı. Babası Ay Rahibi Halon'du. Ay Rahipleri diğer ırklar tarafından Kara rahipler diye adlandırılırdı. Bunun sebebi kara büyü ile uğraşmaları idi. Halon Mageguard'a, Yüksek Rahiplere çalışmalarını sunmaya gitmişti. Halon gitmeden önce Laudaria'nın ellememesi gereken kitapları büyü ile mühürlemişti. Fakat Laudaria kitapların mühürlerini açması için gereken karşı büyüyü öğrenmişti ve şu an babasının masasına oturmuş, yapmayı en çok istediği büyünün sözlerini ezberlemeye çalışıyordu. Başka bir boyuttan kendi boyutlarına bir varlık çağıracaktı ve böylece içindeki gücü babasına kanıtlayıp Ay Rahibi olmak için aday gösterilmesini isteyecekti. Halon Laudaria'nın daha buna hazır olmadığını düşünüyordu. Ama o bunu yapabileceğini düşünüyordu. Ve bunu yapacaktı.
Halon'a Konsey tarafından verilen çalışma Kara Küre olarak adlandırılan kürenin güçlerini bulması idi. Küre kadim zamanlarda Rohustar adlı Kara Rahibe aitti. Kürenin ne işe yaradığını kimse bilmiyordu. Konsey kürenin ne işe yaradığını bulması için Halon'u görevlendirmişti. Halon küreyi uzun zamandır inceliyordu.
Ve sonunda küre hakkında bazı bulgulara ulaşmıştı. Ve bu bulguları konseye sunmak için Mageguard'a gitmişti.
Laudaria masanın başında oturmuş, zihninde büyünün sözlerini tekrarlıyordu.Sonunda büyünün sözlerini ve içindeki gücü birleştirebilmişti. Sözler zihninde kendiliğinden yankılanıyordu artık. Laudaria yavaşça masadan kalkarak çalışma odasının ortasına geldi ve büyünün sözlerini aklından bir kez daha geçirdi. Sonra derinden gelen sert bir sesle söylemeye başladı. Sözleri söylerken elleri önünde avuç içleri birbirine bakacak şekilde duruyordu. Ellerinin arasında değişik renklerde, dönen ışık huzmeleri oluşmaya başladı. Son sözleri söylerken ellerini yavaşça açarak ışık huzmesini serbest bıraktı. Işık huzmesinin ellerinin arasından çıktığı sıra da odanın içinde kendisinin ki dışında başka ve daha büyük bir büyü hissetti. Fakat büyüyü bozmak için çok geç kalmış ve sağ elini ileri uzatarak büyüyü tamamlamıştı.

************
Zincorn kılıcını duvara dayayıp sandalyesine oturmuş ve siyah cübbeli kişiye oturmasını işaret etmişti. Siyah cübbeli suretin hana ilk girdiği andaki hava yumuşamış, handaki insanlar masalarına dönerek konuşmalarına kaldıkları yerden devam etmeye başlamışlardı. Suret kendine bir sandalye alarak Zincorn'un karşısına oturdu. Kukelatasını açmak için ellerini kaldırdı ve kukelatasını açınca siyah kıvırcık saçları cübbesinin üstüne döküldü. Kara gözlerini Zincorn'a çevirerek "Adım Semira " dedi.
Semira kukelatasını açınca Zincorn çok şaşırdı. Karşısındaki bir elfti. Daha şaşırtıcı olan bu elfin bir kadın olmasıydı. Kendini bulmaları için bir kadın göndereceklerini sanmıyordu.
Mavi Gül Kalesinden ayrıldıktan sonra Dargon kasabasına gelmişti. Zincorn Mavi Gül Tarikatı'ndan bir şövalye idi. Buraya gelmeden önce yaşadığı olaylar yüzünden oradan kaçıp bu kasabaya gelmişti.Burada Tarikatı'ndan olan Cedar'la görüşmüş ve onu Mageguard'a yardım alması için göndermişti. Kendisi Kraliyet Şövalyeleri tarafından aranıyordu ve onlardan saklanmak için bu hana gelmişti. Tahminine göre karşısındaki elfte Mageguard'tandı fakat Cedar neredeydi ve kendisini bulması için neden bir kadın yollanmıştı.
"Ne düşündüğünü biliyorum." dedi Semira, Zincorn'un şaşkın yüzüne ciddi bir ifade ile bakarak. Kara badem gözleri ışıl ışıldı.
Zincorn'un yüzündeki şaşkınlık ifadesi yavaşça kalktı ve ciddi bir ifade yüzüne yerleşti. Zihnini okuyup okuyamadığını düşündü. Gerçi zihnini okumaya kalkışmadığını düşünüyordu. Eğer öyle olsaydı bunu kesinlikle hissederdi. Tarikata katılmadan önce büyücü bir arkadaşı vardı ve onun söylediğine göre zihne yöneltilen büyüler hissedilebilirdi. Fakat elf bunu söylediğinde hiç bir şey hissetmemişti. Acaba ona hissettirmeden bunu yapabilir miydi?
"Cedar nerede?" dedi Zincorn.
"O öldü." kadın gözlerini bir an kapattı ve dudaklarının arasından bazı kelimeler döküldü. Zincorn bu yabancı lisandaki kelimeleri tam anlayamadı ama sanki bir dua mırıldanıyormuş gibi geldi.
"Öldü mü? Nasıl ? "
"Bilmiyorum" dedi Semira gözlerini açarken,"Bundan üç gün önce öğle vakti pencereme bir şahin geldi ve bana bazı haberler getirdi. Bana ormanın üstünde uçarken kendisini çağıran bir ses duyduğunu söyledi." dedi ve masanın yanına gelen Sracker'ı görünce sustu.
Sracker biraz tereddütle masaya yaklaştı ve elindeki Kraspa kupasını yabancının önüne koydu. Sonra yavaşça elfe dönerek "Bir şey ister misiniz hanımefendi?" diye sordu.
Semira bakışlarını Sracker'a kaydırarak "Rahatla kardeşim. Sadece bir kupa Kraspa istiyorum." dedi. Semira "kardeşim" kelimesini özellikle kullanmıştı. Ramar'da elfler birbirlerine böyle hitap ederlerdi. Sracker'ın ona bu şekilde hitap etmemesinin nedeni kara giysileri nedeniyle ondan çekinmesiydi. Sracker masadan uzaklaşırken Zincorn'a dönerek sözlerine kaldığı yerden devam etti.
"Ve sesin dediği yere gittiğinde ölmek üzere olan ağır yaralı bir insanla karşılaşmış. Bu Cedar'dı. Ona ne olduğunu bilmiyordu. Cedar onunla zihinsel olarak konuşmuş ve beni bulmasını söylemiş. Oda bana gelip olanları anlattı. Ölmeden önce senin Dargon'da tehlikede olduğunu söylemiş ve bende hemen buraya geldim. Şimdi kafandaki sorulara cevap aldın mı?" diye sordu, sözlerini bitirirken.
"Nasıl yaptın?" diye sordu Zincorn ciddiyetle.
"Neyi?"
"Zihnimi bana hissettirmeden nasıl okudun?"
"Her şey büyü değildir Zincorn" dedi Semira. "Bazı şeyler kişinin deneyimleriyle de bilinebilir. Senin üç yada dört mislin bir ömrüm oldu ve bende senin şu anda olduğun gibi durumlarda bulundum."
"Üzgünüm. Bu aralar kafam çok karışık, senin bir elf, bilge bir elf olduğunu fark ettim ama ..."
"Önemli değil. Şimdi bunları bırakalım " dedi Semira Zincorn'un sözünü keserek. "Asıl önemli olan konuya gelelim. Cedar'ın şahine söylediklerinden anladığım kadarıyla tarikata bir şey olmuş. Tarikata ne oldu?" diye sordu merakla.
Zincorn Kraspasından bir yudum alarak Semira'nın yüzüne baktı. Gerçekten çok zarif ve güzel bir elfti. Fakat bu zarifliğin altında bilge ve tehlikeli bir gücün olduğunu hissedebiliyordu. Mavi Gül Kalesindeyken olanları düşündü ve hüzünlü bir ses tonuyla "Bilmiyorum" dedi. "Bildiğim bir şey varsa o da hepsinin öldüğü. Cedar'da ölünce sanırım bilinen topraklar üzerinde kalan son Mavi Gül Şövalyesi benim" dedi ve düşünceleri arkadaşlarına kayarken susup başını eğerek ellerinin arasına aldı.
Semira Zincorn'un sözlerini duyunca bir ürperme hissetti. Bu olamazdı, Tarikata bunu kim yapmak isteyebilirdi ki?
"Bu nasıl oldu?" diye sordu şaşırmış bir halde. "Bana her şeyi anlat" dedi sakinleşmeye çalışarak. Karşısındaki adamın hüznünü görünce içinde bir sızı hissetti. Arkadaşlarını kaybetmenin ne demek olduğunu biliyordu. Fakat bu adamın acısı sadece arkadaşlarına değildi. Onun hayatını adadığı, inandığı tarikatı da yok olmuştu.
Zincorn sakinleşerek kafasını kaldırdı. "Buraya gelmeden dört yada beş gün önce kalede her zaman ki nöbet yerimdeydim. Wallarin gelip Krustar'ın bizi görmek istediğini söyledi. Bende nöbetimi başka bir şövalyeye devredip Wallarin ile Krustar'ın yanına gittim." dedi. Krustar aklına gelince içinde bir sızı hissetti. Krustar ona oğlu gibi davranırdı ve Zincorn ona büyük bir sevgi duyardı.Onun öldüğünü düşünmek onu kahrediyordu.
Semira gözleri Zincorn'da ciddi bir ifade ile onu dinliyordu. Mageguard'taki konsey ve Mavi Gül Şövalyeleri hep birbirlerine yardım etmişti. Böylece Kraliyet Yönetimine yansımayan sorunları birlikte çözerlerdi.
Tarikat uzun zaman önce V.Sermandes zamanında Ramarlı Hurin tarafından kurulmuştu. Hurin Tarikatı Ramar Şövalyelerine destek olmak ve zor durumdaki halklara yardım etmek amacıyla kurmuştu. Tarikat yaptığı işlerle büyük bir ün ve sevgi kazanmıştı. Herkes onlara güveniyordu ve başı sıkışınca yardım için onlara koşuyordu. Tabii ki yardım isteyen çok olunca Tarikatında yardıma ihtiyacı oluyordu ve Mageguard Konseyi onlara ellerinden geldiğince yardıma çalışıyordu.
Zincorn düşünceler içinde anlatmaya devam etti. Daha çok kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. Düşüncelerine o kadar dalmıştı ki Semira'nın onu dinlediğini ve nerde olduğunu unutmuştu.

******************
Zincorn, Wallarin ile Krustar'ın kapısının önüne geldiklerinde kapının açık olduğunu gördü. Kapıyı geçerek içeri girdiler ve Krustar'ı masasının başında oturmuş, düşüncelere dalmış bir halde buldular. Odada Krustar'dan başka bir de Nert vardı. Nert'te Tarikat Şövalyelerindendi.
Wallarin ve Zincorn'un içeri girdiğini gören Krustar ayağa kalkarak onları başı ile selamladı. Onlarda selamına karşılık verdiler.
Zincorn Krustar'ın masasına yaklaşarak "Bizi görmek istemişsiniz efendim" dedi.
"Evet Zincorn, Benimle birlikte gelin" dedi Krustar "Şifacıların yanına gidiyoruz.Yolda size neler olduğunu anlatırım." dedi ve arkasından gelmeleri için işaret etti.
Krustar önlerinde odadan çıktılar. Zincorn Krustar'ın üstündeki ciddi hali fark etmişti. Önemli bir şeyler oluyordu. Gerçi Krustar hep ciddi tavırlı olmuştu fakat bu seferki biraz farklıydı. Bunu yaşlı adamın yüzünde görmüştü. Onu bu kadar düşündüren neydi acaba? Yine kasabalardan birine bir ork gurubu saldırmış olabilirdi. Yada hırsızlar yine sokaklara mı dökülmüştü? Zincorn bunları düşünürken Krustar'ın sesini duydu ve kulağını ona verdi.
"Bu öğlen vakti devriyelerden biri ormanda kızıl cübbeli bir elf buldu. Elfin cübbesi parçalanmış bir haldeymiş ve yaralıymış. Yaraları ağır olduğu için onu şifacılara götürmüşler." dedi.
Bu sırada bahçeye açılan demir parmaklıklı kapıya gelmişlerdi. Kapıda zırhlar içinde iki nöbetçi duruyordu. Onların yaklaşmakta olduklarını görünce kenara çekilip ellerini göğüslerinin üzerine koyarak başları ile selam verdiler. Krustar ve diğerleri de bu selama karşılık vererek kapının önünde durdular. Şövalyelerden biri kapıyı açmak için giderken diğeri "Nasılsınız, efendim?" diye Krustar'a sordu.
"Üstümde bir ağırlık var ama iyiyim, Serganin" diye cevapladı Krustar.
Serganin hafif bir tebessüm ile "İyi olmanızı dilerim" dedi.
Krustar onlar için bir liderden çok bir baba gibiydi. O da kendini bir lider olarak görmüyordu. Neredeyse Tarikata bağlı olan bütün şövalyelerin isimlerini bilir ve onlara oğullarıymış gibi davranırdı. Liderlik onun için uzak bir görüştü. Zaten Hurin öldükten sonra Tarikata resmi bir lider seçilmemişti. Zamanın en yaşlı şövalyesi Tarikat Konseyine başkanlık ederdi. Bu nedenle Krustar'ın hiç bir zaman liderlik gibi bir düşüncesi olmamıştı.
Kapı açılınca Krustar ve diğerleri başları ile nöbetçileri selamlayarak kapıdan çıktılar ve bahçenin doğusundaki şifacıların binasına doğru yöneldiler.Krustar şifacıların binasına giderken sözlerine devam etti.
"Elf onu bulan devriyelerin başına beni görmesi gerektiğini söylemiş. Bende onunla görüşmeye gittim. Ve bana VII. Sermandes'in Kraliyet şövalyelerinden Arus yönetiminde bir orduyu buraya yolladığını söyledi. Ordunun buraya yarın sabah vakti varabileceğini tahmin ediyor. O onlardan zorla kaçabilmiş." dedi. Bu sırada şifacıların binasının kapılarına yaklaşmışlardı.
"Siz onunla konuştuğunuza göre biz niçin oraya gidiyoruz?" diye sordu Wallarin.
"Sizi görmek istedi Wallarin. Neden olduğunu bilmiyorum ama Zincorn'u,seni ve Nert'i görmesi gerektiğini söyledi."
Kapılara geldiklerin de nöbetçiler onları selamlayarak kapıları açtılar. Krustar ve diğerleri içeri girdiler. Şifacıların binası beyaz taştan yapılmış, iki katlı fazla büyük olmayan bir binaydı. İçerisi odalara bölünmüştü. Burada yaralılar ve hastalar kalıyordu. Krustar içeri girdikten sonra merdivenleri çıkarak ikinci odaya girdi. Odada bir yatak ve ufak bir dolaptan başka bir şey yoktu. Yatakta yaraları sarılmış bir elf yatmaktaydı. Elf uyuyormuş gibiydi. İçeride elften başka bir de şifacı vardı. Şifacı şövalyeleri görünce selam vererek "Elf'i uyandırayım mı, efendim?" diye sordu.
Krustar kafasını sallayarak " Bu iyi olur" dedi.
Şifacı yatağa yaklaşarak elfi kolundan hafifçe dürttü ve "Evendil " diye seslendi.
Elf yatakta biraz kıvranarak gözlerini açtı ve etrafına bakındı. Ağrıları gittikçe artıyordu ve acısına dayanamaz olmuştu. Krustar'ı görünce kendini toplamaya çalıştı. Fakat şifacı elini omuzuna koyarak "Kalkmak için uğraşma Evendil, bu yaraların için iyi olmaz" dedi ve yeniden uzanması için ona yardım etti.
"Görmek istediğin şövalyeler burada" dedi Krustar. "Neler oluyor bize anlatabilir misin?"
Elf bir an için gözlerini kapattı ve öylece durdu. Acı çektiği her halinden belli oluyordu. Kendini toparlamaya çalışarak gözlerini açtı ve "Zincorn, o burada mı?"dedi.
Zincorn öne çıkarak elfe yaklaştı. "Buradayım" dedi.
Elf Zincorn'a bakarak "Benim adım Evendil, Gölge Ormandaki Işık Elflerindenim. Ramar'a kral VII. Sermandes ile görüşmek için geldim" dedi ve biraz duraksadı. Kelimeler ağzından zorla dökülüyordu ve arada bir sert bir öksürük ile kesiliyordu.
Elf öksürüğünü kontrol altına alarak konuşmasına devam etti.
"Işık Efendisi Cyro üzerine bir gölge düştüğünü görmüş ve yakın zamanlarda kötü bir şeyler olacağına dair kralı uyarmamı istemişti. Ben oraya gittiğimde kral benimle görüşmeyi kabul etti. Fakat kötülük benden önce ona ulaşmıştı ve beni öldürmeye çalıştı" dedi ve boğazına takılan bir şeyler yüzünden öksürmeye başladı. Öksürüğü o kadar şiddetli idi ki öksürüğü ile birlikte Zincorn'un üzerine ağzından kan boşaldı. Zincorn hemen yanına yaklaşarak onu sakinleştirmeye ve eliyle kanı durdurmaya çalıştı. Elf kendini biraz zorladıktan sonra öksürüğünü bastırabildi.
**************
"Evendil ölmeden önce benim Işık Efendisine ulaşmam gerektiğini, bir de anlayabildiğim kadarıyla aramızdan birinin hain olduğunu söyledi. Fakat tam hainin ismini verecekken bir öksürük krizine daha tutuldu ve öldü " dedi Zincorn ve sustu.
Semira duydukları karşısında hayrete düşmüştü ve söyleyebilecek hiç bir şey bulamıyordu. Kendini toparlamaya çalışarak "Diğerlerine ne oldu? Nert ve Wallarin nerdeler?" dedi.
"Krustar'ın görüşüne göre hain odadakilerden biriydi. Bu Krustar olamazdı, ben olsaydım elf benim Işık efendisini bulmamı istemezdi. Bu durumda geriye iki kişi kalıyordu onlarda Nert ve Wallarin'di. Bunun üzerine Krustar üçümüzün Mageguard'a yola çıkmasına karar verdi böylece hain kimse, kaleye saldırmak için geldikleri belli olan orduya bir yararı dokunamayacaktı. Hem elf hain hakkında yanılıyor olabilirdi ve benim de tek başıma yola çıkmam tehlikeli olduğundan bana eşlikçi olarak Nert ve Wallarin'i verdi. " dedi olanları hatırlayarak üzerinden bir ürperti geçti. Biraz sustuktan sonra sözlerine devam etti.
"Fakat hesaba katmadığımız bir şey vardı. O da hainin yolda bizi ele vereceği.
Ve kaleden ayrıldıktan bir gün sonra kamp kurduğumuz bir sırada kraliyet şövalyelerinin saldırısına uğradık. Hain Nert'ti. O da onların yanında bize karşı savaştı. Bu savaştan sağ çıkamayacağımızı biliyorduk. Bu nedenle, bu bize ne kadar yanlış gözükse de kaçmaya karar verdik. Fakat etrafımız sarılmıştı. Wallarin ben onları tutarım sen kaç dedi ve onlara saldırdı. Orada kalmak isterdim, ama yapmam gereken görevi düşününce orada kalmamın bize daha fazla zarar vereceğini düşündüm ve Wallarin'i orada bırakıp Dargon'a kaçtım." dedi Zincorn. Wallarin'i orada tek başına ölüme bıraktığını düşününce içinde bir öfke kabarmaya başladı. Suçluluk duyuyordu.
"Lanet olsun! Hepsi benim suçum. Onu orda ölüme terk etmemeliydim. Lanet olsun! O Nert denilen köpeği elime geçirince bağırsaklarını sökeceğim!" diye bağırdı içindeki öfkeyi serbest bırakarak. Eli yavaşça kılıcına gitmişti ki birden nerde olduğu aklına geldi ve sakinleşmeye çalıştı.
Biraz sakinleşince Semira'nın elinin omzunda olduğunu ve sakinleşmesi için bir dua fısıldadığını anladı. İçine birden bir rahatlık çöktü.
Semira Zincorn'un sakinleştiğini anlayınca elini omzundan çekti ve "Kendini
boş yere suçlama olanlar senin hatan değil. Sen yapılması gerekeni yapmışsın" dedi.
Zincorn'un bağırması handakilerin dikkatini üzerlerine çekmişti. Semira onlara dönüp sert bir bakış atınca hepsi söylenerek önlerine döndüler. Bu karalar içindeki elf hepsini ürkütüyordu. Onun kızınca neler yapabileceğini görmek değil düşünmek bile istemiyorlardı.
"Mageguard'a gitmem lazım Semira. Fakat kraliyet şövalyeleri ve Nert her yerde beni arıyorlardır." dedi Zincorn hala duanın etkisinde olduğu için anormal bir rahatlıkla.
"Bu gece burada kalmalıyız. Dışarıda fırtına var ve bu havada gece yolculuğu kraliyet şövalyelerinden daha tehlikeli olur bizim için.Sabah erkenden yola çıkarız. " dedi Semira.Ve masaya yaklaşan Sracker'ı fark ederek sustu.
Sracker telaşla Zincorn’a yaklaşarak “Kılıcının üstünü ört şövalye “dedi.
Zincorn şaşkınlıkla kılıcına doğru döndü ve örtüsünün açılmış olduğunu gördü. Aceleyle örtüyü örterek Sracker’a dönüp ciddi bir yüz ifadesi ile “Bu aramızda kalsın “ dedi.
Sracker ufak bir tebessümle kafasını salladı. “Emin ol şövalye, bu aramızda kalacak. Yanınıza gelirken kardeşimin bahsettiklerini duydum. Size yardımcı olabilirim “ dedi.
Zincorn şimdi ne yapacağız der gibi Semira’ya baktı. Semira biraz düşündükten sonra Sracker’a dönerek “ Otur kardeşim “ dedi yavaşça.
Semira bu yarımelfe güvenip güvenemeyeceklerini bilmiyordu. Fakat başka şansları yoktu.Eğer bu yarımelfi başından savmaya kalkarsa kraliyet şövalyelerine gidebilirdi ve bu onlar için daha tehlikeli olurdu. O nedenle önce ne duyduğunu öğrenmek ve nasıl yardım edebileceğini anlamak için onu dinlemeye karar vermişti.
Sracker orta boylu, esmer biriydi. Yüzü tıraşlı ve genç görünüşlüydü. Yüzünde yaptığı şeyden keyif alırmışçasına bir sırıtma ile masaya oturdu.
“ Amacım sizi ele vermek değil. Az öncede söylediğim gibi şövalyenin durumu hakkında kimseye bir şey söylemeyeceğim. Ne düşündüğünüzü biliyorum, bana güvenip güvenmemekte kararsızsınız, fakat gerçekten size yardım etmek istiyorum. “ dedi ciddileşerek.
“ Peki ama bunu neden yapmak istiyorsun “ dedi Zincorn.
Sracker Zincorn’a baktı. Hafifçe gülümsedi, fakat bu sefer gülüşünde bir hüzün vardı. Sonra arkasından Torlor’un bağırdığını duydu. Ve ona Dönerek “ Geliyorum “ diye bağırdı.
“ Şu masaya bakıp geliyorum. “ dedi ve masadan ayrıldı.
Semira Sracker’ın uzaklaşmasını bekledikten sonra “ Onda elf kanı var, bana kalırsa güvenebiliriz fakat elfler arasında da hain olanlar var ne yazık ki. “ dedi.
“ Belki de gerçekten bize yardım edebilir. Hem zaten bundan daha kötü bir durumda olamayız ” dedi Zincorn düşünceli bir halde.
Semira arkasını dönerek yarımelfe baktı. Sracker sakince mutfağa gidip elinde iki kupa kraspa ile dışarı çıktı. Elindekileri bıraktıktan sonra yavaşça masalarına doğru yöneldi. Biraz düşünceli ve hüzünlü bir hali vardı. Semira bu halinin nedenini merak ediyordu. Her şey neden yardım ettiklerini sormalarından sonra olmuştu. Sracker’ın geçmişinden bir şeylerin onlara yardım etmesinde rol oynadığını düşündü. Daha önce olan bir şeylerin. Halinde hiçte onlara ihanet edecekmiş gibi bir hal yoktu. Sracker masaya gelerek az önce çektiği sandalyeye oturdu.
“ Bize ne gibi bir yardımın olabilir? ” diye sordu Zincorn.
“ İlk önce bu sabah duyduğum söylentilere göre kraliyet şövalyeleri bir Mavi Gül Şövalyesi arıyorlarmış ve bu nedenle bütün kasaba kapılarında yabancılar aranıyormuş. ” dedi ve sesini alçaltarak konuşmasına devam etti. “ Bu şövalye sensin ve kasaba kapılarından aranmadan geçebilmen gerekir. Seni tanımasalar bile kılcın seni rahatlıkla ele verebilir. Ve sen o kılıcı kesinlikle bırakmayacaksın” dedi ve sustu. Zincorn onaylarcasına hafifçe kafasını salladı. Kılıcını bırakamazdı bu kendine ve tarikatına ihanet olurdu. Mavi Gül Şövalyeleri kılıçlarını ölene kadar bırakmayacaklarına yemin ederlerdi ve kılıçları onların onurları sayılırdı. Her şövalyenin kılıcında kabzasından ucuna kadar gül işlemeleri olurdu ve her gülün altına şövalyenin ismi yazılırdı. Bu nedenle kılıcını kesinlikle bırakamazdı. Tarikat ortadan kalkmış olsa bile hiç kimse kalmayıncaya kadar tarikat yaşıyor demekti ve kendisi şu an tarikatı oluşturmaktaydı.
Sracker, Zincorn’un onayından sonra sözlerine devam etti.
“ Bu nedenle sana öyle bir bahane lazım ki seni aramasınlar. Bir yabancı olduğun için hastalık veya onun gibi bahaneleri kabul etmeyeceklerdir. Fakat yarın Ardargon’a gidecek olan Sath Rahiplerinin arasına katılırsan seni kimse arayamaz. Çünkü kraliyet şövalyeleri değil kralın kendisi bile Sath Rahiplerini aramaya kalkmaz. Ne dersin bu işe yarar mı?” dedi.
“ Söylediklerinde haklısın kralın kendisi bile Sath rahiplerini aramaz.” dedi Zincorn ve çaresizce sırıtarak sözlerine devam etti “ Bu gerçekten işe yarardı fakat ben Sath rahibi olsaydım, ne yazık ki değilim. Zaten öyle olsaydım bu durumda da olmazdım değil mi ?” diye sordu çaresizce ve biraz hırçınca.
Sracker, Zincorn’un hırçınlığına aldırmadan kendinden emin bir şekilde güldü.
“ Sinirlenmene gerek yok şövalye yarın bir Sath rahibi olacağız sen, kardeşim ve ben. Böylece kasabadan aranmadan geçeceğiz” dedi Sracker.
“ Bu nasıl olacak ? Ve neden üçümüz ?” diye sordu Semira.
“ Genç rahiplerden bazı tanıdıklarım var ve bize bir şey sormadan yardım edeceklerdir. Onlara güvene biliriz onlarda en az Mavi Gül Şövalyeleri kadar sözlerine sadıktırlar. Üçümüz çünkü bende sizinle geleceğim. Bir şeyler oluyor ve ben bunun dışında kalmak istemiyorum. Kraliyet şövalyeleri bir Mavi Gül Şövalyesinin peşindeyse etrafta bir şeyler dönüyor demektir. Neyse bunları konuşmak için çok vaktimiz olacak. Şimdi isterseniz biraz dinlenin geç oldu. Ben rahip arkadaşlarımdan birinin yanına gideceğim. Sabah erken kalkmamız lazım. Gelin size odanızı göstereyim.” dedi Sracker ve ayağa kalkarak hanın merdivenlerine doğru ilerledi.
Semira ve Zincorn Sracker’ın arkasından kalkarak sessizce onu izlemeye başladılar. Merdivenlerden çıkarken Semira Sracker’ı durdurarak “ Bunu neden yapıyorsun ? Yani bize neden yardım ediyorsun ?” diye sordu.
Sracker kendisini izlemelerini işaret ederek merdivenleri çıkmaya devam etti. Merdivenler bitince ince ve iki kişinin yan yana geçebileceği bir koridora çıktılar. Koridorun sağ ve solunda dörder tane kapı bulunmaktaydı. Sracker en son kapıya giderek cebinden çıkardığı bir anahtarla kapıyı açtı. Ve Zincorn’a dönerek “ Burada kalabilirsiniz. İçeride iki yatak var” dedi. Ve içeri girdi.
Semira ve Zincorn’da onun ardından odaya girdiler. Sracker onlara hüzünlü bir ifade ile bakarak “ Size yardım etmemin nedeni babam. O bir Mavi Gül Şövalyesiymiş. Annem her zaman bundan bahsederdi. Ben babamı görmedim, ben doğmadan birkaç ay önce ölmüş. Bu nedenle Tarikat kurallarını iyi biliyorum ve ettiğin yeminin senin için ne demek olduğunu anlayabiliyorum. Şimdi size neden yardım etmek istediğimi öğrendiniz. Başka bir şey yoksa yatsanız iyi olacak zaten önünüzde uyumak için dört saatiniz var” dedi.
Tam Sracker arkasını dönüp odadan çıkacakken Zincorn onun kolunu tutup durdurdu. “Senden şüphe ettiğim için üzgünüm Sracker. Fakat beni anlayışla karşılayacağını umuyorum. Babanın adını söyler misin?” dedi gerçekten üzgün bir sesle. Onlara yardım etmesinin nedenin bu olabileceği hiç aklına gelmemişti ve ona böyle hırçın davrandığı için üzülmüştü. Fakat bu şartlar altında şüpheci olması gerektiğini biliyordu.
Sracker, Zincorn’a bakarak sırıttı. Bu sefer sırıtmasında rahatlatıcı bir hava vardı. Elini Zincorn’un omuzuna koyarak “ Merak etme şövalye seni anlıyorum. Böyle bir durumda şüpheci olman gerektiğinin farkındayım. Babamın adı Giltan şövalye. Hadi şimdi dinlenin ben sizi sabah kaldırırım” dedi ve kapıyı kapatarak odadan çıktı.
“ Giltan, Belermond kahramanı Giltan” dedi Zincorn Sracker’ın arkasından düşünceli bir halde. Sonra yatağına uzandı ve kısa bir süre sonra uykuya daldı.

-2-
Ciron çalışma masasında düşünceler içinde oturuyordu. Masanın üzerindeki kağıtlara dalmıştı ve uzun zamandır üstünde çalıştığı gemi projesini inceliyordu. “Bir yolu olmalı” diye düşündü kendi kendine. Her sabah kalktığı gibi limandaki barakasına geliyor ve çalışma masasının başına oturup projelerini ve notlarını inceliyordu. Uzun bir süredir bu böyle devam ediyordu. Kimi zaman yemek yemeği bile unuttuğu oluyordu. Gece geç saatlere kadar çalışıyordu, arada bir yanına bu projede ona yardımcı olan Borrak geliyordu. Bu gün yanında yoktu. Çünkü Arifler Konseyine çalışmalarının ilerleyişi hakkında rapor vermeye gitmişti.
Bu çalışma Ciron’un bütün hayatını kapsamaya başlamıştı. Ama o bundan şikayetçi değildi. Çünkü kendisi böyle bir fikri ortaya atıp Arifler Konseyine bu projeyi uygulayabilmesi için başvurmuştu. Konseyde ellerindeki bulguları değerlendirerek Ciron’u destekleyeceklerini söylemişti. Böylece Ciron’un en büyük hayalinin gerçekleşmesi için bir yol açılmış oldu. Onun hayali denizin ötesini görmekti. Şu ana kadar yapılan bütün su araçları ufak balıkçı tekneleri ve birkaç başarısız denemeden ibaretti. Uzun mesafeli yol kat edecek bir deniz taşıtı yapamamışlardı. Ama o yapabileceğini düşünüyordu. Çünkü büyük büyük babasının günlüğünde yaptığı bir deniz yolculuğundan bahsettiğini okumuştu. Fakat bu günlük Yıkım’dan önceye aitti ve ne kadarının doğru olduğu tartışılırdı.
Yıkım Ciron’dan iki kuşak önce yaşanmıştı. O zamandan kalan parşömen ve kitaplardan anlaşıldığı kadarı ile zamanın iki büyük krallığının savaşı sonucunda Yıkım gerçekleşmişti. Anlatıların bazılarında çok güçlü ve alevler saçan silahların olduğundan bahsediyordu. Bu parşömen ve kitaplarda da o zaman yapılmış olan gemiler yer almıştı fakat onlar hakkında fazla detaya girilmemişti. Sadece ne kadar büyük ve savaş güçlerinin çok fazla olduğundan bahsediliyordu. O zamanlardan kalan bütün kitap ve parşömenleri araştırmıştı ama gemiler hakkında hiçbir detaylı bilgiye rastlamamıştı. Eski anlatılarda bir bilgi bulamayınca yakın arkadaşı Borrak ile birlikte adam kiralayarak çalışmalarına başlamışlardı. Fakat belli bir süre sonra harcamalar kendilerini aştığı için konseye başvurmuşlardı.
Şimdi istedikleri noktaya yaklaştıklarını biliyorlardı. Geminin büyük bir kısmı tamamlanmıştı artık. Denize açılmalarına az bir zaman kalmıştı. Ciron ellerini önündeki kağıtların üzerinde gezdirdi. “Bu sefer olmalı” dedi kendi kendine “Bu sefer olmalı”.
Sözlerini bitirdiğinde kapının açıldığını fark etti. İncelemekte olduğu kağıtlardan kafasını kaldırdığında içeri girenin Borrak olduğunu gördü.
“ Merhaba sevgili dostum, nasıl gitti görüşme?” diye sordu.
Borrak uzun boylu, ince yapılı bir insandı. Saçlarının birazı beyazlamış olsa da genç bir görünümü vardı. Gözlerinde garip bir parıldama devamlı olurdu, enerjik bir yapısı vardı ve her zaman verilen işi sonuna kadar götürmeyi severdi. Ciron, Borrak’ın tersine daha çok düşünce enerjisini harcayacağı işleri severdi. Saçları beyazlamıştı ve hafiften kamburlaşmış sırtıyla yaşlılığını belli ediyordu. Onunda gözlerinde garip bir ışıltı vardı. Fakat bu Borrak’takiyle kıyaslanınca sönük kalıyordu. Bazı insanların bu garibine gidiyordu. Onlar buna yaptıkları işe duydukları tutkunun bir eseri diyorlardı. Devamlı Borrak’la birlikteydiler, çocukluklarından beri birbirlerini tanıyorlardı ve çok iyi anlaşıyorlardı. Ciron büyük babasının günlüğünü bulup ta fikrini ona söylediğin de Borrak’ta bu fikri beğenmiş ve ona yardım etmeye karar vermişti. Borrak yapmaya çalıştıkları işin olacağına kesin gözü ile bakıyordu. Geminin yapımıyla o ilgileniyor ve işçileri yönlendiriyordu. Kendiside Ciron gibi ağaç işçiliğinde ustaydı. Bu onların ortak meslekleri olmuştu. Bu işten önce ağaç işçiliği ile para kazanıyorlardı. Ve ikisi de yaptıkları işten büyük zevk alıyorlardı.
“ Her zaman ki gibi biraz sıkıcı. Nasıl olduklarını biliyorsun her şeyi en ince ayrıntısına kadar inceliyorlar. İlk başta konseyin bazı üyeleri bu işin çok uzadığını söyledi. Etraftan onaylama mırıltıları gelince bu işten vazgeçeceklerinden korktum. Fakat konsey başkanı Oharian bunun normal olduğunu, yapmaya çalıştığımız işin dikkat ve zaman gerektiren bir iş olduğunu söyledi. Hem çalışmalarımızın olumlu bir yönde geliştiğini gördüğünü söyleyince içim rahatladı” dedi ve Ciron’un oturduğu masanın önündeki sandalyeye oturarak masanın üzerindeki şişeden kendine bir bardak şarap doldurdu.
“ Yani devam edebileceğiz ?” diye sordu Ciron.
“Evet, bildiğin gibi son sözü hep Oharian’a bırakıyorlar. Bu da bizim için iyi oluyor. Çünkü o böyle yeni bir şeyler üretilmeye çalışılmasını taktirle karşılayan birisi. Diğerleri gibi can sıkıcı ve para düşkünü değil” dedi ve bardağına yeniden şarap doldurdu.
“ Yine çok içmeye başladın” dedi Ciron.
“Aman boş ver akşam oldu ve işçiler çoktan işi bıraktı. Hadi sende doldur kendine bir bardak ta biraz laflayalım. Aaa! Bak hatta Kara Derinin oraya gidelim. Biraz dinlenmek bize de iyi gelir.
“ Sen git, ben biraz daha kalacağım.”
“ Yapma devamlı çalışıyorsun. Hadi kalk” dedi ve ayağa kalkarak Ciron’un koluna yapıştı ve ayağa kaldırdı.
“ Tamam çekiştirmeyi bırak geliyorum” dedi Ciron neşeli neşeli.
Arkasını dönüp Borrak’la birlikte yaptıkları askıdan pelerinini aldı. Borrak dışarı çıkmış “Hadi seni ihtiyar keçi, çabuk ol biraz” diye bağırıyordu.Çalışma masasına son kez bir göz attıktan sonra kapıyı kilitleyerek dışarı çıktı.



-3-
Zincorn huzursuzca uykusundan uyandı. Yattığı yerde doğrularak etrafına bakındı. Üzerindeki uyku sersemliğinden daha sıyrılamadığı için ilk önce nerede olduğunu hatırlayamadı. Sol yanındaki başka bir yatakta yatmakta olan Semira’yı görünce hafızasındaki sisler yavaşça çekildi ve Dargon’daki handa olduğunu anımsadı. Yatakta oturarak uyumadan önce olanları düşündü. Sracker’ın planının bir işe yarayıp yaramayacağını merak ediyordu. Artık ona güvenebilirdi. Fakat ya rahip olmadıkları anlaşılırsa, o zaman hem Sracker’ın hem de Semira’nın hayatı tehlikeye girmiş olacaktı. Yaşadıklarını düşününce hiçbir anlam taşımadıklarını gördü. Neden o kalmıştı. Orda onlarla birlikte neden ölmemişti. Bu olanların anlamı neydi.
Düşünceler içinde uzun bir süre oturdu. Ya da süre kısaydı fakat ona uzunmuş gibi gelmişti. Sonra yavaşça bakışları Semira’ya kaydı. Ne güzel uyuyordu ve ne kadar masum görünüyordu. Kıvırcık siyah saçları ona farklı bir güzellik katıyordu. Bir an öylece Semira’ya bakıp kaldı. Sonra gözlerini ondan kaçırarak eski düşüncelerinin arasına daldı.
Sracker uyandığında güneş ilk ışıklarını yeni yeni topraklar üstüne salmıştı. Hemen handan çıkıp Sath Tapınağına gitti. Sath Tapınağı fazla büyük bir yer değildi. Dışarıdan tek katlı bir binaydı. Beyaz mermerden yapılmış duvarları üzerinde işlemeler bulunmaktaydı. Giriş kapısının üstündeki duvara Sath’in sembolü olan göz işlenmişti. Onun altında ise bazı rünler bulunmaktaydı. Tapınağın birde yerin altında kalan bölümü vardı. Sracker daha önce belli bir süre tapınakta kaldığı için içeriyi iyi biliyordu. Yerin altında kalan kısım rahiplerin kaldığı bölümdü. Bu rahipler Dargon kasabasının sakinleriydi. Aralarından genç olan biri Sracker’ın çocukluk arkadaşıydı. Tapınakta normalde beş rahip bulunmaktaydı fakat birkaç gün sonra Ramar’da yapılacak olan Sath Festivaline katılmak için gelen rahiplerin bazıları Dargon tapınağını ziyarete gelmiş ve buradaki rahiplerle birlikte yola çıkmak için burada kalmıştı. Bu nedenle bu sabahki ayin kalabalıktı. Giriş kat büyük ve boş bir salondu. Salonun sonunda bir sunak vardı. Salonun ortasına , yere Sath rünleri ile yazılmış bazı yazılar vardı. Sracker bunların anlamını daha önce rahip arkadaşından öğrenmişti. Gerçi kendiside tam olmasa da Sath rünlerini anlayabilecek kadar okuya biliyordu. Yerdeki rünler Sath’in Kutsal Kitabının başlangıç cümlesiydi.
“ Her şey senin için insanoğlu. Her şey senin için. Dağlar, taşlar, hava, su, ağaçlar, hayvanlar... Görebildiğin, tadabildiğin, dokunabildiğin her şey senin için. Onların kıymetini iyi bil insanoğlu” yazıyordu rünlerde.
Sunağın hemen üstünde ise Sath’in sembolü bulunmaktaydı. Sath rahipleri bu sembolü cübbelerinde de taşımaktaydılar. Rahipler her gün güneşin doğuşunu karşılamak için erkenden uyanırlar ve güneş tamamı ile doğana kadar süren bir ayin yaparlardı.Sracker daha önce de bu ayinlere birkaç kez katılmıştı. Oraya gittiğinde ayin başlamış olduğundan bir kenara geçerek ayinin bitmesini bekledi.
Ayin biter bitmez siyah cübbeli bir rahibe yaklaşarak başıyla selam verdi.
“ Nasılsın dostum Riman ”dedi.
Rahip Sracker’ı görünce mutlu bir şekilde gülümseyerek “ İyiyim dostum Sracker. Seni tapınakta görmeyeli uzun süre oldu, ayine mi katıldın? Seni görmedim de.”
“ Yok, ayine katılmak için biraz geç kaldım. Kenarda bekliyordum. Seninle konuşmam gereken önemli bir şey var” dedi Sracker uzun boylu ve zayıf rahibe. Rahip otuzlu yaşlarında genç bir insandı. Sracker’ın sesindeki ciddiyeti fark edince yüzü sertleşip ciddi bir hal aldı.
“ Ne oldu Sracker, Torlor hasta değil ya? “ dedi rahip.
Rahip yarımelfi uzun bir süredir tanıyordu ve hayatındaki en önemli kişinin Torlor olduğunu biliyordu. Eğer ona bir şey olursa yarımelfin kendisini toparlamasının zor olacağını biliyordu. Kendiside Torlor’u çok severdi. Çocukluğunu hatırladı. O zamanlar Sracker ile birlikte Torlor’un yanında kalıyorlardı. O her zaman ikisine de yardımcı olmuştu. Riman rahip olma kararı aldığında ona en büyük desteği o vermişti. Eğer şimdi ona bir şey oluyor ise gerçekten çok üzülürdü.
“ Hadi biraz dışarı çıkalım. Orda daha rahat konuşuruz. ” dedi Riman.
Sracker ve Riman tapınaktan dışarı çıkarak, tapınaktan uzaklaşıp sakin bir yere kadar sessizce yürüdüler. Sessizliği bozan Riman oldu.
“ Neler oluyor Sracker ” diye sordu.
“ Torlor çok iyi Riman ” dedi Sracker, Riman’ı rahatlatmak için. “ Fakat sorun biraz daha farklı ve karışık bir şey.”
“ Kasabada dolaşan söylentiyi duydun mu? ”
“ Hangisi şu hain Mavi Gül Şövalyesi hakkında olan mı? Biliyorum bu seni üzmüştür ama onların arasında da kötü olanlar var Sracker. Biz bunun için bir şey yapamayız ki. ” dedi Riman. Sracker’ın babasının bir zamanlar bir Mavi Gül Şövalyesi olduğunu biliyordu.
“ Sorun onun bulmak için ne yapacağımız değil, sorun ona bu durumdan kurtulması için nasıl yardım edebileceğimiz Riman. ”
Riman Sracker’ın sözlerini duyunca biraz şaşırdı. “ Nasıl yardım etmek mi? Bir haine neden yardım edelim Sracker ” dedi şaşkınca. “ Şunu doğru düzgün anlatmaya ne dersin? Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. ”
“ Riman sana güvenebileceğimi biliyorum ve senden yardım istiyorum. O Mavi Gül Şövalyesi şu anda Zephyr’de Mageguard’tan bir elfle birlikte beni bekliyorlar. Şövalyenin başındaki derdin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum fakat o masum Riman. Ve onu sınırlardan rahatça geçirip Mageguard’a götürmeliyiz. ”dedi Sracker.
“ Zephyr’de mi? Onu tanıyor musun, Sracker? ” diye sordu Riman. Fakat Sracker’ın başını olumsuz anlamda salladığını görünce sözlerine devam etti. “ Ona nasıl güvenebiliriz peki?”
“ Bu sadece bir his Riman. Ben Tapınakta sizlerle kaldığım sürede hislerime güvenmem gerektiğini öğrettiniz bana, şimdi bunu yapmayayım mı? Hem sonra suçlu olsa neden Mageguard’tan bir elfle birlikte olsun ki? Ve madem suçlu neden Mageguard’a gitmek istiyor. Bir düşünsene sen bir hain olsaydın ve Kraliyet Şövalyeleri ile Sath rahipleri seni arasalardı sen Ramar’da ki Yüce Konseye gider miydin? ” dedi Riman’a ciddi bir ifade ile bakarak.
“ Tamam haklısın bu biraz çarpık bir düşünce olurdu. Ama aklında ne var ? Kraliyet Şövalyeleri her yerdeler. ” dedi.
“ Biliyorum ve bu yüzden senden yardım istiyorum. Kimse bir Sath rahibini aramaz değil mi? ” diye sordu Sracker yaramaz bir çocuk gibi sırıtarak.
Riman biraz sessiz kaldı. Ciddi bir ifade ile bir şeyler düşünüyordu. Sonra Sracker’a bakarak “ Bu olabilir fakat diğer rahiplerin bunu nasıl karşılayacaklarını bilmiyorum. Onlara söylememiz şart ” dedi ciddi bir halde.
Sracker başını öne eğdi ve yüzündeki sırıtma kayboldu. Bunu diğer rahiplere anlatamazlardı. Riman’a güvenebilirdi fakat diğerlerine değil. Bir kere kabul etseler bu sorun olmazdı fakat kabul edip etmeyeceklerine güvenemezdi. Kabul etmeyen birisi olursa o zaman har şey tehlikeye girerdi. Bu plana o kadar güveniyordu ki olmayacağı hiç aklına gelmemişti. Şimdi başka bir yol bulmak gerekiyordu.Uzun bir sessizlikten sonra hayal kırıklığına düşmüş bir şekilde Riman’a baktı.
“ Başka bir yol bulmamız lazım. Diğerlerine anlatarak her şeyi tehlikeye atamayız. ” dedi.
Riman Sracker’ın haline üzülmüştü ve sırıtarak “ Belki söylemeden de böyle bir şey yapabiliriz ” dedi ve elini Sracker’ın omzuna koyarak sevecenlikle sıktı.
Sracker duyduklarına sevinerek ona baktı. Oda Riman’ın omzuna elini koyarak sevecenlikle sıktı ve sonra ona sarılarak “ Sağ ol, kardeşim” dedi.
Sonra Riman kendini toparlayarak “ Tamam Sracker bırak beni. Etrafta bir gören olursa yanlış anlayabilir. ” dedi sırıtarak.
Sracker’da ona sırıtarak “ Peki o zaman kahvaltıdan sonra tapınağa geliyoruz.” Dedi.
“ Pekala, siz gelene kadar bende hazırlık yaparım” dedi Riman ve Sracker’la birlikte tapınağa doğru yürümeye başladılar. Yolda olay hakkında bir şey konuşmadılar. Etrafta ne gibi kulaklar olduğunu bilmediklerinden. Tapınağın önünde Sracker Riman’dan ayrılarak hana doğru yollandı.
*********
Semira uyandığında Zincorn başını elleri arasına almış yatağında düşünceli bir şekilde oturuyordu. O kadar dalmıştı ki Semira’nın uyandığının farkına varmadı. Semira sesini çıkarmadan sessizce Zincorn’u izledi bir süre. Onun ne kadar zor durumda olduğunu anlayabiliyordu. Bu durumu kabullenmesi için zamana ihtiyacı vardı. Semira kapının çalındığını duyunca ayağa kalkarak kapıyı açtı. Kapıdaki Sracker’dı. Kahvaltıyı hazırladığını ve aşağı inmeleri gerektiğini söyleyerek gitmişti. Semira Sracker gittikten sonra yavaşça Zincorn’un yanına gelerek elini omuzuna koydu.
“ Hadi artık kendini toparla. Yapmamız gereken işler var.” Dedi.
Zincorn başını yavaşça kaldırarak gülümsedi.
“ İçimdeki seste bana öyle diyor. Kendini topla, bu olanların suçlusu sen değilsin diyor. Fakat aklım bunu bir türlü kabullenemiyor.”
“ Merak etme zamanla aklında bunu anlayacaktır. Kendini suçlamayı bırak artık. Hadi kalk ve giyin.” dedi Semira.
Zincorn kısa bir sürede giyindi. Üstü örtülü kılıcını da yanına alarak Semira ile birlikte aşağıya indiler. Aşağıya indiklerinde Sracker’ın bir masada kahvaltıyı hazırlamış olduğunu gördüler. Zincorn Gülümsedi. Semira ona ne oldu der gibi bir bakış attı.
“ Uzun zamandır doğru dürüst bir kahvaltı etmemiştim.” dedi Zincorn. “Bu güzel olacak”
Semira’da sırıttı. İkisi de masada oturan Sracker’ın yanına yaklaştılar ve masaya oturdular.
Sracker onlar oturunca “ Güzel bir gün olacak” dedi. “ Sabah erkenden rahiplerin yanına gittim. Arkadaşım Riman bize yardım edebileceğini söyledi. Ona güvenebiliriz. Onu uzun zamandır tanıyorum.”
Zincorn hiçbir şey söylemeden başını onaylarcasına salladı. Dün geceki kötü ruh halini biraz olsun üstünden atabilmişti ve uzun bir zaman sonra doğru dürüst bir kahvaltı edebileceği düşüncesi onu rahatlatmıştı. Kraspasından bir yudum alarak yemeğe başladı. Yemek boyunca hiç biri konuşmadılar.
Yemeklerini bitirdikten sonra Zincorn arkasına yaslandı. Yemeğin etkisiyle biraz rahatlamıştı.
“ Son zamanlarda yaşadığım olaylar o kadar karışık ki bir türlü kendimi toparlayamıyorum. Fakat biraz rahatladım gibi. Senin şu arkadaşın Riman o bize nasıl yardım edecek ” dedi.
“ Öğle vakti Sath Rahipleri yola koyulacaklar. Bizde birazdan Sath Tapınağına gideceğiz. Bize kıyafet ayarlayacak ve rahiplerle birlikte yolculuk etmemizi sağlayacak. Böylece kapılardan ve kraliyet askerlerinin yanından rahatlıkla geçebileceğiz. Grupla birlikte Ardargon’a kadar gideceğiz. Ardargon’a yaklaştığımızda Riman bizi gruptan ayırıp Mageguard ormanına kadar götürecek. Yolda herhangi bir şekilde kraliyet askerleri ile karşılaşırsak yanımızda gerçek bir Sath Rahibinin olması iyi olur diye düşündüm.” Dedi Sracker. Her şeyi kafasında ayarlamıştı. Eğer işler düşündüğü gibi giderse hiçbir terslik yaşamadan Mageguard’a varabilirlerdi.
“ İyi düşünmüşsün Sracker” dedi Semira.
Kraspalarını içerlerken biraz daha sohbet ettiler. Fakat bu sohbet yapacakları yolculuk hakkında değildi. Daha çok Sracker olmak üzere birbirleri hakkında konuştular.
“ Artık tapınağa gidelim bence. Hazırlanmamız ve birkaç rahip tavrı öğrenmemiz zaman alır ” dedi Semira.
Filmografi
 

ccahitkar

Onursal Üye
30 Eki 2010
4,805
2,617
metu
Yeni bir öykü ,biliyordum devamı geleceğini,tebrik ediyorum çalışmanızdan dolayı.
 
Üst