Bir küçüğürek anı/hikayemi ve ilgili çizimimi paylaşıyorum.
BİR ÇİÇEK SİZE BABANIZI HATIRLATABİLİR Mİ?
(Babama)
Babam, ak değirmen taşını çoktan aşmış Gücükburun'a doğru yol alıyordu. Yetişebilmek için atımı kamçıladım. Ancak Deli Hacı'nın suyu çekilmiş kuyusunda yetişebildim. Dizginleri çekerek atımla babamın etrafında dönüyor; bazen atımı sopa gibi bazen kılıç gibi kullanarak yol kenarındaki eşek turplarını, kangalları biçiyordum.
-Buu, babam içiin!
Tarlaya geldik. Tarla sınırında, yolun kenarında bir sakız ağacı vardı. Pek menengiç tutmazdı ama yazın oradan geçen yolcuların ya da tarlalarda çalışan ırgatın gölgesine sığınabileceği tek ağaçtı. Birçok kuşa barınak alan üzeri kuş yuvalarıyla dolu bir ağaçtı. Akşam ya da sabah saatlerinde altındaysanız onlarca kuşun cıvıltısını duyabilirdiniz.
Sakız ağacının oradan tarlaya girdik.
Babamın su atkınlarını onarmak, yabani otları yolmak, ekinlerin gelişimini kontrol etmek amacıyla düzenli aralıklarla yaptığı bu tarla gezilerinde bu gün olduğu gibi benim de peşine takıldığım olurdu.
Etrafı dikenli çalılarla dolu dere boyunca ilerledik. Dere kenarında uygun bir geçitten dereye indik. Pınarın bulunduğu yerden iki bıldırcının uçarak havada bıraktığı kanat seslerinin arkasından bakakaldık. Babam çömelerek ellerini yere koydu. Eğilip dibinde zakkumların boy verdiği pınardan su içti. Ben de öyle yaptım.
Babam dereden çıkıp kandak boyunca ilerledi. Ara sıra bir başağı alıp tanelerin kapçığını açarak inceliyor, firik buğday tanesini ağzına atıyordu.
Kandağın bazı yerlerinde su birikintileri vardı. Birinin dibinde bir kertenkele gördüğümü sandım. Atımla kurcalayınca ayaklarında perdeleri, tıpkı filmlerdeki dinozorlar gibi sırtında çıkıntılar olduğunu gördüm. Suyun altında, dört ayaklı ve yüzgeçleri olan bu minik yaratık beni ürkütmüştü. Atımı kamçılayarak babamın arkasından seğirttim.
Babam elinde bir buğday başağıyla ekinlerin başında dikilmiş bekliyordu. Elindeki başağın taneleri kapkara, kör olmuştu. Babamın dediğine göre kör ilacı kullanmayı gerektirecek kadar çok değilmiş. Hastalık çok fazla sayıda başakta görülürse daha az buğdayımız olurmuş. Başağı burnumla dudağımın arasına sürttü. Şalvarının cebinden aynasını çıkarıp bana verirken “Adam oldun.” dedi. Aynaya bakınca bıyıklarım olduğunu gördüm. Elimin tersiyle bıyığımı silerken başlayan rüzgârda başaklar salınmaya başladı. Tarlalardaki ekinler sanki deniz gibi dalgalanıyordu. Önce iki elimle uçak olup ekin denizinin üzerinde alçaktan uçtum. Sonra atımı kürek yapıp kayığımla dalgalara karşı kürek çektim. Dalgalar arasında kulaç atmaya başladığımda babamın bana seslendiğini duydum. Veli emmi'nin tarla sınırındaki çalıların oraya varmış, hayıtların başında beni bekliyordu. Yanına vardığımda çalıları aralamış galiba bir şeyi görmemi bekliyordu ama göremedim.
Eğildi; otların arasından ince saplı, minik, mor bir çiçek kopartıp bana verdi. O minik çiçeğin kokusu taze ekin, ot kokularının arasında müthiş kokusuyla içime doluverdi. Birkaç tane daha koparıp verdi. Atımı oracığa bırakıp otlar, yeşillikler arasında fark edilemeyen bu küçücük çiçeğin aklımı başımdan alan enfes kokusunu içime çekerek kendimden geçmiştim.
Babamın: "Menekşe buldum derede..." türküsüyle uzaklaştığını görünce kendime geldim.
O gün bugündür ne zaman menekşeyi ansam, görsem, koklasam babamı hatırlarım.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
BİR ÇİÇEK SİZE BABANIZI HATIRLATABİLİR Mİ?
(Babama)
Babam, ak değirmen taşını çoktan aşmış Gücükburun'a doğru yol alıyordu. Yetişebilmek için atımı kamçıladım. Ancak Deli Hacı'nın suyu çekilmiş kuyusunda yetişebildim. Dizginleri çekerek atımla babamın etrafında dönüyor; bazen atımı sopa gibi bazen kılıç gibi kullanarak yol kenarındaki eşek turplarını, kangalları biçiyordum.
-Buu, babam içiin!
Tarlaya geldik. Tarla sınırında, yolun kenarında bir sakız ağacı vardı. Pek menengiç tutmazdı ama yazın oradan geçen yolcuların ya da tarlalarda çalışan ırgatın gölgesine sığınabileceği tek ağaçtı. Birçok kuşa barınak alan üzeri kuş yuvalarıyla dolu bir ağaçtı. Akşam ya da sabah saatlerinde altındaysanız onlarca kuşun cıvıltısını duyabilirdiniz.
Sakız ağacının oradan tarlaya girdik.
Babamın su atkınlarını onarmak, yabani otları yolmak, ekinlerin gelişimini kontrol etmek amacıyla düzenli aralıklarla yaptığı bu tarla gezilerinde bu gün olduğu gibi benim de peşine takıldığım olurdu.
Etrafı dikenli çalılarla dolu dere boyunca ilerledik. Dere kenarında uygun bir geçitten dereye indik. Pınarın bulunduğu yerden iki bıldırcının uçarak havada bıraktığı kanat seslerinin arkasından bakakaldık. Babam çömelerek ellerini yere koydu. Eğilip dibinde zakkumların boy verdiği pınardan su içti. Ben de öyle yaptım.
Babam dereden çıkıp kandak boyunca ilerledi. Ara sıra bir başağı alıp tanelerin kapçığını açarak inceliyor, firik buğday tanesini ağzına atıyordu.
Kandağın bazı yerlerinde su birikintileri vardı. Birinin dibinde bir kertenkele gördüğümü sandım. Atımla kurcalayınca ayaklarında perdeleri, tıpkı filmlerdeki dinozorlar gibi sırtında çıkıntılar olduğunu gördüm. Suyun altında, dört ayaklı ve yüzgeçleri olan bu minik yaratık beni ürkütmüştü. Atımı kamçılayarak babamın arkasından seğirttim.
Babam elinde bir buğday başağıyla ekinlerin başında dikilmiş bekliyordu. Elindeki başağın taneleri kapkara, kör olmuştu. Babamın dediğine göre kör ilacı kullanmayı gerektirecek kadar çok değilmiş. Hastalık çok fazla sayıda başakta görülürse daha az buğdayımız olurmuş. Başağı burnumla dudağımın arasına sürttü. Şalvarının cebinden aynasını çıkarıp bana verirken “Adam oldun.” dedi. Aynaya bakınca bıyıklarım olduğunu gördüm. Elimin tersiyle bıyığımı silerken başlayan rüzgârda başaklar salınmaya başladı. Tarlalardaki ekinler sanki deniz gibi dalgalanıyordu. Önce iki elimle uçak olup ekin denizinin üzerinde alçaktan uçtum. Sonra atımı kürek yapıp kayığımla dalgalara karşı kürek çektim. Dalgalar arasında kulaç atmaya başladığımda babamın bana seslendiğini duydum. Veli emmi'nin tarla sınırındaki çalıların oraya varmış, hayıtların başında beni bekliyordu. Yanına vardığımda çalıları aralamış galiba bir şeyi görmemi bekliyordu ama göremedim.
Eğildi; otların arasından ince saplı, minik, mor bir çiçek kopartıp bana verdi. O minik çiçeğin kokusu taze ekin, ot kokularının arasında müthiş kokusuyla içime doluverdi. Birkaç tane daha koparıp verdi. Atımı oracığa bırakıp otlar, yeşillikler arasında fark edilemeyen bu küçücük çiçeğin aklımı başımdan alan enfes kokusunu içime çekerek kendimden geçmiştim.
Babamın: "Menekşe buldum derede..." türküsüyle uzaklaştığını görünce kendime geldim.
O gün bugündür ne zaman menekşeyi ansam, görsem, koklasam babamı hatırlarım.
Son düzenleme: