Resim Sözlüğü

ilhanx

Süper Üye
15 Ağu 2009
5,402
178
A
AÇIK HAVA RESSAMLIĞI: Stüdyo ressamlığına karşı açık havada yapılan resimlerdir. İlk kez Barbizon Okulu ressamlarınca daha sonrada izlenimci sanatçılar tarafından uygulanmıştı.

AÇIK KOMPOZİSYON (Open Composition) : Resim düzlemi üzerinde betimlenen gerçekliğin, gerçekte resmin sınırları dışında da sürüp giden doğal gerçekliğin bir parçası olduğu izlenimini verecek şekilde kompoze edilmesi. Kapalı kompozisyonun tam karşıtı bir sanatsal davranış biçimidir. Açık kompozisyon, asıl gerçekliğin tüm öğelerini resim düzlemi içine sığdırmayı amaçlamaz. Tersine, böyle bir çabanın olanaksız olduğunu varsayar. Açık kompozisyon doğadaki gerçeklik düzleminin bir kesimini içeren bir çerçeve gibi de düşünülebilir. Rönesans'ın aksine, Barok açık kompozisyonu yeğlemiştir.

AHŞAP BASKI : Ahşap blokları oyarak renkli baskı yapmada kullanılan Japon sanat tekniğidir. Her renk için farklı bir ahşap blok kullanılır. 17. yüzyılın ortasından 19.yüzyılın ortasına kadar bu ahşap baskı sanatı veya ukiyo-e (yüzen dünyanın resimleri anlamındadır) Yedo okulu tarafından Tokyo’nun Yoshiwara bölgesindeki (genelev mahallesi) görüntüleri resimlemede kullanılmıştır. Ahşap baskının barındırdığı diğer konular manzara resimleri ve efsanelerdir. Yedo okulu İzlenimcileri (empresyonistler) ve post-izlenimcileri (post-empresyonistler) çok etkilemiştir. Başlıca sanatçıları da Ando Hiroshige (1797-1858) ve Kitagawa Utamaro (1753-1806)dır

AKADEMİZM (Academicism) : Akademizm sözcüğü, bir sanat dalında her türden yeni atılımı yadsıyarak, değişmez olduğu varsayılan onaylanmış, standartlaşmış ilke ve kurallara uygun olarak çalışmak anlamında kullanılır. Yeni sanatsal arayışlara karşı çıkan bir tutumu ifade ettiği için, sözcük olumsuz niteliktedir. Akademi, Eski Yunanda, Atina'da Platon'un öğrencilerine ders verdiği bir ağaçlık yerdir. Sonraları bu isim, ilim kurumu anlamına akademya alarak değiştirilmiştir. Bu. günkü anlamı altında Güzel Sanatlar Akademileri ve diğer akademiler anlaşılmaktadır. Akademi aynı zamanda çıplak modelden yapılan çalışmalara da denmektedir.Akademi geleneklerine sıkı sıkıya bağlılık; Klasik kurallardan ayrılmama olarak da tanımlanan Klasik akademi kuramı ve eğitiminde, sanatın uygulanması ve değerlendirilmesi ya da sanat beğenisinin geliştirilmesiyle ilgili her şeyin akılcı bir çerçeve içine alınabileceği düşüncesi temeldir. Sanat, akılcı ilkeler aracılığıyla öğretilip incelenebilir. Akademizm sözcüğü bu anlayışın olumsuz yanlarını vurgulayan bir anlam taşır. Romantik anlayış, sanatçının, yapıtlarını öğretilemeyen ve kurala bağlanamayan bir esin ışığında yarattığını ileri sürerek, akademizme karşı çıkar.Sanatçı ve zanaatçı ayrımının henüz yapılmadığı ortaçağda, lonca ve atölyeler bir anlamda eğitim kurumu işlevi görmüş, "akademi" terimi ilk kez Rönesans İtalya'sında ortaya çıkmıştır.Sanatta akademizm olgusu, Aydınlanma çağı'nın akılcılığını yansıtıyordu. Anlatım kuramı bile duyguların akılcı ve mantıklı bir biçimde görselleştirilmesi kuralı üzerine kurulmuştu.Akademilerin gücü, sanatçıyı, yaratıcı gücü zorla öğretilemeyecek ve dışarıdan denetlenemeyecek bireysel bir deha olarak niteleyen Romantik dönemde soruşturulmaya başlamıştır. Romantik sanatçıların (romantizm) büyük bölümü, 19. yy.ın ilk yarısında akademik sistem içinde etkinlik göstermiş olmakla birlikte, akademilerin hizmet ettiği burjuvaziyle aralarındaki anlaşmazlığın derinleşmesi üzerine kendilerini akademi dışında bulmuşlardır.Yeni sanat okullarının açılmaya başlamasıyla da akademilerin tekeli yavaş yavaş yıkılmıştır. 20. yy.a gelindiğinde Paris'te resmi sanat okullarının dışında 20'den fazla akademi ya da özel sanat okulu vardı. Gerek Güzel Sanatlar Akademisi'ne girişin zorluğu, gerek II. Dünya Savaşı'na değin eğitimin gelenekçi çizgide sürdürülmesi sonucu Avant-Garde sanatın gelişmesinde özel akademiler etkili olmuştur.Temsilcileri ise Abbott Handerson Thayer,Adolphe Alexandre Lesrel,Adolphe Jourdan,Adolphe Piot,Adriano Cecchi,Adrien Moreau,Aime-Gabriel-Adolphe Bourgoin,Alexandre Cabanel,Alexei Alexeivich Harlamoff,Alfred Dedreux,Alphonse de Neuville,Antonio Garcia y Mencia,Antonio Mancini,Antonio Paoletti,Antony Troncet,Arturo Ricci,Blaise Alexandre Desgoffe,Carl Ernst von Stetten,Cesare Auguste Detti,Charles Edouard Edmond Delort,Charles Joseph Frederick Soulacroix,Charles Joshua Chaplin,Daniel Hernández,Edgard Pieter Josef Farasyn,Edith Martineau,Eduardo León Garrido,Eduardo Zamacois Zabala,Edwin Lord Weeks,Egisto Lancerotto,Elizabeth Jane Gardner Bouguereau,Emile Levy,Emile Munier,Emile Vernon,Eugene de Blaas,Eugène-Emmanuel Amaury-Duval,Federico Andreotti,Ferdinand Roybet,Francis Coates Jones,Francis Davis Millet,Francisco Domingo Marques,François Brunery,Franz von Defregger,Frederic Soulacroix,Frederick Hendrik Kaemmerer,Frederick Morgan,George Goodwin Kilburne,Georges Croegaert,Giovanni Boldini,Guglielmo Zocchi,Gustave Boulanger,Henri Gervex,Henry Siddons Mowbray,James Carroll Beckwith,Jean Baptiste Robie,Jean-Leon Gerome,Jean-Paul Laurens,Johann Hamza,Jose Jimenez Aranda,Jose Marea López Mezquita,Joseph Caraud
Jules Joseph Lefebvre,Jules Worms,Julius LeBlanc Stewart,Leon Bonnat,Leon Comerre,Leon Perrault,Louis Beroud,Paul Delaroche,Raffaelo Sorbi,Raimundo de Madrazo y Garreta,Theodore Gerard,Thomas Couture,Victor Gabriel Gilbert,Vittorio Matteo Corcos,William-Adolphe Bouguereau

AKIM : Ortak özelliklere sahip sanatçı ve sanat eserlerini bulunduğu bir kategoridir.

AKUATINT : Metal plakaların gözeneklerini reçine ile kapladıktan sonra metal asitle yakma metodu. Adından da anlaşılacağı üzere, akuatint (aqua=su) baskılar sulu boya resimlere benzerler. Sınırsız ton ve hoşa giden tanecikli efektlere olanak verirler. Paul Sandby bu tekniği 1775’te kullanan ilk sanatçıdır.

ALIZARIN CRIMSON : Bu parlak ve şeffaf kırmızı pigment, iki Alman kimyager tarafından 1868’de keşfedilmiştir. Kömür endüstrisinin bir ürününden elde edilen sentetik bir maddedir. Bu pigment zamanla, parlaklık ve kalıcılığı nedeniyle sanatçıların başlıca tercihlerinden biri haline gelmiştir. Alizarin crimson tek başına kullanıldığında lal kırmızısı, beyazla karıştırıldığındaysa parlak bir gül pembesi rengindedir.

ALLEGORİ (Allegory) : Bir öykü, bir düşünce ya da kavramın figüratif bir simge halinde betimlenişi.

ALTIN ORAN (Golden Section) : "Altın Bölüm" ya da "Altın Kesit" de denir. Herhangi bir geometrik biçimde, varlığı ESTETİK bir üstünlük sayılan ORAN. Parçalar arasındaki orantıda, küçük parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın bütün parçaya oranına eşittir. Cebirsel olarak; a/b= b/ (a/b) biçiminde ifade edilir. Parçalar arasındaki oranın değeri olan 1.618 ya da ykş. 3/5, "altın sayı" adını alır. Altın Oran geometrik olarak, iki kareden oluşan bir dikdörtgenin köşegeni aracılığıyla kurulur. Antik Çağ' dan bu yana matematikçilere ve sanat kuramcılarına konu olan Altın Oran, bu adı 19.yy' da almıştır. Eski Yunanlılar' ın kısaca bölüm olarak adlandırdıkları bu orana , İtalyan matematikçi Luca Pacioli divina proportine; LEONARDO DA VINCI ise sectio aurea adını vermiştir.Altın Oran' ın aritmetik, cebir ve geometri özellikleri taşımasının yanısıra, doğada, müzikte ve insan vücudunun organları arasında varolan çeşitli oranlarla da yakın ilişkisi bulunduğu, bütün öteki oranlara üstünlüğününse çeşitlilik içinde birlik özelliğinden kaynaklandığı öne sürülür. Bazı kaynaklara göre, insanlar , Altın Oran' a yaklaşan orantıları daha çok beğenmektedir.

AMORF ( fr. Amorfe) : BİÇİM' i belirli bir düzene uymayan. Tanımlanması zor, düzensiz biçimlerde bulunan mineral, madde ya da nesneler için kullanılır.

AMULET (İngilizce) : Kötülükleri uzaklaştırdığına, uğur getirdiğine, hastalıkları iyileştirdiğine ve özel güçlere sahip olduğuna inanılan , doğal ya da insan eliyle yapılmış nesne; bir tür nazarlık ya da muska. Üstte taşınabildiği gibi çeşitli yerlerde de saklanabilir. Değerli taşlar, metaller, hayvan dişleri ve pençeleri gibi pek çok nesne amulet olarak kullanılmıştır. Amuletin kökeni Eski Mısır'a dayanır. Mısırllar kendilerini kötü günlerden, düşmanlardan ve tehlikelerden korumak için SKARABE, engerek başı, sembolik gözler ve KARTUŞ gibi amuletler kullanmıştır. Pek çok uygarlıkta da hematit, yeşim, ametis, LAPİS LAZULİ ve kantaşı gibi taşların kendilerine özgü koruyucu güçleri olduğuna inanılmıştır.Bir inanışa göre mercen, şeytanın evlerdeki kötü etkisini uzaklaştırma gücüne sahiptir. Hristiyanlıkta encolpia denen amulet , haçlar, aziz kemikleri vb. Dinle ilgili RÖLİK' lerdir. Boyna asılarak taşınanlar periapta, ikiye katlanabilenler pyctacium adını alır.

ANA RENKLER : Karışım yoluyla elde edilmeyen renkler ana renklerdir.Ana renkler sarı, kırmızı ve mavidir. Diğer bütün ton ve gölgelerin çıktığı bu üç renk parçalanamayan temel yapı taşlarıdır.Ana renkleri beyaz bir yüzeye yansıttığınızda birbirleriyle karıştıkları alanlarda yine beyaz oluşturduklarını görebilirsiniz. Kısaca üç ana rengin karışımı beyaz verecektir.

ANKOSTİK RESİM (Encaustic Painting) : Eriyik halde balmumu BAĞLAYICI ile PİGMENTLERİN karışımından elde edilmiş BOYA' larla yapılan RESİM türü. Romalı bilgin ve yazar Yaşlı Pilinus' a (MS 23-79) göre, mermer üstüne yapılan ankostik resimde pigmentler balmumuyla, fildişi üstüne yapılanlarda da (cero- strotum/ cestrotum) bitkisel kökenli saydam zamkla karıştırılıyor, cestrum ya da viriculum adı verilen bir tür SPATULA ile zemine yayılıyordu. Cestrum' un bir ucu sivri olduğundan fildişi üstüne ince çizgiler de çizilebiliyordu. Cauterium olarak bilinen ve ısıtılarak uygulanan yuvarlak uçlu bir aletle, boyalı zemin üstündeki spatula ve fırça izleri gideriliyordu. Antik Çağ' daki belli başlı resim tekniklerinden biri olan ankostik resim, MÖ 4. yy' da YUNAN sanatçı Pausias tarafından yetkinleştirilmişti. Günümüze ulaşan en önemli örnekler, MISIR' da el- Feyyum Vahası' nda ROMA dönemine ait mezarlarda bulunan Feyyum Portreleri' dir (2. yy). Ankostik tekniği erken Hristiyan Sanatı' nda da ( GEÇ ANTİK) kullanılmış, ancak 8. ve 9. yy' larda unutulmuştur. 19. yy' da Fransız koleksiyoncu Kont Caylus' un (1692- 1765) araştırmaları aracılığıyla canlandırılmak istenmişse de başarılı olunamamıştır. 19. yy' da Fransa ve İngiltere' de çeşitli karışımlar denenmiş, alman Ressam Julius Schnorr von Carolsfeld (1794-1872) orijinale en yakın karışımı uygulamıştır. Günümüzde yaygın olmamakla birlikte balmumu ve reçine bağlayıcılı bir karışım kullanılmaktadır.

ANONİM (Anonymous) : 1. Sanat tarihinde sanatçısı bilinmeyen yapıtlar için kullanılır. Özellikle, halk sanatı ürünleri anonim niteliktedir. 2. Antik Yunan dönemi öncesinde, Mısır ve Mezopotamya'da, tarih öncesinde sanat yapıtı anonimdir.

ARA RENKLER : Ana renkler olan sarı, kırmızı ve mavinin birbirleriyle ikili karışımları sonucunda ortaya çıkan renkler ara renklerdir. Sarı ve kırmızının karışımı turuncu, sarı ve mavinin karışımı yeşil, kırmızı ve mavinin karışımı mordur.

ARABESK : Akıcı çizgiler, asma yaprakları ve kıvrımların kullanıldığı oldukça grift bir yüzey dekorasyon tarzıdır. Arabesk çalışmalar, kuş ve bitki şekillerinin soyut tasarımlarından elde edilir. Eğer çalışma daha dolambaçlı ve akışkan ise diyagonal de olabilir. Eski Yunanlılar ve Romalılar arabesk tarzı eserler üretiyorlardı; Rönesans’tan on dokuzuncu yüzyılın başlarına kadar olan zaman diliminde farklı dekorasyon malzemeleri olarak çizim, resim, rölyef, çömlek, grafit ve metal işlerinde bu tarzdan yararlanmaya devam ettiler. Ayrıca mobilya dekorasyonu, dokuma işleri ve renkli süslemeli el yazmalarında da bu tarz kullanıldı.

ARKAİK : Bir sanat döneminin olgunluk veya klasik dönemi öncesi için kullanılan tanımlamadır.

ART NOUVEAU : Art Nouveau zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı bir sanat akımıdır.Köklerinin Britanya merkezli Arts&Crafts hareketine dek gittiği söylenebilir. Avrupa ve Amerika’yı etkilemiştir.
19.YY sonu ve 20. YY başında etkili olmuş bu akım ülkemizde 1900 Sanatı ya da Yeni Sanat adlarıyla anılmakla birlikte birçok Avrupa ülkesinde bölgesel olarak değişik adlarla anılmış , adlara uygun olarak ta uygulamaların niteliklerinde değişiklikler görülmüştür.Modern Style, Yellow Book Style, Fin de Siecle Style, Jügenstil, Secession Stil bölgesel olarak kullanılan adlara örnektir. Stilin ilk aşamalarındaki mimarlıkta aşamalar daha belirgindir; kullanılan abartılı barok stili benzeri dekoratif bezeme ve süslemeler sebebiyle Floral Style, Style Coup De Fouet(Kamçı Vuruşu Stili) ve Style Angouille (Yılanbalığı Stili) olarak da anılmıştır.

ASIL RENK (Hue) : Maddelerin gerçek rengini belirten bir terim. Asıl renkler eğiliminde olduğu rengin yönü olarak tanımlanır. Örneğin mavimsi ya da sarımsı bir yeşil veya yeşilimsi ya da kırmızımsı bir mor gibi. Gerçek renkler ayrıca sıcaklıklarının ve soğuklularının doğadaki renklere (gökyüzü mavisi deniz yeşili gibi) ya da alışıldık nesnelere (harp gemisi grisi , kremit kırmızısı gibi) olan benzerlikleriyle tanımlanırlar. Bu terim ayrıca rengin parlaklığını ya da herhangi bir öncül rengin baskın olduğu boya karışımlarını da ifade eder

ASİMETRİ: Orta çizgi ile bölünen karşıt yanların parçalarının eşdeş olmadığı bir düzenlemedir

ATMOSFER (Atmosphere) : Sanat yapıtının izleyici üzerinde bıraktığı etki, nedeni olduğu ruh hali.

ATÖLYE : Tarihsel Gelişim: Tarih öncesi çağlarda ( PREHİSTORYA) zanaatçıların nasıl örgütlendiklerine ilşkin kesin bulgular olamamkla birlikte EL SANATLARI kapsamındaki ürünlerin önceleri aile işliklerinde üretildiği, ama daha zor işlenen metalin ( MADEN SANATI) kullanılmaya başlanmasıyla birlikte aile dışı bir örgütlemeye gidildiği varsayılabilir. Eski MISIR' da ya da MEZOPOTAMYA' da önemli yapıları inşasında da yapı ustalarıyla işçilerin belli bir hiyerarşi içinde çalıştıkları düşünülmektedir. Atölyelere ilişkin ilk arkeolojik bulgular Tel-el Amarna' nın ( Mısır) MÖ ykl. 1375' te kuruluşu sırasında kent dolaylarında ustalar için kurulan yaşama ve çalışma alanlarının varlığıdır. Aynı dönemde günlük kullanım eşyası genellikle evlerde ve aile reisinin denetimi altında üretilirken, özel yapım teknikleri gerektiren metal eşya çoğu kez gezgin ustalar tarafından ve geçici kurulan atölyelerde yapılmıştır. Yunanistan' da Antik Çağ' da üretilen SERAMİK' lerin üstün niteliği bu kapların geçici değil, yerleşik atölyelerde üretildiğini kanıtlamaktadır. Bu dönemde babadan oğula geçen aile ilişkileri giderek ortadan kalkmış, yerine, özellikle ünlü ressamların açtığı özel atölyeler yaygınlaşmaya başlamıştır. Büyük yapı projeleriyse genellikle yapı alanında toplanan ustalarla sürdürülmüştür. ROMA döneminde de ilk atölyeler aile işletmeleriydi. Daha sonra geç Cumhuriyet Dönemi' nde bu işlikler aile egemenliğinden çıkarak aynı atadan gelen soy gruplarının (gens) eline geçmiş ve bu gruplar uzun yıllar saray ayrıcalıklarından yararlanmışlardır. Kuşaklar boyu zanaatçı yetiştiren Roma dönemi atölyeleri bir süre sonra bir anlamda seri üretime geçmiş, dönemin beğenisini yansıtan farklı üsluplara bağlı olarak çalışmışlardır. İlk heykel atülyeleri de yine Roma döneminde açılmıştır. Roma' nın sanat atölyeleri genellikle babadan oğula geçerdi ama, aile bireylerinden çok, yöreden toplanan usta ve çıraklarla döndürülürdü.GEÇ ANTİK VE ERKEN HRİSTİYAN dönemiyle BİZANS döneminde sanatsal değerde üretim yapan atölyeler saray çevresinde toplanmaya başlamış ve giderek daha bürokratik bir örgüt niteliğine bürünmüştür. DUVAR HALISI, DOKUMA ve mücevherlerin yapıldığı bu tür büyük atölyeler desteklenirken özel atölyeler yok olmuştur. Büyük Constantinos ( I. Constantinus) döneminde (306-337), ustaların aileleri ve atölyeleriyle birlikte imparatorluğun her yanından Konstantinopolis' e ( İSTANBUL) gelmeleri özendirilmiş, aynı işle uğraşan atölyeler kentin aynı bölgesinde yerleşmiştir. Ortaçağ boyunca atölyeler, LONCA' larla birlikte hem üretim hem de eğitim merkezleri olmuş, saray manastır ya da kentler tarafından desteklenmiş ve korunmuşlardır. Bu tür büyük atölyelerde ya az sayıda müşteri için üstün nitelikli küçük eşya üretilmiş ya da yapımı uzun yıllar süren KATEDRAL' ler gibi büyük yapı projeleri yürütülmüştür. Ismarlayanlarla projeyi yürütenler arasında kurulan yakın ilişki sonucunda yeni yapım sistemleri denenebilmiş, ROMANESK ve GOTİK gibi birçok ÜSLUP bu atölyelerdeki denemelerin de etkisiyle biçim bulmuştur. Ayrıca, birer merkezi planlama ünitesi olarak da işlev gören ve mimari bezemelerle ilgili daha küçük atölyeleri bünyesinde barındıran bu tür atölyeler önceleri Fransız keşiş Suger gibi aydın din adamlarının denetimi altında çalışmış, daha sonra bu görevi kilise meclisi ya da İtalya' da olduğu gibi sivil yönetim üstlenmiştir.13. yy' ın sonlarında atölyeler bir yandan projeler üretirken, bir yandan da bunları gerçekleştirmek için gerekli ustaları da bulmaya başlamıştır.Çoğu gezgin olan ustalar atölyenin başıyla birlikte kent kent dolaşırlardı. Üslupların bir bölgeden öbür bölgeye yayılmasında bu gezici atölyelerin önemli katkısı olmuştur. 14. yy' da sanatçı yaşam öykülerinin yazımına geçilmesiyle birlikte (VASARI) atölyelere ilişkin bilgiler de kesinlik kazanmaya başlamıştır. Atölyelerdeki usta, yardımcı ve çırak düzeni de yasalarla belirlenmişti. Usta hem atölyenin başıydı hem de yanında çalışanların eğitiminden sorumluydu. Çıraklık 13-14 yaşında başlar, beş- altı yıllık bir eğitimle sona ererdi. Bu süreyi izleyen üç- dört yıllık ikinci çalışma döneminden sonra zanaatçı artık usta sayılır ve dilerse kendi atölyesini açabilirdi. Eğitim işlevini 15. yy boyunca ve 16.yy' ın başlarında sürdüren atölyeler, 16. yy içinde akademilerin ortaya çıkmaya başlamasıyla yalnız üretime yönelmiştir. 18. yy ortalarında Endüstri Devrimi' yle birlikte KÜÇÜK EL SANATLARI makinelerde üretilmeye başlamış, sanatsal değerdekilerse tek tek sanatçılar tarafından üretilmiştir.Ortadoğu' da da atölyeler çoğu kez saraya bağlı çalışırdı. Özellikle MİNYATÜR, CİLT ve TEZHİP' in yanısıra HALI dokumacılığı gibi sanatlar bu saray atölyelerinde geliştirilmiş ve üsluplaşmıştır. Öte yandan Osmanlılar' da ilk saray atölyesi Fatih Sultan Mehmet (hd. 1451-81) döneminde Topkapı Sarayı' nda açılmıştır. " Nakkaşhane" (OSMANLI, Klasik Dönem) adıyla anılan bu atölyede küçük el sanatları üretiminin yanısıra İstanbul dışındaki bazı atölyeler için de desenler üretilmiştir. İznik ÇİNİ ve seramiklerinin doruk noktasını yaşadığı dönemlerde desenler Nakkaşhane' de geliştirilip üretim için İznik' e yollanıyordu. Osmanlı' nın HASSA MİMARLAR OCAĞI da benzer bir örgütlenme şeması içinde imparatorluğun hemen tüm mimarlık etkinliklerini yürütmüştür.

AVANGART : Zamanın ilerisinde olan var olanı aşan yeni eğilimleri işaret eden sanatçı grupları veya sanat anlayışları için kullanılan deyim.

B
BAKIŞ AÇISI ( Viewpoint, Vantage Point) : Sanatçının bir konuyu resmetmek için baktığı varsayılan nokta.

BAUHOUSE : 1919 da Almanya’da Walter Gropius tarafından kurulan Devlet Yapı ve Düzenleme Yüksek Okulunun kısa adı. Amacı sanat dallarının kendi arasındaki ve zanaatla olan ilişkilerini yoğunlaştırmaktı.

BARBİZON OKULU : 1840 tarihinden itibaren açık havada resim yapmaya başlayan ve tarzın kurucusu sayılan Fransız sanatçı grubu.Doğa manzaraları, dramatik olaylar yerine tablolarının ana konusunu oluşturmaya başladı.

BAROK : Sanatta bir anlatım biçimidir. Aslında başlangıcı ve bitişi için kesin bir tarih verilemez ama 16. ve 18. yüzyılları arasında oluşup şeklini almış bir dönemdir. Mimarlık, müzik, resim ve heykelin etkileyici temalar altında birleştirilmesi amacını güder. Abartılı hareket duygusu ve net gözüken detayları ile dönemin müzik ve edebiyatında da kendini gösterir. Yoğun bir etki bırakan bu anlatım biçimi kendi alanında fazla eser verildiğinden bir dönem adı olarak anılmaya başlanmıştır. 1600'lerde Roma'da kilise etkisinde doğmuşsa da tüm Avrupa'ya yayılmıştır.Mimaride Mimar Louis Le Vau ve bahçeci André Le Nôtre tarafından yapılan Versailles Sarayı, Barok Mimarisinin en tipik örneklerindendir. Bunun yanında resimde Abel Grimmer,Adam Elsheimer,Adriaen van de Velde,Aelbert Jacobsz Cuyp,Agostino Carracci,Alexey Petrovich Antropov,Andrea Pozzo,Annibale Carracci,Anthony van Dyck,Artemisia Gentileschi,Balthasar van der Ast,Bartholomeus Breenbergh,Bartholomeus van der Helst,Bartolome Esteban Murillo,Bartolomeo Manfredi,Bernardo Strozzi,Caravaggio,Caspar Andriaans van Wittel,Charles Le Brun,Claude Lorrain,Claude Vignon,Cornelis de Vos,Diego Velázquez,Dirck Hals,Francisco Collantes,Francisco de Zurbaran,Frans Hals,Frans Snyders,Gabriel Metsu,Gerrit Adriaensz Berckheyde,Guido Reni,Hendrick Avercamp,Hendrick Cornelisz,van Vliet,Hendrick Cornelisz Vroom,Hendrick Gerritsz Pot,Hendrick Goltzius,Jan Steen,Johannes Vermeer,John Russell,Jose de Ribera,Juan Carreño de,Miranda,Karel Dujardin,Meyndert Hobbema,Nicolas Poussin,Peter Paul Rubens,Rembrandt

BİÇİM (Shape) : Bir nesnenin görme ya da dokunma duyuları ile algılanmasını sağlayan kendine özgü gerçekliği.

BİÇİM BOZMA (Distortion) : Özellikle GÜZEL SANATLAR'da, fotoğrafta (FOTOĞRAFÇILIK) ve dansta verilerini doğadan alan ve belirli normların ya da normal (olağan) biçimlerin bulunduğu kabul edilen görüntülerde biçimi abartarak sunma, " normal" in göstergelerini tümüyle yok etmeden değiştirme. Biçimbozmada amaç, daha güçlü bir etki yaratmak ya da güçlü bir anlatım sağlamaktır. DIŞAVURUMCULUK ya da GOTİK sanat gibi duygu ve anlatımın vurgulandığı, izleyiciyle iletişimin etkili olmasının amaçlandığı sanat türlerinde biçimbozma yoğun olarak kullanılmıştır. Öte yandan özellikle 20. yy' ın serbest yaklaşımı içinde PICASSO ya da H. MOORE gibi bir çok sanatçı biçim olanaklarını artırmak için, kaynakları doğa olsa bile biçimbozmayı bir araç olarak kullanmışlardır. GERÇEKÜSTÜCÜLÜK' teyse biçimbozma, duygu ve düşlerdeki gerçekleri anlatabilmenin aracı olmuştur. Öte yandan YENİ- DIŞAVURUMCULUK gibi, "normal" kavramlara bağlı olmayan ve doğanın tüm görüntü kullanımlarından bağımsız biçim yaratan sanat üsluplarında biçimbozmadan söz edilemez; çünkü bu üsluplarda normalin ne olduğu hakkında belli ilkeler yoktur. Fotoğrafta biçimbozma çekim sırasında aynalar ya da merceklerle ya da çekimden sonra baskı sırasında mekanik ve kimyevi yöntemlerle görüntüyü değiştirerek elde edilir.

BİYOMORFİK BİÇİM (Biomorphic Form) : SOYUT SANAT'ta geometrik biçimlerden çok bitki ya da hayvan biçimlerini anımsatan eğrisel dış çizgilerle oluşturulmuş biçimler. En tipik örnekleri ARP'ın resimlerinde görülür.

BİRLİK (Unity) : Resimde tüm öğelerin koordinasyonu ile asıl temanın, amacın vurgulanacağı bir birlik yaratılması.

BISTRE : Özellikle kayın ağacının yakılması ile elde edilen kurumla yapılan kahverengi pigmenttir. Bazen kahverengi kandil isi veya kurum kahverengisi olarak adlandırılır. Sepya gibi, saydam kalitededir. Bistre 14. yüzyıldan beri çizimlerde ve sulu boya çalışmalarında kullanılmaktadır. En fazla popülariteye onaltıncı, onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda kavuşmuştur. Nicholas Poussin (1594-1665), Rembrandt (1606) ve Thomas Gainsborough (1727-88) gibi sanatçılar tarafından, çekici tan efektlerine sahip olması nedeniyle kullanılmıştır. Doğal bistre, eğer ışığa maruz kalırsa, kendini salması mümkündür. Günümüzde bu isme sahip sentetik pigment mevcuttur.

BOYALARIN KAYNAŞMASI : Sulu boya kullanırken iki farklı rengin bir araya gelip birbirlerinin içine geçmesidir. Bu terim bir sulu boya tekniği olarak kullanılır. Örneğin Joseph Turner bu tekniği sıkça kullanmış sanatçılardan biridir.

BOYUT (Dimension) : 1. Bir nesnenin uzunluk ölçüsüyle ifade edilebilen büyüklüğü. 2. Sanat yapıtında boyut kavramı, onun algılayıcıyla olan ilişkisini anlatmaktadır. Örneğin, resim sanatı iki boyutludur. Resmin betimlediği obje yüzeysel olmasa bile, sanat ürünü onu iki boyutlu bir yüzey üzerinde sunmakta ve izleyicide onu iki boyutlu algılamaktadır. Buna karşılık, heykel üç boyutlu bir sanat yapıtıdır. Mimari ürün ise dört boyutlu sayılmaktadır. Çünkü, mimari ürünü kullanan kişi onu yalnızca eni, boyu ve derinliği bulunan bir obje olarak değil, içinde eylemde bulunulan bir yapıt olarak algılamaktadır. Kişinin yapıt içindeki ya da dışındaki sürekli devingenliği onu tek bir noktadan algılanan diğer sanat ürünlerinden ayırmaktadır. Mimari mekan zaman içinde değişen konuma göre, farklı sanatsal yaşantılar edinilmesini sağlar. O halde, en, boy ve derinlik boyutlarına ek olarak mimari yapıtta bir de zaman boyutu söz konusudur.

BURNT SIENNA (Kızıl Kahve) : Çok özel, kızıl-kahverengi tonda bir toprak rengidir. Bu kalıcı pigment, raw sienna yapmak için kullanılan demir ve manganezyumun yakılması ile üretilir. Bu iki mineral, ince toz haline gelene kadar bir ocakta ısıtılır ve ortaya çıkan tozdan bu pigment elde edilir. Burnt Sienna’nın şeffaflığı ve donuk turuncu tonu, yarı örtücü Raw Sienna’nın sarı-kahverengi renginden kolayca ayırt edilir. Eğer beyaz ile karıştırılırsa, som balığı rengi veya şeftali renginde bir ton ortaya çıkar. Burnt Sienna'nın ton aralığı, oldukça soluk bir ton ile koyu maun kahverengisi arasında çeşitlilik gösterir. Renk tonunun yoğunluğu, yakılma derecesine bağlıdır. Parlak, ateş rengindeki koyu tonları genellikle çok pahalıdır.

C
CEPHEDEN RESIMLEME : Öznenin yüzünün gösterildiği bir çeşit portre çalşışmasıdır. Cephe tasvirlerinde genellikle resmin bir tarafı ton kontrastı yaratılabilmesi için yüksek miktarda ışık alır. Böylece diğer taraf gölgede bırakılarak resim monotonluktan kurtarılır. Böyle olmayan durumlarda resim hiç de doğal olmayan bir şekilde simetrik olacak ve estetikten uzaklaşacaktır.

CERULEAN MAVI : Kobaltla kalayın veya krom oksidin pişirilmesiyle elde edilen, belirgin bir yeşil tonu olan, parlak, hoş bir gök mavisi pigmenttir. 18. yüzyılın sonlarında renk yapımcılarının tatmin edici bir kobalt kalay mavisi üretme yönündeki birkaç girişiminden sonra, bu işlem 1805’te Almanya’da kusursuz hale getirildi. 1870’de İngiltere’de George Rowney and Company tarafından sanatçı pigmenti olarak piyasaya sunuldu.

CHIAROSCURO (Chiaroscuro) : Yağlıboya resminde keskin karşıtlıklar yaratacak biçimde düzenlenmiş ışık-gölge dağılımı. İlk kez İtalyan ressamı Correggio tarafından 16. yüzyılın başında kullanıldı. Caravaggio ve izleyicileri bu tekniği geliştirdiler. Georges de la Tour bu alanda ilginç örnekler verdi. Rembrandt ise, en büyük chiaroscuro ustası sayılır.

CONTRE JOUR : Arkadan aydınlatma olarak bilinse de, contre jour tam anlamı ile ‘ışığa karşı’ demektir. Resmin öznesinin, (örneğin, kapı girişinde duran bir figür veya cam eşiğindeki bir objenin bulunduğu resimlerde) arkadan güneş ışığı veya yapay ışıkla aydınlatıldığı bir tekniktir. Edgar Degas’ın (1834-1917) Penceredeki Kadın (1871-72) adlı yağlı boya tablosunda olduğu gibi, karanlık tonlar ve silüete yakın efekt yaratır. Ressamlar çalışmalarına bir drama havası, gizem veya sükûnet katmak için contre jour tekniğini kullanmaktadırlar.

COUNTER-CHANGE : Zıt tonlardan faydalanan bir kompozisyon hilesidir. Abartılı bir görsellik elde edilebilmesi için koyu arka fona karşı açık, açık arka fona karşıysa koyu şekiller yerleştirilmesiyle oluşturulur. Counter-change, birbirinden renk tonlarının farklılıklarıyla ayrılan özdeş nesnelerin dizilmesi suretiyle, özellikle desen oluşturmakta kullanılır.

ÇEŞİTLİLİK (Variety) : Resimdeki ana temanın birliğinin çerçevesi içerisinde canlı ve zengin bir çeşitliliğin de elde edilebilmesi resmin albenisini arttıran önemli bir unsurdur.

ÇİN SANATI : Dünyada devam eden az sayıdaki geleneksel sanatlardan biri olan Çin Sanatı, 7000 yıl öncesine dayanmaktadır. İmparatorluk ailesinin güçlü olduğu dönemlerden bu yana devam ettiği de söylenebilir (Örneğin Ming ve Sung zamanından bu yana). Çinli sanatçılar oyma sanatı, heykel, şiir, bronz, kaligrafi, resim ve mimarlık dallarıyla ilgileniyorlardı. Çin resmi ve kaligrafi sanatları birbirlerine oldukça yakın sanatlardı; fırça, mürekkep, kağıt ya da ipek malzemeler gibi malzemeler kullanılıyordu. Evrenin karmaşık ahenginin kurallarından ve evrenin ruhundan ilham almaktaydılar. Çin sanatının tüm dallarında görülen sembolizm ve kompozisyonlardaki elemanların tümünün eşit önem taşıması ilgi çekicidir. Güzellik soylu bir tema olmaksızın asla varolmaz

ÇİZGİ (Line) : Nokta olarak başlarlar ve her yönde "düz, kıvrımlı, kırık, kalın/ince, koyu/açık" olabilirler.

ÇİZGİSEL (Linear) : 1. Bir yüzey üzerinde bir çizgi doğrultusunda yapılmış ya da düzenlenmiş betileri ve ya öğeleri niteler. 2. ince kontur çizgileriyle oluşturulmuş betileri ve bu tür betileri içeren resimsel yapıtları niteler.

ÇİZGİSEL KOMPOZİSYON (Linear Composition) : Hareket eden bir noktanın yüzeyde bıraktığı iz olarak tanımlanabilecek olan çizginin, kompozisyonda üstlendiği, formu ortaya çıkaran, hareketi ifade etme, dokuyu verme, dengeyi sağlama gibi rollerin başat olduğu türdeki kompozisyonlar "çizgisel kompozisyonlar" olarak tanımlanır.
Sanatın ilk adımlarının, Lascaux mağarasında olduğu gibi, çizgiyle atıldığı ve çizginin özellikle perspektif kurallarının henüz yeterince bilinmediği Rönesans öncesinde önemli olduğu bilinir. Barok dönemde ışık-gölge kullanımının devreye girişiyle çizgisellik ışığın imkan verdiği ölçüde kullanılır. Bu dönemde konturlar, çizgisel kompozisyonlarda olduğu gibi belirgin olmaz. 19. yy'da Neo-klasik dönemde yeniden önem kazanan çizgi ve çizgisel kompozisyon Romantizm ile birlikte nerdeyse kaybolmuştur. Empresyonistler tarafından da tamamen kaldırılmıştır. Sanatçıların bireysel çıkışlar yaptığı 20. yy'da ise Henri Rosseau, Paul Klee gibi sanatçılar tarafından kendi belirledikleri amaçlar doğrultusunda kullanılmıştır.

D
DADAİZM : 1916'da Zürih'de doğmuş olan bir sanat akımıdır. I. Dünya Savaşı'nın katliamlarına ve budalalığına duyulan nefretten doğan bu hareket, şok etkisi yaratan taktiklerle ve alay ederek, teknolojik ilerlemeye körü körüne bağlanmanın yüzeyselliğini, Avrupa toplumunun yozlaşmasını, savaş, toplum, gelenek, din ve sanat gibi tüm yerleşik değerleri protesto etmekteydi. Dada hareketi yaratıcı sanatı canlandırma amacıyla yeni deneysel ifade formları bulmak için çaba göstermiştir. Savaşın bitmesinden sonra 1918'de Dada hareketi Almanya'ya sıçradı ve burada aşırı sağın yükselen militer ve milliyetçi politikalarına bir çeşit karşı duruş halini aldı. Dada hareketinin bir diğer önemli özelliği, sürrealizmin önünü açması ve hatta temellerini atmasıdır. Dada hareketinin içinde yer alan pek çok sanatçı daha sonraları sürrealist hareket içinde etkili olmuştur.Dadaizmin öncülerinden genç Macar şairi Tristan Tzara (1896-1963) 1917'de DADA dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergide dadaizmin öncüleri Ball, Hans Arp, Richard Hulsenbek ve Tzara, ses şiiri, anlamdışılık şiir ve şans şiiri adını verdikleri yeni şiir biçimlerini denemeye başladılar. Kısa zaman sonra Fransa'nın önde gelen şairleri de bu dergide çalışmaya başladılar: Aragon, Eluard, Breton ve diğerleri.

DALGA BOYLARI : Bilimsel düşüncelere bağlı olarak, ışığın dalgalar halinde yayıldığını ve bu dalgaların birbirlerinden farklı boyutlarda olduklarını biliyoruz. Gözümüze gelen en uzun dalga boyu, sinir hücrelerine ulaşarak gerekli sinyalleri verir ve kırmızı rengi görmemizi sağlar. Aynı şekilde en kısa dalga boyu gözümüze ulaştığında sinir hücrelerimiz uyarılır ve mavi rengi görürüz. Diğer tüm renkler bu iki dalga boyu arasında yer alırlar. Ancak kesin bilimsel veriler için araştırmalar yapılmaya devam etmektedir.

DAMAR : Vernik yapmakta kullanılan bir tür reçine. Malezya, Cava Adası, Borneo ve Sumatra’da bulunan kozalaklı ağaçlardan elde edilir. İki önemli çeşidi, sanatçıların resimlerini verniklemede kullandıkları Singapur ve endüstriyel verniklerde tercih edilen Batavya’dır (Cakarta). Çoğunlukla şeffaf olan Damar, çakıl taşı formunda (reçine parçaları) satılır. Verniğe renksiz bir görünüş kazandırdığı için ressamlar tarafından çokça kullanılır. Diğer verniklerden daha uzun ömürlüdür. Piyasadan, hazır Damar verniği veya reçine olarak satın alınabilir.

DEĞER (Value) : Bir nesnenin maddi ya da parasal karşılığı, değişim ortamı ya da benzeri bir standarda göre tahmin edilebilen miktar; ayrıca, nesnenin gerçek ya da olması gereken kıymetine, YARARLIK'ına ya da önemine göre göreceli statüsü. Felsefe, hukuk, işletme, matematik, dilbilim, psikolinguistik, resim, müzik, sibernetik, televizyon gibi alanlarda "değer" sözcüğü değişik anlamlar taşımakta ve farklı tanımlanmaktadır. Felsefenin bir dalı olan "aksiyoloji", değerlerin estetikte, dinde, ahlakta ve metafiziksel alandaki tip ve nitelikleriyle ilgilenmektedir. Değer kuramıysa kıymetleri önem sırasına göre ayırıp sınıflandıran bir görüştür. Değerlerin nicel olarak ölçülebilme durumuna göre nesnel ve öznel değerlerden söz edilmektedir. Sanat ve mimarlık alanında mimari bir yapıya, bir sanat nesnesine ya da endüstri ürününe ilişkin iki tür değer tanımlanmaktadır. : Kullanıcının gereksinimini karşılamaya yönelik ürünün faydasıyla tanımlanan "kullanım değeri" ve mimarlık ya da sanat ürününün özellikle pazarlama ürünü olarak ortaya çıkmasıyla belirlenen "değişim değeri". Kullanım değerine ilişkin değer yargıları kişiden kişiye, gruptan gruba değişebilmektedir. Örneğin bir sanat nesnesinin ESTETİK değerinden söz edildiğinde, o ürünü oluşturan bileşenlerin KOMPOZİSYON'u, BOYUT'ları, ölçeği, RENK'i, DOKU'su, UYUM'u vb. Sanat ve estetik kavramıyla ifade edilen, öznel nitelikli göreceli kıymeti anlaşılmalıdır. Bir mimarlık ürününün ön kullanım değeriyse o ürünün PERFORMANS' ı yani kullanım sırasında ortaya çıkan fiziksel, psikolojik, örgütsel, estetik vb gereksinmelere yanıt verebilme durumuyla tanımlanabilmektedir. Ayrıca herhangi bir ürünün bir meta olarak ekonomik değerinden (değişim değeri) söz edilebilir.

DEKALKOMANİ : 1930' larda Oscar Dominguez' in (1906-58) GERÇEKÜSTÜCÜLÜK akımının OTOMATİZM kavramından yola çıkarak oluşturduğu teknik. Bu teknikte boya kalın bir fırçayla ince bir kağıdın üstüne sıçratılır ve kurumadan ikinci bir kağıtla yavaşça sürtülerek gelişigüzel dağılması sağlanır. Daha sonraları ERNST tarafından YAĞLIBOYA' ya uygulanan bu tekniğin en önemli özelliği, yapıtın ön tasarımsız oluşturulmasıdır.

DEKOLAJ : Duvarlara üst üste yapıştırılmış afiş ya da benzerlerinden koparılan parçalarla yapılmış bir tür KOLAJ. İlk kez 1950' lerde Alman sanatçı Wolf Vostell (d. 1932) bu türde çalışmalar yapmış, ayrıca Fransa'da AFİŞÇİLER de bu tekniği uygulamıştır.

DEKUPAJ : Kağıttan kesilmiş tasarımların, kolaj yapmak için genellikle ahşap, metal veya cam bir yüzeye uygulandığı yöntemdir. Dekupaj, (Fransızca ‘kesip çıkarmak’ anlamındadır) boyanmış bir yüzeye etkileyicilik katmak için kullanılabilir. Çoğunlukla bu amaca uygun olarak üretilmiş, üzerinde dekoratif tasarımlar olan özel bir kağıt kullanılır. Dekupaj yöntemi, on yedinci yüzyılda Fransa’da ortaya çıktı ve kabinleri, çekmeceli yazı masalarını, kitaplıkları ve diğer mobilyaları süslemek için kullanıldı. Dekupajın popülaritesi Avrupa’da çabucak yayıldı ve özellikle İngiltere ve İtalya’da tercih edildi. İtalya’da dekupaj, “l’arte del povero” (fakir sanatı) olarak bilinirdi ve ahşap kakma işçiliğini taklit etmek için kullanıldı. Dekupaj projelerine ilham veren, Kadınların Eğlencesi adlı tasarım koleksiyonu 1762 yılında basıldı ve bu sanat formu, aristokrat çevrelerde modaya uygun bir uğraş oldu. On dokuzuncu yüzyılda dekupaj, kukla şovlarında görülen, hareket eden minyatür resimlerde kullanıldı. Amerika’da 1960’larda yeniden canlandırılarak, kutuların, koltukların ve lamba siperlerinin süslemesinde kullanıldı.

DENGE (Balance) : Dengenin sanatta nasıl kullanıldığı "tahtaravalli"yi modeli ile kolayca anlayabilirsiniz. Aynı kilodaki iki kişi "simetrik" olarak oturduklarında oluşan denge, farklı kilolardaki kişilerle de "asimetrik" oturmalarla sağlanabilir; bu ikinci hal "dinamik denge" olarak da nitelendirilebilir.

DER BLAUE REITER : Almanya’nın Münih kentinde, 1911 yılında kurulan yenilikçi Ekspresyonist santa akımının takipçisi niteliğindeki sanatçı akımıdır. Der Blaue Reiter adını (Mavi Binici), grubun kurucu üyelerinden biri olan Vassily Kandinsky’nin (1866-1944) eserinden almaktadır. Grup üyeleri arasında Franz Marc (1880-1916), Paul Klee (aşağıda) ve Auguste Macke (1887-1914) vardır. Sanatçıların farklı tarzları vardı ve birbirlerine çok bağlı değillerdi; ama resimlerindeki ruhsal farkındalığı ve mistik değerleri göstermek için bir tutkuyla birleştiler. Der Blaue Reiter sergileri Almanya’da 1911 ve 1912 yıllarında açıldı. Bu sergilere Ekspresyonistlerin yanı sıra Pablo Picasso (1881-1973) ve Georges Braque (1881-1963) gibi Kübist ressamlar da katıldı. Der Blaue Reiter, I. Dünya Savaşı’nın başlangıcında dağıldı.

DERECELENDİRME (Gradation) : Tonlarla, taramalarla vb. ile dereceli etkilerin yaratılması.

DERİNLİK (Depth) : Resimde oluşturulan planlar ile elde edilen derinlik duygusu veya yanılsaması.

DETRAMP : Kuru sıva üzerine zamklı boya ile yapılan duvar resmi.

DEVİNİM (Movement) : Resim sanatında resim düzlemi üzerinde yer alan betilerin yoğunlaşıp seyrelmesinden ve pozlarından kaynaklanan durağan dengenin bilinçli biçimde bozulması etkisi.

DIS : Eğer bir kağıt, kabartılara ya da kaba grenli bir yüzeye sahipse dişleri var olarak tanımlanır. Bu tür kağıtlar özellikle pastel ve kömür çalışmalarına uygundur, çünkü dişli doku boyayı kağıdın üstüne ufalar. Bu kağıtlar çoğu kez sanatsal amaçlar için tercih edilirler. Kabartılar pastel ya da kömür izlerinin ve sulu boya katmanlarının arasından görünecek ve ilginç bir alt doku oluşturacaktır. Kağıttaki diş çok ya da az belirgin olabilir. Her ressam farklı dokularda kağıt tercih edebilir.

DIŞ SINIR (Contour) : Bir biçim (shape)in veya hacim (form)in dış çizgisi veya en dış kenarı ('siluet'i).

DIŞAVURUMCULUK (Ekspresyonizm) : 20. yüzyılın ilk yıllarında, izlenimciliğe tepki olarak doğan bir Sanat akımıdır. Romantizmin bir başka şekli olan anlatımcılık, dış dünyanın İnsan üzerindeki etkisini belirtmeyi bir yana bırakır, gerçekçi görüşün yerine, sanatçının kendine özgü görüşü üzerinde durur.1900-1935 yılları arasında gelişen akım doğayı ve toplumu nesnel bir bakış açısıyla betimlemeye karşı çıkarak, öznel ya da içsel gerçeğin yansıtılmasını savunmuştur. Özellikle Almanya'da sanat dallarının hepsinde etkili olan akım hem sanatta, hem de toplumda kabul edilmiş biçim ve geleneklere bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Ekspresyonistler ordu, okul, ataerkil aile ve imparatorluk gibi kurumların yerleşik otoritesine karşı çıkarak, toplum dışına itilmiş yoksulların, ezilmişlerin, akıl hastalarının, sokak kadınlarının ve eziyet edilen gençlerin yanında yer almışlardır.Akım, özellikle yaratıcı, yetenekli sanatçılara yeni bir düzenin ve yeni bir insanın yaratılmasında öncülük yapma gibi ince bir görev yüklemiştir. Eski dönemlere ait sanat ürünlerinde, nahif ve ilkel sanatta ve çocuk resimlerinde ilk belirtileri görülen, dışavurumculuk; en yetkin ve güçlü anlatıma görsel sanatlarda kavuşmuştur. Çizgi ve renk doğadan bağımsız kılınarak duygusal tepkileri yansıtmak amacıyla olabildiğince özgür bir biçimde kullanılmıştır. Kalın boya hamuru, yoğun renk, karşıt değerler ve biçimleri bozma (deformasyon) dışavurumculuğun en tipik özellikleridir.Vincent van Gogh'un resimle birlikte duygularını da anlatması nedeniyle bu hareketin öncüsü kabul edilir. Yeni- Dışavurumculuk : 1970’lerin sonunda ortaya çıkan ve kısmen “Minimalizm, Kavramsal Sanat ve Uluslararası Üslup”tan yaygın hoşnutsuzluğun sonucu olan “Postmodernizm” in birçok kolundan biriydi. “Ölü” sanat denen resmi benimsemekte olan yeni-dışavurumcular, bu hareketin saf soyutlamayı tercih etmelerinin yanı sıra, soğuk ve akli bir yaklaşıma sahip olmalarını hiçe sayıyorlar ve gözden düşürülmüş olan her şeyi (figürasyon, objektiflik, duyguların belli edilmesi, otobiyografi, hafıza psikoloji, sembolizm, cinsellik, edebiyat ve anlatı) göstere göstere öne çıkarıyorlardı.1980’lerin başlarında bu terim, Almanya’da Georg Baselitz (1938 - ), Jörg Immendorf (1945 - 2007), Anselm Kiefer (1945 - ), A. R. Penck (1939 - ), Sigmar Polke (1941 - ) ve Gerhard Richter (1932 - ) benzeri sanatçıların yeni resimlerini tanımlamak için kullanılıyor, ayrıca Marküd Lüpertz (1941 - ) gibi ”çirkin gerçekçiler” denen sanatçılara, Rainer Fetting (1949 - ) gibi Neue Widden (Yeni Vahşiler) grubu sanatçılarına uygun görünüyordu. Soyut Ekspresyonizm : birbirleriyle karşılıklı ilişkileri olan kimselerdi. Bunlardan biri olan Tobey, Amerika'nın batı kıyılarındaki Seattle'da yaşamış ve yapıtlarını bu kentte vermişti; ancak onun tüm çalışmaları New York'ta da biliniyordu.Söz konusu öncülerin diğerleri New York'luydu. Bunların hiçbiri genç değildi; Soyut Ekspresyonizm'in en önemli yılı olan 1948'de ortalama yaşları kırkın üzerindeydi:
Tobey 58, Rothko 45, de Kooning ve Still 44, Gorky ve Newman 43 (Gorky aynı yıl intihar etti), Kline 38, Pollock ve Motherwell 35 yaşındaydılar. Gorky, de Kooning ve Rothko birer göçmendi; de Kooning ülkeye öğrenim görmüş bir ressam olarak, yirmi yaşlarındayken gelmişti. Diğer ikisi ise daha küçük yaşta Amerika'ya göç etmişlerdi. Amerika'nın yerlileri olanlardan Tobey ve Motherwell, kozmopolit kimselerdi. Motherwell, Fransız şiirini ve estetiğini çok iyi bilen bir sanatçıydı. Önceleri Bahâî mezhebine mensup olan Tobey, 1920'ler ve 1930'larda bir süre Avrupa'da yaşamış, Çin'e ve Japonya'ya da giderek, Uzakdoğudaki bir Zen manastırında bir ay kalmıştır.

DİMETRİ (Dimetry) : Aksonometrik perspektifin bir türü. Üzerinde çizimi yapılacak nesnenin en, boy ve yükseklik ölçülerinin alındığı eksenler, dimetride birbirleriyle izometridekinin aksine eşit açılar yapmazlar. Dolayısıyla, nesnenin iki boyutunun ölçüleri aynı oranda küçültülerek çizilirken, üçüncü boyutu bunlardan farklı oranda küçültülür.

DOĞALCILIK : her şeyin olduğu gibi betimlenmesi biçiminde ortaya çıktı. Gerçekte ilk Doğalcı yapıtları, Eski Yunanistan'da, klasik dönem sanatçıları ver¬diler. Rönesans döneminde, bu tutum yeni¬den canlandırıldı. Rönesans sanatçıları, yapıt¬larının ancak, güzel nesneleri ya da modelleri betimlediklerinde güzel olacağına inanıyor¬lardı. Doğalcı terimi ilk kez 17. yüzyılda kullanıldı. Bu yüzyılda yaşayan Doğalcı res¬samlar doğayı, güzelliği ve çirkinliğiyle oldu¬ğu gibi yansıtmakta birleşiyorlardı.1830'larda, doğanın tüm yönleriyle, olduğu gibi betimlenmesi gerektiğini savunan İngiliz John Constable, Fransa'daki Barbizon Okulu üzerinde etkili oldu. Barbizon ressamları, yeni Avrupa Doğalcılık'ınıri manzara resmindeki temsilcileriydi. Bu yıllarda Jean-Baptiste Camille Corot ve İzlenimci dönemleri önce¬sinde Alfred Sisley, Camille Pissarro ve Claude Monet de Doğalcı yapıtlar verdiler. 19. yüzyılın sonuna doğru Doğalcılık Almanya'ya sıçradı. ABD'de ise 19. yüzyılda, Gerçekçilik ve Doğalcılık iç içe gelişti.Doğalcılık, kısa ömürlü bir akım olmakla birlikte Gerçekçilik'in zenginleşmesini, yeni konuların bulunmasını, biçime öncelik tanı¬mayan ve yaşama yakın olan bir anlatımın ge¬lişmesini sağladı.

DOKU (Texture) : Bir sanat yapıtının yüzeyinin görünümü ve/veya hissedilmesi, ki düz ve/veya parlaktan kaba ve/veya mata kadar çeşitlenebilir.

DÜZLEM (Plane) : MEKAN'ın iki boyutlu, düşey ya da yatay bir uzantısı. Mimari kompozisyonlarda somut değeri olsa da, RESİM'de mekan ve hareket yanılsamasının ön koşuludur. HEYKEL'de ise çok yalın geometrik biçimler dışında düzlem çokça ilgilenilen bir öğe değildir. Resimde tuvalin yüzeyi resimdeki mekanın en yakın boyutu olarak hissedilmekle birlikte, bu yüzeyin alt bölümü izleyiciye en yakın, en üstüyse en uzak mekanı içeren bir yer düzlemi olarak da yanılsanır. DERİNLİK yanılsamasını amaçlayam KOMPOZİSYON'larda ön plan, orta plan, arka plan anlatımları bunları algılatan farklı derinlik düzlemlerinin vurgulanmasıyla oluşturulur.

E
EĞİLİM: Estetik ve sanatsal ilkelerin bütünlüğü.

EKLEKTİSİZM (Eclecticism) : Farklı sanatsal dizgelerden alınan öğelerin yeni bir dizge içinde yeniden kullanılması eylemi. Sanatta farklı çağ ve üsluplardan seçilip devşirilen öğelerin yeni bir tasarım ya da ürün oluşturmak için ele alınması olgusunu ifade eder. Bu durum 19. yüzyılda çok yaygın biçimde görülür. Bununla birlikte, eklektisizm bir üslup değil, bir davranış biçimi olarak değerlendirilmelidir. Ancak, farklı eklektisist üsluplardan söz edilebilir. Bu üslupların hepsinde davranış biçimi ortak olduğu halde, biçim malzemesinin devşirildiği çağ ya da üslup ve bunların yeniden düzgeleştirilişi farklıdır.

EKOL : Benzer eğilimde çalışanlara verilen isim

EKORŞE (Ekorche) : İnsan ya da hayvan figürünü, kas yapısını göstermek amacıyla derisi yüzülmüş olarak betimleyen anatomik çizim. 15.yy'da Batılı sanatçıların anatomiye ilgilerinin artmasıyla atölyelerde, bu türden yapma modeller kullanma geleneği yerleşmişti. Özellikle LEONARDO DA VINCI gibi birçok sanatçı böyle modellerden çizim yapmıştır. Ekorşe figür çalışmalarının en önemli örneği, George Stubbs'ın (1724-1806) Anatomy of the Horse (1766; Atın Anatomisi) adlı ASİDE YEDİRME BASKI dizisidir. Stubbs bu çalışması için yaklaşık 10 yıl boyunca hayvan kadavralarını incelemiş ve 18 ay da çizim yapmıştır. Özgün çizimleri bugün Londra Kraliyet Akademisinde bulunan bu dizi, özellikle veterinerler ve hayvan ressamları arasında gerçeğe uygunluğuyla ün yapmıştır. 20.yy'da PARIS OKULU'ndan SOUTINE, Derisi Yüzülmüş Öküz (1920, Grenoble Müzesi) adlı resminde olduğu gibi bazı yapıtlarında ekorşe figürler kullanmıştır.

EKSENSEL (Aksial) : Bir eksen doğrultusunda ya da bir eksene göre oluşturulmuş kompozisyonları nitelemek için kullanılır. Örneğin, Rönesans resimleri eksensel bir düzen gösterir.

EMPRESYONİZM (izlenimcilik), 19. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkmış ve bütün sanat dallarını etkilemiştir bir akımdır. Özellikle doğadaki dış unsurların kişinin kendi içerisinde birtakım izlenim, duygusal iz bırakmasını savunan sanat ve edebiyat akımıdır. Bu akım içerisinde yer alan sanatçılar, doğayı, çevreyi olduğu gibi değil, dış unsurların görünüşünü değiştirmeden, kendi izlenimleri yardımıyla olmasını tasarladıkları bir biçimde yansıtmaya çalışmışlardır.
Resimde izlenimcilik, özellikle ışık ve renkten kaynaklanan görsel izlenimlerin tanımlanmasına adanmış olduğu söylenebilir. Bu akımı takip edenler tarafından, resmedilen nesne veya olaydan çok günün belirli bir zamanı, belirli bir ışıkta sanatçı üzerindeki izlenimlere önem verildi. Akımın öncüleri Claude Monet ve Camille Pissarro olarak kabul edilir.Onlara göre sanatçı doğrudan doğruya, gerçeği değil de gördüklerinin kendisinde uyandırdığı duygu ve düşünceleri esas almalıdır. Varlığın gerçekçiliği ve nesnelliği ikinci plana atılarak, kişisel yorum ön plana çıkarılmıştır.İzlenimcilikte, yorumlar ve izlenimler, sanatçıdan sanatçıya değişeceği ve her sanatçı, eserinde kendinde oluşan duyguyu ve izlenimi anlatacağı için, meydana getirilen edebî eser, yazarın veya şairin kişiliğine dair izler taşıyacaktır.
Bu akım Sembolizmin bir aşaması olarak kabul edilebilir. Zira temsilcileri arasında sembolizmin önemli temsilcileri de yer almış ve bu akımın etkilerini taşıyan eserler vermişlerdir.İzlenimciliğin Özellikleri
• Akımın en önemli özelliği bir izlenimin uyardığı duyguların duyulduğu gibi yansıtılmasıdır.
• Anlam kapalıdır.
• Bu akımın yazarı, doğrudan doğruya gördüğü gerçeği değil de, gördüklerinin ve izlediklerinin kendisi üzerinde bıraktığı izlenimi ve duyumu esas alır.
• Daha çok edebiyatta ve resimde gelişmiştir.
• Dış aleme, ondaki varlıklara ve nesnelere karşı ilgisizdirler.
• Edebiyatta, resimde, müzikte okuyucunun, seyircinin, dinleyicinin eserle karşı karşıya gelir gelmez edineceği izlenim bu akımın tatlı, yumuşak, kucaklayıcı, canlı teması olmuştur.
• Empresyonist sanatçının anlattığı dış dünya değil, dış dünyadaki varlıkların hayâle bürünmüş izlenimleridir.
• Empresyonistler, etkici ve duygucudurlar. Zaten empresyon, etki - duygu anlamındadır.
• Empresyonizm, esas olarak ve her şeyden önce özgürlüğün simgesidir, sembolüdür.
• Hayale ve soyut betimlemelere yer verilmiştir.
• Her şey sanatçının duyumuna bağlı olarak anlatılır.
• Objenin kişi üzerindeki izlenimleri önemli olduğu için realizmin karşıtıdır.
• Sanatçılar eserlerinde kendi iç dünyalarını dile getirmişlerdir.

Temsilcileri Auguste Renoir,Claude Monet,Van Gogh,Toulouse Leatrec, Sisley,Cezanne,Camille Pissarro,Müzikte Temsilcileri,M.Ravel,C.Debussy,J.A.Carpenter,O.Respighi , C.T.Griffes,I.Albéniz,P.Dukas,Edebiyatta Temsilcileri Rilke,Arthur Rimbauld,James Jayce,Türk Edebiyatındaki temsilcileri:Ahmet Haşim,Cenap Şahabettin,

ESTETİZM : Sanatları ve şiiri ilkel biçimlerine götürmek amacını güden anglosakson kaynaklı sanat ve edebiyat çığırı.ingiltere'de 1855'e doğru ressam Millais, Hunt ve Rossetti tarafından İngiliz sanatını Raffaello öncülerinin arılığına ulaştırmak isteyen ve tabiatı titizlikle taklide dayanan kampanya

ETNOGRAFYA (Ethnography) : Toplumların kültürlerini inceleyen bilim dalı. Çoğunlukla ilkel toplulukları ve halk kültürünü ele alır.

EX LIBRIS (Ex libris) : Bir kitabın başlık sayfasında yer alan ve sahibinin kim olduğunu gösteren özel simge ya da damga.

F
FİGÜRATİF SANAT (Figürative Art) : Resim ve heykel sanatlarında, yalnızca gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanan sanat anlayışı. Soyut yada nonfigüratif sanata karşıt bir yönelimdir.

FANTASTİK SANAT : Olağan düşünce süreçleri ile denetlenemeyen, farkında oluş durumu arasındaki yerde bulunan bilinçlilik biçimini belirten ruhbilim terimi. Zihin, nesnel gerçekliğin ayıplamalarından kurtulur ve fantezi (ya da düzlem) genellikle az ya da çok nitelenir, kaygıların ve anıların kılavuzluğunda olmakla birlikte, özgür bir biçimde gezinme durumuna koyverilir. Bu gibi farklılaşmaların, gelişmesi zaman alır. Nitekim çocuklarda fantezi ile öbür düşünce biçimlerini birbirinden ayırmak çoğunlukla güçtür. Fantezi, aynı zamanda, normal büyümenin bir parçası olan oyun etkinliklerinde de kendini gösterir. Genel olarak bir isteğin karşılanması niteliğini taşıyan düş kurma biçiminde tanınır. Düş bazı uzmanlar tarafından "fantezi" sayılmakla birlikte, farklı bir fizyolojik durumda ortaya çıkan ayrı bir olgudur. Fantezi etkiliği, çoğunlukla yaratıcı düşünme sırasında da yer alır ve gelecekteki olayların provasını yapmaya yarar; ama aşırı fanteziler, uyumsuz kişilik belirtisi sayılır.Gelecekte yapılması istenen, arzu ve düşüncelerin birbirini takip eden halkalar halinde tasarı formuna sokulması da denilir. Gerçekleşmesi kesin ya da şart değildir, yalnız olma olasılığı mutlak vardır.-Sınır ve kural tanımayan imgelem; tasarlama, yaratma yetisi; düşlem.-Belli kuralların dışına çıkan hayal gücüne sınırsız özgürlük tanıyan yapıt.

FANTEZİ SANAT : Airbrush sanatçılarının gözdesi olan ve parlak, ışıklı renklerle düşsel dünyaları irdelemesiyle dikkati çeken, popüler bir 20. yüzyıl sanat akımıdır. Fantezi sanat, çoğunlukla mitolojiden ve bilim kurgudan türetilmiş tasvirlerle kendini gösterir. Fantezi sanatın kökleri Antik Çağlara kadar izlenebilir. Aslında, her çağda sanatçılar yaşamlarının ruhani, sembolik ve yapmacık yönlerini betimlemeyi denemiştir. Fantezi sanatın ilk biçimlerine dünyanın dört bir yanında resimlerde, heykellerde, dokumalarda ve seramik tasarımlarında rastlanır. Daha yakın zamanlarda, fantezi sanat fabl, efsane ve dini öykü kitaplarının resimlendirilmesinde kullanılmıştır. Lewis Carroll’un Alice Harikalar Diyarında adlı yapıtı için John Tenniel'in hazırladığı çizimler bunlara örnek verilebilir. Birçok fantezi öykü yazarı kendi çalışmalarını resimlemiştir; örneğin, J.R.R. Tolkien'in Hobitt ve Maurice Sendak'ın Where the Wild Things Are adlı çalışmaları gibi. 1970'lerde fantezi sanat Roger Dean gibi sanatçılar tarafından Progressive Rock albümlerinin kapaklarında kullanılmıştır.

FLAMAN OKULU : Kuzey Avrupa’da 1400’ler ile 1600’ler arasında, yağlı boya resim yapımında uzmanlaşmış aktif sanatçı grubudur. Ünlü figürleri arasında Jan van Eyck (ölüm 1441), Pieter Bruegel the Elder (takriben 1525-69), Peter Paul Rubens (1577-1640), Rogier van der Weyden (takr. 1400-64) ve Hieronymus Bosch (takr. 1450-1516) vardır. Flaman sanatı genellikle, van Eyck’in aşağıda görülen Margaret van Eyck’in Portresi’nde (1439) olduğu gibi belirgin renkleri, zengin dokusu ve güçlü tinselliği sayesinde ayırt edilir.

FORMAT : Bir sanat eserinin şekil, ölçü ve oranıdır. Çizim ve boyamada iki standart dikdörtgen format, peyzaj ve portre olarak bilinir. Peyzaj resimde yatay uzunluk dikey uzunluktan fazladır. Portre de ise bunun tam tersidir.

FOVİZM (Fauvism) : 1898-1908 yılları arasında Henri Matisse tarafından Fransa'da geliştirilen bir sanat akımıdır. En önemli özelliği, tüpten çıkmış gibi çiğ ve bağıran renklerin doğrudan kullanımıdır. Matisse, Derain ve Vlaminck'in Paris'te açtıkları bir sergide ilk kez duyulmuştur. 1905 yılında gercekleşen bu sergi modern resme birçok katkıda bulunmuştur. Sergiye gelenler daha önce hiç karşılaşmadıkları bir anlatımla karşılaşmışlardır. Tuval üzerine sürülmüş dogrudan renkler, bozuk perspektif gelenleri şaşırtmıştır. Sergide bulunan bir eleştirmen bu gruba fauve (vahşi hayvan) adını takmıştır. Akım adını buradan alır.

FRESK : “Fresco” sözcüğü “taze” kelimesinin italyan dilindeki karşılığıdır ve hem geleneksel duvar resmini hem de bu resmin tekniğini ifade etmek için kullanılır. Fresco (ya da bilinen diğer ismiyle "buon fresco") yeni sıvanmış bir duvar yüzeyine, duvar henüz ıslakken yapılır. Bunun bir sonucu olarak boya pigmentleri duvarın yüzey dokusuyla birleşir ve resimler uzun süre bozulmadan dayanır. Bununla birlikte fresco sadece iç duvarlar için uygun bir tekniktir, zira dış duvarlara uygulandığında resim hava koşulları ve kirlenme sonucu deforme olur.Fresk eski uygarlıklarca da kullanılan bir teknik olmuşsa da en önemli parçaları Rönesans dönemi İtalya’sında yaratılmıştır. Bu sanatın en ünlü örnekleri, Giotto’nun 14. yüzyılın ilk on yıllık döneminde yaptığı Arena Şapeli’ndeki Padua isimli çalışması ve Michelangelo’nun 508 ve 1512 yılları arasında yapmış olduğu Roma Vatikan’daki Sistine Şapeli’nin muhteşem tavan resimleridir.

FROTAJ : OTOMATİZM doğrultusunda çalışan Gerçeküstücü sanatçıların uyguladığı "sürtme" tekniği. ERNST tarafından geliştirilen bu teknikte ahşap, taş ya da dokuma gibi dokulu bir yüzey üstüne yerleştirilen kağıda siyah ya da renkli bir malzeme sürtülerek dokunun kağıda geçmesi sağlanır. Böyle elde edilen rastlantısal desenler resimsel tasarımın temelini oluşturur. Türkçe'de "sürtme" ya da "ovalama" terimleriyle de karşılanır.

FÜTURİST RESİM : Bu sanatçılar Neo-Empresyonistlerin bölme tekniğini saydamlıkla canlılık elde etme amacı için kullandılar, fakat biçimi bölmeyi ve parçalamayı öğreninceye kadar yaptıklarında kendilerine güven duyamadılar. 1911 yılının Ekim’inde bu sanatçılardan bazıları -Boccioni, Carra ve Russolo- Milano'dan Paris'e giderek, yeni sanatın gelişmesini, özellikle de İtalyan dergilerinden tanıdıkları Kübizmi yerinde incelediler.Ertesi yılın Şubatında Paris'te ilk büyük sergilerini açtılar. Bu sergi Mart'ta Londra'da, Nisan ve Mayıs'ta Berlin'in Der Sturm Galerisinde, Mayıs ve Haziran'da da Brüksel'de açıldı. Aynı sanatçıların 24 tablosundan oluşan ve bir Alman bankerinin satın aldığı bir sergi de Münih, Viyana gibi orta Avrupa şehirlerini dolaştıktan sonra 1913 yılında Chicago'da açıldı. Serginin geri kalan tablolarıyla yeni yapıtlardan oluşan başka bir sergi de Amsterdam, Rotterdam, Lahey ve Münih'i dolaştı. Bu sergiler, Fütürist bildiriler ve konferanslar eşliğinde daha da uzaklara ulaştı (örneğin Marinetti 1914'te St Petersburg'da ve Moskova'da konferanslar verdi). Böylece Fütürizmin ünü hızla bütün Batı dünyasına yayıldı. Kübizmin bir kolu gibi görülen Fütürizm kuşkusuz Kübizmin "daha iyi tanınmasını sağladığı gibi. Kübizmin ne olduğu ko¬nusunda da bazı karışıklıklara yol açtı.Fütürizm görsel sanatlarla edebiyat ve öbür sanatlar arasında ilişkiler kurmakla kalmadı, siyaset ve toplum konusunda da birtakım aşırı görüşleri dile getirdi. Bu sanatçılar İtalya'da kabare gösterilerine ve aşırı söylevlere yer veren geceler düzenlediler. Önemli şehirlerdeki tiyatrolarda ve kapalı salonlarda yapıtlarını sergiledikleri gibi, bildiriler de okudular. Marinetti ve öbür Fütürist şairler, şiirlerini okurken dinleyicilere aşırı sözlerle saldırdılar. Gelenekçi besteciler, gürültü makinelerinin çıkardığı seslerden oluşan yeni bir müzik türüyle dinleyicileri irkiltmeyi denediler. Bütün bu davranışlarla birlikte atılan siyasal sloganlar, gösterinin gürültülü olaylarla sonuçlanmasını kaçınılmaz hale getiriyordu.Öğretmek ve inandırmak genellikle sanatın işlevleri arasında sayılmıştır, öyle zamanlar da olmuştur ki, sanatın propagandacı niteliği özellikle ağırlık kazanmıştır. Fransız Devrimi sırasında cumhuriyetçi görüşleri yaymaya çalışan sanat, Napoleon zamanında mutlakiyet ve imparatorluk düşüncesini yüceltmiştir. On dokuzuncu yüzyılda, özellikle Fransa'da, bazı sanatçılar sanatlarını sosyalist ve anarşist akımları desteklemek için kullanmışlardır. Fakat Fütürist sanat, çok daha hızlı ve dolaysız siyasal bir işlev yüklenmekle kalmamış, yeni bir sanatçı türünün ortaya çıkmasını da sağlamıştır. Daha çok bir sahne oyuncusunu andıran bu yeni sanatçının kişisel görünüşü atölyede yaptıklarından daha çarpıcıdır.Aslında, Fütüristlerin sanatı değişik ve deneyci nitelikteydi. Bu sanatçıların düşüncelerini ve heyecanlarını yapıtlarına yansıtma konusunda üzerinde anlaştıkları bir yöntemleri yoktu. Üstelik, abartılmış görüşlerine denk düşen bir sanat ortaya koydukları da pek söylenemez. Ama girişimleri geçerliydi ve elde ettikleri sonuçlar, dile getirdikleri tutkuların boyutlarına hiçbir zaman ulaşmasa bile. çok çarpıcıydı. Boccioni, grubun kuşkusuz en parlak sanatçısı olduğu gibi. önde gelen sanat kuramcısıydı. Onun Ruh Durumları: Uğurlamalar (1911) adlı üçlü panosu, bir tren istasyonunda vedalaşan insanların duygularını konu alan ve bu insanların kimini trenle uzaklaşırken, kimini de evlerine dönerken gösteren önemli bir yapıttır. Rönesans mihrap süslemesi olarak yaygınlık kazanan üçlü pano biçimi burada dramatik, hatta operavari bir senaryo havasına sahiptir. Kesin, gözle görünebilir ayrıntılarla birtakım genel duyguların anlayabileceğimiz ölçüde ayrıntılı ve duygusal katılımımızı sağlayacak kadar açık bir görüntüye dönüşmesi gerekiyordu. Resmin kahramanı Victoria dönemi teknolojisinin önemli buluşlarından buharlı lokomotiftir. Lokomotifin biçimi, Kübist üsluba uygun olarak resmin yüzeyine dağılmıştır, hemen göze çarpan numarası ise Picasso ile Braque'ın tablolarındaki harfleri ve sayıları anımsatmaktadır. Çizgiler ve lokomotifin sağındaki bazı gölgeler vagonları, solundaki çizgiler ise elektrik direklerini belirler ve bir manzara izlenimi yaratır. Yumuşak fırça darbeleriyle çizilen burgaç gibi çizgiler, hem makinenin altından çıkan buharları, hem de birbirine sarılan çiftlerin duygularını, onların sanki bir düşteymiş gibi savruluşlarını betimler, Ne oldukları kolayca çözülemeyen figürler de Kübizmi çağrıştırmakla birlikte, Boccioni'nin köşeli değil, kıvrık, deniz kabuklarını andıran biçimler kullandığı dikkatimizi çeker. Bütünüyle bu tablo ele aldığı yaşantılar kadar karmaşıktır. Kullandığı anlatım yolları, anlamlı ipuçları olabilecek şematik çizgilerden doğal gö¬rünümlerin soyutlanmasına ve sayıların olduğu gibi resmedilmesine kadar uzanan bir zenginliktedir.Fütürist açıklamalardan beklediğimiz çarpıcı modernizme gelince, Boccioni bu konuda bizi hayal kırıklığına uğratmadığı gibi, beklentimizi de aşar. Marinetti'nin kuruluş bildirisinde yarış arabaları, vapurlar, uçaklar ve köprülerle birlikte sözü edilen lokomotif, burada makine gücünün bir simgesidir. Ruh Durumları: Gidenlerde kompartımanlarında oturan yolcularla trenin penceresinden görünüp kaybolan şehir manzaraları birbirine karışmış gibidir. Ruh Durumları: Kalanlar'da. ise gene boş yuvarlak biçimlerle canlandırılan figürler, perdeyi andıran bir çizgi ormanından geçerek, hiçbir şey betimlemeden bir hüzün duygusu verirler. Kalanlarda bu hüzün havası ağır basar, Gidenlerde hız öğesi; Uğurlamalar'da ise hüzün havası ile mekanik enerji bir aradadır. Üçlü panonun tümü bildirilerdeki saldırgan sözlerin çağrıştırdığından çok daha ince ve insanca bir yaşantıyı ortaya koymaktadır.

G
GEÇİŞ : Yan yana gelen BİÇİM'lerin farklı nitelikleri arasında uyum ve algı sürekliliğini sağlayan geçiş ya da uyarlama için kullanılan terim; özellikle klasik KOMPOZİSYON'larda bütünlüğü bozmamak için önemlidir.

GERÇEKÇİ RESİM : Doğadaki şeyleri etkilenmeden hayali kılmadan göründüğü gibi resmetmek suretiyle yapılan resim.

GLAZE : Boyanın ince ve saydam bir şekilde kurumuş boya tabakalarına veya zemine sürülerek boyanın daha iyi karışımını ve ince gölge geçişlerini sağlayan teknik.

GRAVÜR : Çizimlerin ve baskı tekniğiyle çoğaltılan eserlerin ortak adı.

GOTİK : kendine has özelliği olan bir sanat anlayışı ve yazı şekli. Gotik yazılar ilk baskı denemelerinde denenmiş çoğunlukla Almanlar tarafından kullanılan bir yazı stilidir. Gotik sanatı 12. yüzyılın ikinci yarısında Romanik sanatının değişmesiyle, Latin sanatına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Mimaride ilk çıkış yeri Fransa diyenler varsa da Avrupa'nın çok yerinde aynı zamanda rastlanmış ve bütün Hıristiyan batı dünyasına yayılmıştır. Her ülke Gotik sanatında zevkine uygun değişiklikler yapmıştır. Avrupa'nın sanat merkezi kabul edilen İtalya'da ise pek tesiri görülmemiştir. İngiltere'de sütunları çoğaltan ve kubbenin altında onları yelpaze gibi açan bir dikey üslüba bağlıdır. İspanya'da Gotik sanatının Arap motifleriyle birleşmesinden meydana gelen müdeccer (mudejar) üslubu doğmuştur. Gotik sanatı Avrupa'nın kuzeyinde 16. yüzyılın başlangıcına kadar sürmüştür.Gotik sanatının mimarları, ağırlığın itme kuvvetini ve yönünü tesbit ederek, baskıyı kemerlere ve fil ayaklarına aktardılar. Böylece yapının tamamı dengeye faydalı olan elemanlara bağlandı. Ağırlığa tamamiyle hakim olan Gotik mimarisinde yapılar, sanki yükselerek uçuyormuş gibi bir his verir.Gotik tarzının önemli özelliği sivriliktir. Roma mimarisindeki yaygın kubbeler yerine, dilimli kubbeler, yuvarlak kemerler yerine, sivri ve birbirini kesen kemerler kullanılmıştır. Dini yapılarda aranan diğer bir husus ise büyüklük ve yücelik hissinin uyandırılmasıdır. Pencerelerin bol olması, pencere camlarının renkli olması, çatılardaki okumsu kuleler dikkati çeken diğer özelliklerdir.Gotik tarzı, yalnız mimarlıkta tesirli olmayıp; süs ve gündelik eşya resim ve yazıda heykelcilikte de etkili olmuştur. Gotik mimarlık ise daha ziyade katedral, kilise, manastır gibi dini yapılarda tesirini göstermiştir.Gotik mimarisinin başlıca eseri katedraldir. 13. yüzyılda toplum adeta bütün heyecanını ve zenginliğini katedral yapmaya ve süslemeye harcamıştır. Paris'te Notre Dame ve Amiens bunlardandır.

GÖLGE-IŞIK IŞIK DÜZENİ ya da DAĞILIMI (Light and Shade Effect) : Yalnızca batı resim sanatına özgü bir kavram olan "gölge-ışık düzeni", sanatsal gerçekliğin yeniden üretilmesi için gerekli olan bir yanılsama tekniğidir. Resimsel yapıtın içerdiği tüm betiler, bu teknik sayesinde bir kısmı gölgeli, diğer kesimleri ise aydınlıkmış izlenimi verecek biçimde betimlenirler. Böylelikle, bir yüzey sanatı olan resmin üç boyutlu nesneleri ifade etmekteki yetersizliği bir ölçüde giderilmek istenmiştir. Gölge-ışık düzeni Batı sanatının çeşitli dönemlerinde farklı bir tutumla gerçekleştirilmiştir. Örneğin, Rönesans resimlerinde betiler tek ve noktasal bir ışık kaynağından aydınlatılmış nitelikte betimledikleri halde, Barok'ta hemen hemen her beti ayrı ışık kaynaklarından aydınlanmış gibi resmedilmiştir. İzlenimci resmin ortaya çıkışı sonrasında gölge-ışık düzeni bütünüyle kullanım alanından çekilir ve Modern Sanat'ta hiç görülmez. Son yıllar Yeni Gerçekçilik gibibazı figüratif akımlar bu tekniği yeniden gündeme getirmeyi denemektedirler.

H
HACİM (FORM) : Heykel gibi, mekanda yer işgal eden bir kütleye veya hacime dairdir. Bu yanılsamayı sağlayabilmek için sanatçılar modle etme (modelling) veya tarama(hatching) gibi teknikler kullanırlar.

HAREKET (MOVEMENT, DYNAMISM) : Enerjisi veya gücü var gibi görünen , resimlerin devinim halinde olduğu izlenimi veren yanları. Bu devinim aslında gerçekte yoktur; ancak öznelerin akla getirdiği gayretkeş eylemlerin yarattığı yanılsamadır.

HAVA PERSPEKTİFİ : "Atmosferik Perspektif" olarak da bilinir. Resim sanatında fon farklılıklarıyla yaratılan derinlik YANILSAMA'sı. Uzaktaki nesnelerin havanın etkisiyle daha açık tonla algılanması temeli üzerine kurulmuştur. Atmosferdeki nem, toz parçacıkları ve benzeri maddeler, ışığın saçılmasına neden olur. Bu saçılmanın derecesiyse renge, yani ışığın dalga boyuna bağlıdır. Kısa dalga boyuna sahip olan mavi en fazla saçılım yarattığından, renklerin uzaklaştıkça maviye çaldığı görülür. Uzun dalga boyuna sahip olan kırmızıysa en az saçılıma olanak tanıdığından, uzaktaki parlak nesnelerde mavinin azalmasına ve renklerin kırmızıya çalmasına neden olur.Bir terim olarak ilk kez LEONARDO da VİNCİ tarafından kullanılmakla birlikte hava perspektifi Antik Çağ'dan beri bilinmektedir. ROMA döneminde Pompei'deki duvar resimlerinde kullanılmış, 8.yy'daysa ÇİN resimlerinde görülmüş ve en yetkin düzeyine Song dönemi manzara resimleriyle ulaşmıştır. Bütün Ortaçağ boyunca unutulan bu teknik, 15. yy'da Flaman ressamlarınca yağlıboya resimle birlikte yeniden kullanılmaya başlanmıştır. 16. yy'da Vinci'nin dışında bu teknikten yararlanan en önemli RÖNESANS ressamları CORREGGİO ve TIZIANO'ydu. 17. yy'da RUBENS, CLAUDE LORRAIN, Albert Cuyp ve HOBBEMA özellikle MANZARA resimlerinde hava perspektifini ustaca kullanmışlardır. Bu tekniği bütün olanaklarıyla doruk noktasına çıkaran sanatçıysa J.M.W.TURNER olmuştur. Turner' in resimlerinde sonsuza uzanan MEKAN duygusu ve buğulu atmosfer, daha sonra MONET ve İZLENİMCİLİK'in öbür temsilcileri tarafından da kullanılmıştır.

I
İDEALİZM (Idealism) : İdealizm en basit deyişle standartlaşmış biçim anlamına gelir. Sanat alanında maddesel bir nesneyi değil de, onun zihinsel kavramının tasarımını karşılayan sanat yapıtı, aslında bir idea' nın tasarımıdır. Platon' a göre idealar tek gerçekliklerdir ve sanatın gerçek işlevi de tek gerçeklikler olan bu ideal biçmlerin yansıtılmasıdır. Böylece mimesis ( öykünme, taklit) kuramı oluşur. Mimesis kuramının oranlara, klasik armoni kurallarına ve geometriye dayalı ilgisinin yüzyıllardır insan zihninde yer alması sanatçıları seçme yapmaya zorlamış ve mutlak güzellik anlayışına ulaşmak için ideal biçimler yaratılmıştır.İdeal sanatın kurucuları Yunanlı sanatçılardır. Yunan tanrı ve tanrıçalarında, Roma' da imparatorluk tasvirlerinde, Rönesans' ta genel figür anlayışı içerisinde kullanım bulan bu anlayıştan, modern dönemde de lider tasvirleri söz konusu olduğunda yararlanılmıştır.

İKONOGRAFİ (Iconography) : (1) Dinsel içerikli sanat yapıtlarında dinsel olay ya da kişi ile ilgili tipleşmiş hatta bir ölçüde standartlaşmış biçim düzenlerini veya kalıplarını inceleyen bilimsel disiplin. (2) Simgesel dil.

IŞIK - GÖLGE (Chiarascuro) : Tek renkli resimlerde ton farklılıklarıyla elde edilen aydınlık ve karanlık alanları tanımlar. Resimden önce ağaç baskıda uygulanan ışık- gölge karşıtlığı figüre heykelsi bir görünüm kazandırır. Resim alanında önce Leonardo da Vinci' nin yapıtlarında uygulanmakla birlikte, Barok dönemde yaygınlık kazanır ve Romantik dönemde de yoğun duygusal etki yaratmak amacıyla kullanılır.Çizgisel bir kompozisyonda ışık genel anlamda kullanılırken, Leonardo sonrasında ve özellikle de Barok dönemde genellikle kompozisyonun bir köşesinden geldiği düşünülen diagonal ışık kullanımı söz konusudur ve kompozisyonun ışıklı kısmı belirginlik kazanır. Böylelikle Barok resim bir tiyatro sahnesi kullanılan ışık da takip ışığı gibi algılanır. Işığın verdiği imkanlar çerçevesinde sınırlanan kontur çizgisinin eriyip arka fondaki gölgeli kısma geçmesi ışık- gölge kullanımına dayalı kompozisyonların tipik özelliğidir.

IVORY BLACK (Fildişi Karası) : Bazen kemik karası, mavi siyah ve kemik kömürü olarak da bilinen bu karbon bazlı pigment, kahverengimsi renkte ikincil bir renktir. Fildişi karası kemiğin yakılmasından (veya kömürleştirilmesinden) elde edilir, bu isim ilk kez Romalılar zamanında kullanılmıştır. Şimdi ise fildişi karası sentetik olarak karbon, kalsiyum fosfat ve kalsiyum karbonat karışımından üretilir. En çok yağlı boyalarda kullanılır ve siyah pigmentlerin en ünlüsüdür. Ivory black karasının bir alt formu Paris siyahıdır.

IKONA : Bir azizin, kutsal bir karakterin veya dinsel olarak önemli bir olayın resim, mozaik veya ahşap formlarındaki tasviridir. Yunan ve Rus ortodoksluğunu kapsayan Doğu Hıristiyan Kilisesi’nde ikonalar kendi içinde kutsal sayılır ve ayinlerin ibadet şekillerinden biridir. İkonastas adıyla bilinen, Hz. İsa ve Azizlerin hayatlarından sahnelerin resmedildiği ikonalarla kaplı olan özel mihrap paravanı, din bilgisinden yoksun cemaatin dinsel eğitiminde kullanılırdı. İkona kelimesi, ‘benzerlik’ anlamına gelen Yunanca ‘eikon’dan türetilmiştir.

INCE ÜZERINE KATMAN UYGULAMA : Yağlı boya resimlerde en iyi sonuca ulaşmak ve kalıcı bir esere sahip olmak için terebentinle veya başka maddelerle seyreltilmiş boyanın üstüne, giderek daha az seyreltilmiş yağlı boya sürme işlemidir. Kalın boyalar, oldukça yüksek oranda yağ içerdiklerinden resmin yüzeyinin daha kalıcı olmasını sağlarlar. Resim kuruduğunda boyanın çatlaması veya dökülmesi istenmiyorsa, en alt tabakaya seyreltilmiş boya sürülmeli ve yağ oranı arttırılarak boyama işlemine devam edilmelidir.

IPEK BASKI (Serigrafi) : İnce bir ağ boyunca uygulanan kuvvet sayesinde boyanın veya mürekkebin yüzeye uygulandığı renk basma yöntemidir. Poster basımı, kumaş, duvar kağıdı, mobilya, cam, plastik ve elektronik devreler üzerine desen basmak için serigrafi tekniği kullanılır. Perde, eleme kumaşı diye adlandırılan, ahşap çerçeveye gerilmiş plastik bir maddedir. İpek perdede, resmi oluşturmak için renkler ayrı ayrı kullanılır ve sanatçının boyayı kontrol edebilmesi için resmin bölümleri birbirinden ayrılmıştır. Bu işte kullanılan diğer sıvılar, lakeler ve yağlı boyalardır, ama çabuk kuruyan sıvılar, üzerinden geçme işlemi sırasında engel oluştururlar. Modern ipek perde makineleri saatte 6 bin baskı yapabilirler.
Sanatçılar, serigrafi olarak adlandırılan orijinal çalışmalar elde etmek için ipek perde kullanırlar. Bunlar ticari ipek perdelerden daha kalitelidir. MAkinelere oranla çok daha az sayıda tiraj alırlar ve tüm baskılar numaralandırılarak saklanır ve satışa sunulur.

İZOKEFALİ : Bir KOMPOZİSYON'da tüm figürlerin boy ve önem farkı gözetilmeksizin başları aynı hizzaya gelecek biçimde yerleştirilmesi. Özellikle YUNAN sanatının Klasik Dönem kabartmaları için kullanılan bu terim, RESİM ve GRAFİK SANATI'nda da geçerlidir.

J
JANR-TÜR RESMİ (Genre): 17. yy itibariyle burjuva kesiminin gündelik yaşamını gerçekçi bir biçimde betimleyen küçük boyutlu resimler için kullanılmaktadır. Tür resminin konusunu orta sınıfın ve de özellikle de köylülerin yaşamı oluşturur. 17. yy Hollanda' sının Protestan kesiminde öne çıkan bu tür resimler, boyutları itibariyle burjuva kesiminin evlerine de girebilmiştir. Karşıt görüşler bulunmakla birlikte bu resimlerde Protestan ahlakının yüceltildiği ve resimlerin herbirinin ahlaki çıkarımlar sağladığı bilinir.

JAPON SANATI : 19. yüzyılın son kırk yıllık döneminde, Avrupalı sanatçılar arasında Japon Sanatına karşı büyük bir ilgi oluşmuştur. Bu ilginin en önemli etkisi, Hiroshige(1797-1858), Hokusai(1760-1849) ve Utamaro(1753-1806) gibi sanatçıların kullandığı kalıp baskısı "ukiyo-e" olmuştur. Aslında bir budist terimi olan ukiyo-e “kayan dünyanın resimleri” anlamına gelmekte ve gündelik hayatın geçiciliğinden bahsederken bedensel hazlar, aktörler ve sumo güreşçilerinin hayatını kastetmektedir. Baskılar batının geleneksel akademik sanatına tezat oluşturacak şekilde canlı ve cesurdur. Batılı ressamlar, dramatik bir biçimde kırpılan görüntüler, kasıtlı bir şekilde yassılaştırılan mekanın yarattığı yakınlık duygusuyla ana hatlar ve siluete rağbet etmişlerdir. Ayrıca yelpaze, paravan, kimono ve porselenlerin resmedildiği dekoratif sanatlardan da etkilenmişlerdir.

K
KAÇMA NOKTASI : Perspektif görüntüsünde, paralel çizgilerin birbirine yaklaşıp ufuk çizgisinde birleşiyormuş gibi göründüğü noktadır. Örneğin yolu belirleyen iki çizgi arka plandaki dağda birleşiyor gibi görünürler.
Paralel çizgiler gerçekte hiçbir zaman birleşmezler; bu optik bir yanılsamadır. Aslında bu çizgiler resmin içinde sonsuza kadar uzanır ve uzaklaştıkça aralarındaki mesafe o kadar küçük görünmeye başlar ki, çizgileri birleşmiş gibi görürüz.
Çizimin birden çok kaçma noktası olabilir. Örneğin eğimli bir perspektiften, dikdörtgen bir figürün üç kaçma noktası olur. Şekle havadan (kuş bakışı) veya yerden bakılmasına bağlı olarak, bu kaçma noktalarından biri ufuk çizgisinin aşağısında veya yukarısında yer alacaktır.

KADRAJ : Her türlü resimsel düzenin çerçeve sınırlarının belirlenmesi işlemi. Özellikle fotoğraf sanatı ürünleri için kullanılır.

KADMIYUM KIRMIZISI : Kadmiyum seleneid ve kadmiyum sülfid’den meydana gelen, yoğun, kalıcı pigmenttir. Çeşitli tonlarda olmasına karşın, koyu, orta ve açık olmak üzere üç ana çeşidi vardır. Açık kadmiyum kırmızısı İ.Ö. sekizinci yüzyıldan beri kullanılan ve az güvenilir olan parlak kırmızıya özdeştir. Kadmiyum kırmızısı 1907’de Almanya’da tanıtıldı; parlak ve örtücü kalitesinden dolayı ressamlar arasında popüler oldu.

KAKMA : Bu terim, üzerine oyma ya da kabartmalarla desen ya da resim yapılmış yüzeyi tanımlamak için kullanılır. Bir benzeri “repoussé” diye adlandırılan ve arkasından dövülerek desen yapılan metal plakalardır.

KALIGRAFI : İnce ya da zarif el yazısı sanatıdır. Dekoratif etkisi nedeniyle ilgi görmektedir. Kaligrafik deyimi bazı çizim ve resimlerin çizgisel, akan ve ritmik niteliğini ifade etmek için de kullanılmaktadır.

KAPALI KOMPOZİSYON (Closed Composition) : Resim sanatında bir yüzey üzerinde betimlenen tüm "gerçeklik"in kompozisyonun sınırları içinde bulunması durumu. Böyle bir kompozisyonda betinin tümü resim düzlemi içinde bulunmak zorundadır; sadece bir kesiminin resmedilmesi söz konusu olamaz. Doğal gerçeklik düzleminde betimlenmesi amaçlanan tüm nesneler düzenli bir "istif" içinde bakış açısı içinde yer almazlar. Kapalı kompozisyon bunları sanatsal gerçeklik düzleminde yeniden ürettiği zaman, hepsi bakış açımız içinde bulunuyormuşçasına betimler.Kapalı kompozisyonun en belirgin örnekleriyle Rönesans sanatında karşılaşılır. Bu tür örnekler, resim düzlemi üzerinde betimlenenin dışında dışın da kalan dünyayla ilgili hiçbir ipucu vermezler. Buna karşılık, karşıt uç olan açık kompozisyonda ve onun en yoğun kullanıldığı Barok'ta, betiler doğadan alınmış bir kesitmişçesine kompoze edilir. Doğal gerçeklik kompozisyonu sınırlarının ötesinde de varlığını sürdürmektedir; resim bu izlenimi vermeyi amaçlar.

KARŞITLIK (Contrast) : Resmin diğer tüm unsurları arasındaki karşıtlıklar resmin anlatım olanaklarının en önemli unsurlarından birisidir.

KARŞI SANAT : Dadacılar'ca öne sürülen bir terim. Her tür akademikleşmiş sanata karşı olan dada akımı yandaşlarınca günün geçerli tutucu eğilimlerini eleştiri amacıyla üretilen tüm yapıtları niteler. Bu eleştirel tutum bir pisuarın sanat yapıtı olarak sergilenmesine dek varmıştır. İster eklektisist ister modern doğrultuda olsun, sanatta yaratma sorunuyla ilgilenen tüm anlayışları yadsımıştır. Karşı-sanat yandaşları için bir biçim bulma ya da oluşturma kaygısı söz konusu değildir. Onlar biçimleri veya sanatsal öğeleri, ancak, çevrelerindeki nesneler arasından seçerler; ama, kendileri bir üretime kalkışmazlar.

KISALTIM (Rakursi) : Resim sanatında tek bir figürün ya da nesnenin, derinlik duygusu verecek şekilde betimlenmesi anlamına gelen terim, derinlik dugusunu yanılsama yoluyla yaratması açısından bir perspektif türü olarak kabul edilir. Kısaltımda, betimlenen nesneye ya da figüre belli bir uzaklıktan ya da alışılmadık bir açıdan bakıldığında ortaya çıkan biçimbozmalar yumuşatılarak tuvale aktarılır. Örneğin; yatan bir figürün ayak ucundan bakıldığında, ayaklar olduğundan büyük, baş da küçük görünür. Kısaltımı kullanan sanatçı, ayakları göründüğünden küçük, başı da o oranda büyük vererek biçimbozmaları yumuşatır. Sanat tarihinde kısaltımın en iyi bilinen örneği Mantegna'nın Ölü İsa adlı kompozisyonudur.

KITSCH : Özellikle 20. yy içinde üretilmiş çeşitli nesnelerde rastlanan zevksiz, kökeni belirsiz ve estetik değer taşımayan bir tasarım anlayışını nitelemek için kullanılan bir terim. Türkçe'de yakın anlamlı olarak "rüküş" sözcüğüyle karşılanabilir. Kitsch, grafikten endüstri tasarımına ve mimarlığa kadar uzanan geniş bir alanda estetik düzey düşüklüğünü nitelemek için kullanılır. Stuttgart'ta bu tür ürünleri sergilemek için bir de müze açılmıştır.

KOBALT MAVISI : sağlam parlak bir pigment olan kobalt mavisi ressamlar arasında oldukça popülerdir. Leyden mavisi veya Thénard mavisi olarak bilinir. Baron L. J. Thénard tarafından 1802’de keşfedilmiş, yaklaşık 20 yıl sonra da ressamlara tanıtılmıştır. Kobalt mavisi başlangıçta Olimpia mavisi, Viyana mavisi veya Viyana laciverti olarak adlandırılmıştır.

KOLAJ (Collage) : Dadacılarca yaratılmış bir resim tekniği. Elde mevcut her türlü basılı, çizili ya da fotografik malzemenin bir yüzey üzerine yeni bir kompozisyon oluşturacak düzende yapıştırılmasıyla elde edilir. Böylelikle, kendileri sanatsal nitelikte olmayan çeşitli malzemeler, yalnızca yeni bir kompozisyon oluşturmak için kullanılmaları sayesinde bir sanat yapıtı meydana getirirler. Bu durumda sanatsal üretim süreci, sadece bir kompoze etme etkinliğine indirgenmiş olur.

KOMPOZİSYON (Composition) : Bir sanat yapıtında öğelerin düzenlenmesi - bir ölçüde iskelete benzetilebilir - vazgeçilemez ancak görünmez olan alt yapı...

KONSTRÜKSİYON (Costruction) : (1) Bir yapıda taşıyıcı nitelikte olan ya da olmayan bütün imalatlar. Bir inşa etme eylemi sonucunda ortaya çıkan ve bir araya gelerek yapıyı oluşturan öğeler bütünü. (2) İnşa etme etkinliği. Yapım.

KONSTRÜKTİVİZM : 1914'te Rusya'da ortaya çıkmış bir sanat akımıdır. Resim, heykel ve mimari alanlarında egemen olmuş, Sosyalist Gerçekçilik resmi tutum olarak benimsenince ortadan kalkmış, yandaşlarının bir bölümü batıya göçmüştür.
Genelde çağdaş malzameleri kullanan ve geometrik kompozisyon anlayışını benimseyen bir tutumdur. Ekim Devrimi'yle beliren Konstrüktvizm, geçmişle tüm bağlarını koparmış, endüstriyel malzeme ve teknikleri yücelten bir biçimlendirme çabası içinde olmuştur. Tatlin'in önderliğinde ilk olarak mimarlıkta ortaya çıkmışsa da bu alanda tasarımdan öteye gidememiştir, hiçbir uygulanmış örneğe sahip olmamıştır. Fakat Pravda gazetesinin yönetim merkezi olarak tasarlanan yapı başta olmak üzere, çoğu konstrüktvist tasarımlar Modern Mimarlık'ın gelişiminde etki yapmışlardır.
Resim ve heykel alanında konstrüktivizm çok daha verimlidir. Ünlü konstrüktivistler arasında A. Pevsner, N. Gabo, Kazimir Maleviç, L. Moholy-Nagy adları sayılabilir.

KONTRAPOSTO ya da KONTRAPOST (Contrapposto) : Resim ve heykelde insan betisi resmedilir ya da heykeli yapılırken kullanılan klasik duruş (poz) biçimlerinden biri. Bu pozda ayakta duran kişi, kalçası ve bacaklarıyla gövdesinin üst kesimi hafifçe farklı yönlere dönük olarak betimlenir. Sözcüğün kökeni İtalyanca "contrapposto"dur.

KONTUR (Contour): Dış çizgi. Bir nesnenin dış hatları, sınırları anlamına gelen terim, nesnelerin silüetlerinin ya da kütle içindeki biçimlerinin çizgisel olarak belirlenmesine yarar.

KROKİ (Sketch) : Resim sanatında yalnızca çizgi ile yapılan ve ana hatları gösteren, ayrıntılara inmeyen taslak. Kroki bir yapıtın ön çalışması niteliğinde olabileceği gibi, böyle bir amaç gözetilmeden de yapılabilir. "Eskiz" sözcüğü ile yakın anlamlıdır. Mimarlıktaysa, daha çok, bir yapıyı çevresiyle birlikte gösteren ayrıntısız ve şematik bir plan anlamına gelir.

KROMATİK (Cromatic) : Sanat yapıtında "renkli" anlamında niteleyici olarak kullanılır.

KÜBİZM : 20. yüzyıl resim sanatında Picasso tarafından başlatılmış bir akımdır. Daha sonraları gelişerek diğer sanat dallarına da sirayet etmiştir. Başlangıçta impressionism'e bir tepki olarak, resim sanatında görülen bir yenilik iken, sonradan bütün edebiyat alanına yayılmıştır. Sanat felsefesi olarak, ayrı ayrı yerlerde geçen şeylerin birlikte ve ayni zamanda cereyan ettiğini tasavvur ve tasvir etmek düşüncesi ile, karışıklıktan hoşlanma zevkinin birleştirilerek ifade edilmesi esasına dayanı tümü,Kübistler, resimde renk oyunlarının yankılarını, güneş ışınlarının tabiat içinde uyandırdığı parıltıları bir yana bırakarak, eşyanın geometrik yapısına önem vermişlerdir. Bu bakımdan Kübizm, tabiatın yepyeni bir anlayışla değerlendirilmesidir denilebilir. Onlar sanatlarının kaynağını duygudan çok, düşüncede aramışlar, empresyonistlerin aksine, ilim yoluyla değil sanat yoluyla sanata varmak prensibini seçmişlerdir.

L
LASTIK SÜPÜRGE : Serigrafi baskılarda kullanılan bir alet. Bir ağaç içine yerleştirilmiş sentetik kauçuktan yapılmış bıçaktır. Kauçuk düzgün ama esnek, bıçağın köşeleri ise kare kesimli olmalıdır; böylelikle ipek perde üzerinde keskin izler kalabilir. Bu süpürge eğer duvar kağıdı veya tekstilde kullanılıyorsa iki buçuk metreye kadar uzunları kullanılabilir. Süpürge kullanılarak, boya zemine ustaca ve hassas bir şekilde yayılır.

LIMON SARISI : Baryum sarısı veya kalıcı sarı olarak da bilinen limon sarısı, yeşil tonlara sahip, örtücü ve kalıcı muz sarısı pigmentidir. Kadmiyum sarısına benzer ama farklılıklar içerir. İlk olarak on dokuzuncu yüzyılın başlarında ticari amaçla üretildi. Bu isim bir zamanlar açık limon pigmenti için kullanıldığından genellikle krom sarısı tonlarına sahip çuha çiçeği sarısı ile karıştırıldı. Daha sonra tüm bu renklerin her birinin tam isimleri ve doğaları sınıflandırıldı ve standart hale getirildi.

LITOGRAFI : Almanya’da 1798-99 yıllarında Alois Senefelder tarafından icat edilen baskı yöntemidir. Yöntem, yağın su üstüne çıkma ilkesini içerir. Tasarım kireçtaşının üzerine yumuşak mum boya veya yağlı mürekkep kullanılarak çizilir. Taşın yüzeyi nemlendirilir ve ardından mürekkeplenir; mürekkep sadece yağlı alanlara yapışır. Bu işlemden sonra hafifçe ıslatılmış kağıt, taşın üstüne yerleştirilir, böylece tasarım kağıda transfer edilir. Bu teknikle sadece bir taş kullanılarak binlerce afiş basılabilir. 1827 yılında kromolitografi (renkli taş baskı) çok renkli resimlerin basılmasına olanak sağladı. Litografi baskıda resim kendi renk parçalarına ayrılır ve her renk için ayrı kalıp kullanılır. Bugün, ticari litografide kireçtaşının yanı sıra çinko veya plastik kalıplar da kullanılmaktadır.

Lokal renk
Bir objenin gün ışığında beyaz arka plan dahilinde aldığı renk. Bu yansıyan herhangi bir renk ve alışılmışın dışında ışık efektleri olmadan sahip olduğu renktir. Bu ayrıca bir objenin, bir sanatçı tarafından farklı bir etki yaratmak için alışılmışın dışında bir renge boyanmadığı, kendi doğal rengidir.

M
MACCHIAIOLI : Bir grup İtalyan sanatçı 1855-1865 yılları arasında Floransa’da akademik kurallara karşı çıkarak sanatta doğallık ve tazelik duygusu arıyorlardı. İtalyanca leke ve yama anlamına gelen “macchia” kelimesinden adını alan akım Macchiaioli renk kullanımını ön görüyordu. Fransız manzara sanatçılarının kuruduğu Barbizon Okulu’ndan, portre resimlerinden, manzara resimlerinden ve tarihsel konulardan ilham aldılar. Grubun liderleri aşağıdaki resmin sahibi Giovanni Fattori (1825-1908), Giovanni Boldini (1842-1931) ve Telemaco Signorini’ydi (1835-1901). Grup bazı sanat tarihçileri tarafından Fransız Empresyonizmi’nin habercisi olarak da adlandırılmaktadır.

MAHL STICK : Adını, boya anlamına gelen Flamanca "malen" kelimesinden alan ve "maulstick" diye de bilinen bu malzeme, ressamların, resmin ince detaylarını çalışmak durumunda kaldıklarında kolları ya da fırçalarını dayadıkları hafif ancak sert bir tür sopadır. Bu sopanın tuvale dayanan uç kısmı resme zarar vermemesi için genellikle kumaşla kaplanmıştır ve bir top biçimindedir. Mahl stick resim malzemesi satan dükkanlardan temin edilebileceği gibi uzun bir tahta parçasından da elde edilebilir. Bu parçanın uç kısmı da yumuşak bir deri ya da kumaşla kaplanabilir.

MANZARA : Açık alan ya da kapalı bir mekanda yapılan, açık alan ve doğa resimleridir.

MANİYERİZM : yaklaşık 1520-1580 tarihleri arasında ortaya çıkmış olan bir sanat üslubudur. Rönesansın getirmiş olduğu yetkinliğe karşı bir çıkış olmuş, kendisinden sonra gelen üslup ve akımlara ön ayak olmuştur. En önemli temsilcisi ve başlatıcısı Michelangelo Bounarotti'dir. Sixtina Şapeli'ndeki mahşer freskleri bu resim tarzı için belirleyici olmuştur. Artık ideal görüntü yerine sanatsal niteliğin araştırıldığı; figürlerin deformasyonu ile kendini belli eder ve özgün tarzlara doğru bir adım olarak belirir.En önemli sanatçıları Abraham Bloemaert,Agnolo Bronzino,Bartholomaeus Spranger,Correggio,Domenico Beccafumi,El Greco,Federico Barocci,Giuseppe Arcimboldo,Hendrick van Balen,Parmigianino,Tintoretto dur.

MASKELEME TEKNİĞİ : Bu teknik maskeleme sıvısı veya maskeleme bandı kullanılarak resmin bazı kısımlarını boyanan renkten korumayı amaçlar. Böylece bu kısımlar boyanmadan kalabilir veya başka bir renge boyanabilir. Bu arada maskelenmeyen alanlar da rahatça boyanabilir. Ressamlar çoğunlukla belli bir renkten arındırmak istedikleri bölgeleri maskelerler. Bu alanlar detaylı gösterilmesi gereken karmaşık yapıda desenler içerebilirler. Böylece fona kullanılmak istenen boya resmin incelikli detaylarını kapamadan rahatça boyanabilir.

MEKAN (Space, Espas) : Uzayın sınırlanmış parçası. Mimarlık mesleğinin konusunu oluşturur. Aynı zamanda, mekan bir mimari ürünün vazgeçilmez tek niteliği, bir mimari ürünü var eden temel koşuldur. Bir mekan oluşturmak için onun mutlaka her yönden kesin engellerle sınırlanması gerekmez. Mekanı oluşturan sınırlama fiziksel olabileceği gibi, yalnızca görsel de olabilir. Örneğin, ışık herhangi bir somut engel niteliği taşımadığı halde, bir mekanı belirleyebilir. Mekan yalnızca bir yapının "içi" olarak düşünülmemelidir; yapıların tek başlarına ve diğer yapılarla birlikte oluşturduğu bir "dış mekan"da söz edilebilir.Ayrıca, mekan bir mimari ürünün dördüncü boyutudur. Bir yapıyı üç boyutlu bir kitle olmaktan çıkaran özellik bir mekana sahip olmasıdır. Yapı onun sayesinde, en, boy ve yüksekliğin ötesinde bireyin devingenliğinden kaynaklanan anlık yaşantılarla edinilen bir mekan boyutu kazanır. Mekan boyutunun kişinin devingenliğinden ötürü, sayısız yaşantılar yaratabilme niteliği mimarlıkta birinci boyuttan bahsedebilmeyi olanaklı kılmaktadır.

MIHRAP : Yukarıda görüldüğü gibi camilerdeki Kabe yönünü gösteren, duvarda bulunan imama ayrılmış oyuktur. Mihrap, Medine’de birçok caminin inşa edildiği Umayyad Prensi 1. el-Velid (M.S. 670-715) döneminden gelir. Mihrap yapısının orijini Kıpti Hıristiyan keşişlerinin vaazlarında kullandığı oyuktur. Mihraplar çeşitli boyutta ve genellikle fazla gösterişli tarzda dekore edilmişlerdir.

MİNYATÜR : Çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen addır. Orta Çağda Avrupa'da elyazması kitaplarda baş harfler kırmızı bir renkle boyanarak süslenirdi. Bu iş için, çok güzel kırmızı bir renk veren ve Latince adı “minium” olan kurşun oksit kullanılırdı. Minyatür sözcüğü buradan türemiştir. Bizde ise eskiden resme “nakış” ya da “tasvir” denirdi. Minyatür için daha çok nakış sözcüğü kullanılırdı. Minyatür sanatçısı için de “resim yapan, ressam” anlamına gelen nakkaş ya da musavvir denirdi. Minyatür daha çok kâğıt, fildişi ve benzeri maddeler üzerine yapılırdı.kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutları küçük tutulmuştur. Bu ortak bir özelliktir. Doğu ve Türk minyatürlerinin bazı başka özellikleri de vardır. Bu minyatürlerin çevresi çoğu kez "tezhip“ denen bezemeyle süslenirdi. Minyatürde suluboyaya benzer bir boya kullanılırdı. Yalnız bu boyaların karışımında bir tür yapışkan olan arapzamkı biraz daha fazlaydı. Çizgileri çizmek ve ince ayrıntıları işlemek için yavru kedilerin tüylerinden yapılan ve "tüykalem“ denen çok ince fırçalar kullanılırdı. Boyama işi için de çeşitli fırçalar vardı. Resim yapılacak kâğıdın üzerine arapzamkı katılmış üstübeç sürülürdü. Renklere saydamlık kazandırmak için de bu yüzeyin üzerine bir kat da altın tozu sürüldüğü olurdu.Bilinen en eski minyatürler [Antik Mısır|Mısır]'da rastlanan ve M.Ö. 2. yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir. Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmaları'nın da minyatürlerle süslendiği görülür. Hıristiyanlık yayılınca minyatür özellikle elyazması İncil'leri süslemeye başladı. [Avrupa]'da minyatürün gelişmesi 8. yüzyılın sonlarına rastlar. 12. yüzyılda ise minyatürün, süslenecek metinle doğrudan doğruya ilgili olması gözetilmeye ve yalnızca dinsel konulu minyatürler değil dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı. Baskı makinesinin bulunuşuna kadar Avrupa'da çok güzel ve görkemli minyatürler yapıldı. Bundan sonra minyatür daha çok madalyonların üzerine portre yapmak için kullanıldı. 17. yüzyıldan sonra fildişi üzerine yapılan minyatürler yaygınlaştı. Daha sonra minyatür sanatına karşı ilgi azalmakla birlikte dar bir sanatçı çevresinde geleneksel bir sanat olarak sürdürüldü. Selçuklular döneminde de minyatüre önem verildi. Selçuklular'ın İran ile ilişkileri nedeniyle minyatür sanatı İran etkisinde kaldı. Mevlana'nın resmini yapan Abdüddevle ve başka ünlü minyatür sanatçıları yetişti. Osmanlı Devleti döneminde ise 18. yüzyıla kadar İran ve Selçuklu etkisi sürdü. Fatih döneminde, padişahın resmini de yapmış olan Sinan bey adlı bir nakkaş, II. Bayezid döneminde de Baba Nakkaş diye tanınan bir sanatçı yetişti. 16. yüzyılda Reis Haydar diye tanınan Nigarî,Ahmetcan Barlas,Haydar Kay,İsmail Can,Gazi Capır, Nakşî ve Şah Kulu ün yaptılar. Gene aynı dönemde, Behzad'ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul'a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı. Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî 18. yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır. Bunlardan Levnî, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır. Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıktı ve kendine özgü bir biçim geliştirdi. 19. yüzyıl başlarında yenileşme hareketleriyle birlikte minyatürde de batı resim sanatının etkileri görüldü.Birkaç Yüzyıllık kesintiden sonra Prof.Dr. Süheyl Ünver'in çabalarıyla tekrar günyüzüne çıkmış minyatür sanatı Günümüzde Günseli Kato, Nusret Çolpan, Gülbün Mesera, Gülçin Anmaç ve yetişmekte olan birçok genç sanatçı tarafından icra edilmektedir.

MODELAJ - MODELASYON : Kil ya da balmumu gibi yoğrulabilen malzemelerle üç boyutlu plastik biçim oluşturma anlamına gelir. Bu biçim heykel yapımında döküm ya da model için kullanılabileceği gibi, sanatsal bir ürün olarak da değerlendirilebilir. Terim; resim, çizim ve fotoğrafçılıkta ışık, ton karşıtlığı, renk ve perspektif denetimiyle iki boyutlu biçimlere gerçekteki üç boyutluluk yanılsamasını kazandırmak için yapılan uygulamayı karşılar.

MODLE ETME (Modelling) : Resimde gölgeleri, gölgelemeyi ve ışıklı noktaları kullanarak biçimlerin gerçek oldukları ve hacme sahip oldukları yanılsamasını sağlama tekniği.

MONOKROMİ (Monochromy) : Bütün görsel sanatlar ve mimarlıkta tek renklilik. Yalnızca siyah ve çeşitli gri tonları kullanılarak yapılabileceği gibi, aynı rengin tonlarıyla da gerçekleştirilebilir. Polikromi (çok renklilik) sözcüğünün karşıt anlamlısıdır.

MOTİF (Pattern) : Bir yapıtta yinelenen çizgi ve renklerin her birine verilen ad.

MULAJ (Moulage, Impression) : (1) Heykel yapımı için alçı ya da metal eriyiğini kalıba dökme işlemi. (2) Herhangi bir nesnenin alçı ya da bal mumu ile kalıbının alınması işlemi. (3) Yukarıdaki işlerin sonucunda elde edilen kalıp.

MSURHMK (kıs.) : Mimar Sinan Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu

MOZAIK : Bir yüzey üzerine "tesserae" denen küçük, genelde kare olan sert, renkli materyalleri dizerek oluşturulan bir tasarım türü.Mozaik, en eski ve en dayanıklı dekoratif sanatlardan biridir. Mermer, seramik, taş, tahta veya camdan yapılabilir. En ilkel mozaikler M.Ö 18.yy'a kadar uzanır ve çakıl taşlarıyla yapılmışlardır. M.Ö. 18. yy’da Antik Yunanlar taş ve deniz kabuklarını betona dizmişlerdir. Roma mozaikleri de muhtemelen bunlardan gelişmiştir. Romalılar mozaikleri yaygın olarak kullanmışlar. Özellikle de dekoratif yer döşemelerinde. Hıristiyan döneminin başlarında duvar mozaikleri kilise dekorasyonu olarak kullanılıyordu. Tablolara göre, mozaikler renk çeşitliliği bakımından daha kısır olmalarına rağmen onlara uzaktan bakıldıklarında daha çarpıcıdırlar. Özellikle camdan yapılmış Bizans dizaynları ışığı mükemmel biçimde yakalayıp yansıtırlar.

N
NAİF RESİM (Naive Painting) : Herhangi bir mesleki eğitim görmemiş ressamlarca üretilen ve çocuksu bir betimleme anlayışını yansıtan resim sanatı ürünleri. Naif resim perspektifin kuralların yadsıyışı ve çocuksu anlatımı dışında genel üslup özellikleri göstermez. Naif ressamlarca geliştirilen teknik ve üsluplar, hemen daima kişisel niteliktedir. Bunlarda çoğu kez büyük bir ayrıntı zenginliği gözlemlenir. Dış gerçekliği akademikleşmiş yanılsama teknikleriyle değil de, adeta "masum bir gözle" algılayıp betimlemeleri açısından sanatsal değer taşırlar. 19. yüzyılın ikinci yarısında beliren Naif Resim' in en tanınmış ustaları H. Rousseau ve G. Moses'dir.

NATÜRALİZM : Doğanın olduğu gibi betimlenmesi biçiminde ortaya çıktı. Gerçekte ilk Doğalcı yapıtları, Eski Yunanistan'da, klasik dönem sanatçılarının verdiği söylenebilir. Rönesans sanatçıları, bir bakıma bu anlayışı yeniden canlandırdılar. 17. yüzyılda yaşayan Doğalcı ressamlar doğayı, güzelliği ve çirkinliğiyle olduğu gibi yansıtmakta birleşiyorlardı. Doğalcı terimi de ilk kez bu yüzyılda kullanıldı. İngiliz manzara ressamı John Constable, 1830'larda doğanın tüm yönleriyle, olduğu gibi betimlenmesi gerektiğini savundu.

NATURMORT - Ölü doğa : Manzara ve portre resimlerinin dışında, çeşitli objelerin bir araya getirilerek bir kompozisyon oluşturulmasıyla ortaya çıkan resim türüdür. Kompozisyonlar genellikle kapalı alanlarda hazırlanmıştır. Objeler arasında mobilyalar, çiçekler, meyveler olabilir. Genellikle sanatçı resme başlamadan önce kompozisyon hazır hale getirilir. Örneğin Cezanne’ın birçok meyve konulu resmi bu türe ait çalışmalardır.

NEWLYN OKULU : Cornwall’daki Newlyn balıkçı kasabasında 1880’lerde çalışmış bir ressam grubudur. Yanda The Drinking Place adlı eseri verilmiş Stanhope Forbes (1857-1947) tarafından kurulmuştur. Gruptaki diğer sanatçılar ise Frank Barmley (1857-1915), Thomas Cooper Gotch (1854-1931) ve Forbes’in karısı Elizabeth Armstrong’dur (1859-1912). Yerel ılıman iklimin yardımıyla bu sanatçılar Britanya’da plein air-açık hava resim tarzını geliştirdiler. 1900’den sonra okul gücünü ve şöhretini yavaş yavaş yitirdi.

NEOKLASİZM : 18. yüzyılda Barok ve Rokoko'ya tepki olarak çıkmış olan Avrupa sanat akımıdır. Antik Yunan ve Roma eserlerinin konu ve stillerini kullanır. Antik dünyanın tarihsel sembollerinin yeniden canlandırılması isteği Neo-Klasik diriltmeciliği ortaya çıkarmıştır. Özellikle 16. ve 17. yüzyılların klasik örnekleri model alınmıştır. 18. yüzyılın ilk yarısından itibaren Avrupa sanatında belirgin bir değişim gözlenir. Barok anlayışa ve rokoko sanatın aşırı taşkın süslemeleri ile sembolik tavrına tepki olarak doğan bu sanat anlayışının amacı Barok öncesi dönemin saf kabul ettikleri sanat anlayışına dönmektir. Antik devir hayranlığının sonucu olarak ortaya çıkmıştır.Bu akıma mensup sanatçılar için önemli olan çizgi ve form olup renkler ve ışık etkileri bütünüyle bir çizgi ve form bileşkesine bağlıdır. Antik form anlayışı her şeye hakimdir. Neo-klasik anlayışı Fransız ihtilali ile çakışan bir ölçüde de Napolyon devrinin sanat anlayışı ölmüştür."Sanatın en arı kaynakları önümüze açılmaktadır. Bu kaynaklardan nasibini alabilenlere ne mutlu. Bizler için büyük olabilmenin taklit edilemez düzeye gelebilmenin tek yolu eskileri taklit etmektir" diyen Werke in der Malerei und Bildhauedrei Klasik Yunan heykeltıraşlığının soylu sadeliği ve huzur veren büyüklüğü telkin ettiği tezini savunmuştur. Bu aynı zamanda, Neo - Klasizm'in de kuralıdır. Neo - Klasik Stil'in kurucuları mevkiinde olan resim sanatçılarının örnek olarak gözleri önünde ancak, yunan vazoları üzerindeki resimlerle Pompei ve Hercılanum'da ortaya çıkarılan ikinci derecede önemli fresklerdir. Buna göre; resim sanatçıları Neo - klasik kavramını zihinlerinde yaratmak zorunda idiler. O zamanki toplum, artık Fetes Galantes'lerin kır eğlencelerini konu edinmiş bulunan eserleri beğenmez olmuştu. İhtilâl fikri neo - klasik sanatın konu ve ifadelerinde yerini bulmalıydı. Yeni sanat ilkesi; sanatın herkes tarafından kolaylıkla anlaşılır olmasını, beşeri ideali, ruh yüceliğini güçlendirmesini ve yaşatmasını istiyordu. Resimde en geniş ölçüde açıklık elde edebilmek için desene büyük önem veriliyor; renk, boya ikinci plâna düşüyor ve ancak tuvalin konusunu anlatan deseni daha belirgin hale getirmek için kullanılıyordu. Konular genelde eski Yunan ve Roma ozanlarının, tarihçilerinin eserlerinden aktarılmıştır. Eski heykeltıraşlıktan esinlenerek, doğayı ya düzelterek ya da idealleştirerek ifade etmişlerdir. Aynı zamanda harekete önem vermişlerdir. Onlara göre gerçek resim sanatçısı tarihsel konuları değişik boyutlardaki tuvallerine aktaran sanatçılar olabilmekte idi.Temsilcileri Andrea Appiani,Anton Raphael Mengs,Auguste Toulmouche,Benjamin West,Charles Meynier,Edwin H. Blashfield,Emile Jean-Horace Vernet,Francis Cotes,Francisco Bayeu y Subias,François-Marius Granet,Gilbert Stuart,Guillaume Seignac,Henri-Frederic Schopin,Jacques-Louis David,Jean Auguste Dominique Ingres,Jean Hippolyte Flandrin,John Trumbull,Leon Cogniet,Pierre-Narcisse Guerin,Thomas Lawrence

NONFİGÜRATİF SANAT (Non-Figuritive Art) : Resim ve heykelde, gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanmayan sanat anlayışı. Non figüratif sanatta betiler gerçek birer nesne ya da varlık olarak tanınamazlar. Onlar yalnızca sanatsal gerçeklik düzleminde varolurlar."Non-figüratif sanat" sözcükleri günümüzde artık sanat yazını alanında pek kullanılmamaktadır. Sözcük anlamının "betisel olmayan sanat" oluşu nedeniyle, "nonfigüratif" nitelemesi gerçekte bu sanat anlayışını tam olarak anlatamamaktadır. Hangi anlayışta üretilirlerse üretilsinler, tüm resim ve heykel yapıtları betisel niteliktedir. Dolayısıyla, ayırıcı ölçüt bu değil, betilerin gerçek varlıklara mı, yoksa sanatçının imgelem dünyasına mı gönderme yaptığıdır. Bundan ötürü, nonfigüratif sanat yerine günümüzde Soyut Sanat terimi yeğlenmektedir.

NÜ (Nude) : Resim ve heykel sanatında çıplak kadın betisi. İlk olarak Antik Yunan ve Roma sanatlarında görülen nü, Ortaçağ'da hemen hemen ortadan silinir. Bu dönemde çıplak kadın betisi sadece Havva'yı ve cehennemde cezalandırılma sahnelerini resmetmek için kullanılmıştır. Rönesans nü'yü yeniden keşfederek geniş ölçüde uygulamıştır. Bu dönemden başlayarak kullanımı Avrupa sanatında hiç azalmadan sürer. İslam ve genel olarak Doğu sanatlarında ya hiç, ya da pek seyrek görülür.

O
OEUVRE (Oeuvre) : Fransızca kökenli bu sözcük, bir sanatçının yaşamı boyunca ürettiği tüm yapıtları ifade eder. Türkçe'de çok seyrek kullanılır.

ORAN (Proportion) : Resimde oranlar ile çok farklı yanılsamalar sağlanabilir.

ORYANTALİZM :Yakın ve Uzak Doğu toplum ve kültürleri, dilleri ve halklarının incelendiği batı kökenli ve batı merkezli araştırma alanlarının tümüne verilen ortak ad.Terim, kimi çevrelerce olumsuz bir yan anlamla 18. ve 19.yüzyıllardaki sanayi kapitalizminin gelişme döneminin zihniyeti tarafından şekillendirilmiş Amerikalı ve Avrupalıların Doğu araştırmalarını tanımlamakta kullanılmıştır. Bu anlamda doğuculuk Aydınlanma çağı sonrası Batı Avrupalı beyaz adamın Doğu hakları ve kültürüne yönelik dışarıdan, ötekileştirici, değilleyici ve önyargı dolu yorumlarına işaret etmektedir. Terimi bu bakış açısından ve olumsuz manada kitaplarında -özellikle de Orientalism (1978) kitabında- kullanan en ünlü kişi Edward Said'dir. Bernard Lewis gibi batılı akademisyenler ise Said tarafından kelimeye yüklenen bu olumsuz imaları eleştirmişlerdir. Oryantalizmi daha radikal boyutta yorumlayan Ömer Baharoğlu ise, Oryantalizmin Batı'nın emperyalist eylemlerine katkıda bulunan bir kurgu olduğu, aslında hiç masum bir imgelem veya disiplin olmadığı ve Batı'nın dünyanın değişik coğrafyalarına sızma girişimlerinin fikri, bilimsel ve kültürel altyapısının Oryantalizm tarafından teçhizatlandırıldığı görüşündedir. Baharoğlu'ya göre biricik gerçeklik ise oryantalizmin resmi veya gayrı resmi başlangıcından itibaren tümüyle yüklendiği ve bugün hala aynı şevkle uygulanabilirliğini artırmaya çalıştığı görev ,emperyalizmin Doğu coğrafyalarına sızma girişimini meşru ve kolay hale getirmektir. Yani neticede masum gibi görünen ama hiç de masum olmayan bir fikirler ve çalışmalar kompozisyonu olan oryantalizm; özellikle 18-19. yüzyıllarla birlikte emperyalizmi meşrulaştırmak amacıyla ortaya çıkan sosyal bilimlerden sosyoloji, hukuk ve ekonominin de temel fikri alt yapısını hazırlamıştır.

ÖNE ÇIKARMA (Emphasis) : Resmin içindeki bir veya bir kaç öğenin vurgulanması.

ÖZGÜN BASKI (Print) : Çeşitli basım teknikleriyle çoğaltılmış resimsel sanat yapıtı. Bir yapıtın özgün baskı sayılabilmesi için çoğaltılmak amacıyla yaratılması gerekir. Örneğin, ünlü tabloların basım yoluyla çoğaltılması (reprodüksiyon) tekniği bir özgün baskı türü değildir. Özgün baskı yapımında her türlü kazı resim tekniği yanında, serigrafi, taşbaskı vs. gibi teknikler de kullanılır.

P
PANORAMA (Panorama) : (1) Bir doğal ya da kentsel manzarayı ufka kadar uzanan ve çok geniş bir bakış açısıyla betimleyen resim. (2) Büyük boyutlu panoramaları sergilemek amacıyla inşa edilmiş yapı türü. Silindir biçiminde olan ve ışığı üstten alan bu yapılarda, resim tüm düşey yüzeyleri kesiksiz olarak kaplar ve silindirin tabanında bulunan yükseltilmiş bir platformdan seyredilirdi. Bu türden ilk gösteri 1799'da Paris'te R. Fulton tarafından yapılmış, sonraları, 19. yüzyıl boyunca tüm Avrupa kentlerinde yaygınlaşmıştı. Panorama yapılarında genellikle doğal görüntüler ve savaş sahneleri sergilenirdi.

PENTÜR (Painting) : Yağlıboya tablo anlamında kullanılır. Kökeni Fransızcadır.

PERSPEKTİF (Perspective) : Üç boyutlu gerçeklikleri iki boyutlu resim düzlemi üzerinde betimleyerek, üçüncü boyut yanılsaması yaratma işine yarayan bir resim ve çizim tekniği. Antikite de bugünkü anlamıyla perspektif tekniği kullanıldığı söylenemezse de, örneğin, Pompei duvar resimlerinde üçüncü boyut verme çabası önemli bir yer tutar. Fakat, gerçek perspektifin ancak 15. yüzyılda Rönesans'la birlikte ortaya çıktığı kesindir.

PİGMENT : Her türlü boyanın renk verici ana maddesi.

PİTORESK (Picturesque) : Estetik etkiyi matematiksel düzen bağıntılarıyla değil de, doğadaki gibi bir rastlantısallıkla elde etmeye çalışan her tür sanatsal tutumu niteler. 18.yy İngiliz bahçe tasarımı Yakınçağ'da pitoresk tutumun ilk örneklerini vermiştir. Bu dönemde doğanın Barok'taki gibi geometrik biçimde düzenlenmesi yadsınıp doğal öğeler kullanılarak "düzenlenmemiş", "el değmemiş" doğa izlenimi yaratacak bahçeler oluşturulmaya çalışılmıştır. Aynı tutum hemen hemen zamandaş olarak resim sanatında da görülür. Bu anlayıştaki resimler doğayı bir yandan "olduğu gibi" yansıtmaya çabalarken, öte yandan da, onu "yabani" olmaktan uzaklaştırmışlardır. Dolayısıyla, pitoreski romantizmden bağımsız düşünmek olanaksızdır.

PLAN (Plan) : Bir nesnenin ya da yapıtın yatay bir düzlem üzerindeki izdüşümü. Milattan 1500 yıl öncesine ait Mezopotamya tabletleri üzerinde bile planlara rastlandığına göre, kullanımının çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Eski Mısır'da da bilinirdi. Antikite'de özellikle de Roma'da plan yapımı mimari etkinliğin önemli bir parçasıydı. Ortaçağ başlarında işe, 11. ve 12. yy.'a dek, mimari planlar yapımı tek çizgili basit krokiler çizmekten öteye gidemezdi. Bu durumun Gotik üslubun başlangıcıyla birlikte değiştiği ve plan yapımının yeniden ortaya çıktığı görülür. Rönesans'ta ise, plan vazgeçilmez bir mimari projelendirme tekniği olarak yerini iyice sağlamlaştırmıştır. Türkiye ve İslam ülkelerinde mimari planların kullanımı konusunda elimizde pek çok bilgi olmasına karşın, Türkistan'dan 16.yy'a, Türkiye'den ise 18. yy'a ait bazı örnekler dışında, elde çizili belge yoktur. Bu örneklerde modüler bir ızgara kullanılmıştır.

POLİKROMİ (Polychromy) : Görsel sanatlar ve mimarlıkta çok renklilik. Özellikle mimarlık alanında rastlanılan bir sözcüktür. Diğer sanatlarda çok büyük ölçüde kullanıldığından, bunların ürünlerini polikromiyle nitelemek pek gerekli olmaz. Buna karşılık mimarlık alanında polikromi ancak bazı çağlar ve üsluplarda görülür. Örneğin Antik Yunan mimarlığı polikromiktir. Bugün yüzyılların aşındırması sonucunda doğal renklerine bürünen tapınaklar gibi önemli kamu yapıları, özgün durumlarında renkli bir dış dekorasyona sahiptirler.

POLİPTİK (Polyptich) : (1) Avrupa sanatında üçten fazla sayıda birbirine bitişik resim levhasını içeren dinsel içerikli sanat yapıtlarına verilen genel ad. Bu tür yapıtlar genellikle kiliselerin sunak bölümlerine yerleştirildi. Rönesans'tan sonra poliptik yapılmamıştır. (2) Antik Roma'da üzerine yazı yazmak için kullanılan, birbirine bağlı, katlanabilir ikiden fazla levhayı içeren ahşap tablet. (3) Erken Ortaçağ'da Batı Avrupa manastırlarının emlak ve gelirlerinin kaydedildiği defter.

POP ART - Pop Sanatı : 1950'lerde, özellikle ABD ve İngiltere'de soyut dışavurumculuğa tepki gösteren genç sanatçıların 1960'larda bir akım haline getirdikleri sanat türüdür. İngiltere ve ABD'de değişik koşullarda ve birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmıştır.Marcel Duchamp'ın 20. yüzyıl başında hazıryapım nesneleri bağlamları nedeniyle sanat eseri olarak sunmuş olması, pop sanatçılarının popüler kültür imgelerini benzer bir motivasyonla sunmalarında etkili olmuştur.

POST EMPRESYONİZM : Fransa’da, İzlenimciliğin kurallarına tepki olarak 19. yüzyılın sonlarına doğru doğdu. Art İzlenimcilik'in temsilcileri olan sanatçılar, sanat yaşamlarına izlenimcilikle başlamışlardır. Ancak bu izlenimcilik akımının kimi sınırlamalarını aşmak ve resimlerine kendi kişiselliklerini katmak istiyorlardı.
Zamanla kişisel anlatım resimlerine yansıdı. İzlenimciliğin canlı ve parlak renkleri yanında, gelenekselin dışına çıkan konu anlayışı da bu sanatçıları etkilemeyi sürdürdü.
Art İzlenimcilik daha sonra yerini Fovizm ve Kübizm’e bırakarak bu yeni akımlara da öncülük etmiştir.Başlıca temsilcileri: Paul Cézanne (1839-1906),Georges Seurat(1859-1891),Paul Signac (1863-1935),Vincent van Gogh (1853-1890),Paul Gauguin (1848-1903),Henri de Toulouse-Lautrec.Ard İzlenimci olarak adlandırılan ressamlar aslında bir grup oluşturmazlar.Terim ilk kez, kendisi de bu kümeye dahil edilen Roger Fry tarafından, 1910 yılında Grafton Galeri’de açılan sergiye verilen “Manet ve Post Emprosyanistler” başlığında kullanılmıştır. İzlenimci gelenekle ilişkili olan bu ressamların en tanınmışları, Cézanne, Van Gogh, Gauguin’ dir. İzlenimciliğin etkisini paylaşan ve bu akımın kesin nesnelliğine mesafeli duran ve daha anlamlı bir yere varmak isteyen sanatçılar, yirminci yüzyıl sanatı için hem kuramsal düzeyde, hem de uygulamada birçok başlangıç noktaları sağladılar.Her birinin farklı öyküsü olan bu ressamları tanıtmayı, kendi sayfalarına erteliyoruz. Onların, Gombrich’den yapılan alıntılarla bazı görüşlerine değinerek, yaklaşımları konusunda genel bir fikir vermekte fayda var:
• Cézanne, akademi sanatının yöntemlerinin doğaya aykırı olduğu konusunda izlenimci arkadaşlarıyla aynı düşünüyordu. O da bildiği ve hakkında bir şeyler öğrendiği biçim ve renkleri değil, gözüyle gördüğü biçim ve renkleri boyayarak, kendini izlenimlerine bırakmak istiyordu.
• Cézanne bir yanılsama yaratmak istemiyordu. Cisimsellik ve derinlik duygusunu ifade etmek istiyordu daha çok ve bunu, geleneksel çizime başvurmadan yapabileceğini anladı. Belki doğru çizim karşısındaki bu ilgisizliğin, sanat tarihinde bir çığı harekete geçireceğinin farkında değildi.
• Bunların arasında Gauguin açıkça en ilkelci olan sanatçıydı. Gaugin. Yoğun renklerden oluşan geniş lekeleri kullanarak, biçimlerin kenar çizgilerini basitleştirmiştir. Cézanne'dan farklı olarak, bu basitleştirilmiş biçim ve bu renksel kalıpların, tablolarını basıklaştırmasından korkmamıştır.
• Lautrec oylumlamayı ve başka öteki ayrıntıları atak yalınlaştırmalar uğruna feda edince, sanatın inandırıcılık gücünün arttığını Japon baskılarından öğrenmişti.
• Van Gogh'un başlıca endişesi doğru betimleme değildi. Şeyleri resmettikçe, şeylerde duyduğunu ve başkalarına iletmek istediğini ifade etmek için biçimleri ve renkleri kullanıyordu. '' Üç boyutlu gerçeklik'' denen şeyi, doğanın bir fotoğraf gibi resmedilişini pek umursamıyordu.

POSTMODERNİZM : Postmodernizm kavramı ve bu eksende yürütülen tartışmalar, genel olarak, teori alanında modernist sanat biçimleri ve uygulamalarından koptuğu iddia edilen bir dizi kültürel yapıntıyı tanımlayan mimarlık, felsefe, edebiyat, güzel sanatlar vb. alanlarda yeni kültür biçimlerin işaretleri olarak başlamıştır. Modernizmin sonrası ya da ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir. Bu tartışmalar zamanla diğer birçok alanlara ve disiplinlere de yansımıştır ve sonuçta bir bütün olarak Modernite'nin sorgulanmasına ve aşılması arayışına dönüşmüştür. Bununla birlikte postmodernizmi yeni bir tarihsel evre olarak anlamaktansa modernizmin kendi içinde bir aşama ya da özgül bir dönem olarak anlama çabaları da sözkonusudur. Postmodernizm, bu anlamda kendine yönelik itiraz ve eleştirileri de içine alacak şekilde süregiden bir modernizm/modernite/modernlik soruşturması ve tartışması olarak görülmektedir. Genel geçerlik iddiası taşıyan önermelerinin reddedilmesi,Dil oyunlarında, bilgi kaynaklarında, bilim topluluklarında çoğulculuğun ve parçalanmanın kabul edilmesi,Söylem çoğulluğunun benimsenmesi,
Farklılığın ve çeşitliliğin vurgulanıp benimsenmesi; gerçeklik, hakikat, doğruluk anlayışlarının tartışılmasına yol açan dilsel dönüşümün yaşama geçirilmesi,Mutlak değerler anlayışı yerine yoruma açık seçeneklerle karşı karşıya gelmekten çekinmemek, güvensizlik duymamak,Gerçeği olabildiğince yorumlamak, belli bir zaman ve mekânın sözcüklerini kullanmak yerine gerçekliği kendi bütünlüğü/özerkliği içinde anlamaya çalışmak,İnsanı ruh-beden olarak ikiye bölen anlayışlarla hesaplaşmak, tek ve mutlak doğrunun egemenliğine karşı çıkmak,Metnin dışının olanaksızlığını öne sürmek ana özellikleridir.

POŞAT (Pochade) : Türkçe'de çok seyrek kullanılan sözcük Fransızca "Pochade" den kaynaklanır. Doğrudan doğruya doğa içinde yapılan renkli yağlıboya küçük resim eskizi anlamındadır.

PRİMİTİF (Primitive) : 1. M.S. 1500 yılından önce yaşamış ressamların çoğunlukla arkaik tarzda yapılmış resimlerine verilen ad. 2. Sanatta, kendini eğitmiş ve/ya resimlerinde sade bir üslup kullanan sanatçıların çalışmaları. 3. Afrika Zencileri, Okyanusya ve Amerikan Kızılderilileri'nin sanatı. Terim, bu anlamıyla üçüncü dünya ülkeleri sanatını aşağılayıcı bir niteliğe sahiptir.

PRİMİTİVİZM (Primitivism) : 1. İçinde primitif öğeler taşıyan sanat. 2. Rusya'da 1905 ile 1920 arasında gelişen, kübizm ve fütürizm düşüncesi ile Rus halk sanatının etkisinde gelişen sanat hareketi. Larinov, Goncharova ve Malevich'in ilk dönem çalışmaları örnek gösterilebilir.

Q
QUADRATURA (Quadratura) : Bir yapıda tavan ya da duvar üzerine resmedilerek, içinde yeraldığı mekanın devam ettiği yanılsamasını yaratan resim. Özellikle Barok iç mekan düzenlemelerinde çok sık biçimde uygulanmıştır. Örneğin bir duvar boyunca uzanan gerçek boyutlarda bir mimari iç mekan perspektifi quadratura sayılır.

R
READY-MADE (İngilizce) : Bir sanat yapıtı olarak benzerleri arasından seçilip değerlendirilmiş, üzerinde bir değişiklik yapılmaksızın kullanılmış ya da üzerindeki değişiklik sadece üretimi sırasındaki rastlantılara bağlı olarak ortaya çıkmış endüstri ürünü obje. İlk kez Dada Akımı'nın ünlü beyni M. Duchamp tarafından öne sürülmüştür. Gerçekte, bir sanat yapıtı olmaktan çok, sanat alanındaki geleneksel yaratma yöntemlerine bir eleştiri olarak yorumlanabilir.

REALİZM : Fransa’da Barbizon sanatçıları olarak bilinen Courbet, Millet ve Daumier’in öncülük ettiği bir sanat akımıdır.Realist resim sanatında artık romantizmdeki düş ürünü, deniz manzaraları ya da tarihsel tablolar yerine, yaşanabilir gerçeğin tam yansımasını buluruz.Realist ressamlar salonlarda sergilenen, desteklenen ve ödüllendirilen yerleşmiş resmi, resim sanatına karşı çıkarak, işçilerin, köylülerin yaşantısıyla ilgili resimler yapmışlardır.

RENK (Color) : Üç temel renk vardır : kırmızı, mavi ve sarı. Siyah renk değildir; çünkü üzerinde ışığın yansıyabileceği boya yoktur. Beyaz ise gökkuşağındaki tüm renklerin yutulmasından kaynaklanır.

RENK (Hue) : Renk tonu, renk. Bir renge daha teknik ve spesifik olarak deyinilirken kullanılır.

RESİM DÜZLEMİ (Picture Plane) : Resim sanatında üç boyutlu nesne ve varlıkların iki boyutlu olarak üzerinde betimlendiği düzlem. Kullanımı tüm uygarlık ve üsluplarda farklıdır. Örneğin Rönesans ve sonrasında Modernizm'in başlangıcına dek, Avrupa resim sanatını nesnelerden sanatçının gözüne gelen ışınların kestiği saydam bir düzlem olarak değerlendirmiştir. Bu anlamıyla resim düzlemi sanatçının gördüğünü, "gördüğü biçimde" resmetmesini sağlayan bir araçtır. Oysa, diğer toplumların resim sanatlarında resim düzlemi ancak varsayımsal bir gerçeklik taşır. Batı sanatında "resmetmenin aracı" olan resim düzlemi, diğer toplumlar için "resmin amacı" dır. Gerçekler izdüşümüyle onun üzerine saptanmaz; tam tersine, gerçekleştirilmek istenen şey, betileri onun üzerinde amaçlanan etkiyi verecek biçimde kompoze etmektir. Dolayısıyla, nesnelerin gerçekte nasıl göründükleri değil, resim düzlemi üzerinde nasıl düzenlendikleri sorunu ağırlık taşır. Örneğin, Türk resim sanatı bu anlayışla çalışmıştır.

RESİMSİ (Painterly) : İlk kez ünlü İsviçreli sanat tarihçisi Wöfflin tarafından ortaya atılan ve resim sanatı tarihinde görülen iki karşıt anlayıştan birini anlatmak için kullanılan bir terim. Almanca olan özgün biçimi "malerisch"tir. Rönesans'ta rastlanan kesin konturla sınırlanmış resimsel betiler yapma anlayışına karşıt olarak, Barok'ta betilerin oluşturulmasında çizgi ağırlık taşımaz; renk nüansları ve tonlarla ışık - gölge düzeni betiyi vareden ana ögelerdir. Bu resmetme anlayışı "resimsi" olarak nitelenir.

RETROSPEKTİF (Retrospective) : Retrospektif, "geriye bakış" anlamına gelir. "Retrospektif Sergiler" ise bir sanatçının sanat yaşamı boyunca gerçekleştirdiği yapıtlardan örneklerin irdelendiği ve değerlendirildiği toplu sergilemeler için kullanılan bir terimdir.

RİTM (Rhythm) : Gözle görülebilir devamlı biçimlerin tekrarı ile elde edilen akıcılık veya devamlılık. Ölçülü vurguların kullanılması. Renkler, motifler veya fırça ve/veya spatul darbeleri ile yakalanan müzikaliteler...

ROMANTİZM : 18. yüzyıl sonlarında İngilte¬re ve Almanya'da ortaya çıkan, sonra Fransa' ya ve öteki Avrupa ülkelerine yayılan bir düşünce ve sanat akımıdır. Bu akım edebiyat, felsefe, müzik ve mimarlık gibi alanlarda görü¬lür. "Romantizm" sözcüğü, İngilizce'de "ro¬mana benzer", "roman gibi", "romansı" an¬lamlarına gelen "romantic" sözcüğünden tü¬remiştir. Romantik dendiği zaman, duygusal romanlarda anlatılan doğa görünümleri ve ruhsal durumlar akla geliyordu. Önceleri ortaçağın edebiyat ve mimarlık yapıtlarını nitelemek için kullanılan romantik sözcüğü 18. yüzyılın sonlarına doğru, "klasik" sözcü¬ğünün içerdiği anlama karşıt bir anlamda kullanılmaya başlandı. Daha sonra yeni bir edebiyat anlayışını niteler duruma geldi. Bu yeni anlayışta sanatçının kişiliği öne çıkıyor, sanatçıya yaratma alanında alabildiğine öz¬gürlük tanınıyordu.Temsilcileri Abraham Hulk Snr,Adelsteen Normann,Adrian Ludwig Richter,Adrianus Eversen,Alexander Nasmyth,Alexandre Louis Patry
Alexandre-Gabriel Decamps,Andreas Achenbach,Andreas Schelfhout,Andres Cortes Aguilar,Anton Doll,Antonio María Esquivel,Arthur Joseph Meadows,Asensio Juliá,Bartholomeus Johannes Van Hove,Carl Friedrich Lessing,Caspar David Friedrich,Charles Henri Joseph Leickert,Constantinos Volanakis,Cornelis Springer,Cornelius Krieghoff,Edward Beyer,Edward Moran,Eugène Delacroix,Eugène Fromentin,Eugène Isabey,Evariste Vital Luminais,Federico Madrazo y Kuntz,Francisco Jose de Goya,Franz Richard Unterberger,Georg Friedrich Kersting,Ivan Constantinovich Aivazovsky,James E. Buttersworth,Jean-Louis-Ernest Meissonier,John Constable,Joseph Mallord William Turner,Joseph Wright,Karl Blechen,Mariano Fortuny Marsal,Robert Salmon,Theodore Gericault,William Blake,William Henry Machen,William Rimmer

RÖNESANS : İtalya’nın Floransa kentinde XV. yy.ın ilk on yılında ortaya çıkan ve XVI. yy.’da tüm Avrupa’ya yayılan, kültür ve sanattaki yenilenme hareketine Rönesans denir. Rönesans sanatçıları, Ortaçağ’ın karanlık yüzyılları boyunca gölgede kaldığını düşündükleri büyük Antikçağ sanatının saygın ve güzel yanlarını yeniden gün ışığına çıkarmak istediler. Yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans teriminin de isim babası olan bu anlayıştır. Rönesans sadece İtalya da ortaya çıkmasına rağmen Avrupa’nın büyük bir bölümüne ulaşmakla kalmayıp, XX. yy.’a gelinceye kadar Batı sanatının gelişme dizgilerini elinde tuttu. Sanatçıların, düşünürlerin ve bilim adamlarının etkisiyle XV. yy.’da Ortaçağ düşünce sisteminin zayıflamasına, Papalığın eski itibarını yitirmesine yol açtı. Diğer taraftan, kent devletleri ve milli monarşiler güç kazanmaya başladı. Rönesans’ın ortaya çıkmasında, Avrupa’da meydana gelen temel sosyal siyasi ve ekonomik gelişmeler rol oynamıştır. Daha XII. yy. başlarından itibaren, bazı düşünür ve edebiyatçılar, Ortaçağ zihniyetine karşı fikirleri savunmuşlardır. Bunların önemli bir kısmı Antik Yunan ve Latin kültürünü esas alıp, Ortaçağ’ın katı kurallara sahip ve baskıcı anlayışına karşı olmuşlardır. İşte, bu zihniyet değişiminin bir sonucu olarak, Rönesans sanatına Ortaçağ’a özgü mistisizm ve sembolizm çabaları sona ermiş, yerine insan ve eşyayı mekan içinde değerlendiren natüralist bir anlayış hakim olmuştur. Özellikle resim sanatında hacim, gölge-ışık ve perspektif uygulamaları, öncelikle Ortaçağ zihniyetinden ve onun sanat anlayışından kopuşun bir sonucudur. Başta güney İtalya ve İspanya’da Doğu-İslam dünyasının bilimler sahasında ortaya koydukları eserler sistematik bir biçimde Latinceye çevrildi. Skolastik düşüncenin yerini akla ve eleştiriye önem veren düşünceler aldı ve toplumda bireyselleşme önem kazandı. Floransa gibi önemli bir kent merkezinin Rönesans’ın beşiği olması hiç şaşırtıcı gelmemelidir. Bu şehir, ekonomik ve mali gücün, sanat koruyuculuğu geleneğini sürdüren (Mediciler) güçlü bir siyasal erkin, entelektüel seçkin bir sınıfın, özellikle de, sanat alanında eşsiz birkaç yaratıcının buluşup bir araya geldiği bir yerdir.

RÖNESANS RESİM SANATI : Rönesans öncesi İtalyan resminde Bizans mozaik ve freskleri geçerli olmuştur. Rönesans eserlerinin, Antik Yunan ve Roma döneminin eserleriyle bir bağlantısı vardır. Ancak resim sanatında antik mirastan etkilenme, heykel sanatı kadar kolay olmamıştır. Çünkü heykel ve kabartma örnekleri, çoğu kaybolan resim örneklerinden daha fazla görülebilmiştir. Özellikle resim sanatında hacim, gölge-ışık ve perspektif uygulamaları, Avrupalı sanatçıların Ortaçağ sanatlarından yavaş yavaş uzaklaşmasına başlangıç teşkil etmiştir. Floransalı Cimabue (1240-1301)’nin günümüze kadar gelen az sayıdaki çalışmalarında, kısmen gölge-ışık oyunlarına ve yüzlerde psikolojik ifadeye yer verildiği görülmektedir Giotto ise hocaları olduğu tahmin edilen Cimabue ve Cavallini’yi aşarak yalnızca İtalya’da değil, tüm Avrupa’da yeni rense dönüşün temsilcisi olacaktır. Rönesans Resim Sanatı Genel Özellikleri Daha önceleri yalnızca büyük yapıların süs öğesi olarak kullanılan resim, Rönesans döneminde bağımsız olarak yapılabilmiştir. Perspektif, diğer görsel sanatların da ortak temelini oluşturan çizgi ile birleşerek etkisini arttırmıştır. İnsan figürünün hacmini gerçeğe uygun olarak vermek amacıyla perspektifi elde etmek için araştırmalarda bulunulmuştur. Dini konuların yanı sıra, tabiata ait motifler stilize edilmeden tuallere taşınmıştır. Konular zenginleşmiş, sanatçılar kendi ferdi duygularını işleme serbestliği kazanmışlardır. Böylece, giderek Ortaçağ’ın katı kural ve şekilciliğinden uzaklaşmıştır. Geliştirilen ya da bulunan yeni teknik malzemeler, resim ve fresklerin etki gücünü arttırdığı gibi, işçiliği ve masrafı azaltmıştır. XV. yy.’ın sonlarına doğru Flaman ülkesinden yağlı boya tekniğini öğrenen İtalyan sanatçıları, tablolarında daha yumuşak renk tonlarına yönelmişlerdir. Resim alanında da kısmen Antik dönemin özellikleri canlandırılmış, kilise otoritesinin azalmasına karşın, sanatçı fırçasını daha bağımsız olarak kullanabilmiştir. En önemli ilgi kaynağı olan insan ve mekan arasında uyum sağlanılmasına önem verilmiştir. İnsan figürlerinde olduğu gibi, peyzajın da hacmi olduğunu gözden kaçırmamışlardır...İnsanlık tarihinde önemli bir yeri olan, 14.yy’da İtalya’da başlayarak 16.yy’a kadar bütün Batı ve Orta Avrupa’ya yayılan sanat hareketi.Ortaçağ boyunca insanlar Tanrı korkusuyla ve kilisenin hissedilen egemenliği altında yaşadılar. Sanat genellikle cenneti ve azizleri betimlyor, dünyada olup bitenle ilgilenmiyordu. Ama 14. yy’da insan dünyadaki önemini ve etkisini anlamaya başlamış, bu yeniden doğuş (rönesanas) sanata da yansımıştır. Figürler de mekanlar da daha gerçekçi olmuş, Hrıstiyanlık daha insani bir açıdan analatılmaya başlanmıştır. Yıllar geçtikçe sanatçılar panolarda, fresklerde va atlar panolarında dünyayı yeniden yarattılar. Giotto ve Masaccio’nun stilize yapıtlarıyla başlayan bir Rönesans, Leonardo, Raffaello ve Michellangelo’nun anıtsal yapıtlarında doruğa ulaştı. Rönesans genellikle İtalya’yla da bağdaştırılsa da, Alpler’in kuzeyinde Almanya’da ve Flandre’da da bağımsız olarak gelişmiştir. İtalyan Rönesans sanatçıları perspektife ve mekan yanılsamasına önem verirken Flaman ve Alman sanatçılar çevrelerindeki dünyanın ayrıntılı, mücevher gibi işlenmiş betimlemelerine daha çok ilgi duymuşlardır.Başlıcaları Andrea del Sarto,Andrea Mantegna,Andrea Solari,Bartolome Bermejo,Bartolomeo di Giovanni,Bartolomeo Veneto,Bartolomeo Vivarini,Christoph Amberger,Domenico Ghirlandaio,Fra Angelico,Giotto di Bondone,Leonardo da Vinci,Piero della Francesca,Raffaello Sanzio,Sandro Botticelli,Tiziano Vecelli,Vittore Carpaccio

RÖPRODÜKSİYON (Reproduction) : Bir sanat ürününün, özellikle resmin çoğaltılması. Bu işlem genellikle basım yöntemleri kullanılarak yapılır. Bir sanat eserinin bu anlamda çoğaltılması ve röprodüksiyon sayılabilmesi için, özgün yapıtın gerçekte tek nüsha olarak yapılmış olması gerekir. Röprodüksiyonu kopyadan ayıran özellik, onun taklit olmayıp, yalnızca özgün yapıtın özgün tekniği dışında bir teknikle yaniden üretilmesidir.

S
SALON (Salon; Room) : Fransız Krallık Resim ve Heykel Akademisi üyelerinin sergilerine verilen ad. Sözcük bu sergilerin Louvre'daki Apollon Salonu'nda açılmasından kaynaklanmaktadır. Sergi 1737'den Fransız Devrimi'ne kadar iki yılda bir, daha sonra ise, yılda bir açıldı. Akademizmin katı kurallarına bağlılığından ötürü, ileri sanatsal çabaları reddetmesi yoğun tepkilere neden olunca, 1863'te salona alınmayan sanatçılar için III. Napoleon'un buyruğuyla ayrı bir Salon des Refusés açıldı. 1881'de yeniden örgütlenen salon, hala yeni ve ilerici eğilimlere karşıt tutumunu sürdürmektedir.

SEMBOLİZM : Evrensel bilgi ve hakikatlerin basit ve sade öğelere indirgenerek ifade edilmesi,Bir sembol, anlatmak istediği şeyi en kesin, en belirli, en sade, en doğal şekilde ifade eden işarettir

SFUMATO TEKNİĞİ : Resim ya da çizimde, renk ve tonlar arasında yumuşak geçişleri sağlayan gölgeleme yöntemi. İlk kez Leonardo da Vinci tarafından uygulanan bu yöntem, çoğu kez aydınlık alanlardan karanlık alanlara geçişlerde kullanılır. Bu tekniğin geliştirilmesiyle 15. yüzyılın keskin dış çizgili biçimleri belli bir yumuşaklık kazanmıştır.

SHADE (İngilizce) : Bir rengi daha koyu yapmak için siyah eklenir ise, ortaya çıkan renge "shade" denir.

SICAK (Warm) : Bazı renkler bize sıcak şeyleri anımsatırlar, kırmızılar gibi. Kırmızılardan ve sarılardan elde edilen renkler- toprak tonlarında olduğu gibi güçlerini yitirseler de- sıcak renklerdirler.

SİNKRETİZM (Syncrethism) : (1) Aynı sanat yapıtı üzerinde farklı anlayış, üslup ya da akımların sentezleşmemiş nitelikte bir bütün olarak yer almaları durumu. (2) Bir ülkede sanatsal yaratımın henüz sentezine ulaşamamış, dolayısıyla, farklı odakların etkilerini seçilebilir biçimde yansıtması durumu.

SİMETRİ, ASİMETRİ (Symmetry, Asymmetry) : Simetri, parçaların orta eksenin iki yanında, biçimlerin, motiflerin ve renklerin eşdeş olacakları biçimde düzenlenmeleri sonucunda har iki yarımın birbirinin yansıması olmasıdır. Asimetri ise, orta çizgi ile bölünen karşıt yanların parçalarının eşdeş olmadığı bir düzenlemedir.

SOĞUK (Cool) : Bazı renkler bize soğuk olan şeyleri anımsatırlar; buz grileri veya teskin edici maviler gibi. Her renk beyaz katılarak daha "cool" yapılabilir.

SÜPREMATİZM : soyut geometriciliği benimseyen bir resim anlayışıdır. Bu terimi Kazimir Maleviç kendi geometrik soyutlaması için kullanmıştır. Maleviç 1913'te sanatı objeye bağlı görüşten kurtarmaya çalışmıştır, bunu da kübizmin ışığında yapmıştır. Maleviç, soyut resimde bulunan bütün ekspresyonist ve hikâyeci öğelerin ortadan kaldırılmasını ve mutlak saf biçimlerin, basit uyumların kurulmasında kullanılmasını önermektedir.
Süprematistler açı, çember, dikdörtgen ve haç biçimlerini kullanmışlardır.

ŞASİ : Tuvalin üzerine gerildiği ahşap çerçeve.

ŞÖVALE RESMİ (Easel Painting) : Şövale üzerinde yapılan ve taşınabilir boyuttaki küçük yağlıboya resim. 17. yy'da burjuvazinin gelişimi sonucunda yaygınlaşmış ve resmin evlere girmesine olanak vermiştir. Önceki dönemin dinsel konulara ağırlık veren büyük boyutlu resim yapıtlarına karşıt bir din dışı sanat anlayışının doğuşuyla eş zamanlı olarak belirmiştir.

T
TEMPERA (İngilizce) : Boyar maddenin tutkallı suyla, genellikle de yumurta akıyla karıştırılmasıyla elde edilen bir boya türü ve bu boya kullanılarak yapılmış resim. Tempera Ortaçağ'da sık kullanılmış, 15. yy'dan sonra yağlıboya resmin gelişmiyle birlikte ortadan kalkmıştır.

TERRACOTTA (İngilizce) : Her tür pişmiş topraktan yapılmış kullanım eşyasının genel adı. Tuğla, kiremit gibi kaba yapı malzemeleri pişmiş toprak ya da keramik sayıldıkları halde, terracotta değildirler.

TERS PERSPEKTİF (False Perspective) : Resim sanatında kaçış noktasının, betilerin ardında ve ufuk çizgisi üzerinde değil, betilerle seyirci arasında yer aldığı perspektif türü. Böyle bir perspektifte betilerin seyirciye göre daha uzakta olan kesimleri küçük görüneceklerine, aksine daha irileşirler. Bu nedenle betimlenen nesneler gerçektekinin tam tersi bir görünümde resmedilmişlerdir. Ters perspektif Ortaçağ boyunca hem Batı, hem de Doğu sanatında egemen olmuştur. Batı'da Rönesans'la birlikte ortadan kalkar.

TINT (İngilizce) : Bir renge onu daha açık yapmak için beyaz eklendiğinde ortaya çıkan renk bir "tint"tir.

TİPOLOJİ (Typology) : Bir sanat dalında ya da onun belirli bir alanındaki tüm yapıtların ya da yapıtı oluşturan tek tek ögelerin incelenerek, tiplerin belirlenip gerçek örneklerin bunlara göre sınıflanması işlemi. Örneğin, resim sanatında tüm Rönesans Madonna'larının bir tipolojisi yapılacabileceği gibi, mimarklıkta da Mardin konutlarının pencere tipolojisi oluşturulabilir.

TON (Tone) : Boyalı bir cismin planlarının aydınlık ve karanlık dereceleri. Nesnelerin çeşitli bölgeleri birbirleriyle karşılaştırıldıklarında, aralarındaki açıklık ve koyuluk farklarına ton denir.

TONALİZM : Sembolizm akımlarıyla başlayan modern resim, konusunu avam insanda, onun gündelik yaşamında, psikolojisinde bulur. Kompozisyon, ışık, renk, çizgi, perspektif konularında konmus kurallari yıkma, özgürleşme arzusu öne çıkar.

TOPLUMSAL ÇERÇEVE, KAPSAM, BAĞLAM (Context) : Bir yapıtın içinde gerçekleştirildiği sosyal veya tarihsel ortam. Tüm sanatçılar etkileşim içinde oldukları değerleri ve gelenekleri olan sosyal çevrelerde çalışırlar. Bir sanat yapıtının içinde gerçekleştirildiği koşullar üzerine düşünmek üç açıdan önemlidir. İlki , onu gerçekleştiren sanatçı veya içinde yaratıldığı kültür hakkında bilgi edinmemizi sağlamasıdır. İkinci olarak gözden kaçırmamız gereken bir nokta, bir yapıta baktığımızda veya ondan bir şeyler öğrendiğimizde, bunların içinde yaşadığımız zaman, deneyimlerimiz ve inançlarımız nedeniyle önyargılı olabileceğinin bilincine varmaktır. Bizim yorumumuz, resmin yaratıldığı devirdeki yorumdan oldukça farklı olabilir. Üçüncü olarak, bir yapıtın bir kitapta yer alan imgesinin, gerçekleştirildiği yapı içerisinde olduğundan da, halkın izlemesi için konduğu müzeden de farklı algılanacağıdır. Bir sanat eserinin içinde yer aldığı güncel kapsam da bizim onun hakkında ne düşündüğümüz üzerinde belirleyici olabilir.

TOPOGRAFİK SANAT (Topgraphical Art) : Doğada büyük boyutlu topografik değişiklikler yaparak yapıtlar oluşturmaya yönelen sanat dalı. Topografik sanatçılar, genellikle inşaat makineleri kullanarak, yapay yeryüzü şekilleri yaratmaya çalışırlar. 1960'larda beliren topografik sanat, özellikle ABD'de izleyiciler bulmuştur.

TOPRAK BOYA (Earth Colour) : Renkli taş ya da toprağın öğütülmesiyle elde edilen doğal boya. Maden oksitlerini içerir. Günümüzde sentetik boyaların belirişi sonucunda artık pek kullanılmamaktadır.

TORSO (İngilizce) : Kollar, bacaklar ve baş dışında kalan insan gövdesinin heykeli.

TRİPTİK (Triptich) : Birbirine menteşeli üç ahşap levhadan oluşan Avupa resim sanatı ürünü. Genellikle, kilisede sunağın üzerinde yeralmış ve ikonografik sahnelerle bezenmiştir.

TROMPE-L' OEIL : Bir düzlem üzerinde sanat içeriği olan resimsel bir etki amaçlamaksızın, gerçeklik izlenimi vermeye çalışan her tür çizim, boyama vs. En basit trompe-l' oeil örneği olarak, sağır bir duvar üzerine yapılmış gerçek boyutlarında bir kapı resmi verilebilir. Böyle bir durumda resim yapma etkinliği tümüyle bir yanılsama yaratma işine indirgenmiş olmaktadır.

TUŞ (Touche) : Yağlıboya resimde fırça darbesiyle yüzey üzerinde oluşan boya lekesi. İzlenimci resme dek ressamlar tuşların görülebilir olmasından özellikle kaçınmış ve homojen yüzeyler elde etmeyi amaçlamışlardır. İzlenimci resim ise, aksine, büyük oranda tuşların farkedilebilir nitelikte bırakılması tekniğini yeğlemiştir. Tuş kullanımının daha ön plana çıktığı bir resim akımı ise Taşizm'dir.

U
URNA (İngilizce) : Antik Roma'da taş, pişmiş toprak ya da tunçtan yapılan vazoya benzer kapaklı veya kapaksız kap. Sıvıların konulması için kullanıldıkları gibi, ölülerin küllerinin korunması amacına da hizmet ederlerdi. Ölülerin küllerinin içine konduğu urnalar üzerinde bir yazıt yeri bulunur ve buraya ölünün adı yazılırdı. Urnaların bezemeli ya da sade olanları vardır.

UYGULAMA SÜRECİ/ İCRA (Process) : Yapıtın gerçekleştirilmesinin özellikleri, ayrıntıları, verileri.

UYUM (Harmony) : Bütünü meydana getiren ilgili öğelerin/parçaların kendi aralarındaki iletişimi. W.Kandinsky'e göre : "Armoni, kompozisyondur." Müzikten ödünç alınan bu terim, resim unsurlarının tatmin edici veya hoşa gidecek biçimde düzenlendiği duygusunu dile getirir.

V
VALÖR (Valeur, Değer) : Bir tonun göreceli şiddeti veya bir tona ait kuvvet. Bir tondaki ışık ve gölgelerin derecesinin getirdiği fark. Renklerin içlerindeki siyah ve beyaz ile ilgilerinden doğan koyu-açık farklarına, değerlerine renklerin valörleri denir.

VEDUTA : İtalyanca'da "görünüm" anlamına gelen sözcük, büyük ölçüde gerçeğe dayanılarak yapılan ayrıntılı kent resimleri, çizimleri ve oymabaskıları için kullanılır. Gerçeğe dayanmayan düşsel örnekler, "veduta ideata" ya da "capriccio" olarak anılır. İlk vedutalar büyük olasılıkla, Flaman manzara ressamı Paul Brill gibi İtalya'da çalışan kuzeyli ressamlar tarafından yapılmıştı. Ancak bu türün en başarılı ustaları Venedikli sanatçılardır. Bunların içinde en ünlüsü olan CANALETTO, Venedik'in tarihsel yapılarını gerçeğe son derece uygun betimlemiştir. Guardi ailesinden Francesco GUARDİ, babası Domenico ve ağabeyi Gianantonio da çok sayıda Venedik görünümü yapmışlardır. Francesco özellikle Caneletto'dan etkilenmiş, ama ondan daha özgür bir anlatım geliştirmiştir. Özellikle yapı kalıntılarını betimleyen Giovanni Pannini de önemli bir veduta ustasıydı. Bu türü oymabaskıya uygulayan sanatçıların başında gene 1941'de bir dizi aside yedirme baskı yapan Canaletto gelir. Mimar, arkeolog ve oymabaskı ustası PİRANESİ ise Roma'yı betimlediği veduta baskılarıyla tanınır. Çoğu düşsel olan bu dizideki görünümler, belli ölçek farklılıkları ve eklemelere karşın epeyce gerçekçidir. Düşsel veduta örnekleri arasında Canaletto'nun "Düklük Sarayı"yla San Pietro Kilisesi kubbesini aynı kompozisyonda ele aldığı çizimi ile William Marlow'un Londra'daki St. Paul Katedrali, Venedik'teki "Büyük Kanal'la Birlikte" adlı yapıtı sayılabilir.

Y
YANILSAMA (Illusion) : Resim sanatına özgü bir terim olan yanılsama, resimsel yapıtta yeralan betilerin gerçek dünyadaki nesne ve gerçeklikler olarak tanınabilmesi anlamına gelir. Betiler gerçeklikle gönderme yapan sanatsal ögelerdir; onları gönderme yaptıkları gerçeklikler olarak kavramak ancak yanılsamanın varlığı halinde olanaklıdır. Dolayısıyla, yanılsama gerçekliğin sanat yapıtında "yeniden üretilmesi" demektir ve çoğunlukla üç boyutlu olan gerçek varlıkların iki boyutlu bir yüzey üzerinde betimlenebilmesini sağlar. Bu amaçla perspektif, ışık - gölge ve modle gibi yanılsama teknikleri kullanılır. Bu teknikleri hiç ya da pek az kullanan ve dolayısıyla, resim düzleminin iki boyutlu olduğu gerçeğini aşmaya çalışmayan toplum ve çağların sanatlarında yanılsamadan söz edilemez.

YENİ GERÇEKÇİLİK : 26 Ekim 1960’ta, sanat eleştirmeni Pierre Restany’nin girişimiyle Paris’te Yves Klein’in evinde toplanan Arman, François Dufrêne, Raymond Hains, Martial Raysse, Daniel Spoerri, Jean Tinguely ve Villeglé “Yeni Gerçekçiler” grubunu kurmuşlardır.Grup “yeni gerçekçilik” sözcüğünün tanımını, “gerçeğin algılanmasına yeni yaklaşımlar” olarak belirlemiştir. Tanım oldukça kısa ve bulanıktır, ama bu sanatçılar, her birinin izleyeceği kesin bir kuram oluşturmaktan çok her birinin kendince katkıda bulunacağı yeni bir duyarlılığın varlığını ortaya koymak istemişlerdir.Daha sonra César, Mimmo Rotella, Niki de Saint-Phalle, Descamps ve Christo’nun katılımıyla grup tamamlanmıştır. Fransa’daki öncü sanat eğilimleri arasında en ünlüsü olan bu akımda, sanatçıların ortak tavırları çok kısa süreli olmuş, Şubat 1963’te, “II. Nouveau Realiste Festivali”nin hemen ardından ortaklık son bulmuştur. Bununla beraber, yeni atılımları desteklemesi ve toplumun sanatı birkaç tanımla sınırlama eğilimine karşı olması açısından önem taşımaktadır.Pop Sanat gibi Yeni Gerçekçilik de çağdaş dünyanın önemini kabul eder ve onu yaratıcı eylemin içine almaya çalışır ama ortak nokta bu kadardır. Pop Sanat’ın iletişim araçlarının bir yansıması olmasına karşın, Yeni Gerçekçilik’in tüm etkinlikleri en geniş kapsamıyla varoluşla ilgilidir. Dünyaya bakış açışı, karşı çıkış, gelip geçiciliğin bilinci, teknolojiden yararlanma, yaşanılanı sahiplenme, günlük yaşantının şiirselliği, yeni gerçekçi sanatçıların ele aldığı başlıca konulardır. Bu tavır estetik bir kaygıdan değil, Dada, Duchamp ve Schwitters’inkine benzer bir davranıştan kaynaklanmaktadır. Bundan böyle bir resim ya da heykelden söz etmek zorlaşmıştır, çünkü söz konusu olan artık dünyanın betimlenmesi değildir, dünyanın kendisi sanatçının at koşturduğu bir alan haline gelmiştir.

YUZEY : Boyanın üzerine uygulanacağı malzemedir. En sık kullanılan yüzeyler sulu boya, guaş ve pastel boyakar için kağıt yüzeyler, yağlı boya ve akrilikler içinse astarlı tuvaldir. Freskler doğrudan ıslak alçı üzerine boyanırlar. Sanat tarihi boyunca resimlerin tahta, deri ve hayvan kemikleri üzerine yapıldığı da görülmüştür. Minyatür portrelerin fildişi üzerine yapıldığı da bilinmektedir.

Z
ZEMİN : Resim sanatında genel olarak PANO, TUVAL ya da benzeri bir zemin anlamında kullanılsa da teknik açıdan zeminin BOYA'ya hazırlanmasıdır. Amaç, boya ile zemini ayırarak emiciliğini azaltmak ve boyaların parlaklığını sağlamaktır. ASTAR'la karıştırılmaması gereken zeminin hazırlanmasında farklı malzemeler kullanılır. Floransalı ressam ve sanat tarihçisi Cennino Cennini'ye göre, kimi zaman deri ya da tuvalle kaplanan panonun üstüne zemin olarak hayvansal kökenli tutkalla karıştırılmış alçı BAĞLAYICI olarak kullanılırdı. Ancak bu malzeme esnek olmadığından tuvale uygun değildi. 8. ya da 10. yy'da yaşadığı düşünülen Heraclius, teknikleri anlattığı "De coloribus et artibus romanorum" (Resimde Eski Uygulamalar: British Museum, Sloane 1754) adlı yapıtında, tuvalin önce şeker nişasta karışımı bir yapışkanla kaplandığını, üstüne de ince bir kat gesso sürüldüğünü belirtmiştir. İtalya'da kullanılan bir başka yöntemdeyse gesso'ya sabun ve bal eklendiği bilinir. 17.yy'da sanatçıların zemin olarak bitkisel zamk üstüne yağlı bir malzeme sürdükleri ve çabuk kuruması için içine doğal kurşun oksit kattıkları belirtilmektedir. Ancak bu yöntemin çok dayanıklı olmadığı görülünce alçı taşıyla tutkal karışımı bir zemin yeğlenmiştir. Pergamonlu hekim Galenos 2.yy'da beyaz alçı zeminin yansımasını azaltmak için hafif renkli sırların kullanıldığından söz eder. Benzer bir uygulama ortaçağ sonuyla RÖNESANS başında da kullanılmış; bir çok sanatçı zemin üstüne "imprimatura" olarak bilinen toprak rengi saydam bir sır (astar) çekmiştir.

ZINCIRLEME KARŞITLIK : Gözlerinizi bir renk alanına sabitleyip ardından farklı bir tarafa baktığınızda o rengin negatif halini görürsünüz. Bu etki zincirleme karşıtlık ya da kromatik adaptasyon diye bilinir. Renk parçaları bir resim yüzeyinde yan yana konulduklarında her renk yanındaki diğer renkten etkilenir. Çevrelerinin etkisiyle dönüşüme uğrayan renkler, düz beyaz ya da renklendirilmiş başka bir zemin üzerinde olduğundan farklı görünürler. Bu bazen, bir rengin tam olarak tarif edilmesinin imkansız olduğu anlamına gelmektedir.
 
Son düzenleme:

mnyyf1453

Süper Üye
9 Tem 2009
500
130
Güzel bir çalışma.Emeğine sağlık.


İnan.!...............ama yalnızca bildiğin gerçeklere

Güven.!...........ama yalnızca içinde bağlandıklarına.

Sev.!................ama yalnızca hak edenleri.

paylaş.!...........ama yalnızca değerini bilenlerle.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst