Yabancı Belgeseller / Yerli Belgeseller

scanfan

Yönetici
25 Eyl 2013
7,211
75,318
Yabancı Belgeseller vs. Yerli Belgeseller
Kısa Bir Kıyaslama


Son yıllarda artık bizden de iyi belgesel yapanlar çıkıyor, buna sözüm yok. Burada değineceğim hususlar daha önceki yıllarda yaptığım gözlemlere dayanıyor. Kitaplara ve diğer referanslara nispeten az başvurarak, çoğunlukla hatırladığım şekilde aktaracağım.

Batıda belgesel filmlere de tıpkı sinema filmlerinde olduğu gibi ciddiyetle yaklaşılıyor ve maddi bir getirisi de olduğu için bu alanda büyük paralar harcanıyor, yatırımlar yapılıyor. Orada belgeseller sinemalarda bile gösterildiği gibi gişe de yapıyorlar (Michael Moore'un Fahrenheit 9/11 ve Hasta adlı uzun metrajlı belgeselleri tüm zamanların en çok hasılat yapan birinci ve üçüncü belgeselleri oldular). Yani Batı'da belgesellere talep her zaman var. Bizde yerel konularda yapılmış iddiasız, düşük bütçeli ama etkili belgeseller daha çok ön planda (Kaybolan el sanatları, Karagöz, yerel bitkiler, antik kültürler vb gibi konuları işleyen belgeseller). Bir yanda devasa bir kapital desteğinde iş yapan belgeselciler, diğer yanda da en fazla devlet televizyonunun maddi yardımıyla kotarılan belgeseller. Bu iki eşitsizi karşılaştırmak, kıyaslamak haksızlık olur. Ama bir de işin içinde kişisel fedakarlıklar, kendini adamışlık vs gibi "insan faktörü" var. Ayrıca elde imkan olmasına rağmen mevcut teknik olanaklardan yeterince yararlanmama durumu var. Ben işin daha çok bu yönüne baktım, yoksa imkanları kısıtlı bir tarafı küçük görme gibi bir niyetim yok.

Zaman Sorunu, Mesleğe Bağlılık, Kendini İşine Adama.


Adını hatırlayamadığum bir belgeselde (2000'li yıllar olmalı), bir belgesel ekibi Güney illerimizden birini bize iyice tanıttı. Sıra geldi o sırada gündemde olan ve o ilin limanında demirli olduğu farzedilen "sismik araştırma gemisi"ni tanıtmaya. Daha önceden anons edildiği için merakla bekliyoruz. O da ne, limana gidiliyor ki geminin yerinde yeller esiyor. Sunucu: "Sizlere gemiyi de gezdirecektik ama araştırma için denize açılmış, 2-3 gün sonra dönecekmiş" diyor. Yani belgeselcilerin 3 gün bile beklemeye tahammülleri yok, bir an önce Ankara'ya steril ortamlarına dönecekler, arkadaşları hafta sonu için onları bekliyor! Ön araştırma yapmadan gitmeleri zaten kabahat. Madem gezdirmeyecektin niye anons ediyorsun?

Benzer şekilde başka bir belgeselcimiz bir Ege sahil kasabasında çekim yapıyor. Sunucu ekranda şöyle dedi: "Üç gündür buradayız, ama henüz bir "Akdeniz foku"na rastlamadık, umarım bir dahaki sefere" diyor ve oradan ayrılıyorlar. Belgesel zaten "Akdeniz Foku" üzerine! Yani foku görene kadar bekleyelim yok. Zaten çekimler hep karadan yapılmış. Sualtı çekimlerine filan hiç bulaşılmamış. Demek ki yaptıkları işi çok sevmiyorlardı.

Buna karşılık aklıma "National Geographic"in iki belgeseli geldi (önce dergide yayımlandı, 1970'li yıllardı galiba). Birinde, Güney Amerika'daki "kayıp bir ilkel kabile" araştırılacaktı. Bu kabilenin dış dünyadan hiç haberi yokmuş ve taş devrini yaşıyorlarmış. Derginin muhabirini ormanda buldukları bir boşluğa helikopterden indirdiler. Yanına 8 ay yetecek film, yiyecek, malzeme, navigasyon araçları vs bıraktılar. 8 ay sonra seni şu koordinattan alacağız, orada bulun dediler ve dedikleri gibi onu oradan aldılar. Muhabir çoluk çocuğum var, düğünümüz var(!) ben gidemem filan demedi.

Bir diğerinde bir kadıncağız ara ara uygarlığa dönmek kaydıyla Afrika dağlarındaki bir ormanda, "dağ gorilleri"nin arasında ömrünü harcadı, neredeyse orada menapoza girdi! Ama bu konudaki en iyi araştırmaları da o kaleme aldı. Bu bilim insanının adı "Dian Fossey"di, kendi yazdığı aynı adlı kitaba dayandırarak hakkında bir sinema filmi de çevrildi: "Sigourney Weaver"ın onu canlandırdığı "Gorillas in the Mist" (Sisteki Goriller). Bunlar kendisini mesleğine, bilime adamış iş namusunu şiar edinmiş insanlardır.

Dian Fossey Ocak 1970'te National Geographic'in kapağında. Küçük resimde de ölmeden bir yıl önce 1984'te.
Dian_Fossey_NGM.jpg

Kendini adamışlık deyince "İnanılmaz Kurtuluş" belgesel dizisinin İngiliz maceraperesti "Bear Grylls"i de hatırlayalım. Dere tepe hoplayıp zıplayarak yaya olarak dünyayı gezen, doğada bulduğu hemen her şeyi yiyebilen (bazılarına göre iğrençlik yapan!), çölde bulduğu ölü devenin mide suyunu içip, etini yiyen, sonra da kum fırtınasından korunmak için ölü devenin karnına giren bu adamı ne zaman seyretsem ha öldü ha ölecek diye endişelenip dururum.


Teknolojiden Yararlanma

Batılı belgeselciler sürekli gelişen teknolojiyi kendi alanlarında dibine kadar kullanıyorlar. Örneğin bir kuşun sırtına kamera yerleştirip göç eden kuşları çok yakından bize gösterebiliyorlar. Köstebeğin kafasına bağladıkları kamerayla bizi toprak altındaki tünellerde dolaştırıyorlar. Köpek balığını doğururken filme çekmeyi başarıyorlar. Haydi bunları geçtik. Doğa ve astronomi belgesellerinde, yer kürenin geçmişindeki jeolojik olaylarıyla ilgili her belgeselde ikide bir araya "bilgisayarda yapılmış bir animasyon" sokuşturuyorlar ve bizim ağzımız açık kalıyor. O ne muhteşem canlandırmadır, tıpkı o anı yaşıyormuşuz gibi oluyor. Bizde böyle bir bilgisayar canlandırmasına yeltenilse bile çok ilkel kalıyor, neden? Aynı bilgisayarı ve bilgisayar yazılımını burada bulamıyor muyuz? Çok mu pahalı bunlar? Yoksa üşengeçlikten mi?

Kostümlü canlandırmalara da çok sık başvuruluyor. Tamam bunlar çok pahalı, binlerce figüran, binlerce tarihi kostüm vb. Mesela "Eski Mısır" belgeselinde resmen piramit inşa ediyorlardı! Taş blokların köpükten yapıldığı farkedilmiyordu bile, yani figüranlar bile çok iyi rol yapıyorlardı.

Uzayla ilgili yerli bir belgeselde ise olayları deniz kenarında kum üzerine sopayla çizerek anlattılar. Tamam orijinallik olsun diye yapmışlar, bir mizansen yakalamışlar, ama araya bilgisayar canlandırmaları da koysanıza.

Yabancı belgesellerden teknolojiye dayanan bir belgesel dizi şimdi aklıma geldi: "Mythbusters" (Efsane Avcıları). Seyrederken insanın koşup bir deney yapası geliyor! History Channel'ın tarihi belgesellerini de burada zikredeyim. Söz konusu bu belgeseller de daha çok kapsamlı arşiv (film, foto, belge) çalışmalarına dayanıyor. Bütün belgesellerde güvenilir danışmanlar tutuyorlar. Bunlar genelde bilim adamları ya da konunun duayenleri oluyor. Yerli belgesellerde sayısız bilgi hatasına rastladım geçmişte. Şimdilerde bizimkiler de danışmana önem veriyorlar sanırım

Yüz Akı Belgeselcilerimiz (Ama Çoğu Konumuzun Dışındalar)

Bizde tarih konusunda yapılmış iyi bir belgesel vardır: Tolga Örnek'in çektiği "Hititler". Bunu yukarıdaki yabancı belgesellerin arasında sayabiliriz. Teknolojiden yararlanan belgeselcilerimizden rahmetli "Haluk Cecan"ı da saygıyla anmak gerekir. Sualtı belgeselciliğimizin öncüsü ve yüz akıydı. Filmlerinde kullandığı birçok cihazı kendi olanaklarıyla üretmişti. Yüz akı belgeselcilerimizden bahsederken TRT'de "Türkiye'nin endemik çiçekleri", "Türkiye'nin Kuşları" vb gibi Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğini anlatan ve yurtdışında sayısız ödüller almış onlarca programı yapan "Fatih Orbay"ı da unutmamak gerekiyor. Aynı zamanda TRT spikeri olduğu için belgesellerini de kendisi seslendiriyordu.. Bunlar fazlaca teknoloji gerektirmeyen, ama bilgi birikimi ve sebat gerektiren çok kaliteli belgesellerdi.

Çoşkun Aral, Nuray Yılmaz (Gezelim Görelim), Tayfun Talipoğlu (Bam Teli), Saim Orhan (Ayna), Gülhan Şen (Gülhan'ın Galaksi Rehberi), Şoray Uzun (Şoray Uzun Yolda), Burak Akkul (Çok Gezenti) gibi sempatik gezi belgeselleri yapan, ayrıca Nebil Özgentürk gibi biyografik belgesel çeken, Cemal Gülas (Zamanın Tanığı), Serdar Kılıç ("Doğadaki İnsan") gibi doğa belgeseli yapan, Banu Avar gibi siyasal belgesel çeken, gurme Vedat Milor gibi yemek belgeseli yapan (ben onu da belgeselci sayıyorum) çok sayıda iyi belgeselcilerimiz var. Onları beğenerek izlerdim. Ama onlar bu yazının konusu dışındalar. Bu saydıklarımın çoğu fazlaca teknolojiye dayanmayan, sunucularının sempatik kişilikleri üzerine kurulmuş gezi-doğa belgeselleri. Evet, çalışma-araştırma yapılmış, evet, çoğu mesleğine kendini adamış (Ayna'nın sunucusu gibi) insanlar, ama bunlar teknolojik yatırım ve büyük prodüksiyon masrafı (tarihi kostüm, dekor, figüran, bilgisayar efekti vb) gerektirmeyen belgeseller (ayıp olmasın diye "yapımı kolay" demiyorum, hepsini de soluksuz izledim, izliyorum), yani bizim konumuzun dışında kalıyorlar. Bir de "İz TV"yi anmadan geçmemek lazım, bu kanal belgeselcilerimize büyük fırsatlar yarattı. Fırsat yaratma deyince TRT'yi de analım.

Bir de elinde yaka mikrofonuyla köy köy gezip köy ahalisine, lokanta lokanta gezip aşçılara yemek yaptıran, o yemekleri bize tanıtmaktan çok, yiyip tüketmeye bakan, köylünün rızkını hapır hupur yutan, antipatik tipler var. Zavallı lokantacılar ve köylüler reklamımız yapılacak diye bu şımarıklığa kerhen katlanıyorlar gibime geliyor. Bunlara da kendi kanallarında belgeselci deniyor. Bunlarla hiç işimiz olmaz!


Yabancı Belgesellerin Falsoları, veya
Batılıların Doğa Belgesellerindeki İkiyüzlülüğü


Onlara teknik açıdan söylenecek fazla bir şey yok. Ancak belki de aşırı profesyonelliğin getirdiği bazı falsolarını görüyoruz. Örneğin doğaya gereksiz müdahele etmek gibi. Eskiden beri hep şüpheye düşmüşümdür, Batılılar ürettikleri "hayvan belgeselleri"nde de ara sıra ikiyüzlü mü davranıyorlar acaba? Önceleri sadece bana öyle geliyor ya da olaya önyargılı bakıyorum sanıyordum, ancak son zamanlarda bundan biraz daha kuşku duymaya başladım.

Seyrettiğim bir belgeselde, hiç unutmuyorum, bir panterin küçük bir hayvana saldırıp parçaladığını gösterirken, anlatıcı: "Biliyoruz bu manzaraya çok üzülüyorsunuz, ama ne yazık ki bizim doğaya müdahele etmemiz doğanın dengesi açısından doğru olmaz. Biz de çok üzülüyoruz ama doğanın kanunu böyle.." mealinde şeyler söyledi. Oysa belgeselin ilerleyen bölümlerinde başka bir yırtıcının (kaplan ya da panterdi galiba) köpek dişinin kırılmış olduğunu gördüler. Sunucu hayvanın bu şekilde bırakılması halinde uzun süre hayatta kalamayacağını söyledi. Sonra da hayvanı bayıltıp bir hayvan hastanesine naklettiler (veya veterinerler teçhizatlarıyla birlikte hayvanın yanına getirildi, tam hatırlayamıyorum). Burada kırık köpek dişinin yerine güzel bir platin protez yaptılar ve hayvanı tekrar ortamına saldılar. İyi de hani doğaya müdahele etmiyordunuz siz? Hani tabiatın doğal akışına karışmayacaktınız, değişen ne oldu? Dişi kırıldıysa kırıldı, doğal seleksiyona bıraksana, ya da bilimsel kaygılarla bu işi yaptın al götür bari hayvanat bahçesinde yaşasın. Tabii ki hayvanat bahçelerinde yaşayan esir hayvanlara yapılan tıbbi müdaheleleri doğal karşılamak gerekir, ama hür yaşayan hayvanlara bu derece karışma hakkını nereden alıyorlar acaba?

Üstte soldaki fotoğrafta görülen diş tedavisi vahşi yaşamdan bir hayvana yapılıyor. Alttakiler belki hayvanat bahçesinde yaşayan hayvanlar olabilir. Resimler örnektir. Bunlar söz konusu belgeselden alınmadı.
k_APLAN_Di_PROTEZ.jpg

Meşhur "Kratt Kardeşler"in vahşi yaşam belgesellerinden birinde aslanlar sürüden ayırdıkları bir yavru fili parçalamakla meşgûller. Bizim belgeselci kardeşler bu sırada jiplerinin içinden çekim yapıyorlar ve sadece birkaç metre ötedeler. Hattâ olayın biraz öncesinde de çaktırmadan yavru fili jipleriyle biraz kuytuya doğru sürdüler gibime geliyor (bu tür mizansenler belgesellerde sürekli olarak yapılıyor sanıyorum). Ekran başındaki küçük çocuklar çığlık çığlığa bağırıyorlar, ağlayan da var. Bu noktada Kratt'lardan beklenen açıklama geliyor, mealen şöyle diyorlar: "Bu sahnelerin ne kadar yürek parçalayıcı olduğunu biz de biliyoruz sayın seyirciler, ancak kurallarımız gereği tabiatın doğal akışına karışmamalıyız, biz de duygularımıza gem vuracağız ve çok istememize rağmen bu minik fil yavrusunu kurtarmayacağız, hem bu tür olaylar ormanda, savanada her gün sürekli tekrarlanıyor vs. vs." Neticede aslanlar yavru fili parçalayıp afiyetle yiyorlar. Buraya kadar her şey makul ve olağan. Ama bana kalırsa belgeselci "Kratt Kardeşler" jipleriyle bir yavru fili resmen aslanların arasında doğru sürdüler. Kaçış yolunu da çaktırmadan kapattılar, hayvan kaçacak bir yol aradıkça jipi bir ileri bir geri oynatıyorlardı! Bence onlar orada olmasalardı yavru filin bir kurtulma şansı vardı, o şansı sıfıra indirdiler.

Aşağıdaki görüntüler sanırım söz konusu belgeselden alınmış ya da ona çok benzeyen görüntüler:
Aslanlar_file_Saldryr.jpg

 
Son düzenleme:

kadirnip

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
21 Kas 2014
4,654
22,314
Adana
Çocukluğumuzun ve gençliğimizin deniz belgeselcisi Kaptan Cousteau, bizim için en önemli şahsiyetlerden birisi idi... Profesyonel belgesel uzmanı nasıl olunur'un dersini veriyordu adeta...
Belgesel çekimi, büyük ön araştırmaları, modern alet-teçhizatları, iyi bir bütçeyi, iyi yerel çalışanları, ayrıca her şeyden önemlisi, adanmışlığı ve doğa sevgisini gerektiren ciddi bir iştir...
Osman Atasoy'un, Uzaklar belgeseli, Barış Manço'nun 7'den 77'ye si, son derece güzel Türk belgeselleri sayılabilir...

Harika konu başlığı için, çok teşekkürler sevgili Scanfan...
 
12 Şub 2010
15,006
543,750
"Kısa Bir kıyaslama"dan çok öte, bilgilendirici, eleştirel mükemmel bir inceleme olmuş sevgili dostum. Bu da bir nevi belgesel olmuş:)

Yabancı belgeselciler içinde de tele-vole meraklısı, şöhret delisi yapımcılar olduğu şüphesiz. Bu tipleri çizgi romanlardaki örneklerinden de tanıyoruz zaten.
Ama bilim ve meslek namusuna sahip belgeselcilerin insanlığa önemli hizmetleri var. Böyleleri benim nazarımda Oskar ödüllü filmcilerden daha değerli

Çok teşekkür ediyorum.
 

sebo22

Onursal Üye
14 Tem 2009
2,081
5,432
Çok teşekkürler üstadım...
Belgesel demişken çizgi romanla ilgili yabancı belgeselleri alt yazılı olarak bulabileceğimiz bir site biliyor musunuz?
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

hggurak

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
8 May 2015
1,132
8,147
İstanbul
Yazınızı baştan sona büyük bir keyifle okudum...
Ellerinize sağlık sevgili dostum.
Sevgiler, saygılar...
 

Baltimora

Yönetici
16 Nis 2009
9,592
34,905
İstanbul
Gene; büyük bir keyifle okuduğum bir paylaşım yapmışsınız sevgili scanfan..

Bu güzel paylaşımlarınızın hiç bitmemesini temenni ederek, teşekkürlerimi sunuyorum değerli büyüğüm..
 

scanfan

Yönetici
25 Eyl 2013
7,211
75,318

Sevgili "yeryüzü", arsız belgesel yapımcılarıyla ilgili olarak tam da benim değindiğim konuya benzer bir konu yakalamış. Leman (1071)'deki bir karikatürü ilgili mesajın altına çıkartmış: Karikatür "Güneri İçoğlu"nun orta sayfada yer alan "Firavunun Laneti" köşesinden. Aynı karikatürü ben de buraya alıyorum.


Aborjin_Karikat_r_Leman.jpg

 
Son düzenleme:
Üst