King Conan - The Hour of the Dragon 06 (of 06) (Ç&B)

ilkhantok

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
6 Ara 2010
1,981
29,028
Mersin
Bu son bölümüyle bir mini serininde sonuna gedik.....derken esasında ne yazık ki macera sona ermemiş bu bölümüyle bir nevi sezon finali verdi hahahaha; çünkü bu maceranın devamı diger bir mini seri olan "King Conan - The Conqueror" olacak ve bu mini seriyi de sitemizin gizli kahramanı ConanTheCivilized dostum çevirdi bile, bende balonlamasına başladım( hayır bu otomatik çevirme makinasının balonlamalarını yapmaktan kendi çevirilerim aksıyor :):):):) ) böylece sezon arası sadece bir hafta sürecek ve haftaya kısmetse King Conan - The Conqueror'ın(kral Conan- Fatih) ilk sayısıyla huzurlarınızda olacagız.
çok ama çok keyifli bir pazar geçirin emi...
Tüm külliyat için buraya bakabilirsiniz : http://www.cizgidiyari.com/forum/conan/112241-orjinal-conan-serileri-ve-turkce-cevirileri.html





 

ekenciz

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
13 Eyl 2009
2,993
13,518
Sevgili ilhantok, siz, Hüseyin Aksakal, ConanThe Civilzied, Shoryuken, Prospero Türkiye Conan Tarihi diye bir cilt yazılırsa müstesna yerleri şimdiden doldurdunuz bile
 

lotoloto

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
6 Kas 2009
4,132
20,709
İlkhantok. Conanlar için çok çok teşekkürler, teşekkürler.
 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Conan, şafakta atını Alimane sığlıklarından geçirdi ve güneydoğuya uzanan geniş kervan yoluna vurdu; geride bıraktığı karşı sahilde Trocero, uzun katmanları sabah yelinde dalgalanan kızıl leoparlı Poitain sancağıyla, çelik giyimli şövalyelerinin başında sessizce atında oturuyordu. O ışıltılı çelik giyen, kara saçlı adamlar, krallarının silüeti gündoğusuna doğru ağaran uzak mavilikte kaybolana dek sessizce durdular.

Conan, Trocero’nun armağanı büyük, siyah bir aygırı sürüyordu. Aquilonia zırhı giymiyordu artık. Tüm kavimlerden oluşan Özgür Yoldaşlar’ın kıdemlilerinden biri gibi gösteriyordu kılığı onu. Başlığı çentilmiş, ezilmiş düz bir miğferdi. Zırh yeleğinin derisiyle halkaları yıpranmış, sürüyle seferde giyilmiş gibi parlamıştı; zırhlı omuzlarında özensizce uçuşan kızıl pelerini de hırpani ve lekeliydi. Görünüş olarak feleğin çemberinden geçmiş, bir gün yağma ve zenginlik, başka bir gün boş bir kese ve sıkılı bir kemerle yaşayan kiralık bir askere benziyordu.

Görünen kısımdan daha fazlası da hislerindeydi; eski hatıraların canlanışı, ayağını imparatorluk yoluna koymadan önceki, yarını düşünmeyen, köpüklü bira, kızıl dudaklar ve dünyanın tüm savaş alanlarında savurmak için keskin bir kılıç dışında bir şey arzulamayan gürültücü, kavgacı, içkici, maceracı gezgin bir paralı asker olduğu eski, vahşi, çılgın ve görkemli günlerin canlanışı.

Eski alışkanlıklarına dönmüştü gayrı ihtiyari; tutumunda yeni bir çalım görünmeye başlıyor, yarı unutulmuş küfürler dudaklarından kendiliğinden dökülüyor, at sürerken bir tavernada, tozlu bir yolda ya da kanlı bir savaş alanında, pervasız arkadaşlarıyla koro halinde kükrediği eski şarkıları mırıldanıyordu.

Huzursuz bir ülkeydi içinden geçtiği. Genellikle Poitain’den akınlar yüzünden nehirde devriye gezen uyanık süvari birliklerinden eser yoktu hiçbir yerde. İç çekişme sınırları korumasız bırakmıştı. Uzun beyaz yol bir ufuktan öbürüne bomboş uzanıyordu. Ne yüklü deve katarları, ne gürül gürül yük arabaları, ne de böğüren sürüler ilerliyordu artık yolda; sadece zaman zaman deri ve çelik giyen, bir arada kalıp temkinle at süren şahin yüzlü, sert bakışlı adamlardan oluşan seyrek atlı grupları. Bunların araştıran bakışları Conan’ı taradı ama yollarına devam ettiler, zira yalnız süvarinin kılığı sert darbeler haricinde yağma vaadi taşımıyordu.

Köyler küller içinde ve ıssız, tarla ve çayırlar atıl duruyordu. Bu günlerde sadece en cesurlar at sürüyordu yollarda; yerli nüfus iç savaş ve nehrin karşısından yapılan akınlar yüzünden kırılıp gitmişti. Daha barışçıl günlerde yol Poitain’den Argos’taki Messentia’ya giden veya dönen tüccarlarla tıklım tıklım olurdu. Oysa artık Poitain üzerinden doğuya giden ve sonra güneyden, Argos’a dönen yolu izlemek daha mantıklı görülüyordu. Bu daha uzun bir yoldu ama güvenliydi. Sadece son derece pervasız bir adam Zingara’dan geçen bu yolda canını ve malını riske atardı.

Güney ufku gece vakti alevle sarılıyor, gündüz de dağınık duman sütunları yükseliyordu; Güneyin şehir ve ovalarında insanlar can veriyor, tahtlar devriliyor, kaleler cayır cayır yanıyordu. Conan eski profesyonel savaşçı günlerinin su üstüne çıktığını hissetti; atını çevirip çatışmaya dalmak, eski günlerdeki gibi soygun ve yağmaya katılmak. Niçin onu şimdiden unutmuş bir halkın yönetimini geri almaya emek versindi? Bu yanıltıcı kovalamaca niyeydi—neden ebediyen kaybolmuş bir tacı takip ediyordu? Niçin unutuluşu arayıp, daha önce onu sık sık yutmuş savaş ve yağmanın kızıl dalgaları içinde kendini yitirmesindi? Sahiden de, kendisi için başka bir krallık kuramaz mıydı? Dünya bir demir çağına, savaş ve emperyalist hırslar çağına giriyordu; bazı kudretli adamlar ulusların harabeleri arasından pekâlâ üstün bir fatih gibi yükselebilirdi. Niçin kendisi olmasındı bu? Tanıdık iblisi kulağına böyle fısıldıyor, kanunsuz ve kanlı geçmişinin hayaletleri de üstüne üşüşüyordu. Fakat yolundan sapmadı; ilerledikçe giderek daha da solan bir arayış peşinde, ta ki hiç olmayan bir düşü takip ediyor gibi gelene dek at sürmeye devam etti.

Kara aygırı cesaret edebildiği kadar hızla sürüyordu, oysa uzun, beyaz yol bir ufuktan diğerine dek bomboş uzanıyordu. Zorathus’unki epey bir avantajdı ama Conan da yüklü bir tüccarın seyahat edebileceğinden daha hızlı yol aldığını bildiğinden aralıksız at sürdü. Ve böylece yola hâkim çıplak bir tepeye bir akbaba yuvası gibi tüneyen Kont Valbroso’nun şatosuna ulaştı.

Valbroso askerleriyle birlikte aşağı doğru at sürdü; ışıl ışıl gözler ve bir yırtıcı gagasını andıran burnuyla, zayıf esmer bir adamdı. Siyah levha zırh giyiyor, kendisi gibi tamahkâr, pervasız görünüşlü, siyah bıyıklı sınır savaşı şahinlerinden otuz mızraklı süvari tarafından takip ediliyordu. Son zamanlarda kervanlardan alınan bac azalmıştı; Valbroso da iç savaşlar komşularına muamele konusunda hareket özgürlüğü sağlamasına şükrederken, kalabalık yolları boşaltmasına lanet okuyordu.

Kulesinden gözüne ilişen yalnız süvariden öğütülecek tahıl haricinde bir şey ummamıştı. Deneyimli bir gözle Conan’ın yıpranmış zırhına, esmer, yaralı yüzüne baktı ve vardığı sonuç Cimmerialının yolda geçtiği süvarilerinkiyle aynı oldu—boş bir kese, hazır bir kılıç.

“Sen kimsin be adam?” diye sordu.

“Argos’a at süren bir paralı asker,” Conan cevapladı. “İsimler önemli mi?”
 
Son düzenleme:

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,047
75,612
hiçbiryerde :)
Bu orijinal hikaye çevirisi, ne kadar da "doyurucu",
arkasından çizgi romanı okuyunca daha bir keyifli oldu.
Bunun için de tekrar teşekkürler sevgili Hüseyin Aksakal.
 
Üst