Conan the Barbarian - 104 - The Vale Of Lost Women - Kayıp Kadınlar Vadisi

ilkhantok

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
6 Ara 2010
1,981
29,026
Mersin
Alfa yayınları çevirisine sadık kalınarak balonlanmıştır;
haftaya da güzel bir süprizle karşınızda olacagız inşallah( ConanTheCivilized ve ben :p )


Conan_-_The_Barbarian_v1_104_-_00_-_FC.jpg


Conan_-_The_Barbarian_v1_104_-_01.jpg





 

hüseyin aksakal

Onursal Üye
Çeviri & Balonlama
7 Eyl 2010
773
5,728
Kdz. Ereğli
Robert Ervin Howard'ın sağlığında yayınlanmamış öykülerinden biri. Weird Tales editörü Farnsworth Wright, bu öyküyü, bazı tutarsızlıklar yüzünden reddetmiştir--Livia birdenbire tutsak düştüğü zenciler arasında Kayıp Kadınlar Vadisi'nden bahsedildiğini hatırlar ki bu iki gün tutsak kalıp büyük bölümünü bilinçsiz geçirdiği göz önüne alındığında imkansızdır. Sonra özgün öyküde gökten yarasa kanatlarıyla gelen yaratık çok belirsiz tasvir edilmiş, bu da anlatının gücünü negatif etkilemiştir. Öykünün bir tür lezbiyenlik göndermesinde bulunuşu da eleştirilerin odak noktalarından biridir...

Bu eksiklere rağmen öykü, bazı bakımlardan Robert E. Howard'ın anlatım özelliklerinin zirve yaptığı bir öyküdür. Mesela Kayıp Kadınlar Vadisi'nin tasviri...

"Atını idare etmeyi ne denedi, ne de bunu yapmaya gerek duydu Livia. Naralar ve ateşlerin parıltısı arkasında soluyordu; rüzgâr saçlarını dağıtıyor, çıplak uzuvlarını okşuyordu. O şaşkınlıkla, uçuşan yeleyi tutup sürmesi gerektiğinin farkındaydı yalnızca. Sürmeliydi; dünyanın sonuna kadar sürmeli, tüm acı, kaygı ve korkulardan uzaklaşmalıydı.

Güçlü savaş atı saatlerce koştu; ta ki, doruklarında yıldızların aydınlattığı bir zirveyi geçerken tökezleyip binicisini boylu boyunca atıncaya dek.

Yastık gibi yumuşak çimlere düştü ve bineğinin uzaklaşmasını belli belirsiz işiterek bir an yarı baygın uzandı. Sendeleyerek doğrulduğunda fark ettiği ilk şey sessizlik oldu. Günler boyu onu çıldırtacak şekilde aralıksız öten barbar boru ve davulların kesintisiz gürleyişinin ardından neredeyse yumuşak, koyu kadifeye benzer, somut bir şeydi sessizlik. Lacivert gökte küme küme toplanan iri, ak yıldızlara baktı. Ay yoktu; yine de beklenmedik gölge demetleriyle yanıltıcı olsa da yıldız ışığı etrafı aydınlatıyordu. Hafif eğimli yamaçlarla çıkılan, yıldız ışığı altında kadife kadar yumuşak, çayırlık bir tepede durdu. Bir tarafta, epey uzaktaki ormana işaret eden koyu, kara bir ağaç sırası gördü. Yalnızca gece, büyüleyici ıssızlık ve yıldızların arasında esen meltem vardı burada.

Ülke engin ve uykuda gibiydi. Meltemin ılık okşayışı çıplaklığının farkına varmasına yol açınca, ellerini vücudunda gezdirip endişeyle kıpırdandı. Sonra gecenin ıssızlığını ve yalnızlığın bölünmezliğini hissetti. Tek başınaydı; diyarın zirvesinde çırılçıplaktı ve görecek kimse yoktu; gece ve fısıldayan rüzgâr dışında kimse...

Ansızın gece ve yalnızlığın sevincini hissetti. Burada kimse onu tehdit edemez; kaba, vahşi ellerle yakalayamazdı. Önüne bakınca, yamacın geniş bir vadiye indiğini gördü. Bu vadide eğrelti otları dalgalanıyor, yıldız ışığı bir baştan öbür başa kadar dağılan ufak nesnelerin üstünde bembeyaz parlıyordu. Bunların büyük ak çiçekler olduğunu düşündü ve bu düşünce bulanık bir anıyı getirdi aklına. Zencilerin korkuyla söz ettikleri bir vadiyi hatırladı; Bakalah’ların ecdadı gelmeden önce burada yaşayan tuhaf, kahverengi tenli bir kavmin genç kadınlarının kaçtığı vadi. ‘Orada,’ demişti adamlar, ‘tecavüzcülerden kaçmak için ihtiyar tanrılar tarafından ak çiçeklere dönüştürülmüşlerdi.’ Hiçbir zenci giremezdi oraya.

Ama Livia girerdi. Narin ayaklarının altındaki, şu kadife gibi çimenli bayırdan inip sallanan beyaz çiçeklerin arasına yerleşir, hiçbir erkek de sıcak, hoyrat ellerini sürmeye gelemezdi. Conan anlaşmaların bozulmak için yapıldığını söylemişti, Livia da onunla yaptığı anlaşmayı bozacaktı. Kayıp Kadınlar Vadisi’ne gidecek; kendini yalnızlık ve ıssızlığın içinde yitirecekti… Daha bu hayalci ve ilgisiz düşünceler bilincinden geçerken bayırdan iniyor, vadi duvarları iki tarafında kat kat yükseliyordu.

Ama yamaçlar öyle uysaldı ki, vadinin zeminine vardığı zaman bile yalçın duvarlar tarafından hapsedildiği duygusuna kapılmadı. Dört yanda gölge denizleri dalgalanıyor, iri, ak çiçekler sallanarak fısıldıyordu. Küçük elleriyle eğrelti otlarını aralayıp yaprakların arasında esen rüzgârın fısıltısını dinleyerek, görünmeyen bir derenin şırıltısında çocukça bir sevinç bularak rastgele dolaştı. Tuhaf bir gerçekdışılığın avucunda, rüyada gibi hareket ediyordu. Kafasında tek düşünce dönüp duruyordu: burada erkeklerin zulmüne karşı güvendeydi. Ağladı ama bunlar sevinç gözyaşlarıydı. Boylu boyunca çimenliğe uzandı, sanki yeni bulduğu sığınağını göğsüne bastırmak ve sonsuza kadar orada tutmak ister gibi yumuşak otları kavradı.

İri, ak çiçeklerin taç yapraklarını kopardı ve altın saçları için bir taç uydurdu. Çiçeklerin kokusu, vadideki her şey gibi, hülyalı, ince ve afsunluydu.

Böylece vadinin ortasındaki bir açıklığa geldi ve orada insan eliyle yontulmuş gibi görünen; eğrelti otu, çiçek ve çiçek zincirleriyle süslenmiş kocaman bir kaya gördü. Ona bakarak duruyordu ki, etrafında bir kıpırtı ve canlanma oldu. Dönünce koyu gölgelerden sessiz bedenlerin çıktığını gördü; gece karası saçlarında çiçeklerle kıvrak, çıplak, narin kahverengi tenli kadınlar… Bir rüyadaki yaratıklar gibi etrafına toplandılar. Konuşmadılar. Ancak gözlerine bakınca ansızın dehşete kapıldı. Yıldız ışığında parlak, ışıl ışıldı bu gözler. Fakat bunlar insan gözü değildi. Bedenleri insandı ama ruhlarında tuhaf bir değişim meydana gelmişti; parlak gözlerinden okunan bir değişim. Korku bir dalga halinde çöktü Livia’nın üstüne. Yılan, yeni bulunmuş Cennetinde, korkunç kafasını kaldırıyordu.

Ancak kaçamadı. Kıvrak, esmer kadınlar her taraftaydı. En güzelleri sessizce titreyen kızın yanına gelerek güçlü, esmer kollarıyla kucakladı onu. Nefesi yıldız ışığında dalgalanan büyük, ak çiçeklerden yayılanla aynı kokuyu taşıyordu. Dudaklarını uzun, korkunç bir öpücükle bastırdı Livia’nınkilere. Ophirli damarlarına yayılan soğukluğu hissetti; uzuvları katılaştı. Mermerden ak bir heykel gibi, ne konuşmaya, ne de hareket etmeye mecali olmaksızın gardiyanının kollarına uzandı.

Kıvrak, yumuşak eller onu kaldırıp çiçeklerin ortasındaki mihrap kayasına yatırdı. Esmer kadınlar bir çember halinde ellerini birleştirip, mihrabın etrafında tuhaf, karanlık bir tempoyla dans ederek dönmeye başladı. Ne güneş, görmüştü böyle bir dansı, ne de ay; iri, ak yıldızlar daha da ağardı, daha parlak bir ışık saçtı; kara büyücülük kozmik ve temel mahlûkları etkilemişti adeta.

Ve uzak derenin şırıltısından bile daha az insanca, pes bir ilahi yükseldi; yıldızlar altında dalgalanan büyük ak çiçeklerin fısıltısına benzeyen bir hışırtıydı bu. Livia bilinci açık ama mecalsiz halde uzandı. İçinden, aklından kuşku duymak geçmedi. Akıl yürütmeye veya analiz etmeye de çalışmadı; O varsa, etrafında dans eden bu tuhaf varlıklar da vardı. Çaresizce gökte kümelenen yıldızlara bakarken, bir kâbus gerçeğine yakalandığını anladı. Uzun zaman önce, bu çıplak esmer kadınları şimdi oldukları ruhsuz varlıklara dönüştürmeye gelen şeyin onun için de geleceği doğdu içine.

Önce üstündeki yıldızların arasında git gide genişleyen kara bir benek gördü; ona yaklaşıyordu; bir yarasa büyüklüğüne ulaştı, şekli pek fazla değişmese de büyümeyi sürdürdü. Üstündeki yıldızlardan kurşun gibi dalıyordu. Muazzam kanatlarını açınca kasvetli gölgesinin içinde kaldı. Etrafındaki ilahi daha da yükselip ruhsuz bir zafer şarkısına, daha sonra da şafak çiyindeki bir çiçek kadar pembe ve taze bir kurban talebiyle gelen bir tanrıya selama dönüştü.

Şimdi tam üstündeydi; ruhu büzüldü, üşümesi arttı. Kanatları yarasa gibiydi ama bedeni ve aşağı bakan solgun yüzü kara, deniz veya havadaki hiçbir şeye benzemiyordu. Livia en büyük dehşete, bir delinin en vahşi düşlerinin ötesindeki gecenin siyah deryasında doğan kozmik bir iğrençliğe baktığını anladı."
 

prince

Onursal Üye
20 Ağu 2012
4,469
26,994
Conansa ,hele de renkli ise,çeviri ayırt etmeden okuruz biz onu.
Her iki üstada da çok teşekkür ediyor,eylemlerine devam etmelerini diliyorum...
 
Üst