Mister No Revolution - İnceleme

prophet camel

Yeni Üye
17 May 2012
4
69
Öncelikle herkese merhabalar. Uzun yıllardır üyeliğim olmasına rağmen, günlük koşturmacanın içerisinde ha yazdım ha yazacağım, işim var yoğunum derken hep yazmayı ihmal ettim. Hatta çok uzun süreler forumu bile unutmuşluğum oldu. Çizgi roman seven biri olmama rağmen, yerleşik düzeni olmayan biri olduğum için çizgi roman satın almak ve kütüphane oluşturmak çok mümkün değil benim için. Bu şartlar altında - özellikle fumetti seven biri olarak - çizgi romanlara dijital erişebildiğim bu platform benim için bir hazine oldu. Diğer yandan paylaşımlardan faydanlama rağmen hiç yazmadığım için biraz mahcubiyet yaşıyorum, ancak faydalandığım paylaşımları beğenmeyi ihmal etmedim. Bu vesileyle paylaşım yapan arkadaşlara da yürekten teşekkür ederim.

Mister No Revolution serisini ilk defa İtalya'da yapılan bir çizgi roman tanıtım günleri videosunda görmüş ve müthiş meraklanmıştım. Final yapan kahramanımızın farklı bir şekilde de olsa yeni sayılarının çıkacağı haberi, ki o zaman Türkiye'de yayınlanacağı bile belli değildi, beni çok sevindirmişti. Yapılacak olan farklı dokunuş ise ayrı bir heyecan sebebiydi. Bu altı sayılık seriyi nihayet tüm sayılarını tek seferde alıp yeni okumuşken, foruma en azından bu şekilde bir katkım olsun diyerek oturdum bu yazının başına. Daha fazla uzatmadan konu başlığına geçsem iyi olacak.

Tam olarak nedir Mister No Revolution? Amerikan çizgi roman endüstrisinde "What If?", dilimize kabaca "Ya böyle olsaydı?" olarak çevirebileceğimiz, hali hazırda hikayeleri anlatılmış, anlatılmakta olan karakterleri farklı zaman ve mekana taşıyarak, farklı koşullar altında yaşasa ne olurdu sorusuna cevap arayan kısa soluklu süren serilere verilen genel isim. Bu serinin cevap aradığı soru şu; Mister No klasik serideki doğum tarihinin aksine, İkinci Dünya Savaşı'dan sonra doğsa, gençlik yılları altmışların ikinci yarısına denk gelse ne olurdu? Adım adım ilerleyerek bu kısa soluklu ama zımba gibi seriye yakından bakalım.

Öncelikle serinin dilimizdeki baskısıyla başlayalım. Lal Kitap gerçekten güzel iş çıkarmış. Zaten klasik serilerde orijinal formatı bire bir yakaldığı için format konusunda sıkıntı yok. Kaliteli kuşe kağıda basılı serimize Ay Barka'nın sade ve akıcı çevirisi eşlik ediyor. Okuma keyfinizi kaçıracak bir durum yok. Ancak altıncı sayıda, birkaç sayfada baskı hatası kaynaklı flu kareler vardı; yine aynı sayıda sayfa numaralarının olması gereken yerde siyah kutular vardı. Seriyi alan başka arkadaşlarımız benzer bir durumla karşılaştı mı bilemem. Bana denk gelmiş olabilir.

Gelelim bu serinin formatına. Kapakta yazan "Audace" kelimesi editör yazısında da açıklandığı gibi İtalyanca " korkusuz, gözü pek, cüretkar" gibi anlamlara geliyor. Audace Bonelli yayınevinin bir alt kolu. Tıpkı meşhur DC yayınevinin Darkhorse adındaki alt kolu gibi. Darkhorse adıyla çıkan DC işleri, ana akım yayınlarına göre konu ve konuların işlenişi bakımından çok daha serttir. Bu hikayelerde yazar ve çizerler uyuşturucu kullanımı, fuhuş, istismar, suç, cinsellik ve şiddet kullanmaktan çekinmezler. Travmatik hikayeler, insanlığın karanlık tarafına sergileyen senaryolar çok sık kullanılır. İşte Audace logosu taşıyan Bonelli işleri de bu açında Darkhorse gibi. Bu yüzden bu Mister No Revolution serisi de bu öğelerden nasibini almış. Ancak, henüz aranızda okumamış olanlar hemen telaşa kapılmasın. Amerikan tarzı, eser daha çok satsın ya da izlensin diye kanın oluk oluk aktığı, seks sahnelerinin sık sık ve seyircinin gözüne gözüne sokulduğu ucuzluktan bahsetmiyorum. Bu öğelerin tamamen doğal bir kullanımı söz konusu. Örnek vermek gerekirse; savaş alanında kafasına mermi isabet eden bir adamı nasıl çizersin? Tabiki gerçekte olması gereken haliyle. İşte şiddet gerçek haliyle gösteriliyor bu seride. Tabi renkli olarak çizilmesi de kanlı sahneleri daha gerçekçi yapıyor. Yine cinsellik olan sahnelerde doğal şekilde gösteriliyor. İnsanlar Yeşilçam filmlerindeki gibi battaniye altında şevişmiyor gerçek hayatta. Ya da çiftler seviştikten sonra yatakta çıplak uzanıp yabancıların “pillow talk” dediği yatak muhabbeti yaparlar doğal bir şekilde. İşte bu şekilde gerçekçi ve doğal bir kullanımı var bu iki öğenin bu seride. Bunun yanı sıra uyuşturcu kullanımı – altmışlı yıllar ve Amerika söz konusu – ve o dönem yaşanan bazı vahşet olayları da cesurca resmedilmiş. Aslında bu noktayı biraz daha açmak istesem de kısa kesiyorum ve devam ediyorum.

Gelelim hikaye anlatım tarzına. Altı sayılık seri, üç ayaklı bir şekilde anlatılıyor, üç perdelik bir tiyatro oyunu gibi de düşünebilirsiniz. İkişer sayılık üç bölüme ayrılmış. İlk iki sayı, Vietnam gidiş öncesi ve Vietnam günlerine odaklanıyor. Sonraki iki sayı, kahramanımızın Vietnam dönüşü Amerika günlerini gösteriyor. Son iki sayıda, Mister No’nun yolunun Amazon’a nasıl düştüğünü görüyoruz.
Hikaye hiçbir zaman lineer ilerlemiyor, ki bence yerinde bir tercih olmuş. Çocukluktan Amazon günlerine sırayla ilerleyen bir anlatım biraz sıkıcı olabilirdi. Bunun yerine şimdi ve geçmiş arasında sık geçişler var. Bir sayfada Vietnem’da ormandayız, bir sonraki sayfada Vietnam’a arifesindeyiz. Bir sayfada savaş dönüşü Amerika günlerindeyiz, hemen ardından ergenlik günlerindeyiz. Yine bir sayfada Amazon’da bir maceranın içindeyken, bir sonrakinde Amazon günlerini hemen başındayız. Tabi bu aslında günümüzde yaygın kullanılan bir teknik, ve bu seride iyi uygulanmış.

Sayıların isimleri dönemin olaylarına, kişilerine ve sanat eserlerine birer gönderme. Kahramınızın yaşadığı dönemde üretilmiş şarkıların ya da şiirlerin adı kullanılmış. Bunlara zaten editör yazısında değinildiği için daha fazla detaya girmiyorum. Bunun dışında dünya tarihine geçmiş olaylara tek bir kare veya diyalogla çok açık göndermeler var. Amerikan ordusunun Vietnam’da gerçekleştirdiği ve dünya tarihine geçen korkunç My Lai katlimının izlerine Mister No’nun gözünden tanık oluyoruz. Bunun dışında Kennedy suikasti, 68 olimpiyat oyunlarındaki sivil itaatsizlik gösterisi, 72 olimpiyatları ve Münih Katliamı, 67 yazındaki tarihe “Summer of Love” olarak geçen hippi hareketi, Kara Panterler (Black Panthers) – ki bu oluşum hikayedede aktif bir şekilde yer alıyor - oluşumu gibi hikayemizin geçtiği dönemdeki yaşanmış önemli toplumsal ve siyasi gelişmelere dolaylı ya da doğrudan bir göz atıyoruz. Bunların hepsi biraraya gelince, bu seriyi ayakları yere basan ve gerçekçi havayı olması gerektiği yakalayan bir esere çeviriyor.Tabi tüm bu göndermeleri yakalamak okuma keyfimizi kat be kat artırıyor.

Bunların yanı sıra klasik seriden sevdiğimiz diğer karakterler de Mister No ile zamanda yolculuk yapıyor. Bat Barlington, SS, sevimli barmenimiz Adolfo ve Patricia Rowland gibi eski dostları bu seride görmek yüzünüzde bir tebessüm oluşmasına sebep olacak. Bazı yeni karakterlere de bayılacaksınız. Özellikle karadeniz fıkrasını andıran bir Amerikalı, bir Alman ve bir Rus Amazon’daymış bölümüne ve bahsi geçen Rus arkadaşa.

Her şey iyi güzel de Mister No ruhunu koruyabilmiş mi? Ben okumaya başlamadan önce aklımdaki en büyük soru işareti buydu. Burada önce Mister No kimdir, nedir, ne anlatır gibi sorulara kısaca değinmek lazım. Çok kısa özetlersek, Mister No yirminci yüzyıldır. Zaten klasik serinin sonlanmasından sonra, yaratıcısının neden bu seri sonlandı sorusuna verdiği cevapla da örtüşür; Mister No yeni yüzyıla ve içinde yaşayan yeni nesile hitap etmemektedir. Geçtiğimiz yüzyıl insanlık tarihinin en sıra dışı yüz yılıdır, içinde yok yoktur; iki cihan harbi, çok kısa sürelerde teknolojide eşi benzeri görülmemiş dev sıçramalar, modernizm, inaılmaz yoksulluk ve refah, devrimler, diktatörler, gerillalar, idealistler ve daha neler neler. Mister No bu yüzyılın ruhunu çok iyi yakalamıştır, ve tam da bu yüzden yeni milenyumun ilk yüz yılında tutunamamıştır. Çünkü onun gibi idealist, hayalperest ama aynı zamanda yer yer inanılmaz gerçekçi ve duygusal insanların soyu tükenmiştir. Zaten onun gibi insanların yaşayabileceği bir dünya yoktur artık günümüzde.

İşte bu sebeplerden dolayı, buram buram yirminci yüzyıl kokan Vietnam Savaşı ve altmışlı yıllar Mister No için seçilebilecek en iyi alternatif olmuş. Doksanlarda Körfez Savaşı gazisi olarak da karşımıza çıkabilirdi kahramanımız, tabi tüm ruhunu kaybetme pahasına. Ucuz Amerikan filmlerindeki, Afganistan ya da Irak gazisi olan ucuz karakterlerden biri olarak hayal edin Mister No’yu; düşüncesi bile korkunç. Gelişen teknolojinin dünyayı geri dönülemez bir biçimde değiştireceğinin habercisi olan, “medeniyetin” Güney Amerika kıtasını bile esir almaya başladığı doksanlarda kahramanımız özgürce maceradan maceraya koşabilir miydi?

Altmışlı yıllarda Amerika ise, Mister No için sanki özellikle kurgulanmış gibidir. Soğuk Savaş, hippi hareketi, savaş protestoları, dünyayı değiştirme hayalleri olan gençler, siyahilerin Sivil Haklar Hareketi (Civil right Movements) ve bu hareketin iki büyük ismine düzenlenen suikastler, Küba Füze Krizi; bu liste daha uzar. Yine aynı dönem inanılmaz çalkantılı olan Güney Amerika - askeri darbeler, diktatörler, devrimciler, kanunsuzlar vb.- kıtası da kahramanımıza macera kapılarını aralamaktadır.

Mister No hiçbir şekilde karakterinden ödün vermiyor; bildiğimiz ve sevdiğimiz Mister No var karşımızda. Vietnam Savaşı gibi inanılmaz kirli bir savaşa katılmak istemiyor ancak kaç(a)mıyor da (İkinci sayının sonu yüreğinizi mengene gibi sıkacak). Vietnam’da, ne arıyoruz biz burada sorgulamasını zaten yapıyor. Hatta şahit olduğu bazı olaylar konusunda, ağzını kapalı tutmama ve gerçeği haykırmak için bedel ödemeye hazır görüyoruz kendisini.

Hollwood sinemasının Vietnam Savaşı hakkında iki tür film çektiğini herkes bilir. Ya savaş karşıtı, sert ve gerçekçi yapımlar ya da demokrasi neferi Amerika ve onun kahraman ve cefakar askerlerini anlatan yapımlar. İtalyan ekolü tam beklediğim gibi savaş karşıtı bir duruş sergilemiş bu hikayede. Savaşın vahşeti ve dehşeti gözünüzün önüne seriliyor. Ayrıca, savaşın insanları nasıl canavarlaştırdığını da göreceksiniz. Özellikle kahramanımızın esaret günleri insanlığa lanet okutacak cinsten. Klasik seride olduğu gibi lakabını bir esir kampında kazanıyor Jerry, ancak arada devasa bir fark var; klasik seride kahramanımızın esareti bu serideki esaret günlerinin yanında bir tatil gibi geçiyor. Bu noktada “Audace” logosu üzerine tartıştıklarımızı haırlayın, çünkü esir kampı bölümü gerçekten çok sert.

Diğer tarafta, Amerika ve altmışlar var. Hippiler ve onların devasa hayalleri, sisteme başkaldırışları, özgürlük ve adalet istemleri, savaş karşıtlıkları ve de uyuşturucuları. Tam kahramanımıza göre, değil mi? Değil işte. Mister No hippilere de yüz vermiyor ve en azından benim kalbimi fethediyor. Çünkü bu tam olarak bildiğimiz ve sevdiğimiz Mister No. Kendisine devrimlerden söz eden birine; “Ben devrimlerden falan anlamam, hayatımı yaşamak bana yeter” diyor. Hiçbir ideolojinin peşine takılıp gitmeyecek birisidir o. Kendi hayatını özgürce, kendi bildiği gibi, kendi doğrularına göre yaşamak ister. Başka karakterler de kendisinin asi duruşunu görünce, işte adamımız bu şeklinde kendisine yanaşsa da Mister No hiçbirine pabuç bırakmaz.

Burada düşmem gereken bir not var. Yazarlar dönemi ve dönemin ruhunu iyi yakalarken hiçbir şekilde kolaycılığa kaçmıyor. Savaşı lanetleyip, savaş karşıtlığıyla ön plana çıkan akımları ve grupları göğe çıkarmıyor. Savaş karşıtlığı yaparken, savaşı protesto eden ve sisteme meydan okuyan hippilere de iğne batırmayı ihmal etmiyor. Haklı bir davayı savunurken, amaca ulaşmak için her yol mübahtır ilkesini şiar edinmiş olanlar da nasibini alıyor yazarlardan.

Peki kusuru yok mu bu hikayenin? Benim en çok dikkatimi çeken bir sahne var. Bir Amerikalı karakter ve Mister No arasında geçen bir tartışmada, sinirlenen Mister No “ Sen geceleri rahat uyu diye ben Vietnam’da çarpıştım aslanım” tarzında bir laf ediyor. Karakterin ruhuna bu kadar aykırı bir diyaloğu kim yazdıysa fena çuvallamış. Ucuz Hollywood gazilerini hatırladınız mı? İşte, tam onlar için vasat bir senaristin yazacağı türden bir diyalog. Karakteri nasıl bu kadar ıskalamışlar hayret doğrusu. Aslındabu konuda çok sinirliyim ve sana küfürler hazırladım sevgili yazar, ancak ağzımızın tadı kaçmasın.

Biraz da Revolution kısmından bahsetmek istesem de yazı inanılmaz uzadı, ben bu kadar uzun yazmayı planlamıyordum ama yedik bir halt işte. Mister No seviyorsanız, bu seriye kesinlike bir şans verin. Vietnam Savaşı ne alaka abi, altmışlar falan banane, ben klasik sericiyim şeklinde tutucu bir tavır sergilemektan kaçınmanızı tavisye ederim. Ben de Mister No’yu sizler gibi klasik seriyi okuyarak sevdim. Modern dokunuş yaramış kahramanımıza. Ben istemesem de beklentilerimi yüksek tutmuştum ve nese ki hayal kırıklığına uğramadım. Zaten bu serinin başarısından sonra klasik seri tekrar yayın haytına döndü. En azından bunun hatırına bir şans verin, pişman olmazsınız. Hepinize sevgiler ve saygılar.
 

savok

Admin
30 Eki 2009
19,991
83,645
Kasımpaşa
Okuduğum en güzel çizgi roman hakkında yazılmış yazılardan biri...
Nerdeydin sen be dostum.
Eğer benim böyle bir yazma yeteneğim olsaydı kelimesi kelimesine bu yazıyı yazardım.
Belki de o yüzden sevdim ve yeniden okumaya karar verdim seriyi...
Teşekkürler kendini bize tanıttığın için.
Lütfen daha fazala çizgi roman oku ve böyle şeyler yaz.
Unutma, yaz!..
 

Hakan Alpin

Çizgi Roman Ustası
Onursal Üye
24 Şub 2015
1,783
15,162
Güzel bir yazı gerçekten ve bana çizgiromansever eski bir dostumun yazı stilini anımsattı... Acaba dedim
 

prophet camel

Yeni Üye
17 May 2012
4
69
Öncelikle sevgili savok ve Hakan arkadaşlarımıza güzel mesajları için teşekür ederim. Yazımı beğenen arkadaşlarıma ise ayrıca teşekkür ediyorum. Bu kadar beğenileceğini tahmin etmemiştim.

Hakan hocam, önceden tanıştığımızı pek sanmıyorum ama olsun burada tanışır arkadaş oluruz. Savok üstadım, forumdaki ilk yazımda senden böyle övgü almak benim için kıymetli. Yazının başında dediğim gibi hayat işte. Yine de geç olsun güç olmasın diyelim. Bundan sonra daha aktif olmaya gayret edeceğim.

Dediğim gibi çok merak etmiştim bu seriyi, ve okuyunca böyle bir paylaşımda bulunmak istedim. Aslında aklımda daha çok şey vardı yazacak, ancak halihazırda çok uzun olunca bu kadar yeterli dedim. Ben inanılmaz zevk alarak okudum, hatta tadı damağımda kaldı. Nice Mister No'lu günlere.
 

yeryüzü

Yönetici
3 Eki 2011
17,044
75,441
hiçbiryerde :)
Harika yazı için çok teşekkür ederim
sayın "prophet camel", keyifle okudum
bu çok yerinde tespitleri olan, doyurucu,
ufuk açan makaleyi. Seriyi okudum ve
çok beğendim ben de. Farklı bir zaman
diliminde de olsa Mister No, bildiğimiz
Mister No'ydu burada da. Bu biz Mister
No sevenleri seriye bağlayan önemli
faktörlerden biriydi. İkincisi, dediğiniz
gibi bizlerin "what if" hikayelerindeki
durumları merak etmemiz ve yine
vurguladığınız gibi yazarların dönemi
çok iyi yorumlaması, sevgili Mister
No'muzun bu dönemde nasıl hareket
edeceğini de iyi bir şekilde hikayeye
oturtması.
Burada bir konuda farklı düşünüyorum.
İtalyan fumetti sektörü beyaz-siyah ya da
beyaz-kızılderili çatışmaları konusunda
en azından son dönemde (1950'lerden
sonra) objektif görünse de bir çok kişiye,
şahsi görüşüm öyle olmadıkları yönündedir.
Genellikle siyah ya da kızılderililere karşı
olanların küçük (ve art niyetli) bir azınlık
olduğunu, iktidarların hep eşitik yanlısı,
barışçıl olduğunu savunurlar. Halbuki
devletler hep yayılmacı ve sömürgeci
bir politikaya sahiptir ve bunu sonuna
kadar desteklemişlerdir gerçekte...
Neyse, çok uzattım bu yorumu ama
farklı bir konu konuşmak istedim şimdi.
Çizgi roman ve ekonomi!
Mesela bir Amerikan çizgi romanı ve
bir fumettiyi karşılaştıralım, bu biraz
subjektif bir konu tabii ama tartışılabilir,
amaç da o zaten ve sonra sonuçlar çıkarmak:

0cdc4236-8b27-42e1-b853-73b2feeab826.jpg


a7ae1eb3-bd35-465a-be08-f09175100da8.jpg


Birincisi bir comics çizgi romanı, ikincisi
fumetti, bu serinin son kitabından...
Biri belki yüzbinler satıyor, diğeri
onbinler. Bu, onların niteliğini nasıl
etkiliyor acaba?

Artık çizgi roman da bir sanat ve bir
sektör olduğuna göre daha konuşacak,
tartışılacak çok şey var tabii ki...
Bu keyifli konu için tekrar teşekkürler
ve saygılar.
 

prophet camel

Yeni Üye
17 May 2012
4
69
Sevgili yeryüzü, güzel sözlerin için teşekkür ederim. Böyle olumlu dönüşler almak beni çok sevindirdi. Güzel noktalara parmak bastığın, konuşulacak ve tartışılacak yeni konular sunduğun güzel bir paylaşım olmuş. Aynı konu üzerinde hepimiz farklı fikirle sahip olabiliriz. Ancak, hepimizin çizgi roman sevgisi ortak. Önemli olan sevgi ve saygı çerçevesinde bu platfromda paylaşımda bulunmak. Nerden başlasam bilemedim; o yüzden kısa yazacağıma söz vererek dalıyorum mevzuya.

Öncelikle, senin de belirttiğin gibi çizgi roman artık bir endüstri. Diğer endüstriler gibi kar amacı güdüyor doğal olarak. Biz ne kadar duygusal bir bağ kursak da bence gerçekçi olup bu durumu kabullenmek gerekli. Sorduğun sorunun cevabı tam olarak burada yatıyor. Satış rakamları ürünün niteliğini doğrudan ya da dolaylı etkiliyior. Mister No satış rakamları dibe vurduğu için yayın hayatına veda etmişti. Ya da daha uzun süredir devam etmekte olan klasik fumettilerin, Tex ve Zagor, zaman içinde uğradığı değişiklikler - adaptasyon daha doğru ifade olacak – yine ekonomik nedenlere ve de dönemin getirilerine bağlı.

Yine yukarıda bahsettiğim konuyla bağlantılı olarak, Amerikan ve İtalyan çizgi romancılığının satış rakamlarından başlayarak diğer unsurlarına kadar aralarındaki farklar üzerine tartışması çok zevkli olacak bir konu. Yine muhteşem bir pas atmışsın yeryüzü hocam. O kadar çok değişkeni var ki bu konunun. Kültür – pop kültür, kültürel emperyalizm, İtalyanların miras aldığı kültürel birikim - tüketim toplumu, kapitalizm, üretim ve endüstri vb. Bu iki noktanın üzerine daha çok yazılır da uzatmayayım.

Gelelim en çetrefilli konuya. Amerikalı ve Afrikalı yerli toplumlar ile Avrupalı beyazlar arasındaki ilişkiye, ve bunların fumettilerdeki yansımasına. Benim görüşüm ve gözlemim tersi yönde sevgili yeryüzü. Fumettiler, genel olarak beyazların politikalarını geyet kurumsallaşmış olarak resmeder. Misal bir Zagor ya da Tex senaryosunda, kızılderili rezerv bölgesinde altın bulunur ya da bölgeden demiryolu geçecektir. Bu amaçla, kızılderilileri topraklarından edecek çarklar dönmeye başlar. Kahramanlarımız genelde çarkın küçük dişlileriyle yüzleşir, finalde büyük patrona ulaşılır. Büyük patron bir kodamandır, ancak siyaset, yargı ve kolluk kuvetleri içinde bağlantıları vardır. Bunlar ilk bakışta azınlık gibi görünse de aslında her yerdedirler. Sermaye ve politika kızılderili meselesinde her daim ele ele verir. Gerçekte azınlık olanlar ise, bu grupların içinde yerlilere insani yaklaşan ve haklarını korumak isteyenlerdir. Tex’de General Davis vardır mesela, ve ne yazık ki bir istisnadır. İstisnalar da kuralı tanımlar. İşin ekonomik boyutu, doğru mesaj verme kaygısı, bu eserlerin yayın tarihi, zamanın ruhu, yazar ve çizerlerin dünya görüşü gibi diğer değişkenleri de hesaba katmak lazım. Aklıma bununla iligili başka bir nokta geldi, ancak urada bitiriyorum. Devam edersem bir makale çıkar bu konular üzerine.

Yorumların ve tartışılacak yeni konular sunduğun için tekrar teşekkürler yeryüzü. Herkese sevgiler ve saygılar.
 
Üst