yeryüzü
Yönetici
"Yaşgünlerine koyayım...
Yaşgününü, sevgililer gününü, anneler gününü icat edenlere koyayım...
Mevzubahis günlerde tüketim infilak etsin diye kafa patlatan
ruh hastası reklamcılara koyayım...
Mevzubahis günlerde dolup taşan alışveriş merkezlerine, o
merkezlerdeki gözü kör eden parlak vitrinlerin arkasındaki
tezgahlarda iki kuruşa üç gömlek, dört külot, beş atlet satmak
için dil döken kederli gençlere, o gençlerin hemen yamacındaki
kasalarda oturup alttan alttan tomar tomar para sayan
salyalı pezevenk patronlara koyayım...
Büyük, orta, küçük burjuvalara, beyaz yakalılara, mavi yakalılara,
yakasızlara, donsuzlara koyayım...
Ruhta hal, canda mecal bırakmayan ne kadar mesai varsa
hepsine koyayım...
Ruhta sahte can, canda sathi mecal hâsıl eyleyen tatillere
koyayım...
Bir günü yirmi beş saatmiş, bir haftayı sekiz günmüş, bir ayı
beş haftaymış, bir yılı on üç aymış, bir ömrü çok lazımmış
gibi yutturanlara koyayım...
Bunları bana eski komünist, yeni sufi babam öğretti, babalar
gününe de koyayım...
Bunları her fırsatta yaza yaza nice yaş günleri kutlayıp nice
tatillere çıkan bana koyayım...
Yaş günlerinde hediye verenlerin cümlesine koyayım...
Vermeyenlere en âlâsından koyayım...
Hediyenin menşesi kadınsa düzüşme ihtimali nispetinde nice
acayip hediyelere methiyeler düzen dilime koyayım...
Dil demişken, diyalog haricinde koyayım kelimesini "koyim"
diye, koyacağım kelimesini "koyucam" diye, koyuyorum
kelimesini "koyuyom" diye, koyarım kelimesini "koyarım"
diye yazma cesareti bulamamamın sebebi olan bilumum
dilbilgisi kurallarına, imlâ kılavuzlarına, tuğla gibi lûgatlara
koyayım...
Dil devrimi diye diye çuvalla muhteşem ehil kelimeyi ziyan
eden Allahsız kitapsızlara koyayım...
O çuvalı eşeleyip bulduğu üç beş sikik kelimeyle seyran
eyleyen Allahlı kitaplılara koyayım...
Beleş diye iki saattir burnuma sek rakı yerine sulu bira
dayayan Devrim'e koyayım...
Biranın yanında getirdiği karışık çerez tabağındaki ucuz
soslu mısır yoğunluğuna, soslu mısırın tipinden de tadından
da tiksindiğimi çoktan unutan Devrim'e bir daha koyayım...
Sidik torbamdan kalkıp yavaş yavaş kasıklarıma yürüyen bu
ılık mecburiyete, bu saygısız, bu sabırsız gıdıklanma hissine
koyayım...
Bunca asır işetmeyen bira imal edemeyen zevata en
sağlamından koyayım...
Tuvaletten çıkarken omzuma çarpıp özür dilemeyen, üstüne
bir de yüzüme sırıtıp, "yine sana kara geceler, ha?" diye
dalga geçen Bahadır Ürkmez'e koyayım...
Bahadır puştunu "yeraltı edebiyatının genç öncüsü, öfkeli
kelimelerin, sert cümlelerin yeni ustası" diye takdim edip iki
satırda pabucumu arşa fırlatan Evren Tunga'ya, o yerin
altına üstüne koyayım...
Masaya otururken bardağımın dibinde kalan iki parmak
biranın sarhoş şerefsizin biri tarafından iç edildiğini görüp
atan asfalyalarıma koyayım...
Masada otururken ortalıkta fır dönen Eylem'in önüme bir
bardak bira daha koymasını helecanla bekleyen şahsiyetime,
Eylem'in bu eylemi hayata geçirmeye hiç niyeti olmadığını
anlayınca ruhuma teyellenen ağlama arzusuna koyayım...
Masadan kalkarken arkaya devrilen, ayyaş düşmanı şuursuz
sandalyelere koyayım...
Masaya çarpınca şımarık bir fütursuzluk halinde yere düşüp
parçalanan bu ince kaideli tombul hazneli balon bardaklara
koyayım...
Mekândan ayrılırken, çıkan gürültü sebebiyle dönüp kınar
gözlerle derya deniz bana bakan güzel hanımlara koyayım...
Cümle içinde merhum Ece Ayhan'a falan berbat atıflar
yapmadan duramayan üslubuma koyayım...
Atfı bir sonraki cümlede faş etme, faş eder etmez kâh bir
marifet eylediğimi ümit, kâh bir kabahat işlediğimi
vehmetme huyuma koyayım...
Sinek sürüsü gibi etrafımı çeviren bütün bu selpakçı
çocukların müsebbiplerine koyayım...
Aniden kolunu omzuma atıp beş lira isteyen bu ayı gibi
korkutucu, kertenkele kadar çirkin, Azrail kadar tehlikeli
tinerciye koyayım...
Param olmadığını söylerken korkuyla kısılan sesime, hafifçe
seğiren gözüme koyayım...
Meçhul bir yerlerden yetişip beni küçük bir veletmişim gibi
arkasına saklayan, tinerciyi "Defol lan it" diye savarken sesi
hiç kısılmayıp gözü zerre seğirmeyen iri yarı, yakışıklı gence
koyayım...
Lise yıllarından beri sadık okurum olduğunu, yeni kitabımı
ne zamandır sabırsızlıkla beklediğini söylediğinde yüzüme
çaresizce yerleşen şaşkınlığa, hem korunmaktan hem
hatırlanmaktan mütevellit içime sıcak sıcak yayılan minnet
hissine koyayım...
Koyayım koyayım en çok da o hisse foş diye eşlik ediveren
gözyaşlarıma koyayım."
"Merhume", Murat Uyurkulak
Yaşgününü, sevgililer gününü, anneler gününü icat edenlere koyayım...
Mevzubahis günlerde tüketim infilak etsin diye kafa patlatan
ruh hastası reklamcılara koyayım...
Mevzubahis günlerde dolup taşan alışveriş merkezlerine, o
merkezlerdeki gözü kör eden parlak vitrinlerin arkasındaki
tezgahlarda iki kuruşa üç gömlek, dört külot, beş atlet satmak
için dil döken kederli gençlere, o gençlerin hemen yamacındaki
kasalarda oturup alttan alttan tomar tomar para sayan
salyalı pezevenk patronlara koyayım...
Büyük, orta, küçük burjuvalara, beyaz yakalılara, mavi yakalılara,
yakasızlara, donsuzlara koyayım...
Ruhta hal, canda mecal bırakmayan ne kadar mesai varsa
hepsine koyayım...
Ruhta sahte can, canda sathi mecal hâsıl eyleyen tatillere
koyayım...
Bir günü yirmi beş saatmiş, bir haftayı sekiz günmüş, bir ayı
beş haftaymış, bir yılı on üç aymış, bir ömrü çok lazımmış
gibi yutturanlara koyayım...
Bunları bana eski komünist, yeni sufi babam öğretti, babalar
gününe de koyayım...
Bunları her fırsatta yaza yaza nice yaş günleri kutlayıp nice
tatillere çıkan bana koyayım...
Yaş günlerinde hediye verenlerin cümlesine koyayım...
Vermeyenlere en âlâsından koyayım...
Hediyenin menşesi kadınsa düzüşme ihtimali nispetinde nice
acayip hediyelere methiyeler düzen dilime koyayım...
Dil demişken, diyalog haricinde koyayım kelimesini "koyim"
diye, koyacağım kelimesini "koyucam" diye, koyuyorum
kelimesini "koyuyom" diye, koyarım kelimesini "koyarım"
diye yazma cesareti bulamamamın sebebi olan bilumum
dilbilgisi kurallarına, imlâ kılavuzlarına, tuğla gibi lûgatlara
koyayım...
Dil devrimi diye diye çuvalla muhteşem ehil kelimeyi ziyan
eden Allahsız kitapsızlara koyayım...
O çuvalı eşeleyip bulduğu üç beş sikik kelimeyle seyran
eyleyen Allahlı kitaplılara koyayım...
Beleş diye iki saattir burnuma sek rakı yerine sulu bira
dayayan Devrim'e koyayım...
Biranın yanında getirdiği karışık çerez tabağındaki ucuz
soslu mısır yoğunluğuna, soslu mısırın tipinden de tadından
da tiksindiğimi çoktan unutan Devrim'e bir daha koyayım...
Sidik torbamdan kalkıp yavaş yavaş kasıklarıma yürüyen bu
ılık mecburiyete, bu saygısız, bu sabırsız gıdıklanma hissine
koyayım...
Bunca asır işetmeyen bira imal edemeyen zevata en
sağlamından koyayım...
Tuvaletten çıkarken omzuma çarpıp özür dilemeyen, üstüne
bir de yüzüme sırıtıp, "yine sana kara geceler, ha?" diye
dalga geçen Bahadır Ürkmez'e koyayım...
Bahadır puştunu "yeraltı edebiyatının genç öncüsü, öfkeli
kelimelerin, sert cümlelerin yeni ustası" diye takdim edip iki
satırda pabucumu arşa fırlatan Evren Tunga'ya, o yerin
altına üstüne koyayım...
Masaya otururken bardağımın dibinde kalan iki parmak
biranın sarhoş şerefsizin biri tarafından iç edildiğini görüp
atan asfalyalarıma koyayım...
Masada otururken ortalıkta fır dönen Eylem'in önüme bir
bardak bira daha koymasını helecanla bekleyen şahsiyetime,
Eylem'in bu eylemi hayata geçirmeye hiç niyeti olmadığını
anlayınca ruhuma teyellenen ağlama arzusuna koyayım...
Masadan kalkarken arkaya devrilen, ayyaş düşmanı şuursuz
sandalyelere koyayım...
Masaya çarpınca şımarık bir fütursuzluk halinde yere düşüp
parçalanan bu ince kaideli tombul hazneli balon bardaklara
koyayım...
Mekândan ayrılırken, çıkan gürültü sebebiyle dönüp kınar
gözlerle derya deniz bana bakan güzel hanımlara koyayım...
Cümle içinde merhum Ece Ayhan'a falan berbat atıflar
yapmadan duramayan üslubuma koyayım...
Atfı bir sonraki cümlede faş etme, faş eder etmez kâh bir
marifet eylediğimi ümit, kâh bir kabahat işlediğimi
vehmetme huyuma koyayım...
Sinek sürüsü gibi etrafımı çeviren bütün bu selpakçı
çocukların müsebbiplerine koyayım...
Aniden kolunu omzuma atıp beş lira isteyen bu ayı gibi
korkutucu, kertenkele kadar çirkin, Azrail kadar tehlikeli
tinerciye koyayım...
Param olmadığını söylerken korkuyla kısılan sesime, hafifçe
seğiren gözüme koyayım...
Meçhul bir yerlerden yetişip beni küçük bir veletmişim gibi
arkasına saklayan, tinerciyi "Defol lan it" diye savarken sesi
hiç kısılmayıp gözü zerre seğirmeyen iri yarı, yakışıklı gence
koyayım...
Lise yıllarından beri sadık okurum olduğunu, yeni kitabımı
ne zamandır sabırsızlıkla beklediğini söylediğinde yüzüme
çaresizce yerleşen şaşkınlığa, hem korunmaktan hem
hatırlanmaktan mütevellit içime sıcak sıcak yayılan minnet
hissine koyayım...
Koyayım koyayım en çok da o hisse foş diye eşlik ediveren
gözyaşlarıma koyayım."
"Merhume", Murat Uyurkulak
Son düzenleme: