Reported Post by hayriflix

hayriflix

Onursal Üye
3 Mar 2019
1,733
2,888
hayriflix has reported a post.

Reason:
Post: BİZİMKİLER, Anadolu Merkezli Dünya Tarihi 1. Kitap
Forum: Diyar Kütüphanesi
Assigned Moderators: ertuğrul, Baltimora, Mehmet Ali, Colinmccay, uzung, büyük beyaz, sarkomer, profesör, The_DarknesS, Gulyabani, yeryüzü

Posted by: Doktor Kim
Original Content:
BİZİMKİLER, Anadolu Merkezli Dünya Tarihi 1. Kitap

40.000 yıl önce iklim tekrar değişti. Isı azalınca, buzullar genişlemeye başladı ve güneye doğru yayıldı. Kar örtüsü de arttı. Sıcaklık düşünce, vejetasyon ortadan kalkarken, otla beslenen bizon, mamut, kızıl geyik gibi memeliler, vejetasyonun peşine takılıp güneye doğru inmeye başladılar. Onları takiben, Avrupa’da paralel yaşayan Neanderthaller ve Homo sapienler (Aurignacians) de güneye doğru indiler. Daha önce yaşadıkları alanlar açık orman ve otlu alanlardı. Buralarda, saklanarak, pusu kurarak avlanmak kolaydı. Hâlbuki şimdi geldikleri topraklar stepler ve yarı çöllerdi. Buralarda büyük hayvan sürüleri yoktu ve saklanarak avlanmak mümkün olmuyordu. Artık av hem daha zor, hem daha tehlikeli ve hem de başarı olasılığı daha düşüktü. Bu dönemde bulunan Neanderthal iskeletlerindeki yaralanma izleri, ne zor koşullarda yaşadıklarını göstermektedir.

1. Kitap hakkında

İlk insanın ortaya çıkışından, M.Ö. 2000 yılına kadar yani Hititlerin Anadolu'ya girişine kadarki insanlık tarihi anlatılmaktadır. Özellikle Homo Sapiens'in dünyaya dağılması ile ilgili bölümler, gelecekte yapılacak olan DNA analizleri ile daha kesin sonuçlara ulaşacaktır.

Modern insan ortaya çıkmış ve dünyaya dağılmıştır. Avcı toplayıcı olarak gezinen aileler Şaman dinindendirler. İnsan toplulukları üzerinde doğanın ve özellikle iklimin etkisi belirleyicidir. İlk yerleşimler Bereketli Hilal'de olmuştur. Şimdiki bilgilerimizle dünyanın ilk kenti olan Çatalhöyük Orta Anadolu'dadır. İlk yerleşimlerle birlikte özel mülkiyet, servet farklılaşması, sınıflar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu gelişim kent devletlerinin yolunu açmıştır.

Ege'de sular Ege barajını yıkarak Akdeniz ile Karadeniz birleşmiştir. Bu selin getirdiği kargaşa Orta Doğuyu derinden etkilemiştir. Sümerler ilk devleti kurduklarında, modern insanlık tarihinin ilklerine de imzalarını atmışlardır. Peşlerinden Mısır gelmiştir. Sümerler ve Mısır, birlikte, bugünkü düzenin temelini oluşturmuşlardır.


30 ciltten fazla olması düşünülen BİZİMKİLER, Anadolu Merkezli Dünya Tarihi şu an maalesef 27. Kitap yayınlandıktan sonra durmuş bulunmakta...
Serinin bitirilip bitirilmeyeceğini araştırıp siz değerli okuyuculara bilgi vereceğim.
27 kitabı sırasıyla sizlerle paylaşacağım.
Değerli yazarlarının seri hakkındaki ön sözlerini sunuyor ve bizlere verdikleri bu kıymetli eser için çok teşekkür ediyorum.


Hakkımızda

Evin Esmen Kısakürek ve Arda Kısakürek

Evin ve ben Arda kuşaklar boyu İstanbul’da yaşayan ailelere mensubuz. Türk kökenliler çoğunlukta olmakla beraber, Avrupalı, Asyalı hatta Kuzey Afrikalı atalarımız da var. Yani Osmanlı Başkent toplumunun tipik bir modeli olan soy geçmişlere sahibiz. Genellikle devlet ricalinde çalışan asker-bürokrat Ata babalardan ve eşleri aydın hanımefendilerden geliyoruz. Yakın tarihimizde, erkek atalarımız dağılan İmparatorluğun şehitleri veya gazileri, Genç Cumhuriyetin ise çalışkan aydınlarıdır.

Eşim (Evin) ve ben İTÜ elektrik fakültesi mezunuyuz. Mezuniyetimizi takiben ben sanayide eşim de üniversitede çalışmayı seçtik Benim iş hayatım özel sektörde geçti. Son 10 yılımda değişik kuruluşlarda Genel Müdür olarak çalıştım. Eşim doktorasını yaptı, akademisyenlikten memnundu ama 1980 askeri darbesinin mirası YÖK oluşumunu anti demokratik bularak İTÜ ‘den istifa etti ve o da özel sektörde çalışmaya başladı.

Ben 1941, eşim 1945 doğumluyuz. 1967’de öğrenci iken evlendik. İki kızımız var. Biri mühendislik diğeri sosyoloji eğitimi aldılar. Sevdikleri ve başarılı oldukları işlerde çalışıyorlar. Biz ise çalışma hayatımızı 1999’da isteyerek bıraktık. Sapanca’da köpeklerimizle doğanın içinde yaşıyor, okuyor, düşünüyor ve yazıyoruz.

Önsöz Evin Kısakürek

Tarihçi olmadığımız halde tarih yazma gerek ve cesaretini bulmamızın nedeni öncelikle kendimizi eğitmek, öğrendiklerimizi de paylaşmak içindir. Çünkü paylaşılmayan bilgi ve birikimin “ yok’a “ eşdeğer olduğuna inanıyoruz. İnancımıza göre, Tarih bir toplumun geçmişi ve geleceği arasındaki köprüdür. Tarih yazmak ise dar anlamda toplumların, geniş manada ise insanlığın zihinsel belleğinin haritalandırılmasıdır. Tarih, olaylarıyla, düşünce sistemleriyle, ürettikleriyle ve yaşam tarzlarıyla kısaca insana dair olan tüm faaliyetleri ile geçmişi kavramanın biricik yoludur. Tarihin, yaşadığımız dünya gibi, insanlığın ortak malı olduğunu düşünüyoruz.

Tarih yazarlığı, geleceği yönlendirmek için geçmişin yargılanması veya saptırılmasının aracı olmadığı ölçüde, doğru ve güvenilirdir. Tarih çoğumuzun şartlandırıldığı gibi değişmez de değildir. Mühendislik becerisi nasıl teknoloji ile sınırlıysa, tarih bilgisi de elimizdeki doküman ve buluntularla ve uzmanların bunları topluma kazandırabilme hızları ve imkânları ile sınırlıdır. İnsanlığın binlerce yıllık varlığının tümü gün ışığına çıkarılabilmiş midir? Binlerce tablet, yazılı doküman müzelerde, depolarda hala okunmak için sıra beklemektedir. Gün ışığına çıkarılan her yeni bulgu insanlık belleğinin haritasını düzelterek ilerleyecektir.

Tarih, istismara ve araç haline getirilmeye en açık disiplinlerden biridir. Bu bizatihi kendi özelliği olmayıp, yazarın yorumu ve üslubunun sonucudur. Üslup ve yorum yazarı bağlar ama kullanılan malzeme insanlığın ortak malıdır. Yapılan yorumun toplum tarafından kabul edilmesi onun doğru olduğunu göstermeyeceği gibi kabul edilmemesi de yanlış olduğunu göstermez. Fikirlerin, yorumların doğru veya yanlış olduğunu da ancak tarih belirler. Büyük hakem O’dur.

Yazdığımız tarihe, Anadolu etrafında oluşmuş bir dünya tarihi denilebilir. Ama esas anlatılmak istenen Türkiye Türklerinin tarihi, yani bizim tarihimizdir. Ancak, hiçbir insanın ve topluluğun tarihi, diğer insan ve toplulukların tarihinden kopuk olmadığından, olup biteni anlayabilmek için tüm dünyaya bakmak gerekmektedir.

Yazdığımız tarih, düşey yazılmış bir tarih değil, tersine, yatay yazılmış bir tarihtir. Yani, belli bir zaman dilimindeki, olaylar birlikte ele alınmaya çalışılmıştır. Aynı zaman diliminde, Çin’de, Yunanistan’da, Anadolu’da vs neler olduğu anlatılmaktadır. Böylece insanların birlikte nasıl bir yolculuk yaptıkları gösterilmek istenmektedir.

Biz tarihi objektif olarak, olayları ilişkileri içinde, yazmaya çalışıyoruz. Olup biteni olduğu gibi veriyoruz. Yazarken okuyucuyu belli bir çizgiye çekmeye çalışmıyoruz. İstiyoruz ki Tarih, kendi gelişimi içinde okuyanı alıp, doğrulara götürsün. Ancak, yine de zaman zaman, bizim yorum ve analizlerimiz işe karışıyor. Ama kesinlikle olayları işimize geldiği gibi anlatmıyoruz, biz, neden niçin ilişkisi kurarak yorumlar geliştiriyoruz. Burada en önemli şey ki bu tam da bizim yapmaya çalıştığımızdır; Taraflı, tuzaklı bilgiyi elemek, tutarsızlıkları araştırmak ve en önemlisi resmi tarihçi söylemlerin ve gayri resmi tarihlerin eksiklerini tamamlamak, yanlışlarını ortaya koymak, olabildiğince doğruluk süzgecinden geçirerek harmanlamak, gerektiğinde de sorumluluğu tamamen bize ait olmak üzere yorumlamaktır.

Siyasi olaylar, sosyal olaylar, düşüncenin gelişmesi, dinin oluşması ve gelişmesi, tekniğin gelişmesi, adetler, kurumlar, doğal olaylarla insan aktivitelerinin ilişkisi yani normal hayatta olan birçok şeyi bulup yazmaya çalışıyoruz. Bu tarih, kesinlikle, sadece, hâkim sınıfların tarihi değildir. Bu tarih, bugün yaşadıklarımızın, düşüncelerimizin, davranışlarımızın, adetlerimizin, kurumlarımızın oluşum tarihidir. Ve tabii atalarımızın çektiği çilelerin tarihidir.

Çalışmamızda kullandığımız yol her araştırmada takip edilen yoldan da çok farklı değildir. Öncelikle, kaynak kitaplar, makaleler, yazılı ve görsel muhtelif dokümanlar, sanat eserleri vb… kısaca birçok tarihi, felsefi, teolojik, sosyolojik, coğrafi, astronomik, fiziki eser ve bilgiler kullanılmıştır. Çalışmamız güncel tabiri ile popüler tarih denemesidir.

Mart 2009 Evin Kısakürek


Önsöz Arda Kısakürek

1999 yılında çalışma hayatımızı kapatıp, köşemize çekildiğimizde, senelerce sanayide ve üretimde çalışmış kişiler olarak gönlümüzün rahat olması gerekirdi, ama öyle değildi. Ülkemizde ve dünyada olup bitenleri tam olarak değerlendiremiyor, bu ülke için ne yapılabilinir sorusu dönüp dolaşıp karşımıza çıkıyordu. Olup bitenleri daha iyi anlayabilmek ve yorumlayabilmek için Tarih’i öğrenmeye karar verdik.

Kendimizi yani “ bizi “ tanımak istiyorduk. Sanayide çalışırken ilkokul mezunu bile olmayan insanların, en ileri teknikleri ne kadar çabuk kavradıklarına ve bununla da yetinmeyip onları nasıl geliştirdiklerine defalarca şahit olmuştuk. Fedakârca, çoğu zaman kendilerini hiçe sayarak çalışıyorlardı. Hâlbuki pek çok şart aleyhlerine idi. Tek oda evlerine döndüklerinde uyuma imkânları olmamasına rağmen gece vardiya tutuyor, uykusuzluk ve yorgunluktan başları düştüğünde de, yakalanırlarsa, cezalandırılıyorlardı. Karşılığını yeteri kadar almadan durmadan çalışıyor ve aleyhlerine cereyan eden olayları büyük bir tevekkülle karşılıyorlardı. Onların, Kıbrıs olayları sırasındaki heyecanlarını ve bıraksalar nasıl atılacaklarını yaşamıştık. Haysiyetlerine ne kadar düşkündüler. Her cefaya katlanırlardı ama başkası “ ne der “ e dayanamazlardı. Tek istekleri güvendi, şerefleri ile başları dik yaşamak istiyorlardı. Yarı aç, yarı tok yaşamak sonraki bir şeydi ve çok da önemli değildi. Tek istekleri olan güven ve saygıyı onlara ne iş yerleri, ne de ülkeleri vermiyordu. Ama onlar, küçük karıncalar olarak, birbirine tutunuyor, yoktan var ediyor ve bunu fark etmiyorlardı.

Ramazanda oruçlarını tutuyorlardı. Fırsat bulurlarsa namaza gidiyorlardı. Ama kimseyi de bunları yapmıyor diye yargılamak akıllarından geçmiyordu. Dindar mıydılar, hiç anlayamadık. Dinlerini biliyorlar mıydı, sanmıyoruz. Peki, öyleyse yaptıkları neydi. Kendilerinden olmayanları ( başka din ve ırktan ) hiç yadırgamadan karşılıyor onlarla hemen kaynaşıyorlardı. Bunlar köylülükten yeni işçi olmuş insanlardı. Hala kökleri köylerdeydi. Aradan birkaç nesil işçi olarak geçmemişti ama onlar teknoloji ile hemen bütünleşmişlerdi. Ne kadar olgun ve ne kadar insandılar.

Kimse hakkında kötü söylediklerini görmedik. Hatta yapılan yanlışları bile, başkasını gammazlamak ağırlarına gittiğinden söylemezlerdi. Kendi hallerinde insanlardı. Kimse onların ne kadar fedakâr olabileceğini, nasıl onların bir kaplan kesilebileceğini anlayamazdı.

Peki, bizim insanımız böyle ise, niye dünya bizi düşman bellemişti. Biz ne yapmıştık ta, bizden bu kadar korkuluyor, tiksiniliyor ve uzak durulmaya çalışılıyordu. Hâlbuki savaş meydanlarında düşmanlarımızın bize saygı duyarak ayrıldığını biliyorduk. Biz Libya’da, Balkan Savaşında, Birinci Dünya Savaşında, İstiklal savaşında çarpışmış olan, öldürmüş, yaralamış ve yaralanmış olan, dedelerimizi, amcalarımızı tanımıştık. Onlar bize göre “ ensesine vur, lokmasını al “ insanlardı. Ufak, tefektiler, kimse onların Yemen’de, Galiçya’da, Kanal’da ve daha pek çok yerde aşsız ve kurşunsuz, sadece yüreği ile dövüştüğünü anlayamazdı. Kimse onların, gözlerinin önünde yaralı arkadaşları kesilirken, kurşunları olmadığı için yaralılarını koruyamadıklarını ama hep bunun acısı ile yaşadıklarını anlayamazdı.

Halk da gidenin arkasından yanık türküler yakıyordu. “ Ah o Yemen’dir. Gülü dikendir. Giden gelmiyor. Acep nedendir “. Giden gelmiyordu ama gencecik oğlanlar, ana koynundan askere güle oynaya yollanıyorlardı. PKK ile savaşıldığını, askere giden çocuk, arkadaş ve komşuların ölebileceğini, yaralanabileceğini, sakat kalabileceğini bile bile, otobüs garları festival yerine dönüyordu. Neydi bizi orduya bağlayan bağ. Neden biz kendimizi hep onun bir parçası hissediyor, onu bu kadar sevip, güveniyorduk.

Savaşmaktan başka bir şey yapmamıştık ta ondan mı, Avrupa bizi sadece kaba kuvvet olarak görüyordu. Bizim bulunulan gelişmişlik seviyesine katkımız var mıydı, varsa neydi? Sahi, gelişmiş bir dünyada mıydık? Gelişmişlik, televizyon, otomobil, çamaşır makinesi miydi? Bizim komşularımız, o birkaç kuruşla geçinen insanlar, misafir gelince neden yoktan var ediyorlardı.

Hiçbir şeyi doğru dürüst organize edemiyorduk. Sistem kurmak bizim harcımız değildi. Öyleyse, nasıl , gurbetçilerimiz kısa sürede işveren oluyorlardı. Meclisler kanunlar çıkarıyor, ama onları kimse uygulamıyor ve hemen kanunları delmenin yolları bulunuyordu. Bizi yönetmek ne zordu. Ama biz de birilerini yönetmeye neden bu kadar meraklıydık. İşin garibi, yönetimi kolayca ele alıyor ve etki alanımızı genişletiyorduk.

Halkımız örtünüyordu. Peki, kaç, göç var mıydı? Cinsel açıdan halkımızın geniş bir hoşgörü içinde olduğunu izlediğimizi sanıyorduk. Ama töre cinayetlerine ne demeliydik. Hala kan davası güdülüyordu. Kan davasında cezadan kurtulmak için küçücük çocuklarımızı hapse yollamaktan çekinmiyorduk. Hatta onları sanki hiç umursamıyorduk. Biz topluma duyarsız kişiler miydik?

Devlet Baba’dan durmadan bir şeyler istiyorduk da, devlete ne veriyorduk. İçimizde vergi kaçırmayan kaç kişi vardı. Devlet için canımızı veriyor ama paramızı vermiyorduk. Aramızdan birileri çıkıyor, deveyi hamutu ile götürüyordu. Biz de bunu Hollywood filmi seyreder gibi seyrediyorduk. Ama çok iyi fıkralar ve karikatürler üretiyorduk. Hayatla alay etmek, onu Karagöz perdesinde izlemek nasıl bir mirastı.

Dostumuz, kardeşimiz, birbirimizi en iyi anladığımız Ermeniler, bizi onların soyunu tüketmekle suçluyorlardı. Hâlbuki biz, karşılıklı feci olaylar olduğunu ama bu olaylardan hem Müslümanların ve hem de Ermenilerin çok zarar gördüğünü biliyorduk. Dedelerimizin anlattıkları hafızalarımızdaydı. Ne kadar çok Ermeni’ye, Anadolu’nun her yerinde evimizi açmıştık. Ölmüştük, öldürülmüştük ama hınç duymamıştık. Sahi biz herhangi bir ulusa hınç duyar mıydık? Biz tarihte kimsenin soyunu tüketmiş miydik? Neden, Ermenilerin yalanlarına diğer uluslar gönüllü olarak inanıyorlardı. Biz ayrım bilir miydik? Bizde toplum hafızası, dendiği gibi, yok muydu? Yoksa vardı da biz onu saklar mıydık?

Arda çocukken, Beylerbeyi’nde, Arabacılar sokağında yaşamıştı. Sokağın iki tarafında birbirine yaslanmış, köhne, iki katlı, ahşap evler vardı. Bu evlerin çoğunda kocalarını, babalarını cephelerde kaybetmiş dul yaşlı kadınlar yaşardı. Akşamleyin evlerden ut sesi ve yanık serhat türküleri yankılanırdı. Bu sokakta acı ve gurur vardı. Hanımlardan biri, Arda’yı evladı gibi seven Hayriye teyzenin annesi Huriye teyze, kurabiye yapar ve çocuklara masallar anlatırdı. Ama ne masallar “ Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken… ‘. Bal kızlar, yılan Şahmeranlar, Zümrüt-ü Anka kuşları, Kafdağı, kurt anneler, kız kaçıran ayılar, insanlar hayvanlar iç içe yuvarlanır giderlerdi. Uçan halıları, Sultan Süleyman’ı, sonradan Binbir Gece Masallarında veya Dede Korkut hikâyelerinde okuduğumuz pek çok masalın benzerini biz bu masallardan öğrendik. Onlarda şiddet yoktu, korku yoktu, fedakârlık, adalet, doğanın bütünlüğü, insanın yükümlülüğü vardı. Dürüstlük ve güven dilden dile aktarılır, toplumun hafızasında sağlam bir yer edinirdi. Bu masallarla büyümüş insanlar vahşi olabilirler miydi? Olurlarsa neden olurlardı.

Tarihi öğrenmeye çalışırken bir taraftan da notlar alıyorduk. Notlar birikince ve biz bir şeyler anlamaya başlayınca, daha önceki bilgilerimizin dışında bir süreç olduğunu fark ettik. O zaman bilgimizi, diğer insanlarla paylaşmaya karar vererek, yazmaya başladık. Yazdıklarımız, “ faydalanılan kaynaklar “ kısmında görüleceği gibi daha önce incelenmiş ve yazılmış bilgilerdi. Ancak biz onları bir araya getirerek, birbiri ile ilişkilerini ortaya çıkarmaya çalışarak ve zaman zaman yorumlayarak, bizim incelediğimiz kaynakları okumaya vakti olmayanlar için, bütünlük içinde bir özet hazırladık. Tarihte yeni bilgi ve yaklaşımlar şüphesiz ki bu konunun uzmanlarının yapabileceği bir işti. Ama bizim gibi farklı konuda eğitim görmüş ve ekmeğini kazanmış kişilerin de bilinenlere birikimleri ile bir katkı sağlaması mümkündü.

Biz tarihi incelerken ve yazarken, bunu Anadolu toprakları etrafında şekillendirmek istemiştik. Şimdi sizler birinci kitabı okurken, biz on altıncı cildin üzerinde çalışıyoruz. Tarihte epey ilerlemiş kişiler olarak, bu toprakların ne kadar değerli olduğunu daha iyi anlayarak, doğru bir yol tuttuğumuza seviniyoruz. İnsanın ilk toprağa yerleştiği yerlerden birindeydik. Dünyanın ilk devletlerinden birini kurmuştuk ve tüm tarih boyunca, çeşitli adlar altında özgün devletler kurup, yaşatmaya devam etmiştik. Helen Uygarlığına katkımız, Yunan ana karasından az değildi. İtalya’da kurulan Roma, ancak bu topraklarda yaşamaya devam etmişti. Bir sürü din bu topraklarda doğmuştu. Hıristiyanlığı bu topraklar kurmuştu. Müslümanlığa bu topraklar kendine özgü bir ufuk açmıştı. Bu topraklar aşkın topraklarıydı.

Okuyacağınız kitap, kendimizi aradığımız kitaptır. Olaylar zamanda dikey değil yatay incelenmiştir. Tarihten alınacak ders çoktur. Ama en önemlisi “ İnsan ne ekti ise kendi ekmiştir. İnsan ne ekti ise onu biçmiştir “.

Unutulmasın, tarih gösteriyor ki, iyi veya kötü her yapılanın sonuçlarını yapanlardan fazla gelecek nesiller görürler.

Mart 2009 Arda Kısakürek


BİZİMKİLER, Anadolu Merkezli Dünya Tarihi 1.Kitap Resimli ve düzenlenmiş pdf 8mb:




BİZİMKİLER, Anadolu Merkezli Dünya Tarihi 1.Kitap resimsiz pdf 1,7mb:


classicredbookcoverbysemirealstock.jpg


extractpagesfrom1kitapkry301.jpg


butunkitaplarbuyuk201101az.jpg


scenecromagnonbig1bib.jpg


ZAMANGEZGİNİ_BAYHUN ÖNTÜRK
 
Üst