Türk Psikologlar Derneği ve Metodik Çeşitlilik

SaydeK44®

Süper Üye
7 Ocak 2013
309
694
izmiR
Türk Psikologlar Derneği ve Metodik Çeşitlilik


Psikoloji alanında bir meslek mahkemesinin kurulmasının en büyük riski, hakim bir paradigmanın bulunmadığı ve genel geçer olarak kabul edilen tüm yöntemlerinin tartışılabilir olduğu bir alanda, meslek mahkemesinin metodik çeşitliliği nasıl koruyacağı sorusu. Etik yönetmeliğin giriş bölümünde şöyle deniyor:

“Etik Yönetmeliğinin amacı sadece meslektaşları yargılamak değil; meslektaşlara kendilerini geliştirmeleri için destek olmak ve yol göstermektir.”

Yani Etik yönetmelik:

Meslektaşları yargılamak
Meslektaşlara kendilerini geliştirmeleri için destek olmak ve yol göstermek.
Meslektaşların etik sürecini mesleki yaşamlarının bir parçası haline getirmeleri
amaçlarını güdüyor. Böylece TPD bir de etik kurul oluşturarak bir meslek mahkemesi niteliği kazanmak istiyor. Üstelik meslektaşlara kendilerini geliştirmeleri için yol göstermek gibi bir amacı da ifade ediyor.

Ancak bu noktada tartışma dışı bırakılan iki temel konu var.

TPD meslek mahkemesi olma gücünü nereden alıyor? TPD’yi bir yargı organı olarak kabul etmek söz konusu olduğunda psikologlar arası bir konsensüsten bahsedildiği taktirde psikologların oy çokluğu mu yoksa oybirliği mi esas kabul edilecektir? TPD’nin bilimsel iktidarını reddeden eleştirel psikologlar da gelecekte aynı mahkemenin sanık kürsüsüne oturacaklar mıdır?
Bu meslek mahkemesinin ilkeleri neye göre belirlenmektedir? Yani meslektaşların kendini geliştirmesi için hangi yönde yol gösterileceği hangi kriterlere göre belirlenecektir. Hakim bir paradigma olmadan, yargılamanın ölçüsü ne olacaktır ve neyin daha gelişkin olduğuna kim karar verecektir? Mainstream bu gücü ideolojik olarak kabul görmüşlüğünden almıyorsa nereden almaktadır?
Bu ideoloijk kabul görmüşlük aynı zamanda bir meslek yasası talebinde de ortaya çıkmaktadır. TPD meslek mahkemesi niteliğini yasal güvenceye almak istemektedir. Ancak bu yasal güvence TPDyi bir meslek odası olarak kabul ederek, psikologların rızası alınmadan onları odanın zorunlu üyesi haline getirecek, üstelik onları mainstream’in paradigmalarıyla kuşatacaktır. TPD sadece mainstream’in sözcüsü değil, aynı zamanda yaptırım gücü de olan bir baskı aygıtına dönüşecektir.

Sorunun cevabı aslında basittir. TPD’ye bugün için egemen olan pozitivist paradigma kendini mutlak bilim olarak ilan etmek istemektedir. Oysa eleştirel psikologların bir kısmı özellikle sosyal alanlarda “mutlak” bilimlerin olamayacağını, her bilimin aslında bilimle uğraşanların bir kurgusundan ibaret olduğunu, bilimsel teorilerin gerçeğe ulaştıkları için değil, gerçeklikle ilişkimizde bize ön açıcı fikirler verdikleri için bilimsel olduklarını kabul ederler. Bu yazdıklarımıza “yol göstermek”ten sadece “kendini dayatma, baskı yapma anlaşılmamalıdır” gibi bir tepki gösterilebilir. Bunun için Etik Süreç Yönetmeliği’nin 11.2. maddesine bakmak faydalı olacaktır. Bu maddede kınama cezası gerektiren durumlar şöyle sıralanıyor:

“Her türlü yazılı basın, radyo, televizyon, internet siteleri ve broşürler başta olmak üzere tüm basın ve yayın organlarında reklam amacına yönelik olarak haksız rekabete neden olan ya da içeriği bilimsel veya mesleki açıdan doğru ya da geçerli olmayan yazılar yazmak, yazdırmak veya açıklamalarda bulunmak; bu içerikteki programlara katılmak ya da program yapmak veya ortağı olduğu kuruluş ya da şirketin reklamını yapmak veya böyle bir kuruluş ya da şirket aracılığıyla kendisinin reklamının yapılmasını sağlamak.”

Yönetmeliği hazırlayanlar, bilimsel olarak neyin “doğru” olduğuna çoktan karar vermiş görünüyorlar. Bilimsel olarak doğru içeriğin ne olduğunu yönetmeliğe eklemeyi unutmuş olsalar gerek. Eğer psikoloji lisans eğitimi sırasında anlatılan “bilimsel yöntem”lerin uygulanması kastediliyorsa, bu yukarıda yazdıklarımızı desteklemekten öteye geçmez. Pozitivist paradigma yargı gücünü ele almaya çalışmaktadır ve bu TPD’nin meslek odası olması halinde bütün eleştirel ve radikal girişimlerin baskı altına alınacağı anlamına gelmektedir. Üstelik eleştirel girişimler bir kez “bilimsel olarak yanlış” ilan edildikten sonra bunları herhangi bir yazılı organda savunmanın imkanı da bu maddeyle olanaksız hale getirilmektedir. Ceza yasasından çıkartılmasını istediğimiz düşünce suçu, TPD’nin etik süreç yönetmeliği ile yeniden karşımıza çıkmaktadır. Üstelik aynı yönetmeliğin 11.4. maddesinin e bendinde tüm radikal girişimlerin, (örneğin antipsikiyatrist hareketin) kınama ve uzaklaştırma cezası gerektirdiği kabul edilmektedir. Bu madde şöyle:

“Bilimselliği henüz kanıtlanmamış ya da bilim dışı yöntemlerle hizmet vermek ya da uygulamalar yapmak, insanlar ve hayvanlar üzerinde bilimsel kurallara uymayan araştırmalar yapmak, bu uygulamaları yapan kişilere yazılı ya da sözlü destek vermek, hasta/danışan göndermek (Bilimsellikle ilgili değerlendirmeler için uluslararası kurallar, sözleşmeler, ilgili yayın ve bildiriler ile kurallar ölçüt alınır)”.

Yönetmeliği hazırlayanların bilimselliği kabul edilmemiş yöntemleri sınarken ölçüt alacakları uluslar arası kurallar hangileridir? Yasaklanmış bir metodun bilimselliği nasıl kanıtlanabilir. Üstelik burada aynı sorunla yine karşı karşıyayız: Bilimsellik kimsenin tek elinde değildir. Bilim felsefesindeki küçük farklılaşmalar, neyin bilimsel olduğu konusunda büyük farklılıklar doğurur.

Aslında pozitivist paradigma yargı gücünü de elde ederek iktidarını tamamlamayı hedeflemektedir. Neyin bilim olduğuna ilişkin yasama yetkisini çoktan ellerinde görüyorlar. Bu anlamda “bilimsel etkinlik”, yani yürütme de tekellerinde. Geriye bir tek kendi paradigmalarının dışında kalanları ortadan kaldıracak yargı gücü kalmaktadır. Bunu şimdilik etik düzenlemelerle, sonra da bir meslek odası olarak resmi düzlemde elde ederek kendi mutlak iktidarlarını ilan etmek istiyorlar. Üstelik Kuhn’un bilimsel devrimlerin genç araştırmacılar tarafından gerçekleştirildiği yolundaki tezini duymuş olacaklar ki, etik kurullarda görev almak için “psikoloji alanında en az 10 yıldır çalışmış olmak” gibi bir koşul koyarak, genç araştırmacıları, yani henüz kendi paradigmalarına tam anlamıyla kazanılmamış psikologları etik kurulların dışında tutuyorlar.

Düşüncürücü olan bu iktidarın bilimsel teorilerin gücüne değil, resmi organlara dayandırılması çabasıdır.

Sonuç olarak denebilir ki, Kuzey Amerika’dan ithal edilen etik ilkeler, kendi içinde Kuzey Amerika’nın egemen zihniyetini de barındırmaktadır. Bu zihniyet, bilimsel bilginin topluma yayılması yerine, diplomalar ve sertifikalarla edinilmiş ayrıcalıkların mutlaklaştırılması ve egemen bilim anlayışının eleştirel girişimleri baskılamasını da meşrulaştırmaktadır. Bu haliyle TPD’nin etik ilkeleri, aynı Amerikan Psikologlar Topluluğu APA’in etik ilkeleri gibi pozitivist, insan merkezli, sermaye yanlısı ama aynı zamanda toplumsal politikada liberal ve meslek içinde de otoriter özellikler taşımaktadır. Eşitlikçi, toplumcu ve anti-otoriteryan psikologlar için bu etik ilkelerin benimsenmesi mümkün değildir.
 
Üst