JULIA: Av - Avcı Ekseninde Duygu Düellosu

Lami Tiryaki

Onursal Üye
21 Nis 2009
513
3,729
34osm4m.jpg

Julia’nın Aksoy’dan yayınlanan 14. sayısı Avcı (Il Cacciatore) pek öyle değişik tatlar içermemesine rağmen akıcılığı ve etkileyici oyalayıcılığı sayesinde kendini zevkle okutturmayı başaran bir öykü. Berardi’ye senaryoda West’in yaratıcısı Gino D’Antonio yardımcı olmuş. Öykünün girişi oldukça sıradan. Issız arazide çıplak ve savunmasız bir genç kadın ve onu kovalayan acımasız katil. Ancak sayfalar ilerledikçe detaylarda ince ayrıntılar olduğunu anlıyoruz. Kaçan kadın bir av senaryosunun “gerçek oyuncusu”dur. Avcı, içindeki gizli dürtülerin tatmini ve açığa çıkarmakta mahzur görmediği nefretini doyurmak için böyle bir “oyun” tasarlıyor. Oyunun sonucu her halukarda kurbanın ölümüyle sonuçlanıyor. Bu arada avcımız oyunu ne kadar uzatırsa o kadar keyif alıyor. Öykünün ileri aşamalarında dile getirildiği üzere, oyun esnasında gerçek av-avcı psikolojisi hakim. Avcı bir şekilde kendi dürtülerini tatmin etmek için yine kendinden kaynaklı bahaneler üretmiş. Bu bahanelerin her ne kadar psikolojik altyapısı varsa da sonuçta iş belli bir tatminden öteye gitmiyor. Başta bu biçimde kurgulanan senaryo, kendini zevkle okutabilmek için bizlere başka türlü olaylar örgüsü de sunuyor. Seri katili izleme esnasında-henüz 14. sayısında olduğunu göz önüne alırsak-kişisel detaylara girerek paralel açılımlar getiriyor. Julia’nın yalnız yaşamaya getirdiği bakış açısını, sonradan teğmen Alan Webb’i de işin içine katarak genişletmeye çalışmışlar. 60. sayfadaki Julia’nın günlüklerinden alınan bölümlerde zarif kriminologumuz şöyle düşünür:
“Belki annem de Emily gibi davranırdı. Bunun asla bilemem, çünkü onu kaybettiğimde üç yaşındaydım... Ziyaretine gittiğimde anneannem bana annelik ediyor. Ama daha ihtiyatlı bir şekilde... Beni koruyabilecek iyi bir gençle evlendirip... bir sürü çocuğu pışpışlamamı istiyorlar. Sakin ve mutlu bir hayat... Bu, onların hayata bakış açısı, benim değil.”

Tek başınayken böyle idealist düşüncelere sahip Julia. Aslında genelde aktif ve yalnız yaşayan herkesin aklındaki ideal fikirler bunlar. Benim şu andaki yaşam biçimimle de örtüştüğü için üzerinde rahatlıkla düşünebiliyorum. Devam edelim..

Julia’nın bu tür düşüncelere dalmasının asıl nedeni, 34-36. sayfalardaki teğmen Alan Webb’le olan atışmalarıdır aslında. Webb, bildiğimiz üzere Julia’ya aşık. Hatta Cyrano’daki müthiş öpücükle bir miktar da belgelenmiş bir aşktır bu. Ancak sorunlar da vardır(yoksa Julia efsanesi sona ererdi değil mi?)

34. sayfada çavuş Ben Irving’in, göreve çıktıklarında ikide bir eşini arayıp rapor vermesini eleştirmektedirler. Konu, yalnız yaşamaya doğru kayar. Her ikisi de anında birbirlerine “atlamaya” hazırdırlar aslında. Ama işte o yukarıdaki idealist fikirler yok mu? Örenğin 34, sayfanın ikinci karesinde Julia,
-“Evde seni bekleyen birilerinin olması çok güzel bir şey...” Teğmen,
-“Avantajları olabilir ama. Biz bekarların da var. Örneğin az fatura ödüyoruz” gibilerinden durumu kurtarmaya çalışır.
-“En azından..” diyerek. Julia,
-“Duydunuz mu? İlkbahar kokusu... Doğa uyanıyor... Toprak canlanıyor... Kimse böyle güzel mevsimde ölmemeli...”(Julia konuyu açtığına pişman gibidir neredeyse. Bizim teğmen de hala açılmaya çalışmakla meşgul).
-“Yalnız da kalmamalı... Boş bir ev çok büyük ve soğuk oluyor.” (bu düşünce sadece insanın birine tutkun olduğu zamanlar gelir aklına. Aslında tamamen size ait olan kocaman bir evin insana verdiği özgürlük duygusu öyle kolay tarif edilemez). Devam edelim...

35. sayfada diyalog devam etmektedir. Teğmen,
-“Bazı akşamlar size telefon etmek isterdim...” Julia,
-“Neden etmediniz?”
-“Rahatsız etmekten çekindim sanırım...”.
-“Rica ederim... Dostlarım benim geç saatlerde yattığımı bildikleri için gece bile ararlar. Leo örneğin. Sabahın dördünde bile mutlaka anlatacak bir şeyler bulur.”

Bundan sonrası tahmin edileceği üzere müthiş bir kavga şeklinde devam eder. Teğmen derhal kıskançlığını sert bir biçimde belli eder. Julia’da o bildik zarif öfkesiyle bağırarak yatmaya gider. Biz de yeni bir “Teğmen-Julia klasiği” okumuş oluruz. Sonra barışma ve karşılıklı özür dileme sahneleri de çok hoş. O kısmı da henüz okumamış olanlar için(hala varsa) sürpriz olsun.

Ben hikayenin en çok bu bölümlerini sevdim. Daha önce de defalarca yazdığım üzere Çizgi Romanlarda kişiselliğe indirgenmiş hikayeler beni müthiş etkiliyor. Bu tür yaklaşımlar asla klişeleşmiyor ve nadiren oluyor, kıymetini bilmek lazım. Yoksa her zaman bir seri katil avcı ve av bulunabilir.

Selamlar
Lami Tiryaki
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst